1 Mayıs 2012 Salı

Cilaul Hatır


ESER HAKKINDA

Eserin tam adı “Cilâü’l hâtır fi’l bâtın ve’z zâhir” eklindedir. Hâtır ki inin, özellikle
de sûfînin gönül ve kalp dünyâsına ilâhî âlemden tecellî eden fikirler demektir. Bu durumda
eserin adını dilimize “Bâtınî ve zâhirî konularda gönül dünyâsına yansıyan fikirlerin cilâsı”
eklinde çevirmek mümkündür.

Eserin çe itli kütüphânelerde yazma nüshaları mevcuttur. Bunlar:
1( Kâhire Ünv. Merkez Ktp., Tasavvuf, nr.: 15741.
2( Süleymâniye Ktp., Bağdatlı Vehbî nr.: 685.
3( Süleymâniye Ktp., Re it Efendi, nr.: 369.
4( Süleymâniye Ktp., Hacı Selim Ağa, nr.: 586.
5( Đstanbul Ünv. Merkez Ktp., Arapça, nr.: 2325.
6( <am el(Esedü’l(Vataniyye Ktp., nr.: 4849.
7( <am el(Esedü’l(Vataniyye Ktp., nr.: 8417.
Daha önce hiçbir baskısına rastlayamadığımız Cilâü’l hâtır, yukarıdaki sıralamada yer
alan son iki yazma nüsha esas alınmak sûretiyle, Hâlid ez(Zer’î ve Abdünnâsır Sırrî tarafından
tahkikli olarak <am’da basılmı tır (1997, ikinci baskı, 232 s.).
Eser iki defâ Đngilizce’ye tercüme edilmi tir:
1( Jala al Khawatir (The Removal of Cares), terc.: Shaykh Muhtar Holland, Maktaba
Nabawiya,  Lahore,    târihsiz.  Bu  tercüme  daha  sonra  Al(Baz  Publishing  tarafından
Hollywood(Florida’da 1997’de tekrar basılmı tır.
2( Jila  al Khatir  (Purification  of  the  Mind),  terc.:  Shetha  Al(Dargazelli(Louay
Fatoohi, Kuala Lumpur, Malaysia, 1999.
Cilâü’l hâtır, Abdulkâdir Geylânî’nin vaaazlarını bir araya getiren el Fethu’r rabbânî
gibi  müstakil  bir  derlemedir  ve  el Fethu’r rabbânî’nin  âdetâ  devâmı  niteliğindedir.
Meclislerden  yâni  sohbetlerden  olu maktadır.  Bu  vaaz  ve  sohbetlerin  tamâmı  tasavvufla
ilgilidir. Đlk sohbetin târihi 9 Receb 546/1152, son meclisin târihi ise 24 Ramazan 546’dır.
Ba ka bir deyi le Cilâü’l hâtır Abdulkâdir Geylânî’nin yakla ık 2,5 aylık vaazlarını bir araya
getirmektedir. Vaazları derleyen ahsın kimliği belli değildir.
Tercümeye tahkikli nüshayı ve Đstanbul Ünv. Merkez Kütüphânesi, Arapça Yazmalar,
nr.: 2325’te kayıtlı olan 98 varaklık yazma nüshayı esas aldık. Tercümede kelimeleri mümkün
olduğunca günlük telaffuza uygun ekilde yazdık ve anla ılır bir Türkçe kullanmaya gayret
ettik. Herkesin kendine has bir hitâbet üslûbu, konu ma tarzı olduğu gibi, elbette büyük vâiz
ve hatip Abdulkâdir Geylânî Hazretlerinin de kendine has, oldukça tatlı ve tesir edici bir tarzı
var.  Eseri  tercüme  ederken  onun  üslûbunun  kaybolmamasına  özen  gösterdik  ve  bu  üslûbu
okuyucuya hissettirmek istedik. Istılahların tercümesi üphesiz ki, bir tercümede en önemli
problemlerin ba ında gelir. Bu zorluğu biz de ya adık. Bu îtibarla zaman zaman ıstılahları ve
anlamı  tam  oturmayan  bâzı  kelimeleri  tercüme  etmek  yerine,  o  kavram  ile  birlikte
Türkçe’deki  yakın  anlamını  (…)  eklinde  verdik.  Gerekli  yerlerde  dipnotta  daha  fazla
açıklamalarda  bulunduk  Âyetleri  bold  (kalın),  hadîsleri  italik  (yatık)  harf  karaterleriyle
yazdık.  Âyetlerin  ve  bulabildiğimiz  hadîslerin  kaynaklarını  (ki,  hadîslerin  pek  çoğunun
kaynağı tahkikli nüshada gösterilmi ti( dipnotlarda gösterdik. Metin arasında geçen ahısların
vefat târihlerini hem hicrî hem de mîlâdî olarak belirttik. Gerek tahkikli ne rin, gerekse bizim
kullandığımız  yazma  nüshanın  meslic  (sohbet)  sayıları  birbirine  e it  değildi  ve  sohbetlerin
ba langıç  ve  biti   yerleri  birbirinden  farklılık  gösteriyordu.  Biz  tercümemizdeki  sohbet
sayılarını belirlerken her iki kaynağı da esas aldık; böylece ortaya toplam 52 adet sohbet çıktı.
Ancak bu sohbetlerin her birinin müstakil olduğunu ve birinin diğerinin devâmı olmadığını
iddia etmek zor. Yine her iki kaynakta da konu ba lıkları bulunmamakta. Konu ba lıklarını da
kendimiz koyduk. Bu ba lıkların konuya en uygun ba lık olduğu iddiâsında değiliz. Çünkü,
incelendiğinde, bir sohbette pek çok konudan bahsedildiği görülecektir. Bu îtibarla, ba lıkları
verirken, onların, (bize göre( o sohbette en fazla veyâ çok çarpıcı bir ekilde üzerinde durulan
konular olmasını dikkate aldık.
Yıllardan  beri  Abdulkâdir  Geylânî’nin  eserlerini,  ifâdelerini  okumakta,  tercüme
etmekte  ve  üzerinde  çalı maktayım.  Bu  cümleden  olarak  unu  söyleyebilirim:  Hazretin
gerçekten de insanı derinden etkileyen, çok tesirli, çok samîmî bir üslûbu var. Onun cümleleri
insana müthi keyif vermektedir. Bu îtibarla onun bu güzel ve kıymetli eserini, târih boyunca,
tasavvufu hayat damarlarından birisi hâline getirmi , evliyâyı her zaman büyük bir saygı ile
kar ılamı , “gönül” sâhibi milletimiz ile tanı tırmanın ahsıma ayrı bir haz verdiğini belirtmek
isterim. Yol büyüklerinin, dünyevî ve uhrevî saâdete götüren o kutlu insanların, Hak erlerinin
sohbetine,  yakınlığına  her  zaman  olduğu  gibi  bugün de  bütün  insanlığın,  en  ba ta  da
Müslümanların  ihtiyâcı  olduğunu  dü ünüyorum  ve  bu  duygularla  okuyucuyu  Gavs(ı
A’zam’ın, gönül ve kalp hastalıklarının ilacı olan o nefis sohbetleriyle ba ba a bırakıyorum.
Gayret bizden, muvaffakiyet Yüce Mevlâ’dandır.

Doç. Dr. Dilâver Gürer
Aralık 2005 Konya
1. Sohbet: HASET SADAKAT (SAMĐMĐYET)
Ey oğul! Hasetten sakın. O ne kötü bir dosttur! Đblis’in evini harap eden, onu helak
eden,  cehennemliklerden  olmasına  sebep  olan  ve  onu  Hakk’ın  (CC),  meleklerinin,
peygamberlerinin ve bütün halkının lanet ettiği bir kimse olmasına sebep olan ey hasettir.
Cenab(ı  Hakk’ın  (CC): “Onların  rızklarını  aralarında  taksim  ettik”
1
  “Yoksa  onlar
Allah’ın (CC) bir ikram olarak insanlara verdiği 6eylere mi haset ediyorlar?”
2
 ayetlerini;
Hz.  Peygamber’in  (SAV):  “Haset,  ate'in  odunu  yediği  gibi  iyilikleri  yer  bitirir”
3
  hadisi;
alimlerden birinin de: “Hasede aferin! Ne kadar adil: Öldürmeye önce sahibinden ba lıyor”
sözlerini  i ittikten  sonra,  haset  etmek  akıllı  ki iye  hiç  yakı ır  mı?  Hasetçi  Allah’ın  (CC)
dü manıdır. Sakın, fiilleri ve yarattıkları hakkında O’nunla (CC) çeki meyin, yoksa O (CC)
öldürücü darbeyi size indirir. Ben, konu mamı size, evlerinizdeki erzakınıza, mallarınıza ve
hediyelerinize  değer  vererek  yapmıyorum.  Bu  ekilde  olduğum  müddetçe  konu mamdan
istifade edersiniz, (in aAllah( Vaizin gözü sizin sarığınız, gömleğiniz ve cebinizde ise, sizin
dükkânınıza  gelip(gittiği  ve  size  kar ı  tamahkâr  olduğu  müddetçe  onun  konu masından
faydalanamazsınız.  Onun  sözü,  özü  olmayan  bo   bir  kabuktur.  Eti  olmayan  bir  kemiktir.
Tatlılığı  olmayan  acı  bir  yiyecektir.  Manasız  bir  surettir.  Onun  konu ması  menfaat
özleminden ve yağcılıktan uzak değildir. Onda sadakate yer yoktur. Tamahkârın konu ması
tıpkı tama’ (tamah) kelimesi gibi bo tur; çünkü onun harflerinin (tı, mim, ayn) hepsinin de
ortası bo tur.
Ey  Allah’ın  (CC)  kulları”!  Sadık  (samimi)  olunuz  ki,  felah  bulasınız.  Sadık  asla
geriye,  eski  kötü  haline  dönmez.  Allah(ü  Teala’nın (CC)  tevhidinde  sadık  olan  kimse,
nefsinin, hevasının ve eytanının sözüyle geriye dönmez. Muhabbetullahta sadık olan kimse,
ne ayıp i itir, ne de ayıp onun kulağına girer. Allah Teala’nın (CC), Resulünün (SAV), Salih
kullarının  muhabbetinde  sadık  olan  kimse  ise,  alçak  ve  günahkâr  bir  münafığın  sözüyle
yolundan  dönmez.  Sadık  sadığı,  yalancı  da  yalancıyı  tanır.  Sadığın  himmeti  semada
yücelerdedir; ona herhangi bir laf atan, onun hakkında ileri geri konu an kimsenin konu ması
zarar vermez. Allah (CC) her i6te galiptir, üstün gelendir.
4
 O (CC) senin için bir ey isterse
sana o eyi kolayla tırır.
                                                
1
 Zuhruf: 32.
2
 Nisa:54.
3
 Ebu Davud, es(Sünen, “Edeb” hadis no: 4903, (Daru Đhyai’s(Sünneti’(Nebeviyye)
4
 Bak:Yusuf:21
Ey oğul! Eğer sende ilmin meyvesi ve bereketi olsaydı, nefsinin hazzı ve istekleri için
sultanların kapısına gitmezdin. Alimin, sultanların ve halkın kapısına götüren ayakları olmaz.
Zahidin,  insanların  mallarını  almak  için  eli  olmaz.  Allah  (CC)  muhibbin  de,  O’ndan  (CC)
ba kasına bakan gözleri olmaz. Sadık bir muhib, samimi bir a ık, halktan kiminle kar ıla ırsa
kar ıla sın,  mahbubundan  ba kasına  nazar  etmez.  Onun  “ba   gözü’nde  dünyanın,  “kalp
gözü”nde ahiretin, “sır gözünde” de Mevla’sından (CC) gayrısının en küçük bir ehemmiyeti
yoktur.
Münafığın  samimiyeti  sadece  dilindedir.  Oysa  sadığın  sadakati  ve  samimiyeti
kalbinden ve sırrından gelir. Onun kalbi Rabbinin (CC) kapısındadır, sırrı ise kapıdan içeri
girmi tir. O, eve girinceye kadar, kapının önünde feryad(ü figana devam eder. Vallahi, sen
davranı larının  tamamında  yalancısın.  Allah(ü  Teala’nın  (CC)  kapısına  götüren  yolu
bilmiyorsun. Sen bir körsün, o yola nasıl rehberlik edersin? Heva ve hevesin, nefsin, dünyaya
muhabbetin, ba olma sevdan ve ehvetlerin seni kör etmi iken, nasıl olur da ba kasına yol
göstermeye kalkarsın? Yazıklar olsun sana! Dünyada ebedi kalmayı arzuluyorsun; hâlbuki bu
senin  elinde  olan  bir  ey  değil.  Rabbinin  (CC)  kapısına  ne  zaman  geleceksin?  Ne  zaman
ahireti  dünyaya  tercih  edeceksin?  Halık’ı  (CC)  halka  ne  zaman  tercih  edeceksin?  Namazı
dükkana ve karına ne zaman tercih edeceksin? Dilenciyi kendi nefsine kar ı ne zaman tercih
edeceksin?  O’nun  (CC)  emrini  tutmayı  ve  yasaklarından  kesilmeyi  ne  zaman  öne
geçireceksin? Heva ve hevesine uyman dolayısıyla ba ına gelen belalara sabretmeyi ne zaman
bileceksin? Halk yerine O’na (CC) icabet etmeyi ne zaman tercih edeceksin?
Ey oğul! Akıllı ol. Sen bo , batıl bir heves içerisindesin. Batını olmayan bir zahir, özü
olmayan bir görüntüsün. Masıyetlerin kalbine ula madan, daha henüz zahirinde iken bana gel;
aksi takdirde ısrarcılardan olursun ve bu ısrarın da küfre dönü ür! Emri tut. Kolayı muhafaza
et. Elinde olduğu müddetçe ipi bırakma. Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Günde
yetmi' defa günaha dönse de, tevbe eden kimse, günah i'lememi' gibidir”
5

Resulullahın  (SAV)  bir  hadisini  i itir,  onunla  amel  ve  onunla  yakınlığını  Ashabına
(RA)  uymak  yoluyla  da  güzelle tirirsen  kalbin  Rabbine  (CC)  doğru  ilerler,  O’nun  (CC)
sözünü  duyar.  Allah’a  (CC)  taati  ve  ubudiyeti  kamilen  gerçekle tiren  kimse,  O’nun  (CC)
kelamını duyma gücüne eri ir.
                                                
5
Đbn Mace, es(Süen, “Zühd” hadis no: 4250 
Musa  (AS)  elinde  Hakk’ın  (CC)  emir  ve  nehiylerini  ihtiva  eden  Tevratla  kavmine
geldi.  Ona  (AS)  dediler  ki:  “Allah’ın  (CC)  vechini gösterinceye  kadar  senin  getirdiklerini
kabul  etmeyeceğiz  ve  seni  dinlemeyeceğiz.”  Onlara  dedi  ki:  “Onun  (CC)  vechini  ben
göremedim,  size  nasıl  gösterebilirim”  Dediler  ki:  “Madem  ki  O’nun  (CC)  vechini  bize
gösteremiyorsun,  o  halde  kelamını  i ittir.”  Bunun  üzerine  Allah(ü  Teala  (CC)  ona  öyle
vahyetti:  “Onlara  de  ki:  Eğer  benim  kelamımı  i itmek  istiyorlarsa  üç  gün  oruç  tutsunlar.
Dördüncü gün olduğunda temizlensinler ve yeni temiz elbiseler giysinler. Sonra onları getir,
ta ki, kelamımı i itsinler.” Hz. Musa bunu onlara haber verdi. Onlar da söyleneni yaptılar.
Sonra  Musa  (AS)’ın  münacat  ettiği  yere  geldiler  –ki  o,  kavminden  yetmi   alim  ve  zahid
seçmi ti(. Cenab(ı Hakk (CC) onlara hitap etti. Hepsi de kendinden geçip bayıldı, Musa (AS)
tek ba ına kaldı. Ona (AS) dediler ki: “Ey Musa (AS), bizim Allah’ın (CC) kelamını i itecek
takatimiz yok! Sen O’nunla (CC) bizim aramızda vasıta ol.” Allah(ü Teala (CC) Hz. Musa
(AS) ile konu tu. O (AS) da O’nun (CC) kelamını onlara iletti. Gerçek u ki; Musa (AS)
Cenab(ı  Hakk’ın  (CC)  kelamını  ancak  iman  kuvveti  ile  O’na  (CC)  itaat  ve  kulluğundaki
sağlamlığı  ile  i itmi ti.  Kavmi  ise  imanlarındaki  zayıflık  sebebiyle  o  kelamı  i itmeye  güç
yetirememi lerdi. Eğer onlar onun Tevrat’ta getirdiklerini kabul etselerdi, emir ve nehye itaat
etselerdi ve edepli davransalardı söyledikleri eye cüret edemezler ve Cenab(ı Hakkın (CC)
kelamını i itmeye de muktedir olurlardı.
Ey oğul! Rabbine (CC) itaatte bütün gayretinle çalı . Sana vermeyene sen ver. Sana
gelmeyene sen git. Sana zulmedeni sen affet. Niyetinde kullarla, kalbinde ise kulların Rabbi
(CC)  ile  beraber  olmaya  bak.  Sadık  olmaya,  yalancı olmamaya  gayret  et.  Đhlâslı  olmaya,
münafık olmamaya çalı . Lokman Hekim öyle dermi : “Ey oğulcuğum! Kalbin fısk u fücur
içerisinde olduğu halde, insanların seni takva sahibi gibi  görmelerinden  sakın!” Vah sana!
Filan filan gibi iki yüzlü, iki dilli, iki fiilli olmayasın. Her münafık yalancı deccal, Allah(ü
Tealaya  (CC)  asi  olan  herkes  bana  musallat  olur.  Onların  en  büyüğü  Đblis,  en  küçüğü  ise
fasıktır. Batıla çağıran her sapık ve saptırıcı bana musallat olur ve ben “La havle vela kuvvete
illa billahi’l(aliyyi’l(azim (Güç ve kuvvet ancak yüce ve azim olan Allah(ü Teala’dandır CC.)
deyip, Allah(ü Teala’ya (CC) dayanarak onlarla muharebe ederim.
Allah’ım (CC)! Bizi razı olduğun eyde muvaffak kıl. “Bize dünyada da, ahirette de
güzellik ver ve cehennem azabından bizi koru.”
6

                                                
6
Bakara, 2(201. Bütün sohbetler bu ayetle bitmektedir. 
2. Sohbet MÜ’MĐN MÜNAFIK
Yazık sana! Kalbinde nifak bitmi . Tevbeye ve  teslimiyete muhtaçsın.  Yakında toz
duman ortalığı kaplayınca gerçeği anlayacak ve uyanmanın ne demek olduğunu bileceksin.
Her kim ki, sözlerimi i itir, onunla amel eder ve amelinde de ihlaslı olursa “mukarreb”lerden
7

olur. Çünkü benim sözlerimde kabuk yoktur.
Yazıklar  olsun  sizlere  ki,  Allah’a  (CC)  kar ı  muhabbet  duyduğunuzu  iddia
ediyorsunuz  ama,  kalbinizle  ondan  ba kasına  yöneliyorsunuz.  Mecnun  Leyla’ya  olan
muhabbetinde  sadakat  derecesine  ula ınca  kalbine  Leyla’dan  ba kasını  sokmamı tı.  Bir
keresinde bir topluluğa rastlamı tı. Ona dediler ki:
(  Nereden geliyorsun?
(  Leyla!
(  Nereye gitmek istiyorsun?
(  Leyla!
Kalp Allah(ü Teala’nın (CC) muhabbetinde sadık olursa, Musa (AS) gibi olur. Allah(ü
Teala  (CC)  O’nun  hakkında  öyle  buyurmu tur: “Biz  ba6kalarından süt  emmesini  daha
önceden  O’na  (AS)  haram  kılmı6tık.”
8
  Yalan  söyleme,  çünkü  senin  iki  kalbin  yok;  bir
kalbin var. Onu neyle dolduruyorsun? O ikinci bir eyi daha almaz ki! Allah(ü Teala (CC)
öyle buyurmu tur: “Allah (CC) hiç kimsenin göğsünde iki kalp yaratmamı6tır.”
9
 Bir kalp
ki, hem Halık’ı (CC), hem de halkı sevecek: Bu mümkün değildir. Yine bir kalp ki, içinde
hem dünya, hem de ahiret olacak: Bu mümkün değildir. Hakk’ın (CC) cahili riyakarlık ve
münafıklık yapar; alim(billah olan, Hakk’ı (CC) bilen ise asla böyle yapmaz. Ahmak, Allah(ü
Teala’ya (CC) asi olur, akıllı kimse ise O’na (CC) itaatkâr olur. Hakka (CC) buğzeden O’na
(CC)  isyan  eder;  O’nu  (CC)  seven  ise  itaat  eder.  Dünyalık  mal  toplama  hırsında  olan
riyakârlık ve münafıklık yapar; emeli kısa olan ise asla böyle yapmaz. Ölümü unutan riyakâr
olur;  ölümü  hatırda  tutan  ise  riyakârlık  yapamaz.  Hakk’ın  (CC)  nazarını  unutan  riyakârlık
yapar; O’nun (CC) nazarını gözeten ise riyakârlık yapamaz. Gafil riyakarlık yapar; uyanık ise
asla..  Allah’ın  (CC)  evliyasının  kendilerini  gafletten  uyandıran  uyandırıcıları,  onlara  ilim
öğreten öğretmenleri vardır. Allah(ü Teala (CC) onlara ilim vasıtaları elde etmeleri hususunda
                                                
7
 “Mukarreb”: Đbadet ve ihlas gibi eylerle Cenab(I Hakk’a (CC) yakınla mı kimse..
8
 Kasas Suresi Ayet 12.
9
 Ahzab Suresi Ayet 4.
yardım  eder.  Hz.  Peygamber  (SAV)  öyle  buyurmu tur:  “Eğer  bir  mü’min  bir  dağın
tepesinde olsa Allah ü Teala (CC) ona ilim öğreten bir âlimi yine de gönderir.”
Menfaat  kazanma  uğruna  Salihlerin  kelimelerini  satma.  Onların  sözlerini  konu ma.
Onlarla nefsine destek çıkma. Kusur gizli kalmaz. Kendi malından giy, çıplak kalma. Pamuğu
kendi ellerinle ek, kendi ellerinle sula, gayretinle büyüt. Sonra ondan kuma yap, onu dik ve
giy.  Ba kasının  malıyla,  ba kasının  elbisesiyle  ımarma.  Eğer  ba kasının  sözünü  kullanır,
konu ur  ve  ba kasının  sözüyle  iddiaya  kalkı ırsan, ariflerin  kalpleri  senden  iğrenir.  Fiilin
olmazsa  sözün  de  olamaz.  Đ in  zahirinin  amelle  alakası  vardır.  Allah(ü  Teala  (CC)  öyle
buyurmu tur: “Amelleriniz dolayısıyla cennete girin.”
10
 Mümin heva ve hevesi ve malayani
ile konu arak melekleri yormaz. Onun kalbi Hakk’tan (CC) ha yet duyar. Ho onun azaları da
Hakk’tan (CC) ha yet duyar ya! Onun kalbinin dili konu amaz, aslında onda olan hiçbir dil
konu amaz.  Onun  kalbinin  ate i  Rabbinin  (CC)  heybeti  kar ısında  hafifler,  dolayısıyla
azalarının ate i de zayıflar ve melekler rahat içerisinde kalır.
Ey oğul! Senin birbirinden ağır, akıbeti mü kül, pek çok günahın var; i in zor. Onlar
ister lehine ister aleyhine olsun; ölümü hatırlama duygusuyla uyan. Ölümünü unutman hiç de
senin  hayrına  değildir.  Kıyl(u  kali  bırak,  malayani  ile  uğra mayı  terk  et.  Emelini  kısalt.
Hırsını azalt. Yakında öleceksin. Belki de sen bu hal üzere iken ölümün gerçekle iverecek.
Buraya ayaklarınla geldin ama belki de bir cenaze olarak evine ta ınacaksın. Mü’min nefsini
hastalıklarından  kurtarır,  ifa  bulur.  Hastalık  eziyeti  vaki  olduğunda  nefsine  der  ki:  “Sana
nasihat ettim, beni dinlemedin. Bundan seni sakındırmı tım ey cahil, ey kâfir, ey  Allah’ın
(CC) dü manı!” Nefsini hesaba çekmeyen ve onunla mücadele etmeyen kimse felah bulamaz.
Hz.  Peygamber  (SAV)  öyle  buyurmu tur:  “Kendi  kendinin  vaizi  olmayan  kimseye
ba kalarının vaaz ve nasihati fayda vermez.”
11

Felah isteyen kimse, nefsine vaaz u nasihatta bulunsun, onu zühde alı tırsın, onunla
mücahede etsin. Zühd, önce haramları, sonra üphelileri, daha sonra mubahları, en sonunda da
bütün hallerde mutlak helalleri terk etmektir. Böylece terk  edilmemi hiçbir ey  kalmamı
olur. Hakiki zühd, dünyayı ve ahireti terktir; ehvetleri ve zevkleri terktir; varlığı terktir; hali,
dereceyi,  kerameti,  makamı  talep  etmeyi  terktir;  kâinatın  Rabbinin  (CC)  dı ında  her  eyi
terktir. Böylece, her eyin kendisinde son bulduğu Halık’tan (CC) ba ka hiçbir ey kalmaz ki,
                                                
10
 Nahl Suresi Ayet 32.
11
 Bak: Abdullah b. mübarek, kitabü’z(zühd, hadis no:1103, (Beyrut(tsz)
O (CC) bütün emellerin nihayetidir. Bütün i ler O’na (CC) döner. Konu macılardan kimisi
kalbiyle  konu ur,  kimisi  sırrıyla  konu ur  ve  kimisi  de  nefsiyle,  hevasıyla  ve  eytanıyla
konu ur. Mü’minin adeti önce tefekkür etmek, sonra konu maktır. Münafık ise önce konu ur,
sonra dü ünür. Mü’minin lisanı aklının ve kalbinin ötesindedir. Münafığın lisanı ise aklından
ve kalbinden öndedir. 
Allah’ım (CC)! Bizi mü’minlerden eyle. Münafıklardan eyleme. “Bize dünyada da,
ahirette de güzellik ver ve cehennem azabından bizi koru.” (Amin)
3.Sohbet RIZA TEVBE
Ey  oğul! Kalp  kitap  ve  sünnet  ile  amel  i lerse  “kurbiyet”
12
  kazanır.  Kurbiyet
kazanınca da neyin lehine, neyin aleyhine, neyin Allah (CC) için, neyin gayrısı için, neyin
hak, neyin batıl olduğunu bilir ve görür. Mü’min, nura sahip olunca onunla bakar. Cenab(ı
Hakk’a (CC) yakınlık kazanmı ve sadık olan bir mü’minin böyle bir nuru nasıl olmaz ki? Đ te
bunun  içindir  ki,  Hz.  Peygamber  (SAV)  mü’minin  bu  nazarından  sakındırarak  öyle
buyurmu tur: “Mü’minin ferasetinden sakının, zira o Allah’ın (CC) nuru ile bakar.”
13

Mukarreb arife de bir nur ihsan edilir. Arif de kendisine bah edilen bu nur ile Rabbine
(CC)  olan  kurbiyetini  görür.  Arif  kalp  cihetinden  Rabbinin  (CC)  yakınlığını  görür.
Meleklerin, nebilerin ruhlarını görür. Sıdıkların ruhlarını ve kalplerini görür. Onların hal ve
makamlarını seyreder. Bütün bunlar onun kalbinin derinliklerinde ve sırrının safasında olur. O
Rabbi (CC) ile ebedi bir ferahlık içerisindedir. O artık Rabbinde (CC) alan ve O’nun (CC)
halkına  dağıtan  bir  vasıtadır.  Bunlardan  kimi  vardır  ki,  hem  “kalp”  hem  de  “dil”  (hitabet
kabiliyeti) alimidir. Kimi de vardır ki, yalnızca kalp alimidir, hitabet alimi değildir. Münafığa
gelince, onun hitabeti süslüdür ama kalp alimi değildir. Bütün ilmi dilindedir onun. Bundan
dolayı Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Ümmetim için en çok korktuğum 'ey, dili
bilgin münafıktır.”
14

Ey oğul! Benim yanıma geldiğinde ilmini ve nefsini görmeyi bir kenara dür. Yanıma
hiçbir ey sahibi olmadan, bir müflis olarak gir. Eğer benim yanıma ilmini ve nefsini görerek
gelirsen, i aret ettiğim bu “tasavvuf” i i senden perdelenir. Vah sana ki, bana buğzediyorsun;
hâlbuki ben sadece gerçeği söylüyorum ve hakikati dile getiriyorum. Bana ancak Allah’ı (CC)
bilmeyen, sözü çok, ameli az cahil buğzeder ve benden cahil kalır. Buna kar ılık, Allah’ı (CC)
bilen, ameli çok, sözü az kimseler beni sever. Eğer bana muhabbet edersen, bunun menfaati
sana  döner.  Bana  buğzedersen  bunun  zararı  da  yine  sana  döner.  Ben  halkın  övmesi  veya
yermesi ile ayakta duran birisi değilim. Yeryüzü üzerinde ne bir insan, ne de bir cin, hiç kimse
yoktur  ki,  ben  ondan  korkayım,  bir  ey  umayım;  ne  bir  hayvan,  ne  bir  ha ere  ve  ne  de
mahlûkattan herhangi birisi… Ben sadece Hakk’tan (CC) korkarım. Ne zaman aciz kalsam
                                                
12
 “Kurbiyet” : Đbadet ve ihlas gibi eylerle Cenab(I Hakk’a (CC) yakınlık kesbetmek.
13
 Tirmizi, es(sünen; “Tefsir” hadis no: 3133, (Medie tsz)
14
 Ahmed b. hanbel, el(Müsned, I/22, (Đstanbul(1992)
“havfım”  (korkum)  artar.  Zira  O  (CC)  “Đstediğini  yapandır”
15
  “O  (CC)  yaptığından
sorumlu tutulmaz, bilakis onlar (insanlar) sorumludur.”
16

Ey oğul! Kalp elbisen kirli iken kalbinin üzerindeki elbiseyi temizlemekle uğra ma,
pis kalbinin üzerindeki elbiseyi bırak, önce kalbini sonra elbiseni temizle. Đki tarafı yıkamayı,
temizlemeyi birle tir. Elbiseni pislikten, kalbini de günahlardan temizle. Hiçbir eye aldırma,
zira Rabbin (CC) “istediğini yapan”dır. Bununla ilgili Salih bir zattan öyle rivayet edilmi tir:
O bir gün sırf Allah’ın (CC) rızası için karde lik yaptığı birini ziyaret eder ve öyle der: “Ey
karde im! Yakla , ta ki, Allah’ın (CC) bizim hakkımızdaki ilmine (hükmüne) ağlayalım!” Bu
Salih kulun sözü ne kadar da ho ! O  arif(billahtır. O  Hz. Peygamber’in (SAV) u sözünü
i itmi tir: “Sizden biriniz cennet ehlinin amelini i'ler; ta ki, onunla cennet arasında bir ar'ın
mesafe kalır…”
17
 
Ey oğul! Eğer bütün kalbin ve himmetinle O’na (CC) döner ve O’nun (CC) rahmet
kapısına yapı ırsan, kendin ile ehvetler arasına demirden bir set çekersen, kabri ve ölümü ba
ve kalp gözünün önüne dikersen, Hakk’ın (CC) seni gördüğü, senin her yaptığını bildiği ve
senin yanında olduğu uurunu gözetirsen, fakr ile yetinir, iflasa razı olur, hudud içerisindeki
aza  kanaat  edersen  –ki  bu,  emirlere  sarılmak  ve  nehiylerden  kaçınmanın  ta  kendisidir(  ve
kaderin getirdiğine sabredersen Allah’ın senin hakkındaki hükmü senin için ayan beyan olur.
Bu hal üzere devam edersen kalbin Rabbin (CC) ile mülaki olur. Sırrın O’nun (CC) katına
girer. Đ te o zaman e ya sana ke folunur. Gözün gözünü görürsün. Emirü’l(mü’minin Ali b.
Ebi  Talib’in  (KV)  dediği  gibi  olursun:  “Perde  kaldırılsaydı  dahi  yakinim  artmazdı.”  Yine,
O’na  (KV) derler ki: “Rabbini (CC)  gördün mü?” öyle cevap verir: “Görmediğim Rabbe
(CC) kulluk etmem!”
Salih bir zata: “Rabbini (CC) gördün mü?” diye soruldu. Dedi ki: “Eğer O’nu (CC)
görmeseydim mekânımı paramparça ederdim.” Birisi: “Nasıl görürsün?” diye sorarsa derim
ki: “Halk kulun kalbinden çıkar ve orada Hakk’tan ba ka bir ey kalmazsa, i te o zaman O’nu
(CC) dilediği gibi görür, dilediği gibi O’na (CC) yakınla ır. Diğerlerine zahiren gösterildiği
gibi,  O’na  da  “batınen”  (iç  aleminde)  gösterilir.  Tıpkı  Peygamberimiz  Hz.  Muhammed’e
(SAV) Miraç Gecesi’nde gösterildiği gibi, bu kul da, O’nu (CC) rüyasında görür, O’na (CC)
yakınla ır, O’nunla (CC) konu ur. Onun kalbi ise yakaza halinde O’nun (CC) tarafına cezb
                                                
15
 Büruc Suresi Ayet 16.
16
 Enbiya Suresi Ayet 23.
17
 Müslim, es(Sahih, “keyfiyyetü’l(halk” hadis no: 2643, (Mısır, tsz)
edilir;  vücut  gözlerini  kapattığında  kalp  gözleri  ile  tıpkı  zahirde  olduğu  gibi  Hakk’ı  (CC)
görür. Cenab(ı Hakk (CC) ona ba ka bir mana (meleke) daha verir, o da onunla O’nu (CC)
görür.  O’nun  (CC)  sıfatlarını  görür.  O’nun  (CC)  “kerametlerini”  (ikramlarını),  fazlını,
ihsanını ve zaferini görür. O’nun (CC) iyiliğini ve desteğini görür. Hakk’a (CC) ubudiyeti,
mabudiyeti, marifetullahı gerçekle tiren kimse “bana görün(görünme, bana ver(verme” gibi
laflar etmez. Fani ve müstağrak olur. Bu makama ula an bir zat öyle der idi: “Bana senden
gelen her ey kabul!” onun en güzel sözü ise udur: “Ben O’nun (CC) kölesiyim; kölenin ise
efendisine kar ı ihtiyarı ve iradesi olmaz!.”
Adamın  biri  bir  köle  satın  aldı.  Bu  köle  din  ve  salah  sahibi  idi.  Ona:  “Ne  yemek
istersin?” dedi. “Bana yedirdiğini” diye cevap verdi. “Ne giymek istersin?” diye sordu. “Bana
giydirdiğini”  diye  cevap  verdi.  “Nerede  oturmak  istersin?”  dedi.  “Senin  beni  oturttuğun
yerde” diye cevap verdi. “Neyle uğra mayı seversin?” diye sordu. “Bana neyi emredersen”
diye cevap verdi. Adam ağlamaya ba ladı ve öyle dedi: “Müjdeler olsun bana! Ne dersin?
Ke ke  senin  benimle  olduğun  gibi  bende  kendi  sahibim  (Rabbim)  (CC)  ile  olabilseydim.”
Köle öyle kar ılık verdi: “Efendim! Kölenin efendisinin iradesi kar ısında iradesi ve ihtiyarı
olur mu?” Adam dedi ki: “Sen Allah (CC) rızası için hürsün. Fakat senin benimle beraber
kalmanı isterim ki, canımla ve malımla sana hizmet edeyim.” Arif olanın iradesi ve ihtiyarı
kalmaz. O “Senden gelen her ey ho tur” der. Ne kendi i lerinde, ne de ba kalarının i lerinde
ona zahmet vermez.
Beni dinleyin, ey itirazcılar, çeki6meciler! Beni dinleyin ey kötü edepliler! Ben
peygamberlerin huzurunda bir münadiyim, onların tabilerinden ve aracılarından biriyim. Ben
önce Kitap ve Sünnete göre sonra da kalbime göre hüküm veririm. Mukarreb bir kalbe sahip
olan kimseye benim söylediklerim gizli kalmaz. Allah’ın (CC) kullarından, halka kar ı zahid
olan, Kur’an tilaveti ve Resulullah’ın (SAV) sözlerini dinleyerek ünsiyet bulan çok az kimse
vardır. Ho , onlar Hakk (CC) ile ünsiyet, kurbiyet kesbetmi bir “kalp” de sahibidirler. Kendi
nefislerini de, ba kalarınınkini de bu kalp ile görürler. Onların kalpleri sağlamdır. Sizin hiçbir
eyiniz  onlara  gizli  kalmaz.  Onlar  sizin  batınlarınız  hakkında  konu ur,  evlerinizde  olanı
sizlere haber verirler.
Yazık  sana!  Akıllı  ol!  Cehaletinle  sufilerle  yarı ma.  Kitaplardan  bir  eyler  öğrenir
öğrenmez, hemen kürsüye  çıkıp insanlara konu uyorsun; oysa  elin ve elbisen kapkara! Bu
“i ” (tasavvuf) zahiri ve Batıni hükümlere birlikte riayet etmeyi ve sonra da her eyden fani
olmayı gerektirir.
Ey kendileri hakkında murad edilenden gafil olanlar! Kıyamet anını dü ünün! Özel
kıyameti dü ünün! Büyük kıyameti dü ünün! Özel kıyamet sizden birisinin ölmesidir. Büyük
kıyamet  ise  Allah(ü  Teala’nın  (CC)  vaat  ettiği  kıyamettir.  Allah(ü  Teala’nın  (CC)  u
buyruğunu  dü ünüp  hatırlayın: “O  gün  muttakileri  vefd  olarak  Rahman’ın  (CC)
huzurunda  ha6rederiz.  Mücrimleri  ise  vird  olarak  cehenneme  sevkederiz.”
18
  “Vefd”
cemaat demektir. “Vird” ise susuz demektir. Muttakiler ha redilirler; mücrimler sevkedilirler.
Allah(ü Teala (CC) o günü dünya hayatında iken dü ünmü olan kuluna acır da, muttakiler
arasına katar ve onlar arasında ha reder.
Ey  takvayı  terk  edenler! Kıyamet  günü  muttakiler  Rahman’ın  (CC)  huzurunda
ha redilirler;  onların  etrafında  melekler  olur.  Amelleri  suret  kazanır  da,  onlar  o  güzide
amellere  binerler.  Onların  asaleti,  güzelliği,  önderi  o  gün  amelleri  olur.  Amellerin  sureti
vardır;  kiminin  güzeldir,  kiminin  çirkindir.  Takvanın  anahtarı  tevbedir.  Tevbede  sebatkar
olmak  ise  Allah(ü  Teala’ya  (CC)  yakınlığın  anahtarıdır.  Her  asli  ve  fer’i  hayrın  anahtarı
tevbedir. Bu sebepledir ki, Salihler hiçbir hallerinde tevbeden müstağni durmazlar.
Ey  günahkarlar,  ey  isyankarlar! Tevbe  ediniz.  Rabbinizle  (CC)  kendi  aranızda
tevbe vasıtasıyla barı imzalayın. Bu kalp, içinde dünyadan, ahiretten, halktan zerrece bir ey
kaldığı müddetçe salah bulamaz, düzelemez. Eğer O’nun (CC) sohbetine, yakınlığına ula mak
istiyorsanız, dünyayı da, ahireti de kalbinizden çıkarın. Bu size zarar veremez. Eğer vuslatı
gerçekle tirirseniz, siz O’nun (CC) kapısında olduğunuz halde, O (CC) size dünyayı da, halkı
da verir. Bu tecrübe edilmi bir eydir. Dünyaya zahid olanlar, veda edenler ve onu terk etmi
olanlar bunu tecrübe etmi lerdir.
Ey oğul! Namazında, orucunda, haccında, zekâtında ve bütün fiillerinde Allah (CC)
rızası için ihlaslı ol. O’na (CC) sığın, senden öncekilerin  yaptığı gibi sen de O’ndan (CC)
yardım iste. Ameli güzelle tir. Sonra Rabbine (CC) kar ı zannını hüsn(i zan ile güzelle tir.
O’na (CC) itaat et. Eğer O’na (CC) kar ı, peygamberlerine kar ı, Salih kullarına kar ı hüsn(i
zan beslersen, O da (CC) sana nice güzel eyler ihsan eder i te bol hayır bundadır.
Hayıf  sana! “Sufi”  (dupduru)  olduğunu  iddia  ediyorsun,  ama  senin  her  tarafın
bulanık. Oysa sufi batınını ve zahirini Allah’ın (CC) Kitabına ve Resulünün sünnetine uymak
                                                
18
 Meryem Suresi Ayet 85(86
yoluyla  tertemiz  arıtandır.  O,  safiyeti  artarsa,  vücut  denizinden  çıkar,  iradesini,  dileğini,
ihtiyarını terk eder. Resulullah (SAV), kalbini temizleyen kimse ile Rabbi (CC) arasında sefir
(elçi) olur. Hayrın esası, sözde ve fiilde Hz. Peygamber’e (SAV) uymaktır.
Bir  kulun  kalbi  ne  zaman  saf,  tertemiz  olursa,  o  zaman  Hz.  Peygamber’i  (SAV)
rüyasında görür; ona bir eyler emreder, onu bir eylerden nehyeder. Onun her eyi “kalp”
olur, niyetiyle ba ba a kalır. O, aleni olmayan bir “sır” ve bulanıklığı olmayan bir “safa”
olur.  Her  eyi  kalpten  çıkarmak  dağların  direklerini  söküp  atmak  gibidir;  mücahede
vasıtalarını,  tuzaklara  ve ba a  gelen afetlere sabretmeyi  gerektirir.  Nasibiniz olmayan eye
dua etmeyin.
Müjdeler  olsun  sizlere  ki,  beyazlıktaki  bu  siyahlığı  bildiniz  ve  Müslüman  oldunuz.
Müjdeler  olsun  sizlere  ki,  kıyamet  günü  Müslümanlar  arasında  olacaksınız,  kâfirler
güruhunda  olmayacaksınız.  Müjdeler  olsun  bize  ki,  cennet  toprağında,  ya  da  onun  hemen
kapısında oturuyoruz; cehennemliklerden değiliz.
Tevazulu olun, kibirlenmeyin. Tevazu yüceltir, kibir alçaltır. Hz. Peygamber (SAV)
öyle buyurmu tur: “kim ki, Allah (CC) için tevazu sahibi olursa, Allah (CC) onu yüceltir.”
19

Allah(ü  Teala’nın  (CC),  dağlar  kadar  hayır  i leyen kulları  vardır.  Bunlar  Allah  (CC)  için
tevazu  gösterirler  ve  öyle  derler:  “Bizi  cennete  amellerimiz  sokmaz;  biz  cennete  ancak
Allah’ın (CC) rahmeti sayesinde gireriz. Eğer cennete giremezsek de, bu ancak O’nun (CC)
adaletin gereğidir.” Onlar bu ekilde, iflas ve yokluk hali üzerinde olmayı elden bırakmazlar.
Tevbe edin. Acziyetinizi ve kusurlarınızı itiraf edin. Tevbe Hakk’ın (CC), yeryüzünü
öldükten  sonra  suyla  tekrar  dirilttiği  “hayat”  sıfatıdır.  Hak,  kalpleri,  öldükten  sonra  tekrar
tevbe  ve  uyanıklık  ile  diriltir. Ey isyankârlar! Tevbe  edin;  Rabbinizin  (CC)  rahmetinden
ümit  kesmeyin.  O’nun  (CC)  merhametinden  ümitsizliğe  kapılmayın.  Ey  ölü  kalpliler!
Rabbinizi  (CC)  zikretmeye,  O’nun  (CC)  kitabını  okumaya,  Nebisinin  (SAV)  sünnetine
uymaya devam edin ve zikir meclislerinde bulunmaya devam edin. O zaman yağmurun gelip
ölü  toprağı  dirilttiği  gibi,  sizin  kalpleriniz  de  dirilecektir.  Zikre  devam  etmek  dünya  ve
ahirette hayrın sürekliliğine vesiledir.
Allah’ım (CC)! Bizi, Seni razı eden ve bizden razı olacağın eye muvaffak kıl! Ey
alemlerin Rabbi (CC)! Bize dünyada da, ahirette de güzellik ver ve cehennem azabından
bizi koru.”
                                                
19
 Bak: Acluni, Ke fü’l(hafa, II/216 (no:2443)
4.Sohbet ARĐFLERĐN UYKUSU
Kalp düzelince, sağlamla ınca onda zikir dâimî olur; onun etrâfına ve her tarafına zikir
yazılır. Böylesi bir kalbin sâhibinin gözleri uyuyabilir, ama onun kalbi Rabbini (CC) zikreder.
Bu hal o mü’mine peygamberi Muhammed’den (SAV) mîras kalmı tır.
Sâlih zatlardan birisinin bir tesbihi var idi. Bâzı geceler o tesbih elinde olduğu halde
uyur, sonra uyandığında kendisi döndürmediği halde tesbih elinde dönüyor ve dili Rabbini
(CC) tesbîh ediyor olurdu.
Sûfîler, uyku üzerlerine ağır basınca Peygamberlerinin (SAV) sünneti gereği uyurlar.
Bâzı sûfîler ise gecenin bir kısmını özellikle uyuyarak geçirirler. Böylece, hem seher vaktini
ibâdetle geçirmek için o uykudan istifâde etmi , hem de nefislerinin hakkını ödemi olurlar;
nefis de ikâyette bulunmaz ve eziyet vermez. Sâlihlerden kimileri de vardır ki, onlar bâzı
geceler  hiç  de  ihtiyaçları  olmadığı  halde  uykularını  getirmeye  çalı ırlar  ve  uyku  için
hazırlanırlar. Bu durum kendilerine sorulduğunda: “Kalbim uykuda Rabbimi (CC) görüyor”
derler. Doğru da söylerler. Zîrâ sâdık rüyâ Allah’tan (CC) bir vahiydir. Sâlihin göz aydınlığı
uykusundadır.
Hakk’ın (CC) yakınlığını kazanmı olan ki i için özel melekler olur. O melekler ona
vekillik ederler. Her zaman onu korurlar. O uyuduğu zaman onun yanıba ında, ayaklarının
ucunda  otururlar.  Önünden  ve  arkasından  onu  muhâfaza  ederler.  <eytan  ona  yakla maya
cesâret  bile  edemez.  O,  Allah(ü  Teâlâ’nın  (CC)  muhâfazası  içinde  uyur,  O’nun  (CC)
muhâfazası içinde uyanır, O’nun (CC) muhâfazası içinde yürür, oturur.
Allah’ım (CC)! Bizi her hâlimizde muhâfazan altına al. “Bize dünyâda da, âhirette de
güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
5.Sohbet SAFA HELAL LOKMA SABIR
Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Mâlâyânîyi terketmesi ki'inin Đslâm’ının
güzelliğindendir.”
20
 Đslâm’ı güzel olan kimse kendisini ilgilendiren eye yönelir; mâlâyânîden,
kendisini  ilgilendirmeyen  eylerden  yüzçevirir.  Mâlâyânî  ile  i tigal  etmek  aptalların  ve
hayâlperestlerin i idir. Mevlâ’sının (CC) emrettiğini yapmayıp, O’nun (CC)  emretmedikleri
ile me gul olan kimse, O’nun (CC) rızâsından da mahrum kalır. Bu durum, mahrûmiyetin,
büyük günahkârlığın, tardedilmi liğin ta kendisidir. Yazık sana! Emre sarıl, nehiyden kaçın.
Âfetlere kar ı sağlam dur, sonra da nefsini, “niçinsiz” ve “nasılsız” bir ekilde kaderin ellerine
bırak. Allah(ü Teâlâ’nın (CC) sana senin hakkındaki ilmi ile bakı ı senin cehlinle kendine
bakı ından çok daha hayırlıdır. O’nun (CC) verdiğine kanaatkâr ol. O’na (CC) ükretmeye
çalı . O’ndan (CC) daha fazlasını isteme. Sen neyin daha hayırlı olduğunu bilemezsin.
Đtaatkâr zâhidlerin kalpleri için zühd bir rahatlıktır. Zühdün ağırlığı bünyede, mârifetin
ağırlığı  kalpte,  kurbiyetin  ağırlığı  ise  sırda  olur.  Zâhid  ol,  kanaatkâr  ol,  ükret.  Rabbinden
(CC) râzı ol, nefsinden râzı olma. Rabbine (CC) kar ı zannını güzelle tir, nefsine kar ı sû(i
zan besle. <ehvetleri terket. <ehvetleri terk kalp için ifa ve safâdır. Helâle açlık duymak kalbi
köreltir;  artık,  haramların  durumunu  sen  dü ün!  Bu sebeple  Hz.  Peygamber  (SAV)  öyle
buyurmu tur: “Perhiz devânın ba'ıdır, oburluk ise bütün dertlerin ba'ıdır. Bedeninizi dengeli
olmaya alı'tırın”
21
 Hz. Peygamber (SAV) “beden ilmi”ni bu üç cümlede toplamı tır. Oburluk
zekâ keskinliğini, hikmet kandilini ve velâyet nûrunu söndürür. Dünyâ  ve halk ile birlikte
olduğun müddetçe perhiz gerekir. Çünkü sen hastânedesin. Hakk’a (CC) vâsıl olduğunda i in
O’na  (CC)  âit  olur.  Senin  i lerini  O  (CC)  üstlenir,  yürütür;  çünkü  sen  kendinden
uzakla mı sındır  artık.  O  (CC),  senin  i lerini  niçin  üstlenmesin  ki,  sen  O’nunla  (CC)  sulh
etmi sin, O’na (CC) teslim olmu sun! Allah(ü Teâlâ (CC) öyle buyurmu tur: “Benim velîm
kitâbı indiren Allah’tır (CC); o sâlihlerin “velî”sidir (onların i6lerini üzerine alır).”
22

Ey oğul! Kaderin gelmesinden rahatsız olma; onu kimse geri döndüremez, kimse ona
engel  olamaz.  Takdir  olunan  ey  gerçekle ir;  râzı  olan  olsun,  kızan  da  kızsın.  Dünyâ  ile
me gûliyetin ancak ve ancak sâlih bir niyet üzere olsun, aksi halde kesinlikle büyük günah
i leyenlerden olursun. Bütün i lerinde öyle de: Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l aliyyi’l
azîm.
23
  Vaktinin  bir  kısmını  dünyâya,  bir  kısmını  âhirete,  bir  kısmını  nefsine,  bir  kısmını
ailene,  geri  kalan  zamânını  da  Rabbine  (CC)  ayır.  Önce  kalp  temizliği  ile  uğra   –ki,  bu
                                                
20
 Tirmizî, es Sünen, “Zühd” hadîs no: 2433.
21
 Đbn Receb el(Hanbelî, Câmiu’l ulûm, I/426, (Beyrut(1408).
22
 A’râf S. A.196
23
 Güç ve kuvvet ancak ve ancak Yüce ve azîm olan Allâhü Teâlâ’dandır (CC).
farzdır(  sonra  mârifete  yönel.  Esâsı  kaybedersen,  teferruattan  me gul  olduğun  ey  kabul
edilmez.  Kalp  necâseti  dururken  beden  temizliğinin sana  ne  faydası  olabilir?  Bedenini
Sünnet’e  uymak,  kalbini  de  Ku’ân’la  amel  etmek  sûretiyle  tertemiz  yap.  Kalbini  koru  ki,
bedenin de korunsun. Her kap içindekini sızdırır. Senin kalbinde ne varsa, bedeninden o sızar.
Tevâzu  sâhibi  ol!  Tevâzu  sâhibi  olduğun  müddetçe  tertemiz  olursun,  büyürsün,
yücelirsin.  Tevâzu  göstermezsen  sen  Allah’ın  (CC),  Resûlünün  (SAV),  enbiyâsının,
evliyâsının O’nun (CC) hükmünün, ilminin, kaderinin, kudretinin, dünyâ ve âhiretin câhilisin,
onları bilmiyorsun demektir. Ne kadar çok dinliyor ama akletmiyorsun! Aklediyor ama amel
etmiyorsun!  Amel  ediyor  ama  ihlaslı  olmuyorsun.  Ha varlığın,  ha  yokluğun!  Huzûruma
geliyorsun ama benim sözlerimle amel etmiyorsun; o halde bana niçin geliyorsun? Buradaki
insanları sıkı tırmaktan ba ka bir i e yaramıyorsun. Git dükkânında oturmaya, harap evinde
oturmaya  devam  et.  Buraya  bir  eğlence  olsun  diye  mi  geliyorsun?  Sanki  sağır  gibi
dinliyorsun. Ey mal sâhibi! Malını unut, yakla ve fukarâ arasında otur! Ey soy sop sâhibi!
Soyu  sopu  unut  ve  yakla .  Gerçek  nesep  takvâ  nesebidir.  Hz.  Peygamber’e  (SAV):  “Yâ
Muhammed (SAV)! Senin ailen kimdir?” diye soruldu. O (SAV) öyle buyurdu: “Her müttakî
benim  âilemdendir.”
24
  Bana  soy  sop  üstünlüğü  ile  gelme.  Bilakis  tavkâ  üstünlüğü  ile  gel.
Akıllı ol! Elinde ne var? Dikkat et! Allah (CC) katında soy sop i e yaramaz. Aksine orada
takvâ üstünlüğü i görür. Allah(ü Teâlâ (CC) öyle buyurmu tur: “Sizin Allah (CC) katında
en değerliniz en müttakî olanınızdır.”
25
 Ey çocuk! Ey genç! Ey ya lı! Ey mürîd! Lokmanı
haramdan temizlemediğin müddetçe sende hayır olmaz.
Sizin çoğunuz, hattâ neredeyse hepiniz üpheli veyâ açık haram lokmalar yiyorsunuz.
Haram lokma yiyenin kalbi siyahla ır. <üpheli lokma yiyenin kalbi kirlenir. Nefisleriniz, hevâ
ve hevesleriniz size haram yemeyi önemsiz gösteriyor. Nefis ve hevâ ehvetleri arzulamada
iki ortaktırlar; onları elde etmede gözlerini budaktan sakınmazlar. Nefsin senden güzel güzel
buğday ekmekleri isterse, sen ona o güzel ekmeklere rağbet etmesinden emin oluncaya kadar
arpa ekmeği yedirmeye devam et. Eğer nefis yediğinde(içtiğinde vera sâhibi olmazsa, yâni
tavuk gibi çöplükte otlarsa, temiz eyler de yer, pis eyler de yer. Tavuk veyâ tavuk yumurtası
yemek  isteyen  onu  önce  hapsetsin  ve  ona  güzel  eyler  yedirsin,  ondan  sonra  onu  veyâ
yumurtasını yesin. Nefsini pis, haram ve üpheli eyler yemeye kar ı hapset, sonra da onun
helâle hevâ ve heves ile yakla masını önle.
                                                
24
 Taberânî, el Mu’cemü’l evsat, III/338, (Kâhire(1415).
25
 Hucurât S. A.13.
Sizden birinize: “<u andaki hâlin ve amelin üzerine ölmek ister misin?” diye sorulsa,
“Hayır!” cevâbını verecektir. Fakat ona: “Tevbe et ve amellerini güzelle tir” denilse cevâbı:
“Allah (CC) beni muvaffak ederse yaparım” olacaktır. Tevbeye gelince kaderi delil getiriyor
da, ehvet ve arzularında getirmiyor! Bu “yapacağım”, “edeceğim”, “evet”, “hayır” içerisinde
güzel(!)  ve  rahat(!)  bir  hayat  sürerken  ölüm  gelip onun  boğazına  çöktüğünde  onu  bu
saltanatından  koparıp,  dükkanından,  kazancından  çekip  alacak;  ölüm  ona  âniden  gelecek;
oysa onun vasiyeti hazır değil; hesâbı kitâbı tutulmamı ; uzun uzun emelleri var!
<urası  doğrudur  ki,  sâlihler  ümran  yerleri  bırakıp harap  yerlere  kaçtılar;  ferahlarını
bıraktılar, hüzünlerini devam ettirdiler. Allah(ü Teâlâ’yı (CC) bilen kimsenin hüznü ve havfi
çoğalır. O O’nunla (CC) konu ur, O’nunla (CC) me gul olur; ne halktan hiç kimsenin sesini
i itmek,  ne  de  bir  kimseyle  kar ıla mak  ister.  E inden  dostundan,  malından  mülkünden
kurtulmayı  arzular.  Hisselerini  ba kalarına  dağıtmak  ister.  Huyunun,  karakterinin  mülkün
sâhibi  olan  Hâlık’ı  (CC)  için  deği mesini  temennî  eder.  Ne  var  ki,  her  ne  zaman  bütün
bunlardan  kurtulmak  istese  “hüküm”  (kader)  onu  engeller.  Ona,  Hakk’ın  (CC)  ilminin  ve
kazâsının  mühürlediği  eyi  getirir.  Bunun  üzerine  o  da  gecesini  gündüzünü  gözetler,
dünyâdan  vazgeçerek  Rabbine  (CC)  döner.  Üzerinde  mârifetullah  hâkim  olur;  zâhiren  ve
bâtınen o mârifetullâhı korumaya, gözetlemeye bakar.
Feth  el(Mavsılî  (v.  320/933)  Rabbine  (CC)  münâcâtında  hep  öyle  dermi :  “Đlâhî
(CC)! Ne zamâna kadar beni dünyâda bırakacaksın ve hapsedeceksin! Ne zaman beni kendine
nakledeceksin!  Artık  dünyâdan  da,  halktan  da  rahata  kavu ayım!”  Senin  durumun  Nûh
(AS)’ın oğluna öyle demesine benziyor: “Oğulcuğum, bizimle berâber gemiye bin.” “Ben
dağa  sığınırım,  o  beni  sudan selden  korur!”
26
  Vâiz  sana  der  ki:  “Gel,  bizimle  birlikte
kurtulu gemisine bin!”  Sen de dersin ki: “Ben  dağa sığınırım, o beni selden korur!” Dağ
dediğin senin uzun emellerin, dünyâ hırsından ba ka bir ey değil. Yakın bir zamanda ölüm
meleği sana gelir ve seni o dağında suya gömer.
Ey  Allah’ın  kulları!  Beni  kabul  edin.  Cehil  evlerinizden  çıkın.  Din  duvarlarınızı
temel üzerine kurmamı sınız. Temel üzerinde olmayan duvarın yıkılacağını bilirsiniz; o halde
bu duvarın bir kere daha yıkılması arttır. Kalplerinizde dünyâ var. Kalplerinizde günahlar
var.  Benim  yanımda  yer  tutun,  ben  sizi  temizleyeyim,  tertemiz  yapayım  ve  size  erbetler
sunayım. Vera, takvâ
27
, zühd, îman, mârifet, ilim ile, her eyi unutturarak, ve her eyden fânî
                                                
26
 Hûd S. A.42.
27
 “Takvâ”: Đbâdetlere sıkı sıkıya bağlı olmak, Allâhü Teâlâ’nın (CC) emirlerini yerine getirmek ve
nehiylerinden kaçınmak konusunda sıkı davranmak demektir. Bununla bağlantılı olan “Vera” kavramını da:
ederek  sizin  susuzluğunuzu  gidereyim,  sizi  suya  kandırayım.  Ancak  o  zaman  size
Rabbinizden (CC) vücut gelir. O’na (CC) yakınla ır ve O’nu (CC) zikredersiniz. Böyle olan
kimse halk için bir güne , bir ay mesâbesindedir. Onlara rehber olur. Onların elinden tutar,
onları  dünyâ  sâhilinden  atlatır,  âhiret  sâhiline  ula tırır.  Hz.  Peygamber  (SAV)  öyle
buyurmu tur: “Her sanatta o i'in ustasından yardım isteyin.”
28

Yazık sana! Kendi görü üne güvenip, “Fakihlerin, âlimlerin yanında ne yapayım?”
diyorsun.  Sâdece  mal  kazanmak,  yemek,  içmek  ve  nikahlanmak  için  yaratıldığını
zannediyorsun! Tevbe et ve ölüm sana gelip seni bu erli amelinin üzerinde bulmadan önce
dön.  Hepiniz  emir,  nehiy  ve  kaderin  getirdiğine  sabretmekle  sorumlusunuz.  Halkın  ve
kom uların  eziyetlerine  sabredin.  Zîrâ  sabırda  çok hayır  vardır.  Sabırla  yükümlüsünüz,
kendinizden ve aile efrâdınızdan sorumlusunuz. Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur:
“Hepiniz çobansınız ve güttüğünüzden sorumlusunuz!”
29

Kaderle  gelen  emre  sabredin  ki,  “ akâvet”  (mahrumluk)  nîmete  dönü sün.  Sabır
hayrın temelidir. Melekler belâya uğradılar; sabrettiler. Peygamberlerin (AS) ba ına belâlar
geldi; sabrettiler. Sâlih kullar belâya uğradılar; sabrettiler. Siz de onların izlerini tâkip edin ve
onlar gibi sabredin.
Kalp  sağlam  olursa,  kendisine  muhâlefet  edene  de,  muvâfakat  edene  de,  övene  de,
zemmedene de, verene  de, mâni olana da,  yakınla ana da, uzakla ana  da, kabul  edene de,
reddedene de aldırmaz. Çünkü sağlam bir kalp tevhîd, tevekkül, yakîn, tevfîk, ilim, îman ve
kurbiyet  dolar.  Halkın  âciz,  zavallı  ve  fakir  olduğunu  görür.  Buna  kar ılık  onların  ne
büyüğüne,  ne  de  küçüğüne  kar ı  tekebbür  eder.  Kâfirlerle,  münâfıklarla  ve  isyankârlarla
kar ıla tığında vah î hayvanlar gibidir; sâlih, müttakî ve vera sâhibi kimseleri gördüğünde de
tevâzu gösterir. Tıpkı Allah(ü Teâlâ’nın (CC) Kur’ân’da bu vasıftaki insanları zikrettiği u
âyetteki gibi: “Kâfirlere kar6ı sert, kendi aralarında ise merhametli.”
30
 Bu kul bu ekilde
sapasağlam olursa, halkın akledebileceğinin ötesinde olur. O u âyet tarafından zuhur eder:
“O (CC) sizin bilmediğinizi yaratır.”
31

                                                                                                                                                        
“Yemek, içmek, oturmak, kalkmak, konu mak gibi gündelik hayâtın teferruâtıyla ilgili hususlarda dînî hassâsiyet
göstermek” eklinde açıklayabiliriz.
28
 Bak.: Aclûnî, Ke'fü’l hafâ, I/108 (no: 340).
29
 Buhârî, es Sahîh, “Cum’a” hadîs no: 853, (Sûriye(tsz). Bu hadîs Türkçe’ye her ne kadar böyle tercüme edilmi
ve bu tercümesiyle öhret bulmu olsa da, ünlü mutasavvıf Muhâsibî’nin bu hadîsin anlamı ile ilgili açıklamaları
oldukça önemli görünmektedir O, bu hadîste geçen “riâyet” kavramına dikkat çeker ve bu hadîsin çobanlıktan
ziyâde Allâh’ın (CC) hükümlerini gözetmek anlamında anla ılması gerektiğini vurgular. (Bk.: Muhâsibî, er
Riâaye li hukûkıllâh, Beyrut(tsz., dördüncü baskı, s. 32 vd.)
30
 Feth S. A.29
31
 Nahl S. A.8.
Đ te bütün bunlar tevhîdin, ihlâsın ve sabrın meyveleridir. Hz. Peygamber (SAV) sabır
ve sebat gösterince yedinci kat göğe yükselmi , orada Rabbini (CC) görmü ve O’na (CC)
yapyakın  olmu tur.  Bu  binâ,  onun  için  ancak  sabır  temellerini  sağlamla tırdıktan  sonra
mümkün olmu tur. Hayrın tamâmı sabrın ayakları altındadır. Bundan dolayıdır ki, Allah(ü
Teâlâ  (CC)  u  âyeti  tekitli  ve  tekrarlı  bir  ekilde  inzal  buyurmu tur:  “Yâ  eyyühellezîne
âmenu’sbirû ve sâbirû ve râbitû vettekullâhe leallekküm tüflihûn.”
32

Allah’ım  (CC)!  Bizi  söz  ve  fiil  olarak,  halvet  veyâ  celvet  hâlinde,  eklen  ve  mânâ
olarak, bütün ahvâlimizde sabredenlerden ve sabredenlere uyanlardan eyle. “Bize dünyada
da ahirette de güzellik ver ve cehennem azabından bizi koru.”

                                                
32
 Âl(i Đmrân S. A.200, (Ey îman edenler! Sabredin, sebat edin, kenetlenin, Allâh’a (CC) kar6ı tavkâ sâhibi
olun ki, kurtulu6a eresiniz).
6.Sohbet ZÜHD ÇĐLE
Mürîd tevbesinin gölgesinde, murâd ise Rabbinin (CC) inâyetinin gölgesinde kâimdir.
Mürîd yürüyerek gider, murâd ise uçarak gider. Mürîd kapının önündedir; murâd ise kapının
ötesinde, Rabbine (CC) yakınlık mahzenindedir. Mürîd ameline gayretle devam ederse murâd
olur. Kurbiyet, öyle hayâlî, bo amellerle olmaz. Biz meseleyi genel durum üzerine açıkladık,
istisnâlardan  bahsetmedik.  Mûsâ  (AS)  ne  zaman  kurbiyete  ula tı?  <iddetli  acılara,
mücâhedelere katlandıktan sonra değil mi? Firavun’un ülkesinden kaçtı, sıkıntılara katlandı,
senelerce  koyun  güttü…  bunlardan  sonra  gördüğünü  gördü…  Nice  nice  sonra  Cenâb(ı
Hakk’ın (CC) kurbiyetine mazhar oldu.
Açlığa,  susuzluğa  ve  gurbete  katlanınca  cevheri  ortaya  çıktı  ve  <uayb  (AS)’ın
kızlarına kar ı onun içindeki merhamet bilinince hayır ona “e ” oldu; <uayb (AS)’ın kızıyla
evlendi.  Oysa  Mûsâ  (AS)  onların  koyunlarının  hizmetinde  idi,  çünkü  aç  idi.  Onların
koyunlarını suladıktan sonra utanarak ağacın altına gitti. Utancı onu yaptığı i e kar ılık bir
ücret  istemekten  alıkoydu.  Kader  onun  önüne  set  çekti,  utancı  onun  gözünü  açtı.  Hakk’ın
(CC) nazarı onu sapasağlam yaptı da, hâlini Rabbine (CC) u ekilde açmasına vesîle oldu:
“Rabbim (CC)! Ben üzerime indireceğin hayrın her zerresine muhtâcım.”
33
 Đ te o bu hal
içinde  iken  <uayb  (AS)’ın  kızı  O’nun  (AS)  yanına  geldi.  Onu  babasına  götürdü.  O  (AS),
Mûsâ’nın (AS) hâlini hatırını sordu. O da (AS) hikâyesini, ba ından geçenleri bir bir anlattı.
<uayb  (AS)  dedi  ki:  “Korkma, zâlim bir topluluktan kurtuldun.”
34
  Sonra  kızını  onunla
evlendirdi. Koyunlarını gütmesi için onu çoban tuttu. Hz. Musa (AS), Firavun’un mülkünü de,
onun  yanındaki  ımarık  hâlini  de  unuttu  gitti;  çobanlık  hırkasını  giydi.  Gece  gündüz
koyunlarla berâber oldu. Kıraç topraklarda otlayıp, konu mayan hayvanlarla birlikte oturdu!
Zühdü  ve  halktan  halvet  içinde  olmayı  öğrendi.  Kalbini  onlardan  temizledi.  Đ ini,  hâlini
böylece senelerce sağlamla tırdı. Kalbinden Firavun’un mülkü gitti. Dünyâ her eyiyle onun
“sırrından” (iç dünyâsından) çekilip kayboldu.
Zamânı  gelince  verdiği  ahidden  zâhiren  serbest  kaldı;  geriye  sâdece,  Allah’a  (CC)
verilen  ahid  ve  onun  Mûsâ  (AS)’ın  kalbi  ve  sırrı  üzerindeki  hakkı  kaldı.  <uayb  (AS)  ile
vedâla tıktan  sonra  e ini  yanına  aldı.  <ehirden  üç fersah  uzakla mı tı  ki,  ak am  oldu.  E i
hâmile idi. Doğum sancısı tuttu. Mûsâ (AS)’dan aydınlanabileceği, ı ık veren bir ey istedi.
Mûsâ (AS) çakmak ta ını çakmaya ba ladı, sonuç alamadı. Gecenin karanlığı iyice bastırdı.
Hiçbir yönü göremez oldu. Koca dünya ona dar geldi. Yolda tek ba ına, garip kaldı, ne tarafa
                                                
33
 Kasas S. A.24.
34
 Kasas S. A.25.
gideceğini bilemedi. E i de o acı ve ızdırap içerisinde idi. Yüksek bir yere çıktı, çaresizce,
sağa sola, öne arkaya bakmaya ba ladı. Tûr Dağı tarafından bir ses duydu ve bir ate gördü.
E ine, “Sen burada dur; ben bir ate gördüm. Belki ondan bir parça getiririm ve oradakilerden
doğru  yolu öğrenirim” dedi. Oraya  geldiğinde ona nidâ edildi; iyice  yakla ıp o ate ten bir
parça  almak  isteyince,  i   deği ti!  Âdet  gitti,  hakîkat  geldi.  Ailesini  ve  onların  durumunu
unuttu. E ine geldiğinde ona ikramla birlikte, sıkıntısına çâre bulmu olarak geldi. Bir münâdî
ona  seslendi;  bir  muhâtap  ona  hitap  etti;  onunla  birisi  konu tu;  o  Hakk  (CC)  idi.  Bu  i
vâsıtasız,  vâdinin  sağ  tarafında,  mübârek  bir  mevkide  ve  ağaçtan  gerçekle ti.  Ağaç  O’nun
(AS) kıblesi oldu. O’na (AS) dedi ki: “Ey Mûsâ (AS)! “Ben Âlemlerin Rabbi olan Allah’ım
(CC)!”
35
 Yâni, ne bir meleğim, ne bir insanım, ne bir cinim, bilakis âlemlerin Rabbiyim (CC).
Yâni, Firavun “Ben sizin en büyük rabbinizim”
36
 sözünde ve dolayısıyla benden ba ka ilah
olduğu iddiâsında yalancıdır. Allah (CC) sâdece benim. Đster Firavun, isterse insan, cin, melek
veya ar tan yerin dibine kadar hangi mahluk olursa olsun, hiç kimse ilah olamaz! Ben senin
u ânını da, sonrasını da, kıyâmete kadar her eyini bilirim…”
Yazık  sana,  ey  bidatçi!  Allah’tan  (CC)  ba ka  hiçbir  varlık  “Ben  Allah’ım  (CC)”
diyemez. Rabbimiz (CC) konu andır; O (CC) ahras ve dilsiz değildir. Bundan dolayıdır ki,
Mûsâ (AS)’a  yaptığı konu mada bu noktayı tekit ederek öyle buyurmu tur: “Allah (CC),
Mûsâ ile konu6mu6tur!”
37
 O  (CC) i itilen ve  anla ılan söz sâhibidir! Mûsâ (AS) Allah(ü
Teâlâ’nın (CC) kelâmını i itince canı çıkacakmı gibi oldu. O’nun (CC) heybetinden dolayı
yüzükoyun dü tü. Öyle bir kelam i itmi ti ki, önceden hiç benzerini i itmemi ti. Be erin aczi
üzerine gelen ve onun elini ayağını tutmaz bırakan bir kelam… Allah(ü Teâlâ (CC) bir melek
gönderdi. O melek Mûsâ (AS)’ı oturttu. Elinin birini onun göğsüne, diğerini sırtına koydu.
Böylece, Mûsâ (AS) ayağa kalkabildi, kalbi sâkinle ti, aklı yerine geldi ve Allah(ü Teâlâ’nın
(CC)  kelâmını  dü ünebildi,  anlayabildi.  Bu  ancak,  onun  kıyâmeti  koptuktan  sonra,  bütün
geni liğine rağmen dünya ba ına dar geldikten sonra gerçekle ebilmi tir.
Allah(ü  Teâlâ  (CC),  Musâ  (AS)’a  elçisi  olarak  Firavun’a  ve  kavmine  gitmesini
emretti. O (AS) öyle duâ etti: “Yâ Rabbi (CC)! Dilimdeki kekemeliği gider ki, onlar benim
konu mamı  anlayabilsinler  ve  beni  karde im  ile  kuvvetlendir.”  Onun  konu masında
kekemelik  vardı.  Çocukluğunda  Firavun  ile  aralarında  geçen  bir  olaydan  dolayı  fasih  bir
ekilde konu amaz idi. Bir kelimeyi söylemek istediğinde dura dura konu ur, kelimenin bir
harfini söylemeye çalı ır ve ancak sonra kelimenin diğer harfini çıkarabilirdi. Buna sebep olan
                                                
35
 Kasas S. A.30.
36
 Nâziât S. A.24.
37
 Nisâ S. A.164. 
hâdise u idi: O küçükken ve Firavun’un evinde iken, Firavun’un karısı Mûsâ’yı (AS) onun
kucağına verdi: “Bu bizim gözümüzün aydınlığı, onu öldürme” dedi. Firavun öpmek için onu
kendisine doğru yakla tırdığında Mûsâ onun sakalını tuttu ve çeki tirdi. Firavun: “Bu, benim
saltanatımı yıkacak olan çocuk! Onu öldürmeliyim” dedi. Bunun üzerine Âsiye öyle dedi:
“Bu daha bir çocuk, ne yaptığını bilmiyor.” Hizmetçilere, biri ate koru, diğeri de inci ile dolu
olan  iki  kap  getirmeleri  emredildi.  Âsiye:  “Bu  iki kabı  çocuğun  önüne  koyalım,  eğer  o,
ikisinin arasındaki farkı anlar, elini inciye uzatır ve ate ten sakınırsa onu öldür; fakat onlar
arasındaki  farkı  anlamaz,  elini  ate e  uzatırsa  o  zaman  onu  öldürme”  dedi.  Bu  ekilde
anla tılar. Mûsâ’nın (AS) önüne kapları koydular. O (AS) elini ate e uzattı, bir parça kor aldı,
ağzına götürdü. Ağzı yanınca, ağlamaya ba ladı. Âsiye dedi ki: “Sana demedim mi, o senin
sakalını bilerek çekmemi tir diye?” Firavun onu öldürmekten vazgeçti. Allah(ü Teâlâ (CC)
Mûsâ’yı (AS) onun evinde büyüttü. Onun dilini çözen, ona her türlü dert, gam ve sıkıntıdan
bir kurtulu   yolu  gösteren Allah  (CC) ne  yücedir! Allah(ü Teâlâ  (CC)  öyle buyurmu tur:
“Kim Allah’a (CC) kar6ı takvâ sâhibi olursa, O (CC) ona bir kurtulu6 yolu gösterir, onu
ummadığı yerden rızıklandırır. Allah’a (CC) tevekkül edene O (CC) yeter.”
38

Bu kalp safâ ve sıhhat bulursa altı cihetten de Hakk’ın (CC) sesini i itir. Her nebînin,
her resûlün, her velînin, her sıddîkın sesini de i itir. O zaman Hakk’a (CC) yakınla ır. Hakk’a
(CC)  kurbiyet  onun  için  hayat,  O’ndan  (CC)  uzaklık ise  onun  için  ölüm  olur.  O’na  (CC)
münâcâtında  O’nun  (CC)  rızâsı  olur.  Böylece  her  eye  kanaatkâr  olur.  Dünyânın  elinden
gitmesine  aldırmaz.  Açlıkla,  susuzlukla  ilgilenmez.  Bir  eylere  iltifat,  bir  eylerden
yüzçevirme onu ilgilendirmez.
Hâkim’in (hüküm ve hikmet sâhibi olna Allah’ın CC.) hükümlerine sabredin. “Đlim”
(kader) üzerindeki örtü sizin için kalkmı tır. Hakk (CC) size sabretmenizi emretmi tir; o halde
sabredin. O (CC) husûsî olarak Nebîsine, umûmî olarak da hepinize sabrı emretmi tir: “Ulü’l
azm peygamberler nasıl sabrettiyse sen de öylece sabret!”
39
 Ey Muhammed (SAV)! Aile,
evlat,  mal,  halkın  eziyeti  sıkıntılarından,  kazâ  ve  kader  olarak,  onların  ba ına  getirdiğim
eylere, onlar nasıl benim için sabrettilerse sen de öylece sabret!
Bütün  bunlara  onlar  tahammül  gösterdiler.  Sizin  tahammülünüz  ne  kadar  az!
Bakıyorum da, içinizden bir kimse bile, arkada ının bir kelimesine dahi tahammül edemiyor.
Onun  bir  özrünü  dahi  çekemiyor.  Resûlullah’tan  (SAV)  ahlak  ve  davranı   öğrenin.  O’na
(SAV) uyun, onun ayak izini tâkip edin. Ba langıcın zorluğuna sabredin ki, nihâyetin rahatına
                                                
38
 Talâk S. A.2(3.
39
 Ahkâf S. A.35
ula abilesiniz.  Ba langıç  sıkıntıdır,  nihâyet  ise  sükûn.  Peygamber  (SAV)  Efendimiz
ba langıçta halktan uzakla mayı tercih etti, sevdi. O (SAV), bâzı günler birisinin kendisine
“Ey  Muhammed  (SAV)!”  diye  seslendiğini  i itir  de,  bu  sesten  korkup  kaçardı.  O  senin
mâhiyetini bilemedi. Bu hal bir müddet böyle devam etti. Sonra onun ne olduğunu anladı da,
ondan kaçmadı. Daha sonra bu ses gelmez oldu; o, sıkıntıladı, rûhu daraldı ve dağlara çıktı.
Neredeyse kendini dağlardan atacak duruma geldi. Önceleri kaçıyordu; sonra onu ister oldu.
Ba langıçta sıkıntı, sonrasında sükûn…
Mürîd “tâlip”tir; murâd “matlup”tur. Mûsâ (AS) mürîd, Hz. Peygamber (SAV) murâd
idi. Mûsâ (AS) Tûr(i Sinâ’da rü’yetullah husûsunda varlığının ve talebinin gölgesinde idi; Hz.
Peygamber (SAV) ise murâd olduğu için O’na (SAV) rü’yet talep olmaksızın ihsan edildi. O
(SAV)  her  hangi  bir  i tiyak  ve  istek  olmaksızın  yakınla tı.  O  (SAV)  “mülâkat”
40
  talebi
olmadığı  halde  çokça  mülâkî  oldu.  Ba kasına  gösterilmeyen  O’na  (SAV)  gösterildi.  Mûsâ
(AS)’ın talebi kendisine verilmedi. Dünyâda nasîbi olmadığı eyi talep etmi olarak vefat etti.
Peygamber  (SAV)  Efendimiz  ise  edebini  güzelle tirdi,  gücünü  kuvvetini  (acziyetini)  bildi,
mücâhede  etti,  tevâzu  gösterdi;  gev emedi.  Hakk’tan  (CC)  gayrısını  unuttuğu  ve  Hakk’ın
(CC) takdîrine muvâfakat gösterdiği için, ba kasına verilmeyen ey O’na (SAV) bah edildi.
Açgözlülük ve hırs kötüdür. Allah(ü Teâlâ’nın (CC) size taksim ettiğine kanaatkâr ve
râzı olun. Sabreden erer. Sabredenin kalbi zenginle ir, fakirliği kaybolur. Halktan halvet et,
uzakla . Allah (CC) seni böylesi bir ibâdete ve onda ihlaslı olmaya muktedir kılsın. Yalnızlık
kötü arkada lardan iyidir.
Sâlihlerden birinin yanında köpek gördüler. Ona, “Bunu niçin yanında gezdiriyorsun?”
denince, “O kötü arkada tan iyidir” diye cevap verdi. Sâlihler nasıl halveti sevmesinler ki,
onların  kalpleri  Rabbeleriyle  (CC)  ünsiyet  ve  O’nunla  (CC)  ba ba a  kalmanın  hazzı  ile
dolmu tur.  Onlar  nasıl  halktan  kaçmasınlar  ki,  kalpleri  ne  faydada,  ne  zararda  halkı
görmekten uzakla mı tır. Onların kalpleri faydayı da, zararı da Rablerinden (CC) görür ve
bilir. Kurbiyet arabı onların içecekleri, lutuf uykuları, kalplerinin Hakk (CC) ile konu ması
ve Hakk’ın (CC) esrârına muttali olması ise onların cenneti olmu tur. Onlar halka nisbetle
deli  gibidirler;  fakat  Hakk’a  (CC)  nisbetle  gerçek akıl  sâhibi,  gerçek  hikmet  ehli,  gerçek
âlimler onlardır. Zâhid olmak isteyen böyle olsun, yoksa bo a yorulmasın!
Ey kendi kendine bo6u bo6una sıkıntı çıkaran ve ey yapmacıklı sahtekâr! Nedir
bu hâlin? Sende nefis, hevâ, heves, cehâlet ve inat olduğu müddetçe, ne kadar gündüz oruç
tutsan, geceyi ibâdetle geçirsen de, ne kadar kuru yemekler yesen, kaba elbiseler giysen de bu
                                                
40
 Mülâkât: Cenâb(ı Hakk (CC) ile mülâkî olma, güzel bir sûrette kar ıla ma.
i i  tamamlayamazsın.  Böyle  bir  ey  elde  edemezsin. Yazık  sana!  Đhlaslı  ol  ki,  kurtulu a
eresin. Sâdık ol ki, maksadına ula asın, yücelesin. Teslim ol ki, selâmet bulasın. Muvâfakat et
ki,  sana  da  muvâfakat  edilsin.  Râzı  ol  ki,  râzı  olunasın.  Hızlan  ki,  gerisini  Hakk  (CC)
tamamlasın. 
Allah’ım  (CC)!  Dünyâ  ve  âhiret  i lerimizi  Sen  yürüt.  Bizi  ne  nefislerimize,  ne  de
mahlûkatından ba ka birisinin eline bırak. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve
cehennem azâbından bizi koru.”     
7.Sohbet MUHABBET SADAKAT
Allah(ü Teâlâ (CC) bir vahyinde (hadîs(i kudsîde) öyle buyurmu tur: “Beni sevdiğini
söyleyip de geceyi benden habersiz bir ekilde uykuyla geçiren kimse muhabbet iddiasında
yalancıdır.”  Eğer  sen  Allah’a  (CC)  kar ı  gerçekten muhabbet  dolu  olsaydın,  sabaha  kadar
zevk  için  uyumaz,  onu  ibâdet  ile  bölerdin.  “Muhib” (Hakk  CC.  â ığı)  zorluklara  katlanır;
“mahbûb” (Allah CC. tarafından sevilen kimse) ise rahatlık içerisinde olur. Muhib talep eden,
mahbub talep edilendir.
Hz.  Peygamber’den  (SAV)  öyle  rivâyet  edilmi tir:  “Allah ü  Teâlâ  (CC),  Cebrâil
(AS)’a buyurur ki: ‘Ey Cebrâil (AS)! Falan ki'iyi uyut, falan ki'iyi de kaldır’.” Bu sözün iki
anlamı vardır: Falan ki iyi kaldır, çünkü o muhibdir. Falan ki iyi de uyut, zîrâ o mahbubdur.
Muhib,  beni  sevdiğini  iddia  etmekte,  bana  muhabbet dâvâsında  bulunmakta;  dolayısıyla
onunla bu muhabbet iddiasını tartı malı ve vücûdundaki benden gayrı yaprakları dü ürerek
onu  muhabbet  makâmına  yerle tirmeliyim.  Onu  kaldır,  tâ  ki,  onun  muhabbet  dâvâsındaki
burhânı apaçık olsun ve hakîkî muhabbete ula sın. Falancayı da uyut. Çünkü o mahbubdur. O
birçok  sıkıntıya  katlanmı ,  onda  benden  gayrı  bir  ey  kalmamı tır.  Onun  muhabbetini
kendime ayırdım. Onun iddiasını, burhânını, bana olan vefâsını tahkik ettim. Tevbesini kabul
etme ve ahdine vefâ gösterme zamânı geldi. O benim konuğumdur. Konuğa hizmet ettirilmez.
Ona yorgunluk çıkarılmaz. Onu lutuf odamda uyuturum. Fazîlet soframa oturturum. Onunla
kurbiyet  yoluyla  ünsiyet  ederim.  Onun  muhabbeti,  sevgisi  gerçektir.  “Muhabbet”  gerçek
olunca tekellüf, zorluk çıkarma olmaz.
Bu rivâyetin ikinci mânâsı da udur: Falancayı uyut, çünkü o bana  yaptığı ibâdetle
halkın ho nutluğunu kazanmak istiyor. Falancayı kaldır, çünkü o ibâdet ile yalnızca benim
rızâmı umuyor. Falancayı uyut, çünkü o namazdan ho lanmıyor. Falancayı kaldır, çünkü ben
onun sesini duymaktan ho lanıyorum.
Mürîd,  kalbini  mâsivâdan  temizlerse  “mahbub”  olur. Hakk’tan  (CC)  gayrısına  geri
dönmeyi  istemez.  Kalbin  bu  makâma  ula ması  ancak,  farzları  edâ  etmekle,  harâmdan  ve
üphelilerden  sakınmaya  sabretmekle,  helâl  ve  mübah  eyler  yemekle,  hevâ,  ehvet  ve
“varlığı” (enâniyeti) terketmekle, kalbe ifâ veren veraya sarılmakla ve kâmil bir zühd sâhibi
olmakla gerçekle ebilir ki, kâmil bir zühd Allah(ü Teâlâ’nın (CC) gayrısı her eyi terketmek,
nefis, hevâ ve eytana muhâlefet ve halkı, onların övgüsü ve yergisi, yardımı ve engeli, ta ve
çamur tamâmen onun nazarında e it oluncaya kadar onları kalpten temizlemektir.
Bu i in (tasavvufun, dînin) ilk basamağı “Lâ ilâhe illallah”a ehâdet etmektir. Nihâyeti
ise ta ve çamurun, yâni altın ve gümü ün e it olmasıdır. Kalbi sıhhat bulup Rabbine (CC)
vâsıl  olan  ki inin  nazarında  ta   ve  çamur,  övgü  ve yergi,  hastalık  ve  âfiyet,  zenginlik  ve
fakirlik,  dünyâ  mutluluğu  veyâ  mutsuzluğu  birdir.  Böyle  olan  ki inin  nefsi  ve  hevâsı
ölmü tür. Cibilliyet ate ini söndürmü tür o. <eytanını zelil etmi tir. Onun kalbinde dünyâ ve
erbâbı önemsizle mi tir. Sonra o, bütün bunların hepsinden de yüzçevirir, Mevlâ’sına (CC)
yönelir; kendisine halkın arasında bir patika yol bulur, onunla Hâlık’ına (CC) ula ır. Sağından
ve  solundan  onu  o  yolda  rahat  bırakırlar,  ona  yol  açarlar…  Sadâkatinin  ate i  ve  sırrının
heybetinden dolayı ondan uzakla ırlar. Đ te o zaman melekût âleminde o “azîm” diye çağırılır.
Halkın tamâmı onun kalbinin ayaklarının altında olur. Onun gölgesiyle gölgelenirler. Sakın
heveslenme! Sen kendinde olmayan eyi iddia ediyorsun. Nefsin seni istilâ etmi . Kalbinde
dünyâ ve halk var. Kalbinde halk ve dünyâ Allah(ü Teâlâ’dan (CC) daha büyük yer etmi . Sen
sûfîlerin sınırları içerisinde değilsin. Eğer i âret ettiğim makâma ula mak istiyorsan kalbini
e yâdan tamâmiyle temizlemekle me gul ol.
Yazıklar olsun sana! Eğer bir lokman eksik olsa, bir buğday tânen gitse, ya da bir
isteğin kırılsa kıyâmetleri koparıyorsun! Rabbine (CC) îtiraz üstüne îtiraz ediyorsun. Öfkeni
hanımını ve çocuklarını dövmekten, dînine ve peygamberine sövmekten çıkarıyorsun. Oysa,
murâkabe ehlinden, akıllı ve uyanık biri olsaydın Rabbinin (CC) huzûrunda olmayı gözetler,
onun  bütün  fiillerinin  senin  hayrına  olduğunu,  onların,  Rabbinin  (CC)  sana  birer  nazarı
olduğunu bilirdin.
Yazık  sana!  Açların  açlığını  hatırla.  Hatırla,  çıplakların  çıplaklığını;  hastaların
hastalığını,  mahbusların  hapsini…  Sana  verilen  belâ  sana  az  gelmi !  Kıyâmet  deh eti
içerisindeki kabir ehlini hatırla. Allah’ın (CC) senin hakkındaki hükmünü, O’nun (CC) sana
baktığını,  kazâ  ve  kaderini  hatırla  ki,  O’ndan  (CC)  utanasın.  Eğer  hayâtın  zorla ırsa
günahlarını hatırla. Onlara tevbe et. Nefine de ki: “Cenâb(ı Hakk (CC), günâhın dolayısıyla
seni sıkıntıya uğrattı. Eğer günâhından tevbe eder ve Hakk’a (CC) kar ı takvâ sâhibi olursan
O (CC) sana her zorluktan kurtulacak bir kolaylık verir ve her sıkıntını giderecek bir çıkı
yolu gösterir.” Allah(ü Teâlâ (CC) öyle buyurmu tur: “Kim ki, Allah’a (CC) kar6ı takvâ
sâhibi olursa, O (CC) ona bir kurtulu6 yolu gösterir, onu ummadığı yerden rızıklandırır.
Allah’a (CC) tevekkül edene O (CC) yeter.”
41

Akıllı  ki i  sadâkat  sâhibi  olur  ve  sadâkati  ile  yalancılardan  ayrılır.  Sadâkati  yalana
bedel  yap;  sebâtı  kaçmaya,  ikbâli  idbâra,  sabrı  sızlanmaya,  ükrü  küfrân(ı  nîmete,  rızâyı
ho nutsuzluğa, muvâfakati münâzaaya, yakîni üpheye bedel yap. Eğer, Hakk’ın (CC)  emrine
uyar ve O’nunla (CC) çeki mezsen, küfrân(ı nîmet etmez ükredersen, ho nutsuzluğu bırakır
                                                
41
 Talâk S. A.2(3.
râzı  olursan,  sükûnet  gösterir  üphe  göstermezsen  sana  öyle  denir:  “Allah  (CC)  kuluna
yetmez mi?”
42

Yazık sana! Neyin varsa hepsi heves içinde heves. Allah (CC) onlara nazar etmez. Bu
i (tasavvuf) sâdece beden amelleri ile ba arılamaz, bilakis o önce kalp amelleri, sonra da
beden  amelleri  ile  gerçekle ir.  Hz.  Peygamber  (SAV)  kalbine  i âret  ederek  öyle
buyururmu tur: “Zühd i'te buradadır! Takvâ i'te buradadır! Đhlâs i'te buradadır!”
43

Felâha  ermek  istiyen  kimse,  tasavvuf  rehberlerinin ayaklarının  altına  toprak  olsun!
Onların vasıfları nedir? Onlar dünyâyı da halkı da terketmi kimselerdir. Ar tan yerin dibine
kadar,  göklerde  ve  yerlerde  dünyâya  ve  dünyâ  ehline  âit  ne  varsa,  onlar  hepsiyle
vedâla mı lardır.  Onlar  öyle  bir  vedâ  etmi lerdir  ki,  bir  daha  aslâ  geri  dönmezler.  Halkın
tamâmıyla, nefislerinin her eyiyle vedâla mı lardır. Çünkü onlar her hallerinde Rableri (CC)
ile  varlık  bulmu lardır.  Hakk’ın  (CC)  sohbetini  nefsi  ile  isteyen  kimse  bo   bir  heves  ve
hezeyan  içindedir.  Zühdü  ve  tevhîdi  sağlam  olan  ki i  halkın  elini  ve  varlığını  görmez.
Allah’tan (CC) ba ka veren ve O’ndan (CC) ba ka üstün kılan da görmez.
Ey dünyâ ehli! Bu sözleri duymaya ne kadar da ihtiyâcınız var! Ey câhil zâhidler!
Bu sözleri duymaya ne kadar da ihtiyâcınız var! Zâhidlerin ve âbidlerin çoğu halkın kölesidir,
onları irk ko arlar. 
Ey  ihlas  sâhibi!  <irkten,  Rabbinin  (CC)  kapısına  kaç.  Orada  dur,  âfetlerin
gelmesinden çekinme. Eğer O’nun (CC) kapısında durursan ve sana da halktan âfetler, belâlar
gelirse,  i te  o  zaman,  kapıya  daha  sıkı  yapı .  O  (CC),  tevhîdin  ve  sadâkatinin  heybeti  ile
belâları senden defeder. Âfetler geldiğinde sebat göster. <u âyetleri oku: “Allah (CC) sâbit,
sağlam  bir  söz  ile  îman  edenlerin  ayaklarını  dünyâda  da,  âhirette  de  sâbit  kılar.”
44

“Onlara kar6ı sana Allah (CC) yeter. O (CC) i6itendir, bilendir.”
45
 “Allah (CC) kuluna
yetmez mi?”
46
 “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l(aliyyi’l(azîm” i çok çok söyle. Đstiğfârı,
tesbîhâtı artır. Hakk’ı  (CC) bolca zikret. Belâdan, nefis, hevâ ve eytan ordusundan ancak
sadâkat ile emin olunur.
Size  ne  çok  ey  öğretiyorum,  ama  siz  öğrenmiyorsunuz!  “Allah’ın  (CC)  hidâyet
bah6ettiği ki6idir hidâyete eren”
47
 “Allah’ın (CC) saptırdığı kimseyi hidâyete erdirecek
ba6ka bir kimse yoktur.”
48

                                                
42
 Zümer S. A.36.
43
 bak.: Müslim, es Sahîh, “el(Birr” hadîs no: 2564.
44
 Đbrâhîm S. A.27.
45
 Bakara S. A.137.
46
 Zümer S. A.36.
47
 Đsrâ S. A.97.
Hz. Peygamber (SAV) sapıkların hidâyete ermesini ister ve arzulardı, bunun üzerine
Allah(ü Teâlâ (CC) O’na (SAV) u âyeti vahyetti: “Sen istediğini hidâyete erdiremezsin,
fakat Allah (CC) dilediğine hidâyet bah6eder.”
49
 O zaman Hz. Peygamber (SAV) öyle
buyurdu: “Hidâyet ile gönderildim ancak, hidâyete erdirme husûsunda benim elimde bir 'ey
yok!”
<eytanın iğvâsı, kandırması dalâletin sebebi kılınmı tır, fakat onun elinde de dalâlete
dü ürme husûsunda bir  ey  yoktur. Allah’ın (CC) kitâbına ve Resûlünün (SAV) sünnetine
ittibâ edenler inanırlar ki: Kılıç tabîati îtibâriyle kesmez, aksine onunla Allah (CC) keser. Ate
bizâtihî  yakmaz,  onunla  Allah  (CC)  yakar.  Yemek  bizâtihî  doyurmaz,  onunla  Allah  (CC)
doyurur. Su bizâtihî kandırmaz, onunla Allah (CC) susuzluğu giderir. Bütün sebepler çe it
çe it ve birbirine zıt olmasına rağmen böyledir. Onlarda ve onlarla mutasarrıf olan Allah(ü
Teâlâ’dır  (CC).  Onlar  Allah(ü  Teâlâ’nın  (CC)  elinde  birer  âlettir,  onlarla  istediğini  yapar.
Đbrâhîm  Halîlullah  (AS)  ate e  atılıp  Cenâb(ı  Hakk  (CC)  O’nu  (AS)  yakmamayı  dileyince,
ate i O’nun (AS) için serin ve selâmetli yapıverdi.
Sahih bir hadîste Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Kıyâmet günü cehennem
mü’mine 'öyle seslenir: Ey mü’min! Çabuk geç; nûrun nârımı söndürüyor!”
50
 “Köleye sopa
ile vurulur, hür olana ise bir i âret yeter.”
Ey Allah’ın (CC) kulları! Be vakit namazı vaktinde kılın. Namazları âdâb ve erkânı
üzere edâ edin. Sakın namazı gafletle kılmayın. Allah(ü Teâlâ’nın (CC), “Namazlarından
gâfil olanlara yazıklar olsun!”
51
 buyruğunu i itmediniz mi?
Đbn  Abbâs  (RA)  da  öyle  demi tir:  “Namazı  vaktinden  dü ürmeniz,  vaktinde
kılmamanız, namazı terketmeniz demektir.”
Allah  (CC)  size  rahmet  etsin!  Tevbe  edin.  Tevbenizde  “Tevvâb”a  (tevbeleri  kabul
edene) muvâfakat edin. Ey isyankârlar! Tevbe edin. Ey namazı geciktirenler! Tevbe edin.
Ey 6eytanın teviline uyup tevil edenler, ey 6eytanın tuzağına dü6enler!  Đsyan  etmeyin;
isyânın sonu ate tir. Dünyâda körlükle, sağırlıkla, müzmin hastalıkla ve fakirlikle kar ıla ıp
da sabretmeyen, halka muhtaç kılınıp kalbi katıla an ve âhirette de bu yüzden ate e dü en
kimselerden  de  mi  ibret  almıyorsunuz?  Bütün  bunlar isyanların  ve  günahların  felâketidir.
Đntikâmından,  yakalamasından,  muâhezesinden  ve  gazabından  Allah(ü  Teâlâ’ya  (CC)
sığınırız.
                                                                                                                                                        
48
 A’râf S. A.186.
49
 Kasas S. A.56.
50
 Heysemî, Mecmau’z zevâid, VII/360, (Lübnan(1967).
51
 Mâûn S. A.5.
Allah’ım (CC)! Bizi affet. Bize affınla muâmele et. Bize hilminle, kereminle muâmele
et. Senden uzakla tırma. Sana muvâfakat ile bizi rızıklandır. “Bize dünyâda da, âhirette de
güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.” (Âmin)


8.Sohbet GERÇEK FAKĐRLĐK KASRI EMEL
Hz.  Peygamber’den  (SAV)  öyle  rivâyet  olunmu tur:  “Allah ü  Teâlâ  (CC)
cehennemde bir zebânî grubu yaratmı'tır. Onlarla dü'manı olan kâfirlerden intikam alır. Bir
kâfiri muâheze etmek istediğinde onlara 'öyle der: ‘Bunu alın.’ Yetmi' bin zebânî beliriverir.
O ki'i o zebânîlerden birisinin eline dü'ünce, yağın ate'te eridiği gibi erir. Zebânînin elinde
yağdan ba'ka bir 'ey kalmaz. Allah ü Teâlâ (CC) ona tekrar eski vücûdunu verir. Zebânîler
daha da a'ırıla'ırlar. Onu ate' ile bağlarlar. Ayaklarını ve ba'ını da ate'le bağlarlar. Sonra
da öylece ate'e fırlatırlar.”
Birisi “havâtır”ı (ilhâmı) sordu. Dedim ki: Havâtırın ne olduğunu sen ne bilirsin ki?
Senin havâtırın eytandan, kendinden, hevandan ve dünyandan. Senin himmetin hep değersiz
eylere. Havâtırın da o cinsten. Ne yapıyorsun? Hakk’tan (CC) gelen “hâtır” (ilham) sâdece
ve  sâdece  mâsivâdan  bo almı   olan  bir  kalbe  gelir. Allah(ü  Teâlâ’nın  (CC)  tıpkı  öyle
buyurduğu gibi: “…Allah (CC) korusun! Biz sâdece malımızı yanında bulduğumuz ki6iyi
alıkoyarız.”
52

Eğer  Allah(ü  Teâlâ  (CC)  ve  O’nun  (CC)  zikri  seninle  berâber  ise,  korkma;  kalbin
O’nun (CC) kurbiyeti ile dolar. <eytandan, hevâdan ve dünyâdan gelen havâtır senden kaçar.
Eğer nefisten gelen hâtırdan, hevâdan gelen hâtırdan, eytandan gelen hâtırdan ve dünyâdan
gelen  hâtırdan  yüz  çevirirsen  âhiret  hâtırı  sana  gelir.  Sonra  melekten  sana  hâtır  gelir.  Son
olarak da Hakk’tan (CC) sana hâtır gelir ki, i te bu hedeftir.
Ey sûfîler! Allah(ü Teâlâ (CC) “ ükür mü edeceksiniz, yoksa küfür mü edeceksiniz
diye, O’nu (CC) tanıyacak mısınız yoksa inkâr mı edeceksiniz” diye, “O’na (CC) itâat mi
edeceksiniz  yoksa  isyan  mı  edeceksiniz”  diye  size  nîmetler  verir.  Ne  “me hur  bir  medh  u
senâ” (yalakaca medhedilen kimseler) olun, ne de “gizli ayıp” (ayıbı gizli i leyenlerden) olun.
Fazla ımarmayın, zîrâ rüsvaylık er veyâ geç gelir.
Bi r(i  Hâfî  (RA)  (v.  227/841)  öyle  duâ  ederdi:  “Allah’ım  (CC)!  Bana  gücümün
üstünde bir yük verdin. Adımı yücelttin, insanlar arasında öhret oldum. Allah’ım (CC)! Beni
kıyâmet günü rüsvay eyleme. Çünkü ben ‘me hur bir medh u senâ ve gizli bir ayıp’ olduğumu
biliyorum.”
Ey oğul!  Nifâkın,  güzel  konu man,  belâğatin  sebebiyle  yüzünün  sararması,  belinin
bükülmesi ve bütün lutufların gitmesi… i te bütün bunlar nefsinden, eytanından, halkı irk
ko mandan  ve  onlardan  dünyâlık  istemenden  dolayıdır.  Kendin  dı ındaki  herkes  hakkında
zannını  güzelle tir.  Nefsine  ise  kötü  zan  besle.  Nefsini  a ağıla,  yaptıklarını  gizle,  ortaya
                                                
52
 Yûsuf S. A.79.
dökme. Sana: “Allah(ü Teâlâ’nın (CC) sana verdiği nîmetleri artık anlat!” denilinceye kadar
böyle ol. Đbn Sem’ûn (v. 387/998) kendisine bir “kerâmet” (ikram) geldiğinde öyle dermi :
“Bu bir tuzak. Bu eytandan.” Kendisine “Sen kimsin? Baban kim? Sana verdiğimiz nîmeti
anlat!” denilinceye kadar böyle söylermi .
Ey  muhibler!  Ey  mürîdler!  Hakk’ı  (CC)  kaybetmekten  sakının.  O’nu  (CC)
kaybettiğiniz zaman her eyi kaybetmi sinizdir. Allah(ü Teâlâ (CC) Îsâ (AS)’a öyle vahyetti:
“Ey  Îsâ  (AS)!  Beni  kaybetmekten  sakın!  Beni  kaybedersen  her  eyi  kaybetmi sindir.”  Îsâ
(AS) da Rabbine (CC) münâcâtında öyle duâ etti: “Yâ Rabbi (CC)! Bana tavsiyede bulun.”
Bunun üzerine Cenâb(ı Hakk (CC) öyle buyurdu: “Sana beni ve beni talep etmeni tavsiye
ederim.”  Bu  konu ma  dört  defâ  tekrar  etti.  Her  defâsında  Îsâ  (AS)  böyle  duâ  etti  ve  her
defâsında  böyle  cevap  verildi.  O’na  (AS),  “Dünyâyı talep  et,  âhireti  talep  et”  diye
buyurulmadı.  Sanki  O’na  (AS)  Cenâb(ı  Hakk  (CC)  öyle  buyuruyordu:  “Sana,  bana  itâat
etmeni,  bana  isyan  etmemeni  tavsiye  ederim.  Yakınlığımı  talep  etmeni,  tevhîdimi  talep
etmeni, benim için amel i lemeni tavsiye ederim. Benden ba ka her eyden  yüz çevirmeni
tavsiye ederim.”
Ey fukarâlar! Fakirliğinize sabredin ki, dünyâda da âhirette de size zenginlik gelsin.
Hz. Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet olunmu tur: “Sabreden fakirler kıyâmet günü Allah
ü Teâlâ’nın (CC) yanında otururlar.”
53
 Fakirler  Rahmân’ın (CC)  yanında otururlar; bugün
kalpleri  ile,  yarın  bedenleri  ile.  Fakirlik  Hakk’ın  (CC)  fakîri  olmaktır,  O’na  (CC)  muhtaç
olmaktır. Sabır O’nunla (CC) birlikte gayrısına sabretmektir. Onların Rableri (CC) katındaki
kalpleri bir ho buhardır. O’ndan(CC)  ba kasını kabul etmezler. Tıpkı Mûsâ (AS) hakkında
öyle  buyurduğu  gibi:  “Biz  önceden,  ba6kasından  süt  emmeyi  O’na  (AS)  haram
kılmı6tık.”
54
  Kalp  düzelince  ve  Hakk’ı  (CC)  tanıyınca  O’ndan  (CC)  ba kasını  reddeder;
O’nunla (CC) ünsiyet bulur; ba kasından uzakla ır; O’nunla (CC) rahatlığa erer; ba kasıyla
yorulur.
Ey cemâat! Ölümü ve daha sonrasını hatırlayın. Fânî dünyâyı toplama hırsına vedâ
edin. Emellerinizi kısaltın. Hırsınızı azaltın. Sizin için en zararlı ey tûl(i emel (uzun emel) ve
a ırı hırstır. Hz. Peygamber’den  (SAV) öyle rivâyet olunmu tur: “Đnsanoğlu ölüp kabrine
konulduğu zaman oraya dört melek gelir. Biri ba'ında, biri sağında, biri solunda ve biri de
ayak ucunda durur. Ba'ında duran 'öyle der: ‘Ey Âdemoğlu! Ecel geldi, emeller yarım kaldı.’
Sağında duran 'öyle der: ‘Ey Âdemoğlu! Mal mülk gitti, ameller kaldı.’ Solunda duran 'öyle
                                                
53
 bak.: Hindî, Kenzü’l ummâl, hadîs no: 10256, (Beyrut(1979).
54
 Kasas S. A.12.
der: ‘Ey Âdemoğlu! Jehvetler gitti, yorgunluklar kaldı.’ Ayak ucunda duran da 'öyle der: ‘Ey
Âdemoğlu! Eğer helâl kazandın ve “Cebbâr” olan Allah’a (CC) itâat ettin ise ne mutlu sana!’

Ey  camâat!  Bu  nasîhatlerden  öğüt  alın,  özellikle  de  Allah(ü  Teâlâ’nın  (CC)
nasîhatlerini, resullerinin (AS) nasîhatlerini iyi dinleyin. Allah’ım (CC)! Bana âhit ol ki, ben
kullarına bol bol vaaz u nasîhatte bulunuyor, onların ıslâhı için çabalıyorum.
Ey tekkede, savmaada, zâviyede oturanlar! Gelin. Sözlerimden bir harf bile olsa
zevk alın. Bir gün,  ya da bir hafta olsun benim sohbetime katılın, umarım ki, size faydası
dokunacak bir eyler öğrenirsiniz.
Vahlar size! Çoğunuz bo hevesler içindesiniz. Dergahlarınızda Hâlık’a (CC) ibâdet
etmeye mi çalı ıyorsunuz? Bu i öyle halvete çekilip câhilce oturmakla olmaz. Yuh sana!
Tâkâtin tükenip, topukların güçten kesilinceye kadar, ilmi ve ulemâyı bulma talebi pe inde
ko . <âyet âciz kalırsan, o zaman otur. Önce zâhirinle, sonra kalbinle ve mânân ile yürü. Zâhir
ve  bâtınınla  yürümeye  muvaffak  olduğun  zaman,  Allah(ü  Teâlâ’ya  (CC)  kurbiyeti  elde
edersin ve O’na (CC) vâsıl olursun.
Ey evlat!  Sen  daha  yumurtada  civcivsin,  horozlanma!  Bedenin olu up  yumurtadan
ayrılıncaya  kadar  sana  söz  hakkı  yok.  Annenin  kanatları  altında,  Peygamberinin  (SAV)
erîatinin kanatları altında annenin ağzındaki ile beslenip îmânın kuvvetleninceye kadar sana
konu ma hakkı yok! Salâh senin içinde yerle ince Rabbinin (CC) fazîlet tânelerini toplarsın.
O  zaman  tavukların  ba ına  horoz  kesilirsin,  onları muhabbetle  idâre  edersin.  Onlara  bekçi
olursun, onlara gelecek âfetleri sen kar ılarsın, kendini onlara fedâ edersin. Kul, sapasağlam
olunca halkın yükünü ta ır ve onlara kutub ve direk olur. Hz. Peygamber’den (SAV) öyle
rivâyet  olunmu tur:  “Đlim  öğrenen,  öğreten  ve  onunla  amel  eden  kimse  melekût  âleminde
“azîm” (büyük) diye çağırılır.”
55
 Ben de Emîrü’l(mü’minîn Alî b. Ebî Tâlib (KV)’nin dediği
gibi diyorum: “Benim koltuğumun altında ta ıdığım bir ilmim var; eğer sizden o ilme ehil
kimseler bulsaydım esrâr (sırlar) kapısını kapalı tutmaz ve anahtarlarıyla o kapıyı açardım.
Fakat ben o esrârı gizlemekle ehli gelinceye kadar muhâfaza ediyorum.”
Sâhip  olduğun  eyleri  muhâfaza  et.  Senden  istenince  de  açıkla.  Benim  her  eyimi
açıklamam mümkün değil. Çünkü gizlenmesi gereken haller vardır. Đbn Sem’ûn öyle dermi :
“Söylediğime  inanmak  velâyettir.  Onda  “kıdem”i  olan  varsa,  o  da  onun  için  ziyâdedir.”
Ancak dinlediği bu sözleri destekleyen, ona inanan, onunla amel eden, onda ihlaslı olan kimse
Kitap ve Sünnetin hidâyetine ula ır. Allah’a (CC) yemin olsun ki, Kitap ve Sünnet ile terbiye
                                                
55
 Azîm(Âbâdî, Avnü’l Ma’bûd, IV/229, (Beyrut(1415).
olan, onlarla ne v ü nemâ bulan ve onların belirlediği hudûdu a mayanlar felâha ermi lerdir.
Korkarım ki, senin îmânın da, islâmın da iğreti ve utanç verici. Bu sebeple havfini (korkunu)
artır, orucunu, namazını ve seher vakti uyanık olmayı çoğalt. Sûfîlerin yüzleri üstünde uyuyup
kalmaları bu yüzdendir. Bu yüzdendir ki, onlar vah î hayvanlara karı mı lar, onların yediği
otlardan  yemi ler,  onların  içtiği  sudan  içmi lerdir.  Böylece  onların  gölgeleri,  korunakları
güne , lambaları ise ay ve yıldızlar olmu tur. O’na (CC) vuslattan önce tâate ve kurbiyete çok
çok özen gösterin. O’na (CC) kar ı cüretlenme ve isyanlar ile nefislerinizi karartmayın. 
Allah’ım (CC)! Bizi sana tâatte muvaffak kıl. Sana isyan etmekten uzak tut. “Bize
dünyâda da, ahrette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”

9.Sohbet ÖLÜME HAZIRLIK
Saçmalıkları, kıyl(u kâli bırakın. Malı zâyi etmekten sakının. Yakınlarla, kom ularla,
dost ve ahbaplarla sebepsiz yere çokça oturmayı terkedin. Bu bo bir hevestir. O gibi yerlerde
genellikle yalan, gıybet ve günah olan konu malar geçer. Günah iki ki i arasında tamamlanır.
Evinizden dı arı çıktığınızda yegâne maksadınız gerek kendiniz, gerekse âilenizin menfaati
olsun.
Her i te söze önce ba layan sen olmayasın. Bilakis sözün cevap olsun. Birisi sana bir
ey  sorduğunda  o  soruya  cevâbın  senin  ve  soruyu  soranın  hayrına  ise  cevapla,  yoksa
cevaplama. Müslüman karde ine rastladığında ona “nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?”
gibi sorular sorma. Ola ki, o sana nereden gelip, nereye gittiğini bildirmek istemez de, sana
yalan söyler; sen de onu yalana itmi olursun.
Kirâmen  kâtibîn  meleklerinden  utan!  Onların  elindeki  defteri  ancak  ve  ancak  seni
kıyâmet günü sevindirecek ve ferahlatacak mallar ile doldur. O defteri tesbîhat ile, Kur’ân
tilâveti ile, senin ve halkın hayrına olan sözler ile doldur. Onların mürekkebi senin gözya ın
olsun. Tevhîdin ile onların kalemlerini kuvvetlendir. Sonra onlarla birlikte “kapı”nın önüne
gel ve Rabbinin (CC) katına yalnızca sen gir.
Emellerinizi kısaltın! Ölümü gözünüzün önüne dikin. Bir karde inizi gördüğünüzde
ona vedâ edin. Ona vedâ selâmı ile selam verin. O kimse tıpkı bu ekilde, evinden çıktığı
zaman da ailesiyle gönülden vedâla sın; ola ki, ölüm meleği onu çağırır ve onlara dönmek
mümkün olmaz. Ola ki, ecel onu yolda kar ılar. Bundan dolayı Hz. Peygamber (SAV) öyle
buyurmu tur:  “Sizden  hiç  kimse,  vasiyeti  ba'ının  altında  olmadan uyumasın.”
56
  Birinizin
üzerinde borç varsa ve ödemeye de gücü yetiyorsa ödesin. Onu ödemeyi geciktirmesin. Onu
daha  sonra  ödeyip  ödeyemeyeceğini  bilemez  ki!…  Borcunu  ödemeye  gücü  yetip  de  onu
ödemeyen  nefsine  zulmetmi tir.  Zîrâ  Hz.  Peygamber  (SAV)  öyle  buyurmu tur:  “Zenginin
(gücü yetenin) borcunu ödemeyip uzatması zulümdür.”
57

Kavim  (sûfîler)  belâya  sabır  konusunda  direnç  gösterirler,  sizin  gibi  sızlanmazlar.
Onlardan birisi her gün bir belâya uğrar; bir gün belâ gelmezse: “Đlâhî (CC)! Bugün ne günah
i ledim  de  “belâm”ı  vermedin?”  diye  duâ  eder.  Belâlar  çe it  çe ittir.  Bâzısı  bedende  olur.
Bâzısı kalpte olur. Bâzısı halktan gelir. Bâzısı Hâlık’tan (CC) gelir. Çile çekmemi kimsede
hayır yoktur. Belâlar Hakk’ın (CC) çengelleridir. Âbidin ve zâhidin dünyâda “himmet”e (ilâhî
yardıma)  nâil  olması  dünyâda  Hakk’ın  (CC)  ikramları  ve  âhirette  de  cennetlerdir.  Ârifin
                                                
56
 Buhârî, es Sahîh, “Vasâyâ” hadîs no: 2587.
57
 Buhârî, es Sahîh, “Havâle” hadîs no: 2166; Müslim, es Sahîh, “Havâle” hadîs no: 1564.
dünyâdaki  himmeti  îmânının  bâkî  kalması,  âhiretteki  himmeti  ise  Allah’ın  (CC)  ate inden
kurtulmasıdır.  Ona  kalbinden  öyle  denilinceye  kadar  onun  isteği  ve  arzusu  bitmez:  “Ne
oluyor!  Sâkin  ol.  Dur!  Sende  îman  sâbittir.  Mü’minler  îmanları  için  senin  nûrundan
nurlanıyorlar.  Ve  sen  yarın  da  efâatçi,  sözü  makbul  biri  olacaksın.  Halktan  pek  çoğunun
cehennemden kurtulu una vesîle olacaksın. <efâatçilerin önderi olan peygamberinin (SAV)
yanında olacaksın. Ba ka bir eyle me gul ol!” Đ te bu, sonunda îmânın, mârifetin, selâmetin
altına mühürün basılmasıdır, imzâlanmasıdır. Halkın havâssı olan nebîlerle (AS), resullerle
(AS), sıddıklarla birlikte yürümektir.
Ey münâfık! Nifakla,  yapmacık davranı larla  eline ne  geçer? Sen izzet ve erefini
dü ünüyorsun. Halkın kalbinde yer tutmayı dü ünüyorsun. Elinin öpülmesini dü ünüyorsun.
Sen  kendini  de,  besleyip  büyüttüğün  kimseleri  de,  kendine  tâbi  kıldığın  kimseleri  de  hem
dünyâda, hem de âhirette ancak felâkete sürüklersin. Sen riyâkârsın, deccalsin, halkın malının
üzerine oturan zorbasın. Ho , senin makbul bir duan olmadığı gibi, sıddıkların kalplerinde de
senin  bir  yerin  yok!  Allah  (CC)  seni  bir  ilim  üzerine  saptırmı tır.  Toz  toprak  kalktığında
altındakinin at mı, e ek mi olduğunu göreceksin! Toz toprak kalkınca “ricâl(i Hakk’ın” (Hak
erlerinin)  asil  atlar  üzerinde  ve  kendinin  de  topal  e ek  üzerinde  olduğunu  göreceksin.
<eytanların ve iblislerin panikçileri seni alıp götürecekler.
Sûfîler, öyle bir dereceye ula ırlar ki, orada onlar ne duâ ederler, ne de bir ey isterler.
Ne  her  eyin  iyi  gitmesi,  ne  de  zararın  defedilmesi gibi  bir  arzuları  olmaz.  Onlar  ancak
kalplerinden gelen bir emir üzerine duâ ederler; bâzan kendileri için, bâzan halk için. Dilleri
duâ eder, ama onlar yaptıkları duâdan haberleri olmaz.
Allah’ım (CC)! Her hâlimizde sana kar ı güzel edeple bizi rızıklandır. “Bize dünyâda
da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
10.Sohbet NEFĐS TERBĐYESĐ
Allah(ü Teâlâ’nın (CC) birtakım kulları vardır ki, onları âfiyet içinde ya atır, âfiyet
içinde öldürür, kıyâmet günü âfiyet içinde ha reder; onlar kazâya râzı olanlar, O’nun (CC)
cennetiyle huzûra erenler ve cehennemden de korku duyanlardır. Allah’ım (CC)! Bizleri de
onlardan eyle, (AMĐN). 
Sûfîler  Hakk’a  (CC)  ibâdette,  karanlığa  ı ığı  getiren  kimselerdir.  Onlar  “havf  ve
hazer”  (korku  ve  endi e)  ayağı  üzerinde  dururlar.  Kötü  âkıbetten  korkarlar.  Zîrâ  Allah(ü
Teâlâ’nın (CC) kendileri hakkındaki ilmini ve sonlarının ne olacağını bilmezler. Bu sebeple,
karanlığa ı ığı hüzünlü olarak, ağlayarak ula tırırlar. Namazda, oruçta, hacda ve diğer bütün
ibâdetlerde bu hal üzeredirler. Kalpleriyle de, dilleriyle de Rablerini (CC) zikrederler. Âhirete
vardıklarında  da  cennete  girerler.  Orada  Hakk’ın  (CC)  vechini  (rızâsını)  ve  O’nun  (CC)
kendilerine bah ettiği ikramları görürler. Bunun için: “Üzerimizden hüzünü gideren Allah’a
(CC) hamdolsun”
58
 diye O’na (CC) hamd ü senâ ederler.
Ey oğul! Îmânı sağlamla tırırsan mârifet vâdisine, sonra ilim vâdisine, sonra nefisten
ve  halktan  fânî  olma  vâdisine,  sonra  ne  nefis  ne  de  halkın  yer  almadığı  “vücut”  vâdisine
ula ırsın. O zaman hüznün gider. Hakk’ın (CC) muhâfazası sana hizmet eder; himâyesi seni
ku atır; muvaffakiyeti her tarafını sarar. Melekler etrâfında yürür. Ruhlar sana gelerek selam
verir.  Cenâb(ı  Hakk  (CC)  seninle  halka  övünür.  O’nun  (CC)  nazarı  seni  gözetip  kollar,
kurbiyetine, ünsiyetine ve münâcâtına çeker.
Ey âsîler! Günahlarınızdan tevbe edin. Rabbiniz “Gafûr” (çok affedici) ve “Rahîm”
(çok  merhametli)dir.  O  (CC)  kullarının  tevbesini  kabul  edicidir.  Günahları  affeder  ve  yok
eder.
Allah’ım (CC)! Bizler her türlü günahtan, her türlü hatâdan sana tevbe ederiz. Bir daha
onlara  aslâ  dönmeyeceğiz.  “Rabbimiz  (CC)!  Unuttuğumuz  ve  hatâ  yaptığımızda  bizi
sorguya çekme.
59
 “Rabbimiz (CC)! Hidâyete erdikten sonra kalbimizi saptırma.”
60
 Ey
günahları bağı6layan! Bizi bağı la. Ey ayıpları örten! Ayıplarımızı ört.
O’na (CC) istiğfârda bulunun, zîrâ O (CC) günahları bağı layandır. Çok az amele dahi
kar ılık verir. Hayırlı ameller üzerinde sâbit kılar. Zîrâ O (CC) “Kerîm” (çok çok ikram ve
ihsân  edici)  ve  “Cevvâd”  (çok  çok  cömert)tir.  Hiçbir  sebep  ve  kar ılık  olmaksızın  bağı ta
bulunur. Sebep olursa nasıl olur? Sen dü ün! O’na (CC) tevhîd ile, sâlih ameller ile, dünyâyı
                                                
58
 Fâtır S. A.24.
59
 Bakara S. A.286.
60
 Âl(i Đmrân S. A.8.
terk ederek, dünyâdan yüz çevirerek, âhireti alarak, âhirete yönelmek sûretiyle, âhirete rağbet
göstererek, küçük ve büyük günahları terketmek sûretiyle kar ılık verin. 
Hakk’ı (CC) isteyen, O’nu (CC) murad edinen ki i Hakk’tan (CC) ne cennetini ister,
ne de O’nun (CC) cehenneminden korkar; bilakis o yalnızca O’nun (CC) rızâsını ister. O’nun
(CC) yakınlığını umar. O’ndan (CC) uzakla maktan korkar. Sen eytanın, hevânın, dünyânın
ve ehvetlerinin (arzularının) esirisin. Sende hayır yok! Kalbinin ayakları bağlı. Sende hayır
yok! Allah’ım (CC)! Onu esâretinden kurtar. Bizi de kurtar. Bize “esrâr”ından (sırlarından)
bir elbise giydir. (Âmin)
Be vakit namazı vaktinde kılın. <erîatin bütün hudutlarını koruyun. Farzı edâ edince
nâfileye geçin. Azîmete yâni tercih hakkı olmayan eylere yapı ın, ruhsattan yâni tercih hakkı
olan eylerden yüz çevirin. Ruhsata yapı ıp, azîmeti terkeden kimsenin dîninin yıkılmasından
korkulur.  Âzîmet  “ricâl”  (tasavvuf  erleri)  içindir;  çünkü  o  zor  ve  me akkatlidir.  Emir  ve
ruhsat çocuklar ve kadınlar içindir; çünkü o kolaydır.
Ey oğul! Đlk safta dur. Zîrâ o cesur erlerin safıdır. Son saftan ayrıl. O da korkakların
safıdır. Bu nefsi kullan ve onu azîmete alı tır. Çünkü nefis kendisine ne yüklenirse onu ta ır.
Ondan  sopayı  eksik  etme;  edersen  uyur  ve  üzerindeki  yükü  atar.  Ona  di inin  ve  gözünün
beyazını gösterme. O kötülüğün kuludur; ona ancak sopa ile muâmele edilir. Çalı tığında onu
tam doyurma, tokluk onu azdırır. O tokluğu kar ılığında çalı ır.
Süfyân(ı  Sevrî  (v.  161/777)  çok  ibâdet  eder  ve  tok olurdu.  Doyduğu  zaman  öyle
derdi: “Karayı doyur ve döv; çünkü kara e ektir.” Sonra ibâdete kalkardı. Bundan büyük bir
zevk alırdı. Birisinin öyle dediği söylenir: “Bir keresinde Süfyân(ı Sevrî’yi gördüm. O kadar
çok yemek yedi ki, ondan nefret ettim. Sonra kalkıp o kadar çok namaz kılıp ağladı ki, ona
acıdım.” Çok  yeme husûsunda Süfyân’a uyma.  Ona çok ibâdet husûsunda uy. Sen Süfyân
değilsin. Nefsini onun doyurduğu gibi doyurma; onun nefsine hâkim olduğu gibi sen nefsine
hâkim olamazsın.
Kalp  sapasağlam  olunca,  dalları,  yaprakları  ve  meyveleri  olan  bir  ağaç  olur.  Onun
insan, cin ve melekten her türlü mahlûka birçok faydası dokunur. Sağlam olmayan bir kalp
hayvanların kalbidir. Sûreti olur ama mânâsı olmaz. Đçinde su olmayan kaptır o. Meyvesiz
ağaçtır. Ku u olmayan kafestir. Oturanı olmayan evdir. Cevherler, altınlar, dinarlardan olu an,
ancak, harcayanı olmayan bir hazînedir. Ruhsuz cesettir. Etinden sıyırılmı ceset yâni iskelet
gibidir. Onun sûreti vardır ama rûhu yoktur. Allah(ü Teâlâ’dan (CC) yüz çeviren, onu inkâr
eden bir kalp sıyırılmı tır, eti sıyırılmı kemiktir.
Bundan  dolayıdır  ki,  Allah(ü  Teâlâ  (CC)  onu  ta a  benzeterek  öyle  buyurmu tur:
“Bundan sonra kalpleriniz ta6 gibi, ya da ondan daha sert bir 6ekilde katıla6tı.”
61
 Đsrâîl
Oğulları Tevrat ile amel etmeyince Hakk Teâlâ (CC) onların ta kalplerini sıyırdı ve ind(i
ilâhîsinden  onları  kovdu.  Ey  Muhammedîler!  Sizler  de  aynen  böylesiniz;  eğer  Kur’ân(ı
Kerîm ile amel etmez, onun ahkâmı ile hükmetmezseniz, Hakk Teâlâ (CC) sizin de kalbinizi
sıyırır ve ilâhî kapısından sizleri de tardeder.
Allah(ü Teâlâ’nın (CC) kendisini bir ilim üzerine saptırdığı kimselerden olmayın. Đlmi
halk  için  öğrenirsen  onunla  amel  ettiğinde  halk  için  etmi   olursun.  Fakat  ilmi  Allah(ü
Teâlâ’nın (CC) rızâsı için öğrenirsen amelin de O’nun (CC) için olur. Tâat cennet ibâdetidir.
Mâsiyet  cehennem  ibâdetidir.  Bundan  sonra  i   (takdîr)  O’na  (CC)  âittir.  O  (CC)  isterse
istediğine  ameli  olmaksızın  da  sevap  verebilir,  cennetini  verebilir.  Buna  kar ılık,  ameli
olmasına rağmen istediğine kimseye de cezâ verebilir. Bu hüküm O’na (CC) âittir. “O (CC)
istediğini yapandır.”
62
 “O (CC) yaptığından sorumlu tutulamaz, halbuki onlar (insanlar)
sorumludurlar.”
63

“Sıddık”
64
, Allah’ın (CC) nûru ile bakar. O ne gözünün, ne güne in, ne de ayın ı ığı ile
bakar. Bunlar Allah’ın (CC) genel nûrudur, ı ığıdır. Sıddîk’ın nûru ise özeldir. Allah(ü Teâlâ
(CC)  bu  nûru  ona  “ikinci  “ilmin  (mârifetullah)  nûrununun  hükümlerini  gerçekle tirdikten
sonra bah etmi tir.
Allah’ım  (CC)!  Bizi  hilminle,  ilminle,  kurbiyetinle  rızıklandır. “Bize dünyâda da,
âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
                                                
61
 Bakara S. A.74.
62
 Bürûc S. A.16.
63
 Enbiyâ S. A.23.
64
 “Sıddîk”: Sadâkat mertebesinde temekkün etmi kimse.
11.Sohbet ĐHLAS HURU
Hz. Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet edilmi tir: “Hayâ (utanma) îmandandır.”
65

Ey Allah’ın (CC) kulları! Sizi Rabbinize (CC) kar ı arsız davranmaya itemem, O’na
(CC) kar ı sizi cür’etlendiremem. Hayâ yaratılı tan gelir. Hakk’a (CC) kar ı arsız davranmak
ise bo bir hevestir. Hayânın hakîkati halvette ve celvette Rabb’den (CC) utanmaktır. Hayâ
yaratılı ın  aslından  değil,  teferruatındandır.  Mü’min  Hâlık’tan  (CC),  münâfık  ise  halktan
utanır. 
Allah  sizi  ıslah  etsin,  ey  münâfıklar!  Bütün  i iniz  kendiniz  ile  halkın  arasını
düzeltmek ve Hakk (CC) ile aranızı tahrip etmekten ibâret. Eğer bana dü manlık ederseniz,
Allah’a (CC) ve Resûlüne (SAV) dü manlık etmi olursunuz. Zîrâ ben sâdece onların yardımı
ile ayaktayım. Bo una yorulmayın, “Muhakkakki, Allah (CC) emrini (yapacağını) yerine
getirmekte gâliptir (üstünlük sâhibidir).”
66

Yûsuf  (AS)’ın  karde leri  O’nu  (AS)  öldürmek  istediler,  ama  buna  güçleri  yetmedi.
Onların  güçleri  buna  nasıl  yetsin  ki,  O  (AS)  Allah (CC)  katında  bir  meliktir,  pâdi ahtır!.
Nebîlerinden  bir  nebîdir.  “Asfiyâ”sından  (temizleyip  kendisine  seçtiği  kullarından)  bir
sıddıktır.  Allah(ü  Teâlâ  (CC),  O’nun  (AS)  hakkında “O’nun  (AS)  eliyle  halkın  sulh  ve
selâmetini  icrâ  edeceği”  hükmünü  vermi tir.  Yahudîler  hep  böyledir;  Meryem  oğlu  Îsâ’yı
(AS) bile öldürmek istediler. O’na (AS) verilen mûcizeleri görünce ona haset ettiler. Bunun
üzerine Allah(ü Teâlâ (CC) O’na (AS) memleketinden ayrılarak Mısır’a gitmesini vahyetti. 13
ya ında  iken  memleketini  terketti.  Bir  müddet  böylece  memleketinden  uzak  kaldı.  Sonra
Mısır’da ismi yayıldı, me hur oldu. Bunun üzerine Yahudiler yine O’nu (AS) öldürmek için
toplandılar,  ama  yine  ba aramadılar.  Çünkü  Allah(ü Teâlâ  (CC)  emrini,  dilediğini  yerine
getirmekte üstünlük sâhibidir.
Ey bu zamânın münâfıkları! Đ te durum böyle… Beni öldürmek istiyorsunuz. Bunda
size imkan yok. Kollarınız kısa, bunu ba aramazsınız. Đtâat etmeye, günahları ve yanlı ları
terketmeye çalı sanıza. Halbuki bunlara çalı mak insanın tabîatinde vardır. Rabbinizin (CC)
kelâmını anlamaya çalı ın. Onunla amel edin ve amellerinizde ihlaslı olun. Rabbimiz (CC)
i itilen ve anla ılan bir kelam ile konu andır. Mûsâ (AS) olsun, Hz. Peygamber (SAV) olsun
O’nun (CC) kelâmını dünyâda iken i itmi lerdir. Âhirette ise O’nun (CC) kelâmını mü’min
kulları i itecektir. Rabbimiz (CC) görülür. Bugün güne i ve ayı nasıl görüyorsak, hiç üphe
yok ki, yarın kıyâmet gününde de Rabbimizi (CC) öyle göreceğiz.
                                                
65
 Buhârî, es Sahîh, “Hayâ” hadîs no: 69.
66
 Yûsuf S. A.21.
Allah(ü  Teâlâ’nın  (CC)  öyle  kulları  vardır  ki,  O’na  (CC)  bir  kere  nazar  etmek
mukâbilinde cenneti verirler. Fakat onların niyetlerindeki bu sadâkat ortaya çıkınca, bir kere
nazar  için  cennetten  vazgeçtikleri  halde  nazar  onlar  için  sürekli  kılınır.  Onlar  dâimî  bir
yakınlığa kavu urlar. Cennet lezzetlerine kar ılık onlara Rablerinin (CC) yakınlığı bah edilir.
Ey  Allah ü  Teâlâ’yı  (CC),  Resûlünü  (SAV)  ve  O’nun  (CC)  adamlarını
(ricâlullâh) tanımayanlar! Sizlere yazıklar olsun! Kalp adımlarınızla Allah(ü Teâlâ (CC)
fazlından  ikram  ettiği  yemeğe  yürüyün.  Onu  sizin  önünüze  nasıl  bıraktığımı  görmüyor
musunuz? Beni yalanlayanın ben de elbisesini, evini ve etrâfındaki meleklerini yalanlarım,
tanımam. Ey münâfık! Ey deccâl! Senin beni yalanlaman beni hiç ilgilendirmez.
Ey  oğul!  Sen  bir  nefis,  bir  hevâ  ve  bo   bir  hevessin.  Kadınlarla,  yabancılarla  ve
çocuklarla oturup kalkıyorsun, sonra da diyorsun ki: “Ben onlarla ilgilenmiyorum.” Yalancı!
Ne erîat, ne de akıl bunu sana uygun görür. Ate üstüne ate , odun üstüne odun atıyorsun.
Ho ,  din  ve  îman  evini yakıyorsun  ya!  Halkın  erîati  inkârı  böyle  olur;  bundan  hiç  kimse
müstesnâ değildir.
Îman,  mârifetullah  ve  kurbiyet  kuvveti  tahsil  etmeye  çalı .  Sonra  Hakk’a  (CC)
niyâbeten halkın tabîbi ol. Yazık! Yılanları elinde nasıl tutarsın! Sen ne bir yılan oynatıcısın,
ne de panzehir içtin! Sen körsün; insanların gözünü nasıl iyile tirebilirsin! Câhil! Sen dîni
nasıl ikâme edebilir, ayağa kaldırabilirsin! Kapı muhâfızı olmayan kimse insanları pâdi âhın
huzûruna nasıl götürebilir! Kıyâmet günü olup acâiplikleri görünceye kadar sus, konu ma!
Amellerinizde  ihlaslı  olun,  yoksa  bo a  yorulmayın. Eğer  alâka  duyduğun  eyler
senden kesilir ve yüzüne kapılar kapatılırsa sana Hakk’ın (CC) tarafı, O’nun (CC) kurbiyet
kapısı açılır. O’na (CC) giden yol sana gösterilir. Her eyin en kıymetlisi, en ho u, en güzeli
sana gelir.
Bu dünyâ geçicidir, gidicidir, pisliktir. Âfetler, belâlar ve sıkıntılar mekânıdır. Orada
ya amak hiç kimseye ho gelmez, hele de “hikmet ehli” birisi ise. Ölümü dü ünen hikmet ehli
birinin gözleri dünyâda karar kılmaz, onunla mutlu olamaz. Hemen kar ısında ağzını açmı
bir yırtıcı ve vah î hayvan duran kimse nasıl sâkin olabilir ve gözleri nasıl uyuyabilir? Ey
gâfiller!  kabir  ağzını  açmı   bekliyor.  Ölüm  yırtıcı  hayvanı  ve  yılanı  ağızını  açmı !  Kader
sultânı celladının kılıç elinde, emir bekliyor. Böyle olmasına rağmen ancak milyonda bir ki i
uyanık oluyor! Uyanık, her eye kar ı zâhid olan, Rabbinden (CC) ba ka hiçbir eye değer
vermeyendir. O öyle duâ eder: “Đlâhî (CC)! Ne istediğimi sen biliyorsun. Halk sofraları tercih
etti. Ben ise senin kurbiyet sofrandan bir lokma istiyorum. Ben sana âit olandan istiyorum.”
Ey sebebi, vâsıtayı irk ko an! Eğer tevekkül yemeğinden tatsa idin, sebebi irk ko maz ve
O’nun (CC) kapısında sapasağlam bir tevekkül sâhibi olarak otururdun.
Đki  türlü  yeme  ekli  biliyorum.  <erîate  uygun  bir  kazanç  yoluyla  veyâ  tevekkül
yoluyla.  Allah’tan  (CC)  utanmıyor  musun  ki,  kazanmayı  terkediyor  ve  insanlardan
dileniyorsun?  Kazanç  ba langıçtır,  tevekkül  ise  nihâyettir.  Ben  sana  gerçeği  söylüyorum;
senden de utanmıyorum. Dinle, kabul et, tartı ma! Benimle tartı an Cenâb(ı Hakk (CC) ile
tartı mı olur.
Namazları muhâfaza edin. Onlar sizinle Rabbiniz (CC) arasındaki sıladır, bağdır. Hz.
Peygamber’den  (SAV)  öyle  rivâyet  olunmu tur:  “Bir  kul  namaza  durduğu  ve  kalbiyle
Rabbinin (CC) huzûrunda bulunduğu zaman onun etrâfına nurdan otağlar kurulur; etrâfında
melekler  döner;  gökten  onun  üzerine  iyilikler  iner;  Cenâb ı  Hakk  (CC)  onunla  övünür.”
Namaz kılıp da kalbini Hakk’a (CC) veren kimse, tıpkı ku un kafesten uçtuğu, bebeğin anne
kucağından  kurtulduğu  gibi,  ülfet  ettiği  eylerden,  oturup  kalktığı  kimselerden,  evinden
barkından, sıyrılıp alınır; onlar onun gönlünden kaybolur; velev ki, ilmi yutmu , parçalamı
olsa dahi.
Hz.  Peygamber’in  (SAV)  Sahâbesinin  tâbiîlerinin  ileri  gelenlerinden  Urve  b.  ez(
Zübeyr b. el(Avvâm b. Uhti Âi e (RA) hakkında öyle bir kıssa anlatılır: Ayağında bir çıban
çıkar. Ona: “Bu çıbanı kesmelisin, yoksa bütün bedeninin yok olmasına sebep olacak” denir.
O, tedâvi esnâsında doktora öyle der: “Namaza ba ladığımda o çıbanı kes.” O secdede iken
doktor çıbanı keser, yarayı sarar, fakat o hiç acı hissetmez.
Sizler  öncekilere  göre  bo   birer  hevessiniz.  Siz  sâdece  konu ursunuz,  amel  yok!
Mânâsız  sûretler  gibisiniz.  Bekliyorsunuz  ama  size haber  getiren  kimse  yok.  Dikkat  et!
Đnsanların lakırdıları seni aldatmasın. Nasıl olduğunu sen daha iyi bilirsin. Allah(ü Teâlâ (CC)
öyle buyurmu tur: “Bilakis insan kendisi üzerine “basîrettir” (6âhittir).”
67

Avâmın  elindekini  güzel  görme,  havâssın  elindekini de  çirkin  görme.  Bir  eyh
müridlerine  öyle  dermi :  “Zulme  uğradığınızda  zulüm  yapmayın.  Övüldüğünüzde
ımarmayın. Zemmedildiğinizde hüzünlenmeyin. Yalanlandığınızda gazaplanmayın.  Đhânete
uğradığınızda ihânet etmeyin.” Ne güzel bir söz! Müridlerine nefsi ve hevâyı boğazlamayı
emretmi . Bu söz Hz. Peygamber’in (SAV) u hadîsinden alınmadır: “Cebrâîl (AS) bana geldi
ve  dedi  ki:  ‘Cenâb ı  Hakk  (CC)  Sana  'öyle  buyuruyor:  Sana  zulmedeni  sen  affet.  Sana
                                                
67
 Kıyâmet S. A.14.
gelmeyene  sen  git.  Sana  vermeyene  sen  ver.  Allah’ın  (CC)  nîmetlerini,  sanatını  ve  halkı
üzerindeki tasarrufunu dü'ün!”
68

Dünyâya  değer  vermez,  ona  kar ı  zâhid  olursan  ve  bu  zühdünde  belli  bir  seviyeye
gelirsen, dünyâ rüyâda sana kadın sûretinde görünür, sana boyun eğer gösterir ve: “Ben senin
hizmetçinim. Yanımda emânetlerin var, onları al” diyerek, az çok ne varsa sana kendisindeki
nasîbini verir. Mârifetin kuvvetlendiği zaman ise bu durum sana  yakaza hâlinde vâki olur.
Peygamberlerin  (RA)  ilk  hâlleri  ilham,  ikinci  hâlleri  ise  rüyâdır.  Onların  bu  durumları
kuvvetlenince Cebrâîl (AS) açık bir sûrette  gelerek onlara: “Cenâb(ı Hakk (CC) size unu
unu unu buyuruyor” diye vahiy getirmi tir.
Akıllı  ol!  Ba   olma  sevdâsını  at,  yakla   ve  cemâatten  biri  gibi  uraya  otur;  tâ  ki,
sözlerim kalp toprağına ekin eksin. Eğer aklın olsaydı sohbetime gelir ve benden her gün bir
lokmaya  bile  râzı  olurdun.  Sözlerimin  sertliğine  tahammül  ederdin.  Îmânı  olan  herkes
sapasağlam durur ve meyve alır. Îmânı olmayan ise benden kaçar. Yazık! Ey ba kasının gizli
hâllerine muttalî olduğunu iddiâ eden: Biz seni nasıl tasdik edelim ki, sen kendi hâline bile
muttalî değilsin? Her tarafın yalan. Yalanından tevbe et.
Allah’ım  (CC)!  Bizi  bütün  hâlimizde  sadâkat  ile  rızıklandır.  “Bize  dünyâda  da,
âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”

                                                
68
 Bk.: Ahmed b. Hanbel, el Müsned, “Müsnedü’ ( âmiyyîn”, hadîs no: 17457, (Mısır(tsz.); Deylemî, el Firdevs,     
V/318, (Beyrut(1986).
12.Sohbet MUCAHEDE (NEFSE KARRI SAVARMAK)
Ey oğul! Nefsini dünyâya, kalbini ukbâya, sırrını ise Mevlâ’ya (CC) bırak. Dünyâ ile
mütmain olma, huzur duyma. O süslü bir yılandır. Süsü ile insanları kendine çeker, sonra da
helak  eder.  Kesin  bir  biçimde  ondan  yüz  çevir.  Rabbine  (CC)  ibâdette,  sâlih  arkada larla
sohbette, ihvâna hizmettte ve ehvetlerden  yüzçevirmede samîmi ol. Hakk’ı (CC) öylesine
tevhîd  et  ki,  kalbinde  mahlûkattan  bir  zerre  dahi  kalmasın.  O  zaman  evi,  barkı  da  gözün
görmezsin. Tevhîd her eyi öldürür. Bütün devâ Hakk’ı (CC) tevhîdde ve dünyâ yılanından
yüzçevirmektedir.  Nefsini  bilinceye,  onu  hazlarından  men  edinceye  ve  onun  müstehakkını
verinceye kadar sende hayır olmaz. O zaman kalb sırdan, sır da Hak’tan (CC) huzur duyar.
Mücâhede sopasını nefis üzerinden kaldırmayın! Onun tilkiliklerine aldanmayın. Onun
uyuması  sizi  aldatmasın.  Vah î  hayvanın  uyuması  sizi  aldatmasın;  o  sizi  gözetler,  uyuyor
görünür ama aslında bir fırsatını bekliyordur. Uyanıkken ondan nasıl sakınırsanız, uyurken de
ondan öylece sakının. Nefislerinizden sakının! Silahlarınızı kalp boyunlarınızdan indirmeyin.
Bu nefis hayır için rızâ, tevâzu ve ho nutluk gösterir ama aslında o içinde bunun tersini saklar.
Daha sonra ondan ne çıkacak? Sen ona dikkat et.
Hüznü artırın. Rahatlığı azaltın. Bu i (tasavvuf) hüzün ve tasa üzerine binâ edilmi tir.
Nebîler  (AS),  resuller  (AS)  ve  sâlihler  (RA)  hep  bu hal  üzerine  ya amı lardır.  Hz.
Peygamber’in (SAV) hüznü uzun ve tefekkürü sürekli idi. Ancak tebessümle gülerdi. Rahat
görünmek için kendini zorlardı. Akıllı olan kimse, dünyâlıklar ile, evlâd(ü ıyâl, mal mülk,
elbise, araba, hanım gibi eylerle ımarmaz. Bunların hepsi bo tur. Mü’minin ferahı, îmânının
kuvveti sebebiyle olur, “yakîn”i (sağlam bilgi ve inancı ile), kalbinin Rabbinin (CC) kurbiyet
kapısına yakla mı olmasından dolayı olur.
Nefsinin gözünü aç ve ona öyle de: “Rabbinin (CC) seni gördüğü gibi, sen de O’nu
(CC) gör! O (CC), zenginleri, pâdi ahları nasıl helâk etti? Bir bak! Öncekilerin nasıl yok olup
gittiklerinden ibret al! Onlar ki, bu dünyânın hükmünü sürmü ler ve nîmetlerini ya amı lardı.
Sonra onların ellerinden dünyâ alındı. <imdi ise onlar azap hapishânelerinde esir bir ekilde
ya ıyorlar.  Kâ âneleri  harâbe  oldu,  malları  mülkleri  kayboldu  gitti;  geride  yaptıkları  kaldı.
<ehvetler gitti, yorgunluklar kaldı! Rahat yok, rahatlık vaktinde değiliz.”
E inin ve çocuklarının güzelliği, mal mülk çokluğu seni ımartmasın. Nebîleri (AS),
resulleri (AS)ve sâlihleri (RA) ımartmayan ey seni de ımartmasın. Allah(ü Teâlâ (CC) öyle
buyurmu tur: “Muhakkakki, Allah (CC) 6ımarıkları sevmez.”
69
 Yâni dünyâlık ile, mâsivâ
ile ımaranı sevmez. Oysa kendisiyle feraha kavu anı, kendine yakınlık duyarak rahatlayanı
                                                
69
 Kasas S. A.76.
sever. Sûfîlerin özelliği, seciyesi onların isteklerinin âhirete müteallık olmasıdır; ehvetlere,
zevklere ve saçmalıklara değil.
Ey hevesi pe6inde ko6an! Arzuladığın eyden sana hayır yok. Ey gâfiller! Allah(ü
Teâlâ’ya (CC) itâat etmeyenler için âhirette iddetli bir azap vardır. Kulun kalbi istikâmet
sâhibi  olunca  her eye  vedâ  eder.  Her  eyi  kalbinin arkasına  atar.  Âhiret  mülküne  kar ılık
dünyâsının helâk olmasını önemsemez. Ate üzerinde yürür, vah î hayvanlara karı ır, halktan
kaçar.  Kendini  çöllerin  susuzluğuna,  açlığına  bırakır  da,  öyle  der:  “Ey  a kınlara  yol
gösteren! Bana senin yolunu göster!” Allah’ım (CC)! Bütün gayretlerimizi, himmetlerimizi
tek bir gayret, tek bir himmet yap.
Bu hâl ancak ve ancak, önce haramlara, sonra mübahlara ve sonra da helâllere kar ı
zâhid  olmakla,  onlardan  yüzçevirmekle  tamâmlanabilir.  Kalbinde  halktan  bir  zerre  bile
olmaksızın  ak amlamaya  ve  sabahlamaya  bak.  Ben  seni  ehvetlerle,  zevklerle,  halkla,
dünyayla,  sebeplere  güvenmekle  dopdolu  görüyorum.  O  halde  niçin  sâlihlerin  ahvâlinden
bahsediyorsun? Niçin onların hâlinin sende de olduğunu iddiâ ediyorsun? Bize ba kalarının
hâlini  haber  veriyorsun,  bize  ba kalarının  kesesinden  ikramda  bulunuyorsun!  Ba kalarının
kitaplarını  kurcalıyor,  sözlerini  çıkarıyor  ve  onlardan  konu uyorsun;  seni  dinleyen  de  o
konu maların sana gelen ilhamlar olduğunu, senin ne kadar “ahvâl” sâhibi olduğunu, onları
kendi kalbinden konu tuğunu vehmediyor.
Yazıklar  olsun  sana!  Evvelâ,  onların  dedikleriyle  amel  et,  sonra  konu .  Kelâmın
amelinin yavrusu olsun. Bu i (tasavvuf) sâdece sâlihleri görüp onların sözlerini ezberlemekle
olmaz. Aksine, onların dedikleriyle amel ederek, sohbetlerinde güzel edepli olmakla, onlara
hüsn(i zan beslemekle ve bu hâli dâimâ korumakla gerçekle ir.
Sıradan  insanlar  ayaklarıyla  attığı  adımlar  kadar  sevap  kazanırlar;  “havâs”  (özel
kimseler) ise himmetleri kadar sevap alırlar. Kimin himmeti, gayreti bir tek olursa Cenâb(ı
Hakk (CC) da onun için bir tek olur; kul O’ndan (CC) gayri her eyden kalbiyle yüzçevirirse
O (CC) da ona yüzünü döner.
Allah(ü  Teâlâ  (CC)  Kur’ân(ı  Kerîm’inde  öyle  buyurmu tur:  “Benim  velîm  kitâbı
indiren Allah’tır (CC); O (CC) sâlihlerin velîsidir (onların i6lerini üzerine alır).”
70
 Böyle
bir kulun kalbi Rabbine (CC) vâsıl olduğunda O (CC) onun tabîbi ve enîsi olur. O kul O’ndan
(CC) ba kasından devâ bulamaz, O’ndan (CC) ba kasıyla ünsiyet edemez. Dâvûd (AS) öyle
dermi : “Yâ Đlâhî (CC)! Tabip kullarına gittim, hepsi de beni Sana gönderdiler; ey a kınların
delîli, rehberi, bana Sen delillik, rehberlik et!”
                                                
70
 A’râf S. A.196.
Allah(ü  Teâlâ’yı  (CC)  seven  ki inin  kalbi  tamâmen  evk  olur,  tam  bir  yüzçevirme
dolar, her eyiyle fenâ bulur, yok olur. Ho , onun bütün gayreti de tek bir gayret olur ya.
Hakîkî bir ke if ancak hicaptan (perdeden) kurtulunca olur. Vuslat istersen dünyâyı,
âhireti  ve  yerin  dibinden  ar a  kadar  ne  varsa  her  eyi  terket.  Resûlullah  (SAV)  hâriç,  her
mahluk hicaptır, Hakk’a (CC) perdedir; Resûlullâh (SAV) ise Hakk’ın (CC) kapısıdır. Allah(ü
Teâlâ (CC) O’nun (SAV) hakkında öyle buyurmu tur: “Resûl (SAV) size ne verirse onu
alın, neyden nehyederse ondan da uzak durun.”
71
 O’nâ (SAV) ittibâ etmek Hakk’tan (CC)
perde değildir, aksine vuslata vesîledir.
Ey  oğul!  Kalbin  ne  zaman  gerçek  hakîkati  anlayacak?  Sırrın  ne  zaman  tertemiz
olacak? Sen halkı Hakk’a (CC) irk ko uyorsun. Kalbin tavkâdan hâlî iken, kalbinde zerre
kadar takvâ yokken nasıl felah bulursun? Sen her gece i ini gördürecek birini gözlüyorsun,
ikâyetini  ona  yapıyorsun,  ondan  dileniyorsun;  tevhîdden  yoksun  olan  kalbin  nasıl  saf  ve
tertemiz olacak? Tevhîd nurdur, aydınlıktır; halkı irk ko mak ise zulümdür, karanlıktır. Sen
Hakk’tan (CC) halk ile perdelenmektesin. Sebepler ile sebepleri yaratandan perdelenmektesin.
Halka tevekkül edip güvendiğin, îtimat ettiğin için perdelenmektesin. Sen sırf iddiâsın. Hiçbir
delilin olmaksızın, bombo iddiân ile seni kim kabul eder?
Tasavvuf yolu ancak iki ekilde katedilir:
1 Mücâhede etmek, sava ıp didinmek, me akkate alı mak ve yorulmak ile (sâlihler
arasında mâruf olan ve yaygın olan yol budur(.
2 Hakk’ın (CC) mevhibesi, kar ılıksız bağı ı olarak (bu da nâdir olur ve çok az ki iye
nasip olur(.
Ey  oğul!  Îmânın  zayıf  olduğu  zaman  nefsini  kısıtlamaya  bakmalısın;  e i  dostu,
konuyu kom uyu, ahâliyi milleti dü ünmek senin neyine? Îmânın kuvvetlendiği zaman e ine
dostuna,  çoluğuna  çocuğuna,  halka  bak.  Takvâ  zırhını  giyinmeden,  kalbinin  ba ına  îman
miğferini  takmadan,  eline  tevhîd  kılıcını  almadan, ok  torbana  kabul  olan  duâ  oklarını
koymadan, tevfîk atına binmeden, sava oyunlarını öğrenmeden onlara gitme.
Ondan sonra Hâlık’ın (CC) dü manlarına kar ı hamle yap. Đ te o zaman sana Hakk’ın
(CC) yardımı ve zaferi altı yönden, sağdan, soldan, yukarıdan, a ağıdan, önden, arkadan… O
zaman  halkı  eytanın  elinden  kurtarır  ve  onları  Hakk’ın  (CC)  kapısına  götürürsün.  Bu
makâma ula anın kalp gözünden perde kaldırılır. Altı yönden hangisine yönelirse yönelsin,
onun nazarı perdeyi yırtar. Ona bir ey gizli kalmaz. Kalbinin ba ını kaldırınca ar ı ve gökleri
görür. Nazarını yeryüzüne yönelttiğinde onun katmanlarını ve oralarda oturan cinleri görür.
                                                
71
 Ha r S. A.7.
Bu makâma ula tığında halkı Hakk’ın (CC) kapısına getir. Buna ula madan senden
hiçbir  ey  olmaz.  Halkı  Hakk’a  (CC)  dâvet  edersen  ve  sen  de  Hakk’ın  (CC)  kapısında
değilsen,  bu  çağrın  ancak  senin  için  bir  vebal  olur;  kımıldadıkça  a ağı  inersin,  yükselmek
istedikçe  alçalırsın.  Sâlihlerden  haberin  yok!  Sırf  laklaksın.  Gönlü  olmayan  bir  dilsin.  Đçi
olmayan  dı sın.  Halvetsiz  bir  celvetsin.  Özsüz  bir kabuksun.  Kılıcın  tahtadan.  Okun  kibrit
çöpünden. Sen bir korkaksın, cesâret sende ne gezer! Seni en basit ok bile öldürür. Küçücük
bir hücum senin kıyâmetini koparmaya yeter.
Allah’ım  (CC)!  Dînimizi,  îmânımızı  ve  bedenimizi  kurbiyetin  ile  koru.  “Bize
dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”

13.Sohbet SALĐH AMEL VELAYET
Kul  nefsinden,  hevâsından,  irâdesinden  ve  halkı  görmekten  fânî  olunca  görüntüsü
(bedeni) ile dünyâda olsa da mânâsı ile âhirette olur. Allah’ın (CC) ilminde (takdîrinde) ve
onun elinin içinde olur. O’nun (CC) kudret denizinde yüzer. Hakk’tan (CC) korkanın korkusu
iddetlenince kalbi ona korkuyu unutmayı öğretir. Onu Hakk’a (CC) yakınla tırır. Nefsini ona
öğretir. Ona mu tular verir. Yûsuf (AS)’ın karde i Bünyamin’e yaptığı gibi onun korkusunu
sâkinle tirir: 
Yûsuf  (AS)  karde lerine  baktı.  Bünyâmîn’i  onlardan ayrılmı ,  tek  ba ına  yemek
yerken  gördü.  Ona  kar ı  rikkati  (duygusallığı)  arttı.  Onları  biraraya  oturttu.  Bünyâmin’in
yanına yakla tı. Onunla berâber yemek yedi. Yemek bitince ona gizlice: 
(( Ben senin karde in Yûsuf’um, dedi. 
Bünyamin (AS) sevindi. Sonra Yûsuf (AS) ilâve etti:
(( Seni hırsızlıkla suçlamak istiyorum. Bu imtihana sabret!
O  ikisi  arasındaki  duruma  diğer  karde leri  a ırdılar.  Daha  önceden  Yûsuf’u  (AS)
kıskandıkları  gibi,  Bünyâmin’i  de  kıskandılar.  Hırsızlık  ayıbının(!)  ortaya  çıkmasından
sonradır ki, Bünyâmin’e ikram geldi, karde ine yakınla tı.
Mü’min  de  böyledir;  Allah(ü  Teâlâ  (CC)  onu  velî  edinince,  onu  belâlarla  ve  türlü
âfetlerle  imtihan  eder.  Eğer  sabır  gösterirse  onu  ikramlarla,  kendine  yakınlık  ile  diğer
insanlardan ayırır.
Ey oğul! Emirler kar ısında tam bir vefâ örneği göster. Nehiyler kar ısında ise hasta
gibi  ol.  Belâ  ve  takdir  kar ısında  ise  sus  ve  kaybol!  Fayda  sana  geri  dönüp,  zarar  senden
defedilinceye kadar ölü gibi ol. Muhib, Hakk’a (CC) nisbetle duyan ve görendir, fakat halka
nisbetle sağır ve dilsizdir. <evk ve i tiyak be duyuyu kapladığında onun kalıbı halk ile olur,
fakat mânâsı Hakk (CC) iledir. Ayakları yeryüzündedir, fakat himmeti semâdadır. Niyeti ve
tasası  kalbindedir  onun;  halk  onun  kalbini  göremez.  Onun  ayaklarını  görebilirler,  ama
“himmet”ini  (niyetini)  ve  “hümûm”unu  (tasasını)  göremezler.  Çünkü  onlar  aynı  zamanda
Hakk’ın (CC) hazînesi olan kalp hazînesindedir.
Bu hâl nerede, sen neredesin, ey yalancı? Sen ancak malınla, çoluk çocuğunla, makam
ve mevkin ile, halkı ve sebepleri irk ko arak ayakta durabiliyorsun. Buna rağmen Hakk’a
(CC)  yakın  olduğunu  iddiâ  ediyorsun!  Yalan  zulümdür;  çünkü  aslında  zulüm  bir  eyi  asıl
mevkiinden  ba ka  bir  yere  koymaktır.  Yalancılığının  felâketi  sana  dönmeden  önce
yalancılıktan tevbe et. Sûfîlerle otur; zîrâ onlar bir kimseye nazar ederler ve himmetlerini ona
yöneltirlerse o kimseyi  severler.  Bu kimse ister bir Yahudî, ister bir Hıristiyân, isterse bir
Mecûsî olsun. Eğer o, müslüman ise onun îmânı, yakîni ve sebâtı daha da artar; müslüman
değilse, Allah(ü Teâlâ (CC) onun sadrını Đslâm’a açar.
Ey Hakk’tan (CC) ve sâlihlerden gâfil kullar! Mal mülk, çoluk çocuk sizi Hakk’a
(CC)  yakınla tırmaz.  Sizi  O’na  (CC)  yakınla tıran  ancak  takvâ  ve  sâlih  ameldir.  Kâfirler
malları ve yakınları vâsıtasıyla sultanlara ve hükümdarlara yakınla ıyorlar ve öyle diyorlardı:
“Eğer  Allah(ü  Teâlâ  (CC)  dilerse,  kıyâmet  günü  bu  yaptığımız  gibi  mallarımız  ve
çocuklarımızla  O’na  (CC)  yakınla ırız.”  Bunun  üzerine  u  âyet  indi:  “Halbuki  sizi  bize
yakınla6tıran  ne  mallarınız,  ne  de  çoluk  çocuğunuzdur;  ancak  îman  edip  sâlih  amel
i6leyenlerin  bu  amellerine  kar6ılık  kat  kat  mükâfat  vardır.  Onlar  yüksek  kö6klerde
güven içindedirler.”
72

Mallarınızla  dünyâda  iken  Cenâb(ı  Hakk’a  (CC)  yakınla ırsanız  bu  sizin  için
faydalıdır.  Çocuklarınıza  yazı  yazmayı,  Kur’ân  okumayı  ve  ibâdeti  öğretirseniz  ve  bu
amellerinizle  de  Allah(ü  Teâlâ’ya  (CC)  yakınla mayı  kasdederseniz  bunlar  da  sizin  için
faydalıdır.  Bütün  bunların  sevâbını  öldükten  sonra  göreceksiniz.  Ben  size  faydasız  olan
neyiniz varsa onu haber veriyorum! Size ancak iman, sâlih amel, sadâkat, Hakk’ı (CC) tasdîk
fayda sağlar. Rabbine (CC) yakınla mak için kalbine izin çıkması için, sâlih(ârif bir mü’min
i lediği  ameller  ile  Hz.  Peygamber’in  (SAV)  rızâsını  gütmekten  hiç  geri  durmaz.  O,  Hz.
Peygamber’in (SAV) huzûrunda bir çocuk gibi olur. Epey bir hizmet ettikten sonra ona öyle
der: “Ey üstad! Melik’in kapısını bana göster. Beni O’nunla (CC) me gul et. Beni O’nu (CC)
görebileceğim mevkîde tut. Elimi halktan çek, O’nun (CC) kurbiyet kapısına götür.” O da
(SAV) onu alır, o kapıya götürür. O’na (SAV) denir ki: “Yâ Muhammed (SAV)! Yanındaki
kim?  Bir  elçi  mi?  Bir  rehber  mi?  Bir  ilim  öğreticisi  mi?”  O  da  (SAV)  öyle  cevap  verir:
“Aslında  Sen  biliyorsun.  O  kendi  ellerimle  büyüttüğüm  bir  minik  yavrudur.  Ben  onun  bu
kapıya  hizmetinden  râzıyım.”  Sonra,  Cebrâîl  (AS)’ın,  Hz.  Peygamber’le  (SAV)  birlikte
semâyı  geçip  Rabbine  (CC)  yakla tığında  “Đ te  Rabbin  (CC),  i te  sen!”  dediği  gibi  ona
kalbinde öyle hitap edilir: “Đ te Rabbin (CC), i te sen!”
Ey  oğul!  Sâlih  amel  getir  ve  âlemlerin  Rabbine  (CC)  yakınlığı  al.  O  yüksek
kö klerdeki  cennet  ehli  dünyâ  âfetlerinden,  fakr  u zarûrete  sabretmekten,  çoluk  çocuğun
rızkını çıkarmaktan, hastalık ve sakatlıktan, gam ve kederden uzaktırlar, emniyet içindedirler.
Ölümden, onun kâsesini ikinci kere içmekten, Münker ve Nekir’in sorgulamasından emniyet
içindedirler.  Cennete  girerler  ve  arkalarından  kapılar  kapatılır.  Oradan  bir  daha  aslâ
çıkmazlar.
                                                
72
 Sebe S. A.37.
Cennet ehli cennete girmekle rahata kavu ur, ama muhiblerin gönülleri mahbuplarını
görmedikçe, binlerce defâ cennete girseler dahi bir türlü rahata kavu amazlar. Onlar mahluk
istemezler;  onlar  sâdece  Hâlık’ı  (CC)  isterler.  Onlar  nîmeti  istemezler,  bilakis  nîmeti
bah edeni isterler. Aslı isterler, fer’i değil… Onlar a îretlerinden ayrılmı lardır. Malı mülkü
terk  etmi lerdir.  Bütün  geni liğine  rağmen  onların kalp  arzları,  dünyâları  onlara  dar  gelir.
Onlar halktan alıkoyan ey ile me guldürler. Onlar cenneti gördükleri zaman ona göz ucuyla
bile bakmazlar; ona vah î hayvanlarına, prangalara, hapishâneye bakar gibi bakarlar. Derler
ki: “Bunun hepsi perdedir, engeldir, sıkıntıdır, azaptır.” Halkın yırtıcı hayvandan, prangadan,
hapisten kaçtığı gibi, onlar da ondan kaçarlar.
Ey  oğul!  Emelini  kısalt.  Hırsını  azalt.  Namazını  vedâ  ediyormu   gibi  kıl.  Benim
huzûruma her eyiyle vedâla mı birisi gibi gel. Son kez geldiğinde kader eri irse bu da senin
hesâbında olan bir ey değil. Bir mü’minin, vasiyetini ba ının altına koymadan uyuması doğru
değildir. Cenâb(ı Hakk (CC) onu bir âfiyet içerisinde uyandırırsa bu ona mübârek olsun; aksi
halde ailesi onun vasiyetini bulsun, ona göre i lerini yapsınlar ve ona merhamet dilesinler.
Yemeğin  vedâ  edenin  yemeği  olsun.  Ailen  ile  vedâ  eden  bir  kimsenin  oturması  gibi  otur.
Arkada larınla,  dostlarınla  kar ıla man  vedâ  edenin  kar ıla ması  gibi  olsun.  Fermânı
ba kasının elinde olan kimse böyle nasıl yapmaz ki!
Đnsanlardan çok az kimse kendisine ne olacağını ve kendisinden ne vâki olacağını, ya
da ne zaman öleceğine muttalî olur. Bu bilgi onların kalplerinde gizli kalır. Sizin u güne i
gördüğünüz gibi, onlar da bu bilgiyi görürler, ama dilleriyle o bilgiyi açıklamazlar. Bu bilgiye
ilk muttalî olan “sır”dır. Sır bu bilgiyi kalbe, kalp nefs(i mutmainneye aktarır. Bu bilgi orada
gizlenir. Nefs(i mutmainne, bu bilgiye ancak tedip ve terbiyeden, kalbe  hizmet ettikten ve
onunla  birlikte  kâim  olduktan  sonra  muttalî  olabilir.  Bu  duruma  ancak  mücâhedelerden,
ma akkatlere katlanmalardan sonra ula ılabilir. Bu makâma ula an ki i yeryüzünde Cenâb(ı
Hakk’ın (CC) nâibi ve halîfesi olur. O artık sırların kapısıdır. Hakk’ın (CC) hazîneleri olan
kalp hazînelerinin anahtarları onun yanındadır. Bunlar halkın anlayacağı eylerin ötesindedir.
Bu  bilgilerden  açıklananlar,  sâdece  dağdan  bir  zerre,  denizden  bir  katre  mesâbesindedir.
Güne e göre bir lamba gibidir.
Allah’ım  (CC)!  Bu  esrâr  üzerindeki  kelamdan  dolayı sana  özür  beyan  ederim;  Sen
biliyorsun ki, ben bunda mağlûbum, mecbûrum. Bâzıları bundan özür dilemem gerekmediğini
söylediler,  ancak  ben  kürsüye  çıkınca,  sizler  benim  gözümden  kayboluyorsunuz,  gözümün
önünde çekinilecek, sakınılacak kimse kalmıyor.
Bu  kalp  sapasağlam  olunca,  düzelince  Cenâb(ı  Hakk’ın  (CC)  kapısının  önünde
kımıldamadan durur. Onun “tekvîn” (yaratma) çölüne, tekvîn vâdisine, tekvîn denizine dü er.
Bâzan onun kelâmıyla, bâzan himmetiyle, bâzan da nazarıyla mü erref olur. Allah’ın (CC)
fiili olur, nefsini terkeder. O fânî olur, Hakk (CC) bâkî olur. Sizden çok azınız buna inanır,
çoğu  da  bunu  yalanlar.  Buna  inanmak  “velâyet”tir,  bununla  amel  etmek  nihâyete  ula tırır.
Sâlihlerin ahvâlini ancak münâfık ve hevâsına binmi deccâl inkâr eder. Bu i ancak, önce
sağlam  bir  îtikat,  sonra  mârifetullâha  (Allah’ı  CC.  bilmeye)  ula tıran  hükümlerin  zâhiriyle
amel  etme  esâsı  üzerine  kurulmu tur.  Hüküm  onunla  halk  arasında  olur,  amel  ise  onunla
Rabbi  (CC)  arasında  olur.  Onun  zâhirî  amelleri  bâtınî  amellerine  nisbetle  dağda  br  zerre
misâlidir. Onun bütün uzuvları sükûna kavu sa da kalbi huzur bulamaz; ba gözü uyuyabilir,
ancak, kalp gözü uyuyamaz. O uyuduğu halde onun kalbi amel i lemeye, zikretmeye devam
eder.
Dünyâyı ne zaman tanıyacak, terkedecek ve bo ayacaksınız? Ne zaman karde inize
kar ı  hasedi,  onun  elindekini  ele  geçirme  kuruntularını  bırakacaksınız? Yazık  sana!  E i,
çocukları,  evi  ve  elindeki  dünyâlık  husûsunda  müslüman  karde ine  haset  ediyorsun!  Oysa
onlar onun için yaratılmı tır, sana onlardan bir nasip yok! Karde in için yaratılmı olan e in
dünyâda da âhirette de senin olmasını arzuluyorsun! Rızık bolluğu istiyorsun ama bu konuda
rızkının kıt olacağına dâir kalem geçti, kader yazıldı. Sen ancak bo eyin pe inden giden,
mahrum birisin. Çünkü sen payın olmayan  eyi talep ediyorsun.  Dünyâ talebi pe inde ne
kadar  ko acak  ve  daha  ne  kadar  hırs  göstereceksin? Dünyâdan  nasîbin  ancak  sana  taksim
edilen kadardır.
Allah’ım (CC)! Kalplerimizi gafletlerinden uyandır. Bizi sana uyandır. Sana hizmet
etmeyi bizlere muvaffak eyle. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem
azâbından bizi koru.”

14.Sohbet SUFĐLER
Hz. Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet olunmu tur: “Her sanat için ehlinden yardım
isteyiniz.”
73
 Đbâdet bir sanattır. Onun sâlih, gerçek, iyi bilen ehilleri ise amellerinde ihlâslı,
Allah’ın  (CC)  hükmünü  bilen  ve  uygulayan,  halk  ile vedâla mı ,  nefsinden,  malından,
yakınlarından  ve  bütün  mâsivâdan  kalp  ve  sır  ayaklarıyla  uzakla mı   kimselerdir.  Onların
bünyeleri ehirde halk arasında olsa da, kalpleri çöllerde ve ıssız yerlerdedir. Onlar kalpleri
terbiye oluncaya ve kalp kanatları kuvvetlenip semâya uçabilir bir hâle gelinceye kadar bu
halden vazgeçmezler. Böylece kaygıları azalır, kalpleri uçar ve Hakk (CC) katında olurlar.
Allah’ın  (CC)  u  âyette  belirtmi   olduğu  kimselerden  olurlar:  “Onlar  bizim  indimizde
“mustafâ”  (temizlenmi6,  seçilmi6)  imselerden  ve  “ahyâr”ndırlar  (hayırlı,  iyi
kimselerdendirler).”
74
 Sırrına  “emân” (emniyet)  kitabı verilip, kalbiyle kurtulu a erinceye
kadar  mü’minin  korkusu  gitmez.  Bu  çok  az  kimsenin  bileceği  bir  eydir,  halk  i lerinden
değildir.
Yazık sana, ey halkı 6irk ko6an! Arkasında oturanı olmayan kapıları daha ne kadar
çalacaksın? Kızgın olmayan, soğuk demiri daha ne kadar döveceksin? Aklın yok! Fikrin yok!
Tedbîrin  yok!  Yazık,  yazık!  Bana  yakla ,  benim  yemeğimden  bir  lokma  ye.  Benim
yemeğimden  tatmı   olsaydın,  ba kalarının  yemeğine  itlifat  etmezdin.  Hâlık’ın  (CC)
yemeğinden tatsaydın, kalbin ve sırrın halkın yemeğinden ho lanmazdı. Bu i kalplerde olur;
elbisenin,  derinin,  kemiğin  ötesindedir.  Đçerisinde  halktan  birileri  dola tıkça,  kalp  sıhhat
bulamaz, düzelemez. Kalpte zerre kadar dahi dünyâ sevgisi bulunduğu müddetçe îman sıhhat
bulamaz. Îman yakîne (kesin bilgiye), yakîn mârifete, mârifet de ilme dönü ürse, i te o zaman
sen Allah(ü Teâlâ (CC) için çabalayan bir kimse olursun. Zenginlerin elinden alır, fakirlere
verirsin. Mutfağın sâhibi olursun, rızıklar senin sır ve kalp elinden geçer.
Böyle olduğun müddetçe sana “kerâmet (ikram) yok, ey münâfık! Sen vera sâhibi,
zâhid, Allah(ü Teâlâ’nın (CC) hükmünü ve ilmini bilen bir eyh eliyle temizlenmedin. Yazık
sana!  Hiçbir  eyin  yok,  ama  bir  ey  istiyorsun!  Eline  hiçbir  ey  geçmez.  Dünyâ  bile
yorgunluklarla, çabalarla elde edilirken, Allah(ü Teâlâ’nın (CC) indindekini elde etmek nasıl
olur? Sen nerdesin, Allah(ü Teâlâ’nın (CC) kitâbında kendilerini “Geceleri çok az uyurlar ve
seher  vakitlerini  de  istiğfar  ile  geçirirler”
75
  eklinde  çok  ibâdetle  vasfettiği  kimseler
nerede?  Đbâdetteki  sadâkatleri  gerçekle ince  onların  ba larına  “uyandırıcılar”  konur;
uyandırıcılar,  onları  yataklarından  kaldırırlar.  Hz.  Peygamber  (SAV)  öyle  buyurmu tur:
                                                
73
 bak.: Aclûnî, Ke'fü’l hafâ, I/108 (no: 340).
74
 Sâd Sûresi, S. 47.
75
 Zâriyât S. A.17(18.
“Allah ü  Teâlâ  (CC),  Cebrâîl’e  (AS)  'öyle  buyurur:  ‘Ey  Cibrîl  (AS)!  Falancayı  kaldır,
falancayı da uyut’.”
Sûfîlerin Allah(ü Teâlâ’ya (CC) giden kalp adımları uyanınca, rüyâlarında uyanıkken
görmedikleri eyleri görürler. Onların kalpleri ve sırları uyanıkken görmedikleri eyleri görür.
Oruç  tutarlar,  namaz  kılarlar,  nefislerini  aç  bırakarak  mücâhede  ederler  ve  dünyevî
hedeflerden  yüzçevirirler. Her türlü ibâdette karanlıkları  gider, aydınlığa ula ırlar. Böylece
cenneti kazanırlar. Cenneti kazanınca onlara öyle denir: “Bundan sonra Hakk’ı (CC) talep
etmekten ba ka yol yok!” Artık amelleri kalpleriyle i lemeye ba larlar. Kalpleri O’na vâsıl
olduğunda ise orada sapasağlam durur, hayat bulur. Ne istediğini bilen kimse için Rabbine
(CC) itâat yolunda harcadığı gayret ve enerjinin bir önemi olmaz.
Mü’min, Rabbiyle (CC) mülâkî oluncaya kadar dâimâ yorgun olur. Bundan dolayı Hz.
Peygamber  (SAV)  öyle  buyurmu tur:  “Rabbiyle  (CC)  kar'ıla'ıncaya  kadar  mü’min  için
rahat  yoktur.”
76
  Yine  O’ndan  (SAV)  öyle  rivâyet  edilmi tir:  “Mü’min  vefat  edip  kabrine
konulduğu zaman Münker (AS) ve Nekir (AS) ona sorular sorar, o da cevap verir. Rûhuna,
Cenâb ı Hakk’a (CC) yükselmesi ve O’na (CC) secde etmesi için izin verilir. Onunla birlikte
bir  grup  melek  de  bulunur.  O  Rabbine  (CC)  mülâkî  olur.  Ondan  perdeli  olan  'eyler  ona
açılır. Sonra cennette sâlihlerin ruhlarının toplandığı yere götürülür. Onu kar'ılarlar, ondan
kendi  hâlini  ve  dünyâyı  sorarlar.  Bildiklerini  söyler.  Sonra  ona  derler  ki:  ‘Filanca  ne
yapıyor?’ Der ki: ‘O benden önce öldü!’ Derler ki: ‘O bizim yanımıza gelmedi! Lâ hevle ve lâ
kuvvete illâ billâhi’l aliyyi’l azîm! O, Cehenneme atılmı' olmasın?’ Sonra o cennette otlayan
ve  ar'ın  altında  asılı  bir  kandile  konan  ye'il  bir ku'un  kursağına  konur.”
77
  Đ te  bu,
mü’minlerin çoğunun kar ılanma eklidir. Allah’ın (CC) selâmı ve selâmeti onların üzerine
olsun  ve  Cenâb(ı  Hakk  (CC)  bizleri  de  onlardan  eylesin,  onlar  gibi  ya atsın,  onlar  gibi
öldürsün. (Âmin)
Ey  fakîrler!  Ey  türlü  türlü  musîbetlere  mübtelâ  olmu lar!  Ölümü  ve  ölümden
sonrasını  dü ünün.  O  zaman  fakirliğiniz  ve  müsîbetleriniz  size  hafif  gelir.  Dünyâya  ve
içindekilere vedâ etmek kolayla ır. Söylediklerimi dinleyin, çünkü bunu ben tecrübe ettim ve
bu yoldan ben geçtim. Sûfîler Rablerinin (CC) rızâsından ba ka bir ey gözetmezler. Onlar
cennetten kalktılar ve cennetin Hâlık’ının (CC) huzûrunda durdular.
Sâdece  Rablerinin  (CC)  rızâsını  ve  ho nutluğunu  istedikleri  için,  onların  yanları
yatakta  uzanmaktan  nefret  eder.  Onların  kalpleri  ile  ailelerinin  arası  ayrılmı tır.  Onların
                                                
76
 Ahmed b. Hanbel, el Müsned, “Zühd” hadîs no: 194.  
77
 Zebîdî, Đthâfü’s sâde, X/393, Lübnan(tsz.
ba ına deli(divâne eden i gelmi tir. Dükkanlarını kapatmı lardır. Çölleri ve sahrâları mesken
tutmu lardır.  Sükûnları  yoktur.  Onların  geceleri  gece  değildir,  gündüzleri  gündüz  değildir.
Yanları yataktan nefret eder. Kalpleri kızgın tavadaki tâne gibidir. Kalpleri ondan nefret eder
ve kaçar. Tefekkür tavasındaki tâne… Muhâsebede, münâka ada, münâzaada olan tâne… Đ te
akıllı,  zekî  ve  uyanık  olanlar  bunlardır.  Onlar  dünyâyı  da,  içindekileri  de  tanımı   olan
kimselerdir.  Onun  hîlelerini,  büyülerini,  sıkıntılarını  ve  onun  kendi  çocuğunu  bile
boğazladığını bilmi lerdir.
Sûfîlere  kalplerinden  nidâ  edilmi   ve  onların  yanları  da  yataktan  uzakla mı tır.
Sûretleri  duyduktan  sonra,  mânâları  da  duymu tur  onların.  Kafeslerle  birlikte  ku lar  da
duymu tur. Onlar Hakk’ın (CC) u kelâmını i itmi lerdir: “Bana muhabbet duyduğunu iddiâ
edip  de  gece  olunca  uyuyan  kimse  yalancıdır!”  Đ te bu  yoklamadan,  onlar  utanıp  mahcup
olmu lardır da, gecenin karanlığında Rablerinin (CC) huzûrunda dikilmi lerdir. O’nun (CC)
huzûrunda  ayaklarıyla  saf  tutmu lardır.  Gözya larını  yanaklarına  doğru  akıtmı lardır.  Kalp
adımlarıyla O’nun (CC) yanına girmi lerdir. O’nun (CC) huzûrunda havf(u recâ ayaklarıyla
durmu lardır; reddedilmekten korkarak, kabul edilme emniyetini umarak.
Ey kavim! Ey Sûfîler! Bu açık hükme hizmet edin. Allah’ın (CC) kitâbı ve Nebîsinin
(SAV)  sünneti  ile  amel  edin.  Amellerinizde  ihlaslı olun.  Sonra  O’nun  (CC)  lutuflarından,
ikramlarından, kurtulu larından göreceklerinizi bekleyin. Ey mahrumlar! Ey firârîler! Ey
sırtını dönmü6 gidenler! Buraya gelin. Ey kaçaklar! Geri dönün. Âfet oklarından kaçmayın.
Onlar vehimden ba ka bir ey değil. Sebatkâr olun! Onlara er olarak sizler yetersiniz. Sizin
ba ınıza sizden ba ka bir ey dü mez! Sıddıkların göğüsleri onlara kar ı kalkandır! Siz bu i in
ehli  değilsiniz.  Ne  siz  o  âfetler  içinsiniz,  ne  de onlar  sizin  için.  Sizler  seyircisiniz.  Sizler
tebeasınız.  Sizler  sâdece  bu  topluluğun  kalabalığını  artırıyorsunuz.  Bir  topluluğu
kalabalıklığını artıran onlardandır.
Mü’minin üç gözü vardır:
1 Ba6 gözü: Onunla dünyâya bakar. 
2 Kalp gözü: Onunla âhirete bakar. 
3 Sır gözü: Onunla da Cenâb(ı Hakk’a (CC) bakar.
Ba gözü dünyâ ile biter.
Kalp gözü âhiret ile biter. 
Sır gözü ise hem dünyâda hem de âhirette Cenâb(ı Hak (CC) ile berâberdir. Çünkü o
dünyâda da, âhirette de O’na (CC) bakar.
Bu  vasıfları  hâiz  bir  mü’min  ümran  bir  bölgede  olursa,  o  bölge  halkı  için  o  bir
rahmettir. <âyet orada böyle bir mü’min olmazsa, üzerine yukarıdan ip sarkıtsalar bile, orası
bölge  yerle  bir  olur.  Bunu  doğru  bilin  ve  buna  inanın.  Nebîleri  (AS)  ve  Resûlleri  (AS)
katleden, onlara ve Rablerine (CC) dü manlık eden câhiller gibi olmayın. Onlar rahmetten
uzakla tırılmı , perdelenmi , kovulmu kimselerdir.
Allah’ım (CC)! Benim ve u cemâ’atin tevbesini kabul eyle. Beni ve onları hidâyete
ula tır. (Âmin)
Ey  dünyâ  nîmetleri  ile  nîmetlenenler!  Çok  yakında  nîmetlerinizden  ayrılacaksınız.
<öyle diyen âir ne gizel demi : Ey Oğul: 
***
Söz dinle mümkün olduğunca. 
Bunu anlamazsan i te bu kayıptır, fevttir. 
Đstediğin kadar ye, istediğin gibi ya a, 
Her eyin sonu ölümdür, mevttir.
***
Çok  yakın  zamanda  malın  da  bitecek,  gözün  görmez  olacak,  aklına  halel  gelecek,
yemen içmen azalacak. Gözlerin can çeken eyler görecek, ama sen onları yiyemeyeceksin.
E in dostun, çoluğun çocuğun sana kızacak ve ölmeni isteyecekler. Üzerine gamlar, kederler
atılacak.  Dünyâ  senden  uzakla acak,  âhiret  sana  yakla acak.  <âyet  senin  sâlih  amellerin
olursa, o seni kar ılayacak ve seni bağrına basacak. Eğer böyle değilsen yerin kabir çukuru,
barınağın  cehennem  olacak.  Bunlar  bo   değil!  Hz.  Peygamber  (SAV)  öyle  buyurmu tur:
“Gerçek hayat âhiret hayâtıdır”
78
 ve bu sözü hem kendi kendine hem de Ashâbına (RA) kar ı
tekrar edip durmu tur. 
Önümde ilim öğrenin, ey câhiller!  Bana  uyun,  çünkü  ben  doğru  yola  götürürüm.
Beni  istediğini  iddiâ  ediyorsun  ama  neyin  var  neyin  yoksa  benden  gizliyorsun;  iddianda
yalancısın! Mürîdin, eyhinin kar ısında gömleği, külâhı, altını ve malı mülkü olmaz. Onun
sofrasından  yer.  Ne  emrederse  onu  yer.  O  onda  fânî olmu tur.  Onun  emrini  ve  nehyini
gözetler.  Çünkü  mürîd  bilir  ki,  eyhi  eliyle  olan  her  ey  Allah(ü  Teâlâ’dandır  (CC),  onun
lehinedir ve cesâretini artırmak içindir. Eğer eyhini itham edersen, onun sohbetine gitme.
Onun sohbetinin sana bir faydası dokunmaz. Hasta, doktora güvenmezse onun tedâvisinden
ifâ bulamaz.
                                                
78
 Buhârî, es Sahîh, “Fazâilü’s(Sahâbe” hadîs no: 3584.
Ey oğul! Mâlâyânî ile me gul olma; ilgilenmen gereken eyi kaçırırsın. Ba kalarının
hallerini,  ayıplarını  konu man  mâlâyânîdir.  Seni  ilgilendirmesi  gereken  kendi  hallerini
dü ünmektir.  Nefis,  hevâ  ve  heves  sâhibinin  bütün  konu ması  kendi  aleyhinedir,  lehine
değildir.  Tıpkı  gece  odun  toplayan  kimse  gibi:  Eline  ne  geçtiğini  bilemez.  Nefis  mutmain
olur, hevâ ve hevesin heyecânı dü erse, o zaman akıl ye erir, îman kuvvetlenir, sükûn gelir.
Hak  ile  bâtılı  temyîz  gücü  gelir.  O  kimse  bâtılı  tutup  atar,  hakkı,  gerçeği  konu ur.  Sonra
hüküm gelir, o da onunla amel eder. O’na (CC) tam “kul” olur. Emrinde ve nehyinde Resûle
(SAV)  itâat  eder.  Çünkü  O  (SAV)  Hakk’ın  (CC):  “O  (Peygamber)  (SAV)  sizi  neyden
nehyederse ondan uzak durun”
79
 buyruğunu i itmi tir. Bil ki, Resûlullâh (SAV) emirden ve
nehiyden ne getirdi ise bunlar umûma âmildir. Resûlullâh’ın (SAV) tâatlerdeki emirlerine
yapı ıp, hatâlardaki nehiylerinden kaçınan kimse “müslim” ve “müttakî” olur. Böyle bir ki i
daha da ileri giderse ârif(billâh, âlim(billâh olur. O sessiz, sâkin ve dikkat kesilmi tir, kalbine
gelen hitâbı dinlemektedir. Onun yanında dâimâ bir konu an vardır. O dâimî bir suskunluk ve
ferah içerisindedir.
Allah’ım  (CC)!  Bize  kurbiyetinin  lezzetini  tattır. Sana  güzel  duâlar  etmeyi,  seninle
sevinmeyi nasip et. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından
bizi koru.”

                                                
79
 Ha r S. A.7.
15.Sohbet ĐBADET TESLĐMĐYET NEFSĐ EMMARE
Halka kar ı zâhitliği sağlam olan ki iye halkın rağbeti de sağlam olur, düzgün olur.
Halk  o  ki inin  kelâmından  ve  ona  bakmaktan  istifâde  eder.  Eğer  bu  kalbin  halka  kar ı  ve
sırrın da kurbiyet hâriç Hakk (CC) katındaki her eye kar ı zühdü sağlam olursa, kurbiyet
öylesi kimselerin dünyâda dostu ve âhirette de arkada ı olur.
Eğer  sen  halka  Allah’ın  (CC)  ilmini  ve  O’nun  (CC)  mârifetini  öğretirsen,  onların
sıfatlarını görmezsin. Gözünde cin de, insan da, melek de kaybolur. Kalbin ba ka bir sıfatla
donanır. Böylece, sırrın da Âdemoğlunun özelliği olan vücût kabuklarından kurtulur. Hüküm
(ilim) gelir, üzerinde gömlek olur. Yeryüzünde sen kendi i lerinle, Rabbinin (CC) ve O’nun
(CC)  halkının  i leriyle  karı ır  gidersin.  Đlâhî,  rabbânî  bir  ilim  gelir,  sırrının  ve  kalbinin
üzerinde bir gömlek olur.
Manastırında, zâviyende cehâletle uzlete çekilme. Cehâlet ile uzlete çekilmek tam bir
fesattır. Bunun için Hz. Peygamber (SAV): “Önce dînîni iyice öğren, sonra uzlete çekil”
80

buyurmu tur. Yeryüzünde kendisinden bir eyler beklediğin, ya da bir eylerinden koktuğun
kimseler olduğu halde senin zâviyende inzivâya çekilmen uygun değildir. Allah(ü Teâlâ’dan
(CC) ba ka bir varlıktan korkman aslâ doğru değildir. Đbâdet âdeti terketmektir. Âdet ibâdete
dönü melidir. Dünyâ, âhiret ve halk ile alâkadar olmayı talep etmeyin. Cenâb(ı Hakk (CC) ile
alâkadar olun. Kendinize bo una süs vermeyin! “Tenkitçi” görüyor! Sizden sâdece huysuzluk
ve tartı ma çıkıyor. Siz ancak kendinize süs vermeyi biliyorsunuz; bunu bırakın. Bunu bir ey
sanmayın. Sizden ancak körüğe girmi ve fesattan temizlenmi ameller kabul edilir. Bu i i
kolay sanmayın!
Sizden pek çok kimse ihlaslı olduğunu iddiâ eder, halbuki onlar münâfıktır. Đmtihan
olmasaydı iddiâcılar çoğalırdı. “Hilim” (yumu aklık) iddiâ edeni biz gazap ile imtihan ederiz.
Cömertlik iddiâ edeni biz ondan bir eyler isteyerek imtihan ederiz. Her kim bir eyi iddiâ
ederse, biz onun zıddıyla o kimseyi imtihan ederiz.
Kul  dünyâyı  ve  âhireti  terkeder  ve  mâsivâdan  çıkarsa,  onun  kalbi  Rabbinin  (CC)
kurbiyetini, ihsânını ve lutfunu kazanır. Onu yeme, içme, giyinme derdi veyâ dünyâlık her
hangi bir sıkıntı almaz. Onun kalbi bunlarla i tigal etmekten uzaktır.
Yazık size, bedelsiz olarak bir 6eyler almayı istiyorsunuz! Böyle, elinize bir ey
geçmez;  bedelini  ödeyin,  malı  alın.  “Yorulan  kazanır”.  Dünyânın  hüznüne  ve  sıkıntısına
katlanın  ki,  âhiret  farahlığını  elde  edesiniz.  Peygamberiniz  Hz.  Muhammed  (SAV)  çok
hüzünlü idi. Dâimâ tefekkür hâlinde olurdu. Çok çok ibâdet etti de geçmi ve gelecek bütün
                                                
80
 bak.: Aclûnî, Ke'fü’l hafâ, I/278 (no: 1001)
hatâları affedildi. O, bâzan halk üzerinde, bâzan Hâlık (CC) üzerinde, bâzan da kendisinden
sonra ümmetinin ba ına gelecekler üzerinde tefekkür ederdi.
Hasan(ı  Basrî  (RA)  (v.  110/728)  evinden  dı arı  çıktığında  kabirden  fırlamı   gibi
görünürdü,  yüzünde  hüzün  ve  mücâhede  eseri  olurdu. Mü’min,  Rabbiyle  (CC)  mülâkî
oluncaya  kadar  hüznü  kendisine  huy  edinir.  Sûfîler,  kendilerine  halka  konu ma  izni
verilinceye kadar dilsizliği elden bırakmazlar. Bundan sonra halkın ve sâlih müridlerin arasına
karı arak onlarla sohbet ederler ve muratlarına ula mada onlara rehberlik ederler. Onlar tam
bir nâtık, hatip olurlar. Kalpleri halka meyledecek olursa, onlara Hakk’ın (CC) kıskançlığı,
kabzası ve yuları gelir. Özür dileyip tevbe edinceye kadar onların ardından kapılar kapatılır.
Tevbeleri gerçekle ince kapı onlara tekrar açılır ve kalpleri ile tekrar yakınla ırlar.
Ey kalpleri ölü olanlar! Ey dünyânın ve sultanları köleleri! Ey zenginlerin, pahalının,
değerlinin kulları! Benim yanımda ne i iniz var? Yazık sizlere! Bir buğday tânesinin değeri
bir dinar olsa bile beni ilgilendirmez. Mü’min, yakîni ve Rabbine (CC) tevekkülü kuvvetli
olduğu için rızık sıkıntısı çekmez. Kendini mü’minlerden saymayasın, onlardan ayrıl. Beni
sizin aranızda tutan ne yücedir! Ne zaman kanatlarım uzasa, kudret eli gelir ve onları budar.
Đlim kanadı ne zaman uzasa, hüküm makası gelir ve onu keser.
Sözlerimi  ve  nasîhatlerimi  dinleyin;  onlar  tevhîde götürür.  Evliyânın  ve  sıddıkların
sözüne  kulak  kesilin.  Onların  sözü  Allah(ü  Teâlâ’dan  (CC)  gelen  vahiy  gibidir.  Onların
konu ması  O’ndandır  (CC).  O’ndan  (CC)  emir  alırlar.  Onlar  âleme  ve  câhiller  üzerine
memurdurlar.  Sen  bo   bir  hevessin.  Sözlerini  kitaplardan  çıkarıyor  ve  konu manda  onları
kullanıyorsun. Kitapların kaybolsa ne yaparsın? Ya da onlar yansa? Ya da o kitabı ı ığında
okuduğun  lamba  sönse?  Ya  da  testin  kırılsa  ve  ondaki  su  dökülse?  Çakmakta ın,  kibritin,
pınarın hani nerede? Kim ilim öğrenir, öğrendikleriyle amel eder ve amellerinde de ihlaslı
olursa onun çakmağı da, pınarı da kalbinde olur. Onun kalbine Allah’tan (CC) bir nur olur.
Kendisini de, etrâfındakileri de onunla aydınlatır. Ey laklakın çocukları, ey telif edilmi kitaba
bağlı olanlar, ey ellerinde nefis ve hevâyı tutanlar! Bundan vazgeçin!
Yazık  sizlere!  Kaderle  çarpı ıyorsunuz  ama  öldürücü  darbeyi  siz  yiyorsunuz.
Tehlikeye  giriyorsunuz  ama  yazı  deği miyor!  Sizin  çabalamanızla  kader  ve  hüküm  nasıl
deği ir ki! Müslüman ve “müsellem” (selâmette) olun. Allah(ü Teâlâ’nın (CC): “Onlar ki,
âyetlerimize îman ettiler ve “müslüman” (teslim) oldular”
81
 buyruğunu i itmediniz mi?
Đslâm’ın hakîkati “istislâm”dır, yâni kendini teslim etmeye çalı maktır. Sûfîler, “niçin(nasıl”ı,
“yap(yapma”yı  unutarak,  kendilerini  Rablerinin  (CC)  önüne  atmı lardır.  “Havf”  (korku)
                                                
81
 Zuhruf S. A.69.
ayakları üzerinde dikildikleri halde her çe it tâati yerine getirirler. Bu sebepledir ki, Allah(ü
Teâlâ  (CC)  onları  öyle  vasıflandırmı tır:  “Verdiklerini  kalpleri  ürpererek  verirler.”
82

Emirlerime  yapı ırlar,  nehyettiklerimden  uzak  dururlar,  belâlarıma  sabrederler,  ihsanlarıma
ükrederler ve kalpleri benden ürperti ve korku içindedir.
Ey  dünyâya  ve  sıfatlarına  aldanmı6!  Yakında  safân  kedere  (sevincin  hüzüne),
zenginliğin  fakirliğe,  kuvvetin  zaafa  dönü ür.  Hiçbir  eyine  aldanma.  Zikir  meclislerine
sürekli  gitmeyi  ihmal  etme.  Đlmiyle  amel  eden  eyhlere  kar ı  hüsn(i  zan  besle.  Onların
dediklerine kulak ver.  Mürîdin eyhi ile birlikteliği sağlam olursa, eyh kalbindeki mârifet
taâmından ve arabından onu, ku un yavrusunu beslediği gibi besler.
Ey mürîdler!  Kalbinizden  halkı  çıkarıp  temizleyin  ki,  acâiplikleri  göresiniz.  Yarın
cennet ehline öyle denecek: “Cennete girin!” Bugün ise, Allah(ü Teâlâ (CC) hâs kullarının
kalbini dünyâdan, cennetten ve mâsivâdan fâriğ olduğunu görünce onlara öyle hitap eder:
“Kurbiyet cennetime istediğiniz zaman girin!”
Yazık  sizlere!  Rabbinize  (CC)  kar ı  çeki mesi  husûsunda  nefislerinize  muvâfakat
etmeyin.  Sizin  en  azılı  dü manınız  içinizdeki  nefislerinizdir.  Onu  ne  zaman  doyurmaya,
sulamaya, beslemeye kalkarsanız sizi yer, açgözlü, yırtıcı bir hayvan olur. Onun hazlarını ve
isteklerini kesin. Ona hakkını verin: Ona bir dilim ekmek parçası ve önünü arkasını kapatması
için bir elbise yeter. Bu zâten Allah(ü Teâlâ’ya (CC) itâatin de gereğidir. Ona de ki: “Allah(ü
Teâlâ’ya (CC) itâat edinceye, oruç tutuncaya, namaz kılıncaya ve tâat ve ibâdet husûsunda
emrettiğim eyleri yapıncaya kadar sana hakkını vermeyeceğim.” Onunla sıkı sıkı münâzara
et. Bu duruma devam edersen onun erri ölür, hayrı kalır. Đ te o zaman ona helalînden ve kâfî
miktarda  yedir.  Ondan  sakın  emin  olma;  nifâk  onun  merâkı  ve  zevkidir.  O  insanların
övgüsünü duymak için namaz kılar, oruç tutar, me akkatlere katlanır, mahfillerde zikir yapar.
Đyi  bilin  ki,  felâha  erdireni  göremeyen  felah  bulamaz.  Mü’min  kulun  kalbi  riyâ  ve  nifâk
pisliğinden temizlenince, onun iki rekatlik namazı, kalbini bunlardan temizlememi kimsenin
binlerce rekatlik namazından daha hayırlı olur.
Ey münâfık! Bütün nifâkın nefsindendir. Nefsini gıdâlarından kes ki, Hâlık’ına (CC)
boyun eğsin ve erri gitsin. Nefis, salah bulabilmek ve kendisine yükleneni ta ıyabilmek için
terbiye ve eğitim ister. O satın aldığın küçük bir taya benzer; küçük tay ne seni, ne de yükünü
ta ıyabilir. Onu terbiye edip, yava yava yük ta ımaya alı tırırsan, bir müddet sonra yükünü
de ta ır, seni de dağlarda, çöllerde gezdirir.
                                                
82
 Mü’minûn S. A.60.
Sen nefsine â ıksın. Ona muhâlefet edemiyorsun. Maamâfih, ölümün gelinceye kadar
o seni her gün istediği her yere götürür. Đtâat ve ibâdet etmeyi hep ileriye attın. “Bugün tevbe
edeceğim, yarın tevbe edeceğim, Rabbime (CC) ibâdet etmek için ileride zaman ayıracağım,
üzerimdeki hakları ileride ödeyeceğim, ileride öyle yapacağım, böyle yapacağım…” dedin
durdun.  Sen  bu  ba ıbo   aldatmacalar  içerisinde  iken  ya  ölüm  gelirse?  Ansızın  gelip  seni
götürürse?  Ondan  kurtulamazsın  ki!  Aleyhine  yük  olarak  günahların,  borçların  ve
mâsiyetlerin kalmaz mı?
Yazık sana! Dinar üstüne dinar biriktiriyorsun. Biriktirmenin sonu yok! Bütün bunlar
senin için birer akreptir, seni sokan yılandır. Dinar “dâr(ı nârdır (cehennemdir), dirhem dâr(ı
hemdir (sıkıntı kaynağıdır)”. Dünyâ me gûliyet yeridir, âhiret ise korku yeridir. Kul âhirete
gittiğinde ya cennete gidecektir, ya da cehenneme!
Ey oğul! Ne olduğunu bilmediğin eyi yeme. Haram lokma kalbi siyahla tırır. Harama
sabredemeyen  helâli  nasıl  yemez?  Ancak,  nefsi,  hevâsı  ve  eytanı  ile  sava an  muhârip
sabırlılar helal yer.
Allah’ım (CC)! Bize helal rızık ver. Haram ile bizim aramızı uzak et. Bize fazlından,
hayırından ve kurbyetinden rızık ver. Kalplerimizi, sırlarımızı ve bütün uzuvlarımızı helal ile
rızıklandır. (Âmin) “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından
bizi koru.”

16.Sohbet SUFĐLERE ZULMETMEK
Sûfîler âhirete nisbetle akıllı, dünyâya nisbetle delidirler. Kalp açısından akıllı, nefis
açısından  delidirler.  Onları  hakir  görmeyin.  Onlara  eziyet  etmeyin.  Onlara  zulmetmeyin.
Onlara yardım eden onlardandır.
Mü’minin zaferi geç gelir. Mü’min kendisine zulmedeni yere sermedikçe, ona kar ı
zafer  kazanmadıkça,  onun  cenâzesini,  malının  talan edildiğini,  mevkîsinin  dü manlarının
eline geçtiğini, yasaklarının câiz olduğunu (nâmusunun çiğnendiğini) görmedikçe ölmez. 
Hz. Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet edilmi tir: “Allah ü Teâlâ’dan (CC) ba'ka
yardımcısı  olmayan  ki'iye  zulmedildiğinde  Allah ü  Teâlâ  (CC)  'öyle  buyurur:  ‘Đzzetim  ve
celâlim hakkı için, daha sonra da olsa, sana mutlakâ yardım edeceğim’.”
83

Hakk’ı (CC) bulursan e yâyı ondan görürsün. Ne dü manın kalır, ne üzerinde hakkın
olan biri. Hakkını aramada Allah(ü Teâlâ’ya (CC) sığınırsan, kalbin cevher olur, sırrın da safâ
bulur.  Allah(ü  Teâlâ  (CC)  için  amel,  O’na  (CC)  itâat  ve  O’nu  (CC)  hakîkî  tevhîd  eden
kimseyi O (CC),  amelde sebeplere sarılmaktan  ve sebeplerle ilgilenmekten kurtarır.  Bütün
ahvâlinde hayırdan ba ka bir eyle kar ıla maz.
Allah’ım (CC)! Đ lerimizi üstlen! Bizi ne nefsimize, ne de yarattıklarından her hangi
birisine dayandır. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi
koru.”
                                                
83
 bak.: Tirmizî, es Sünen, “Cennet” 2, (Đstanbul(1992).
17.Sohbet  FAKĐRLERE YARDIM
Ey Allah’ın (CC) kulları! Akıllı olun. Ölmeden önce, mâbudunuzu tanımaya çalı ın.
Gece ve gündüz bütün ihtiyaçlarınızda O’nu (CC) kendinize vesîle edinin. Verse de, vermese
de  O’ndan  (CC)  istemek  bir  ibâdettir.  O’nu  (CC)  itham  etmeyin.  Đsteklerinizde  aceleci
olmayın. O’ndan (CC) istemekten usanmayın. O’ndan (CC) zül kademi üzerine (tevâzu ile)
isteyin. Đsteğinize cevap gecikirse O’na (CC) îtiraz etmeyin. O (CC) neyin hayrınıza olduğunu
sizden daha iyi bilir. Bu sözü dinleyin ve anlayın. Bu söz ile amel edin. Bu söz dosdoğru
yolun sözüdür. Tecrübe edilmi bir sözdür.
Siz yüzünüzden çektiğim hüzünlere vâh! Rabbinizi (CC) tanımadan nasıl ölürsünüz?
Yazık  size!  Kendisini  tanımadığınız,  kendisiyle  münâsebetiniz  bulunmayan,  konuk
etmediğiniz kimseye nasıl misâfir gidersiniz? Onun ziyâfetine nasıl katılırsınız? O’nunla (CC)
alı (veri te bulunun; kazançlı çıkarsınız. O’na (CC) gitmeden önce O’nun(CC)  yanında bir
eliniz  (mevkîniz)  olsun.  Fakirlere  ve  dü künlere  ikramda  bulunun.  Mallarınızdan  fakirlere
verip onlara yardım edin ki, O’nun (CC) katında  bir mevki edinesiniz. Eğer böyle yaparsanız
O (CC) size daha da cömert davranır, dünyâda ve âhirette daha güzelini verir.
Elinizdeki  mallar  sizin  değil;  onlar  size  birer  emânettir.  O  (CC)  sizinle  fakirler
arasında  ortak.  Sâhibi  varken  emâneti  mülkiyetinize  geçirmeye  kalkı mayın.  Sonra  onu
elinizden  alır.  Biriniz  bir  tencere  bir  yemek  pi irdiğinde  onu  tek  ba ına  yemesin;  ya
kom usuyla, ya evine gelen bir misâfir ile veyâ bir dilenci ile birlikte yesin.
Gücünüz  bir  eyler  vermeye  yetiyorsa,  dilenciyi  bo   çevirmeyin.  Onları  bo
çevirmeniz  nîmetin  elden  gitmesine  sebep  olur.  Hz. Peygamber’den  (SAV)  öyle  rivâyet
olunmu tur:  “Hiçbir  özür  olmaksızın  dilenciyi  kapısından  bo'  çeviren  kimsenin  kapısına
hafaza melekleri kırk gün uğramaz.” Yanınıza bir dilenci geldiğinde ona: “Allah (CC) sana
kolaylık versin. Allah (CC) sana yardım etsin…” gibi sözlerle duâ edin. Gücünüzün yettiği
kadar bir eyler vererek onu gönderin. Allah(ü Teâlâ’nın (CC) bir gün onun rızkını geni letip
sizin rızkınızı daraltacağından kim emin olabilir?
Yazık sana! Zerrece malı olmayan bir fakir değil miydin? Allah(ü Teâlâ (CC) sana
zenginlik verdi, hiç ummadığın kadar sana rızık ihsan etti. Sonra sana bir fakir gönderdi, sana
bah ettiğinden ona bir eyler veresin diye. Ve sen onu bo çeviriyorsun! Sana verdiği her eyi
çok yakında elinden alır. Sana tekrar fakirlik verir. Đnsanların kalbine senin hakkında katılık
ve sana sabretmeme duygusu ilkâ eder.
Allah’ım  (CC)!  Ölümden  önce  uyanıklık  ile,  ölümden önce  tevbe  ve  hidâyet  ile,
ölümden önce mârifet ile, ölümden önce kapına dönmek ile, ölümden önce kurbiyet evine
girmek  ile  bizleri  rızıklandır.  (Âmin) “Bize  dünyâda  da,  âhirette  de  güzellik  ver  ve
cehennem azâbından bizi koru.”
18.Sohbet MUHABBET TAKVA
Ey oğul! Tevhîd kılıcını eline al. Vera zırhını ku an. Sıdk ve irâde atına bin. Đhlâs
hamlen ile nefis, hevâ, heves, irk, eytan ve dünyâ üzerine hamleni yap. Zafer ve yardım
sana Allah (CC) katından mutlakâ gelecektir.
Sûfîler  nefislerini  hapsettiler.  Az  ile  yetindiler de,  çoğa  ula tılar.  Kendileri  için
hazırlanmı   elbisenin  kader  direkleri  üzerinde  asılı  olduğunu  gördüler.  Dünyevî  ve  uhrevî
nasipleri  kendilerine  gelinceye  kadar  eski  elbise  giymeye  sabrettiler.  Eğer  kalp,  Hakk’tan
(CC) gayrı her eye zâhid olursa mârifet sahrâlarına, ilim çöllerine dü er. Emân ve emniyet
evine  girer.  Âsîlerin  tasallutundan,  eytanın  tâkibâtından  ve  Rahmân’a  (CC)  muhâlefet
etmekten kurtulur.
Ey  aceleciler!  Sebat  edin.  Ey  isteklerinin  zamânından  önce  gelmesini  isteyenler!
Böyle  yapmayın. Hz. Peygamber (SAV)’in: “Acelecilik 'eytandan, sükûnet Rahmân’dandır
(CC).”
84
  buyruğunu  i itmediniz  mi?  <eytan,  durumları  bilmediği  için  insana  aceleci
davranmayı ve Rahmân’a (CC) isyan etmeyi emreder. Teennî (sükûnet) ise Rahmân’dandır
(CC), çünkü O (CC) kulun hayrına olan eyleri bilir. Allah(ü Teâlâ’yı (CC) seven kimsenin
O’na (CC) kar ı irâdesi kalmaz. Zîrâ muhibbin mahbûbuna kar ı irâdesi olmaz. Muhabbet
yemeğinden yiyen her muhib bunu bilir. Muhib, mahbûbunun yanında, efendisinin yanındaki
köle gibidir. Akıllı ve itaatkâr bir köle hiçbir eyde efendisine îtiraz ve muhâlefet etmez.
Yazık sana!  Sen  ne  muhibsin,  ne  de  mahbubsun.  Ne  muhabbet,  ne  de  mahbubluk
yemeğinden  yemi sin.  Muhib  sakınma  ve  sıkıntı  içerisinde  olur,  mahbub  ise  sâkin  olur.
Muhib  acı  içerisinde  olur,  mahbub  sükûnet.  Muhabbet  iddiâsındasın  ama  mahbûbundan
gâfilsin, uykudasın. Allah(ü Teâlâ (CC) bir kelâmında öyle buyurmu tur: “Bana muhabbet
iddiâsında bulunup da gece gelince uyuyan kimse yalancıdır.” Oysa muhibler ancak mecbur
kaldıkları  için  veyâ  sünnet  olduğu  için  uyurlar.  Hattâ  secdede  uyuyakalırlar.  Hz.
Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet olunmu tur: “Kul secdede uyuyakaldığı zaman Allah ü
Teâlâ  (CC)  meleklerine  onunla  övünür  ve  'öyle  der: Kulumu  gördünüz  mü?  Rûhu  benim
yanımda, bedeni huzûrumda bana itâatte.”
85
 O namazda iken uyku ona gâlip gelmi . O hâlâ
namazdadır;  çünkü  niyeti  namazda  olmaktı,  ama  uykuya  yenik  dü mü tür.  Cenâb(ı  Hakk
(CC) sûrete, ekle bakmaz, o niyete ve mânâya bakar.
Ârif âhirete kar ı zâhid olunca ona öyle der: “Benden uzak dur. Ben Cenâb(ı Hakk’ın
(CC) kapısının tâlibiyim. Seninle dünyâ benim nazarımda aynı. Dünyâ benim için sana kar ı
                                                
84
 Tirmizî, es Sünen, “el(Birru ve’s(Sıla” hadîs no: 2013.
85
 Đbn Hacer el(Askalânî, Telhîsu’l habîr, I/120, (Beyrut(1986).
perde  idi,  sen  de  Rabbime  (CC)  kar ı  perdesin.  Beni  O’ndan  (CC)  perdeleyen  hiçbir  eye
acımam.”
Bu  sözü  duyun;  bu  söz  “ilmullâh”ın  (Allah’ı  CC.  bilmenin)  ve  O’nun  (CC)
mahlûkâtından istediğinin özüdür –ki, bu Nebîlerin (AS), Resullerin (AS), Evliyânın (RA)ve
sâlihlerin hâlidir(.
Ey dünyânın ve âhiretin köleleri! Sizler ne Allah(ü Teâlâ’yı (CC), ne O’nun (CC)
dünyâsını, ne de âhiretini biliyorsunuz. Sizler duvar gibisiniz. Senin putun dünyâ. Senin putun
âhiret. Senin putun ehvetler ve zevkler. Senin putun halkın seni övmesi, methetmesi ve seni
benimsemesi. Allah(ü Teâlâ’dan (CC) gayrı her ey puttur. Sûfîler sâdece O’nun (CC) rızâsını
isterler.
Yazıklar olsun size! Kıyâmet size çok yakın. O med ve cezirdir. O biraz uyku, biraz
uyanıklıktır.  O  kabul  veyâ  reddir.  “Sabah  yakın  değil  mi?”
86
  Kıyâmet  günü  müttakîlerin
günüdür. O gün müttakîlere yardım günüdür. Müttakîlerin “ferah” (düğün, sevinç) günüdür.
Müttakîler,  halvetlerinde  ve  celvetlerinde,  darlık ve  bolluk  anlarında,  sevdikleri  ve
sevmedikleri eylerde Allah(ü Teâlâ’ya (CC) kar ı takvâ sâhibi olan, O’ndan (CC) sakınan
kimselerdir.  Onlar  Allah  (CC)  kulu  ve  erleridir.  Onlar  erler  ve  kahramanlardır.  Onlar
önderlerdir, reislerdir. Îmânın temeli ve binâsına onlardır sâhip olan. Açık olsun, gizli olsun
irkten ve nifaktan sakınırlar. Dünyâdan ve halktan yüzçevirirler. Nefsânî arzulardan nefret
ederler.
Allah(ü Teâlâ’ya (CC), O’dan (CC) gayrı her eyi terkeden kimseler ancak kurbiyet
kesbedelidir. Sen dünyâyı istiyor ve onun için çabalıyorsun, O’nun (CC) indindekine nasıl
ula acaksın? Bir ey infak edince elindekinin en değersizini veriyorsun. Oysa sâlihlerin önde
gelenlerinden  birisine  güzel  bir  yemek  gelince,  hizmetçisine:  “Bunu  falanca  fakirin  evine
götür” dermi .
Yazık sana! Zekat borcun olunca cebindeki en değersiz altını (parayı) çıkarıyorsun:
Bundan  utanmıyor  musun?  Veyâ  böyle  gerçek  altını  değil  de,  parçacıklarını  çıkarıyorsun!
Yanında  cevherler  varken,  gümü   çıkarıyorsun!  Yanında  bir  dinar  varsa  onu  birbuçuk
yapmaya  çabalıyor,  ama  i   fakirlere  gelince  azaltmaya  çalı ıyorsun!  Yanında  yemek  olsa,
onun lezzetsizini fakirlere veriyorsun, fakat kendine gelince en güzel yemekleri yiyorsun! Sen
nefsinin  kölesinin;  ona  muhâlefet  edemiyorsun,  sen hevâna,  eytanına  ve  kötü  akrânına
tâbisin.
                                                
86
 Hûd S. A.81.
Müttakîler,  a îretlerini  (yakınlarını)  binlerce  defâ  terketmi lerdir.  Bo a  yorulmayın,
Allah(ü  Teâlâ  (CC)  sizden  sâflık,  tertemizlik  dı ında  bir  ey  kabul  etmez!  Müttakîler,
sâhibinin  eliyle  hazırlanmamı   bir  sofraya  icâbet  etmezler;  onlar  murdarı  kabul  etmezler.
Dünyâyı ve halkı talep eden kimse murdardır, kirlenmi tir, sert ve pis çamurdur. Halkı ve
sebepleri irk ko mak necâsettir. Rabbimiz (CC) ancak ve ancak rızâsı için olanı kabul eder.
O (CC) irk ko anlardan müstağnîdir.
Akıllı olun ve sizi ilgilendirmeyen eyi konu mayın. Emrolunduğunuz eyle me gul
olun. Zamânınızı bo a harcamayın. Rabbinize (CC) kar ı takvâ sâhibi olun. O’na (CC) kar ı
takvâ  sâhibi  olanı  O  (CC)  korur  ve  yüceltir;  onu  kurbiyet  kapısına  ve  ebedî  güzel  hayâta
yüceltir. Onu perdelenmi likten yüce derecelere ve yıldızlardan yedinci kat semâya yüceltir.
Yakında  kıyâmeti  göreceksiniz.  Allah(ü  Teâlâ’nın  (CC),  diğer  insanlar  sıcaktan  ve
terden boğulurken, müttakîlerini ar ının gölgesinde nasıl ha rettiğini, onları üzerinde beyaz
balların  bulunduğu  sofralara  nasıl  oturttuğunu  göreceksiniz.  Oysa  bu  sofralara  oturmu
müttakîler halkın bu durumlarına da âhit olurlar: Bir topluluk cennete götürülür, bir topluluk
da  cehenneme  götürülür.  Cennetlikler  orada  otururlarken,  cennetteki  evleri  de  tam
kar ılarında durur. Hûrileriyle, gılmanlarıyla onlara görünür. Onlar cennete kavu madan önce
kendileri için hazırlanmı eyleri görürler.
Hiçbir  mü’min  yoktur  ki,  ölümü  ânında  basîreti  açılmasın;  o  cennette  kendisi  için
hazırlanmı   eyleri  görür,  hûrilerin  ve  vildanların  kendisine  i âret  ettiğini  görür.  Cennetin
güzellikleri  ona  ula ır.  Sekerât  ve  ölüm  hâli  güzelle ir.  Allah(ü  Teâlâ  (CC),  Firavun’un
hanımı Âsiye’ye yaptığını onlara da yapar. Firavun ona türlü türlü azaplar etmi ti. Ellerini ve
ayaklarını demir halkalarla bağlamı tı. Basîretinden (gözlerinden) perde kaldırıldı ve göğün
kapıları ona açıldı. Cenneti, içindekileri ve orada kendisi için bir binâ yapan melekleri gördü
de öyle dedi: “Rabbim (CC)! Benim için cennette bir binâ yap.”
87
 Ona denildi ki: “Đ te bu
senin için.” Gülüverdi. Bunun üzerine Firavun öyle konu tu: “Ben size dememi miydim, o
delidir, diye… Bakın, bu azap içerisindeyken bile nasıl gülüyor?”
Đ te bütün mü’minler böyledir; ölüm ânında Allah(ü Teâlâ (CC) katında kendileri için
olan  eyleri  görürler.  Onlardan  bâzıları  da  ölümden  önce  bunu  bilirler.  Bunlar  “müferrid”
(ibâdette öne geçmi ) murâd mukarreblerdir.
Cennet  için  amel  eden  kimsenin  ameli  amel  sayılmaz,  kabul  edilmez.  Allah  rızâsı
(CC) için amel edin. Oruçtan, namazdan ve bütün hayırlı fiillerden geri durmayın, ama ihlasla
birlikte…  Bu  zâhirî  emirleri  sapasağlam  yapın.  Đhlaslı  amel  sizi  ilim  vâdisine  götürür.
                                                
87
 Tahrîm S. A.11.
Rabbinizin  (CC)  kapısına  îman  ve  îkân  (yakîn)  ayaklarıyla  ko un.  Đ te  o  zaman,  gözlerin
görmediği, kulakların i itmediği ve hiçbir be erin kalbine gelmeyen eyi görürsünüz.
Ey kalpler! Beni dinleyin. Ey güzel konu6anlar! Beni duyun. Ey akıllılar! Beni
i6itin! Cenâb(ı Hakk (CC) çocuklara hitap etmez; O (CC) ancak akıllılara ve büyüklere hitap
eder.  Nefislere  hitap  etmez;  mü’minlerin  kalplerine hitap  eder.  O’nun  (CC)  kelâmını  ve
hitâbını dinleyin. Mü rikler O’nun (CC) hitâbına kar ı sağırdırlar.
Allah’ım  (CC)!  Gaflet  uykularımızdan  bizi  uyandır. Bütün  ahvâlimizde  bizim
üstümüzü ört; hayırda da, erde de üstümüzü ört. Bizimle Senin gayrın arasında bir muâmele
(alı veri ) olmasın. Ne övgü, ne yergi. Ne bir medih bizim gönlümüzü çelsin, ne de bir ayıp
bizi rezil etsin. Ne bundan, ne ondan, yâ Rabbi (CC)! (Âmin) “Bize dünyâda da, âhirette de
güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”

19.Sohbet ĐNAYET (HAKKIN YARDIMI)
Ben sizlerin çoğunu, er gördüğünde onu etrâfına yayıyor, hayır gördüğünde ise onu
gizliyor  görüyorum;  böyle  yapmayın.  Siz  insanların vekili  değilsiniz.  Bırakın  insanlar
Allah’ın (CC) “setri” (gizlemesi) altında kalsın. Đnsanları ellerinizden serbest bırakın. Onların
hesâbı Rabblerine (CC) âittir. Eğer Allah’ı (CC) bilseydiniz halka merhamet eder, ayıplarını
örterdiniz. Eğer O’nu (CC) bilseydiniz ba kalarını inkâr eder, sonra da O’nun (CC) gayrısını
O’nun (CC) vâsıtasıyla bilirdiniz. Eğer O’nunla (CC) muâmelede bulunsaydınız ba kasıyla
muâmelede bulunmaktan tiksinirdiniz. Eğer kalbiniz O’nun (CC) kapısını bilseydi, ba kasının
kapısından  dönerdi.  Nîmeti  O’ndan  (CC)  bilseydiniz,  O’na  (CC)  te ekkür  eder,  ba kasına
te ekkür  etmeyi  unuturdunuz.  O’ndan  (CC)  isteyin,  ba kasından  istemeyin.  O’nu  (CC)
“tevhîd  edin”  (birleyin)  ki,  birlenesiniz.  Birleyen  birlenir.  Talep  eden  ve  cehdeden  bulur.
Teslim olan ve teslîmiyet isteyen selâmet bulur. Muvâfakat eden muvâfakat bulur. Kaderle
münâzaaya giren kırılır, ölür.
Firavun kaderle münâzaa edip Allah(ü Teâlâ’nın (CC) ilmini (hükmünü) deği tirmek
isteyince, onu kırdı geçirdi. Onu denizde boğdu. Mûsâ (AS) ve Hârûn’u (AS) ona vâris kıldı.
Mûsâ’nın (AS) annesi, Firavun’un her doğan çocuğu öldürmekle görevlendirdiği cellatlardan
korkunca, Allah(ü Teâlâ (CC) ona çocuğunu denize bırakmasını ilham etti. Annesi Mûsâ (AS)
için çok korkuyordu. Ona öyle hitap edildi: “Üzülme, mahzun olma; biz onu sana tekrar
döndüreceğiz ve O’nu (AS) peygamberlerden biri yapacağız.”
88
 Korkma, kalbin güvensin,
sırrın sükûnet bulsun. Boğulacak ve ölecek diye korkma. Biz onu sana iâde edeceğiz. Onunla
senin fakirliğini zenginliğe çevireceğiz.
Bu i için bir sandık buldu, onun içine çocuğunu koydu, suya bıraktı. Sandık suyun
üzerinde, Firavun’un evine ula ıncaya kadar gitti. Oraya ula ınca onu Firavun’un câriyeleri ve
kızı  buldular.  Sandığı  açtılar,  içinde  küçük  bir  çocuk  olduğunu  gördüler.  Ondan  hepsi  de
ho landılar; onların kalplerine ona kar ı merhamet duygusu konuldu. Ba ına güzel kokular
sürdüler, giysilerini deği tirdiler. O câriyeler ve Firavun’un kızı için insanların en sevimlisi
oldu. Firavun’un yakınlarından onu kim gördüyse sevdi. Bu Allah(ü Teâlâ’nın (CC): “Onun
üzerine benden bir muhabbet ilkâ ettim (bağı6ladım)”
89
 buyruğunun mânâsıdır. Denir ki:
Mûsâ’nın (AS) gözüne kim baksa O’na (AS) muhabbet duyardı. Sonra Allah(ü Teâlâ (CC)
onu annesine iâde etti.  Mûsâ’yı (AS)  Firavun’un evinde ona rağmen  yeti tirdi. Firavun’un
O’nu (AS) öldürmeye gücü yetmedi.
                                                
88
 Kasas S. A.7.
89
 Tâ(Hâ S. A.39.
Rabbin  (CC)  kendisi  için  seçtiğini  kim  kesebilir?  Kim  öldürebilir?  O’nun  (CC)
koruması altında ve O’nun (CC) muhâtabı olan kimseyi kim boğabilir ki? Cenâb(ı Hakk’ın
(CC) muhabbet ettiği kimseye kim buğzedebilir? Hakk’ın (CC) yardım ettiği kimseyi bozguna
uğratmaya kimin gücü yetebilir? O’nun (CC) yücelttiğini yere çalmaya kimin kudreti vardır?
Allah(ü Teâlâ’nın(CC) tâyin ettiğini azletmeye kim güç yetirebilir? O’nun (CC) kurbiyetine
aldığı kimseyi oradan kim uzakla tırabilir?
Allah’ım (CC)! Kurb kapını bize aç. Bizi “mukarrebler”den (sana yakınla mı lardan)
eyle. Bizi sana itâat ve çokça ibâdet eden kimselerden eyle. Bizi senin askerlerinden eyle. Bizi
fazîlet sofrana oturt. Ünsiyet arâbından bize içir. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik
ver ve cehennem azâbından bizi koru.”

20.Sohbet KADERE RIZA BELAYA SABIR
Ey Allah’ın (CC) kulları! Zulümden kaçının. Çünkü o kıyâmet günü karanlık getirir.
Zulüm  yüzü  ve  kalbi  siyahla tırır.  Mazlumun  bedduâsından,  ağıtından  sakının.  Mazlumun
kalbinin  yanmasından  sakının.  Zîrâ  mü’min  kendisine  zulmedeni  yere  serinceye,  onun
ölümünü,  ocağının  söndüğünü,  evlâdının  tükendiğini,  malının  elinden  alınıp  velâyetinin
ba kasına intikal ettiğini görmedikçe ölmez.
Mü’min “kalp” olduğu zaman, ekseriyetle onun aleyhine hüküm vermemek gerekir.
Bilakis  onun  lehine  hüküm  verilir.  Đ ler  onun  aleyhine  değil  tersine,  lehine  kolayla tırılır.
Yükü  ağırla tırılmaz,  aksine,  kolayla tırılır.  Mahremiyeti  mubahla tırılmaz.  Küçük
dü ürülmez. Zâlimlerin eline teslim edilmez.
Đçinizden üzerinde günah kalıntıları olan çok az kimse vardır ki, onlar türlü âfetler,
türlü belâlar ile temizlenirler. Bu durum onları âhirette ula ılamayan derecelere ula tırır. Size
dü en  kazâya  rızâ  göstermek,  hükümleri  yerine  getirmek  ve  sıkıntıda,  rahatlıkta,  her
hâlükârda sâlih amele sarılmaktır. Đ te o zaman nefret ettiğiniz eyi seversiniz. Sâlihlerden biri
öyle  demi tir:  “Allah(ü  Teâlâ’nın  (CC)  kazâsına  rızâ  göstermeyenin  ahmaklığına  devâ
yoktur: Đstese de istemese de kader gerçekle ecektir!”
Yazık sana! Ey kaderinden dolayı Allah(ü Teâlâ’ya (CC) îtiraz eden, bo u bo una
hezeyanlar, saçmalıklar  yapma! Kaderi deği tirecek bir kimse  yoktur. Onu bertaraf edecek
kimse yoktur. Teslim ol ki, rahat edesin. <u geceyi ve gündüzü geri döndürmen mümkün mü?
Gece geldiği zaman gelir; sen istesen de, istemesen de. Gündüz de aynen böyle. Her ikisi de
sana  rağmen  gelir.  Fakirlik  gecesi  geldiği  zaman  teslim  ol  ve  zenginlik  gündüzünü  bekle.
Hastalık  gecesi  geldiği  zaman  teslim  ol  ve  sıhhat  gündüzünü  bekle.  Sevmediğin  bir  gece
geldiğinde teslim ol ve sevdiğin gündüzün gelmesini bekle. Hastalık, rahatsızlık, fakirlik ve
hayal  kırıklığı  gecelerini  müsterih  bir  kalp  ile  kar ıla.  Allah(ü  Teâlâ’nın  (CC)  takdîrini,
kazâsını ve kaderini reddetme, sonra helâk olursun, îmânın gider, kalbin kederlenir, bulanır ve
sırrın ölür.
Allah(ü Teâlâ (CC) bir vahyinde öyle buyurmu tur: “Ben o Allah’ım ki (CC), benden
ba'ka ilah yoktur. Kaderime teslim olan, belâma sabreden ve verdiğim nîmetlere 'ükredenin
ismini indimde ‘sıddık’ diye yazarım ve onu sıddıklarla berâber ha'rederim. Kaderime teslim
olmayan, belâmâ sabretmeyen ve verdiğim nîmetlere 'ükretmeyen kimse benden ba'ka bir rab
arasın!”
90
 Kadere râzı olmazsan, belâya sabretmezsen, nîmetlere ükretmezsen, senin rabbin
yoktur! O’ndan (CC) ba ka rab ara. O’ndan (CC) ba ka Rab yoktur ki!
                                                
90
 Heysemî, Mecmau’z zevâid, VI/207.
Kaderi  kabullenirsen,  acısıyla  tatlısıyla  kaderi,  hayrın  ve  errin  Allah’tan  (CC)
olduğuna  inandığın  vakit,  senin  ba ına  ne  gelirse  gelsin,  endi elenme;  gayretin  ve
taleplerinden dolayı dü tüğün hatâlar sana musîbet getirmez. Îmanda tahkîke ula tığın zaman
velâyet  kapısına  gelirsin.  Đ te  o  zaman  O’na(CC)  kulluğu  sapasağlam  gerçekle tirmi   olan
“ricâlullâh”tan (Allah CC. erlerinden) olursun.
Velîliğin alâmeti, her hâlinde Allah(ü Teâlâ’ya (CC) muvâfakat göstermektir. Velînin
muvâfakatı, emirleri edâ etmek ve nehiylerden kaçınmakla birlikte “niçin”siz ve “nasıl”sız
olur. Ho , dâimâ O’nun (CC) sohbetinde (yakınlığında) olursun. Böyle birisi sırtı olmayan bir
göğüs  olur.  Uzaklığı  olmayan  yakınlık  olur.  Bulanıklığı  olmayan  bir  “safâ”  (uruluk)  olur.
<erri olmayan bir hayır olur.
Ey oğul! “Müslim” (müslüman) olmayı sağlamla tırmadan, ibâdet ve emirleri yerine
getirmeden  nasıl  “mü’min”  (îmanı  kalbine  iyice  yerle mi   kimse)  olursun?  Îmânı
sağlamla tırmadan nasıl “îkân” (tereddütsüz îman) sâhibi olursun? Îkânı sağlamla tırmadan
nasıl  bir  ârif,  bir  velî  ve  bir  bedel  olursun?  Mârifet,  velâyet  ve  bedel  olma  ilmini
sağlamla tırmadan  nasıl  nefsinden  fânî  ve  O’nunla  (CC)  vücut,  varlık  bulmu   bir  muhib
olursun? Kitap ve sünnetle emrolunduğun ve sen de onların ahkâmını  yerine getirmediğin,
onlara  ittibâ  etmediğin  halde  kendini  nasıl  “müslim”  (müslüman)  diye  adlandırabilirsin?
Allah(ü Teâlâ’yı (CC) talep eden O’nu (CC) bulur. O’nun (CC) uğrunda mücâhede edene O
(CC) hidâyet  yolunu  gösterir.  Zîrâ O (CC) Kitâb(ı Kerîm’inde öyle buyurmu tur: “Bizim
uğrumuzda mücâhede edenlere, biz hidâyet yollarımızı gösteririz. Muhakkakki, Allah
(CC) ihsan
91
 sâhipleri ile berâberdir.”
92

O (CC) zâlim de değildir, zulmü de sevmez. Hele hele kullarına hiç de zulmetmez. O
(CC) kar ılıksız olarak ihsân eder, bağı ta bulunur. Kar ılık olunca kimbilir ne yapar? O (CC)
ânı  yüce  olan  Allah(ü  Teâlâ  (CC)  öyle  buyurmu tur:  “Đyiliğin  kar6ılığı  iyilik  değil
midir?”
93
 Dünyâda amelini güzel yapana Allah (CC) dünyâda da, âhirette de ihsanda bulunur.
Sizi  O’na  (CC)  itâatten  ve  tevhidden  alıkoyan  ancak  günahlarınız,  cehâletiniz,
dindarlığınızın  haraplığı  ve  mahrûmiyetinizdir.  Yakında  pi man  olursunuz.  Kur’ân’ın
âyetlerini kalp kulaklarınızla dinleyin. Her kapıdan O’na (CC) ko un. Bütün kapıları terkedin,
O’nun (CC) kapısına sarılın. O (CC) zararları defeder. O (CC) muztarip kimse duâ ettiğinde
icâbet  eder,  kar ılık  verir.  O’na  (CC)  kar ı  sabırlı  olun  ki,  hayrı  göresiniz.  Size  icâbet
                                                
91
 Sözlük anlamı iyilik etmek, yardımda bulunmak, bir i i güzelce yapmak anlamlarına gelen “ihsân” kavramı,
Hz.  Peygamber  (SAV)  tarafından  “Allâh’ı  (CC)  görüyormu'  gibi  O’na  (CC)  kulluk  etmek”  eklinde
açıklanmı tır. (Bk.: Buhârî, es Sahîh, “Îmân” 37, Đstanbul(1992; Müslim, es Sahîh, “Îmân” 5, 7, (Đstanbul(1992)
92
 Ankebût S. A.69.
93
 Rahmân S. A.60.
ettiğinde O’na (CC) ükredin. Đcâbet geciktiğinde ise O’na (CC) kar ı sabırlı davranın. Cesur
olmak sabretmektir.
Ey zararları ve belâları defeden! Zararlarımızı ve belâlarımızı defet. Muhakkak ki,
Sen muztarip biri Sana  duâ ettiğinde ona icâbet edersin.  Ey istediğini  yapan! Ey  her eye
kâdir  ve  kadîr  olan!  Ey  her  eyi  bilen!  Sen  muhtaç olduğumuz  eyleri  en  iyi  bilensin.
Đhtiyaçlarımızı gidermeye kâdir olan da Sensin. Ayıplarımızı ve günahlarımızı Sen biliyorsun.
Onları setretmeye ve affetmeye kâdir olan yine Sensin. Bizi senden ba kasına gönderme. Bizi
ba kasına  bırakma.  Bizi  Senin  kapından  ba ka  kapıya  yöneltme.  Bizi  Senden  ba kasına
yollama. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
(Âmin)

21.Sohbet ZĐKĐR (CENABI HAKKI UNUTMAMAK)
Ey  cemâat!  Rabbinize  (CC)  ibâdetinizi  artırın,  uzatın.  Çünkü  O  (CC)  kendisine
samîmiyetle,  çokça  ibâdet  edenleri  övmü tür.  Hz.  Peygamber  (SAV)’den  öyle  rivâyet
edilmi tir: “Kulun Rabbi için namaz kılarken kıyâmı uzadığında, kurumu' yaprakların 'iddetli
rüzgârın  estiği  günde  ağaçtan  yere  serpildiği  gibi günahları  kendisinden  dökülür.”
94
  Kul,
Allah’a (CC) itâatinde ne kadar samîmî olursa günahları o derecede zâhirinden ve bâtınından
dökülür. Kalbi nurlanır. Sırrı safâ bulur.
Ey  oğul!  Sahih  ol  ki,  fasih  olasın.  Halvetinde  sahih  ol  ki,  celvetinde  fasih  olasın.
Dünyâda sahih olursan,  âhirette Allah’ın (CC) huzûrunda konu mada fasih olursun. <efaat
eder ve efaat edilirsin. Seni yarattıklarından istediğine kendi izni ve emriyle efaatçi kılar.
Senin ba kalarına efaat etmeni sana bir ikram olsun diye ve indindeki değerini göstermek
açısından  kabul  eder.  Rabbin  (CC)  ile  arandaki  i lerde  sahih  ol  ki,  halkını  eğitmede  fasih
olasın. Halka bir terbiyeci, bir öğretici olasın.
Yazık sana! Bu makamda oturuyorsun, insanlara vaaz ediyorsun ve sonra da onlarla
berâber  gülüyorsun,  komik  fıkralar  anlatıyorsun;  zararı  yok,  ne  sen  felah  bulursun,  ne  de
onlar! Vâiz bir ilim öğreticisidir, bir edep öğreticisidir, vâiz bir öğretmen ve bir eğitmendir.
Dinleyiciler  çocuk  gibidir.  Çocuklar  kendilerine  sert  davranılırsa,  asık  surat  gösterilirse
öğrenirler. Ama onlardan çok az kimse de vardır ki, Allah(ü Teâlâ’nın (CC) kendilerine bir
mevhibesi, bir mevhibesi (bağı ı) olarak bunun tersi metotla öğrenirler.
Ey sûfîler!  Dünyâ  fânîdir.  Dünyâ  ayak  bağı,  hüzün,  sıkıntı  ve Rabbinize  (CC)  bir
perdedir. O’na (CC) ba gözlerinizle değil, kalp gözlerinizle bakın. Kalp gözü mânâya bakar,
ba gözü ise sûrete bakar. Mü’min her eyiyle Allah(ü Teâlâ (CC) içindir, onda halk için bir
zerre dahi olamaz. O zâhiriyle de, bâtınıyla da  O’nunla (CC) berâberdir. Hareketi O’nadır
(CC), sükûnu O’nun (CC) içindir. Ancak O’nunla (CC) hareket eder, ancak O’nunla (CC)
sükûn eder. Mü’min O’ndandır (CC), O’nunladır (CC), O’nun (CC) içindir. Mü’mini kısmeti,
o habersiz olduğu halde gelir ve onun kapısını  bulur. Ona  gelir ve onun hizmetini bekler.
Sizin ise bütün me gûliyetiniz kısmetinizin sırtına atlamak ve ona kar ı harîs olmak.
Ölümü ve sonrasını unuttunuz. Cenâb(ı Hakk’ı (CC) unuttunuz. O’nu (CC) sırtınızın
arkasına attınız. O’dan (CC) yüzçevirdiniz ve dünyâya, halka ve sebeplere sarıldınız. Sizden
pek  çok  kimse  dünyâya  ve  dirheme  tapıyor.  Hâlık’a  (CC)  ve  Rezzâk’a  (CC)  kulluğu
terkediyor. Bütün bu hastalıklar nefislerinizdendir. Onu, kuru yiyeceklere ve bir yudum suya
râzı olup, ondan emin oluncaya kadar mücâhede hapishânesinde hapsetmeli ve gıdâlarından
                                                
94
 bak.: Ahmed b. Hanbel, el Müsned, V/179.
mahrum bırakmalısınız. Bunlar bile onun zevkleridir. Eğer onu türlü zevkleriyle beslerseniz o
zaman sizi de yer. Tıpkı u sözdeki gibi olur: “Köpeğini beslersen seni yer.” Allah(ü Teâlâ
(CC) onun hakkında: “Muhakkakki, nefis kötülüğü emrecidir, Rabbimin (CC) merhamet
ettiği müstesnâ”
95
 diye buyurmu ken, nefisten ne hayır beklenir?
Ey  sûfîler!  Hakk’ı  hatırlayın  ve  zikredin.  Zîrâ  ancak  “lüb”  (gönül)  sâhipleri  O’nu
(CC)  hatırlar.  Sûfîler  gönül  sâhibidirler.  Onlar  dünyâyı  anlamı lardır  da,  ona  kar ı  zâhid
olmu lardır. Sonra da âhireti anlamı lar ve ona dalmı lardır, tâ ki, âhiret ağaçları onlar için
bitmi ,  büyümü tür.  Âhiretin  nehirleri  onlar  için  akmı tır.  Uyku  hâlinde  olsun,  uyanıklık
hâlinde  olsun  onda  yer  edinmi lerdir.  Cenâb(ı  Hakk’ın  (CC)  mubabbeti  onlara  gelince,
âhiretten kalkmı lar, oradan sefer etmi ler ve oradan göçmü lerdir. Kalplerini kuvvetlendirip,
Rablerinin(CC)    kapısına  doğru  yönelmi lerdir.  Ba ka  bir  ey  değil,  sâdece  O’nun  (CC)
rızâsını umanlardan olmu lardır. Bu topluluğu tebrik edin. Onlara kar ı samîmî olun. Onlara
hizmet edin. Onları iyi tanıyın. Onların sohbetinde edepli olun. 
Allah’ım  (CC)!  Bizi  her  hâlimizde,  sana  ve  sâlih  kularına  kar ı  güzel  edeple
rızıklandır. “Bize  dünyâda  da,  âhirette  de  güzellik  ver  ve  cehennem  azâbından  bizi
koru.”
                                                
95
 Yûsuf S. A.53.
22.Sohbet ÖLÜMÜ DÜRÜNMEK
Kahrolasın,  ey  dünyânın  kulu,  ey  halkın  kulu!  Ey  gömleğin,  sarığın,  dinarın,
dirhemin,  övgünün  ve  yerginin  kulu!  Yuh  sana!  Her  eyin  dünyâ  için.  Her  eyin
Rabbinden (CC) ba kası için. Halvette ve celvette O’nunla (CC) berâber olma zevkin nerede?
Halbuki, O (CC) seni sâdece kendisine ibâdet etmen için yaratmı tır. Aklı, gönlü, kalbi ve
bilgisi  olan  kimse  Rabbine  (CC)  ibâdet  eder.  Önemli  i lerinde  O’na  (CC)  yönelir.  Aklı
olmayan kimse ise böyle davranmaz; onun kalbini dünyâ sevgisi ve halk kaplar.
Sizden  çoğu  zâhiriyle  müslüman  olduğunu  iddiâ  eder,  fakat  kâfirlerin  u  sözlerini
söyler: “Bizim için hayat sâdece bu dünyâ hayâtından ibârettir; ölürüz ve diriliriz. Bizi
“dehrden” (zamandan) ba6ka bir 6ey de öldürücü değildir.”
96
  Kâfirlerin  çoğu  bu  sözü
söyler, sizden de böyle söyleyenler çoktur. Onlar bunu gizlerler, ama kendilerinden sâdır olan
fiillerle  böyle  söylerler.  Onların  benim  katımda  bile  sivrisinek  kadar  değerleri,  kıymetleri
yokken  Hakk  (CC)  katında  nasıl  olur?  Akılsızdır  onlar.  Zararı  ve  faydayı  ayırdedecek
kâbiliyetleri yoktur onların.
Ey  Allah’ın  (CC)  kulları!  Ölümü  ve  ölümden  sonrasını  dü ünün.  Cenâb(ı  Hakk’ı
(CC),  halkı  üzerindeki  tasarrufunu,  rubûbiyetini  ve  azametini  dü ünün.  Ailenizden  yalnız
kaldığınızda, gözler uyuduğunda siz bunları dü ünün. Kalp, Allah(ü Teâlâ (CC) için düzelip
sapasağlam olunca, Allah(ü Teâlâ (CC) o kalbi alı veri le, sebeplere sarılmayla uğra tırmaz.
Onu  diğerlerinden  ayırır,  kurtarır.  Dü tüğü  yerden kaldırır.  Kapısının  önüne  oturtur.  Lutuf
denizinde uyutur.
Ey Rabbinden (CC) yüzçeviren! Toz duman kalktığında göreceksin. Eğer O’na (CC)
dönmez, O’na (CC) yönelmez ve uyanmazsan, evinin haraplığını, Hakk’ın (CC) seni tutup
yakalayıvermesini yakında göreceksin.
Yazık sana! Đslâm gömleğin paramparça. Îman gömleğin pislik içinde. Îmânın çıplak.
Kalbin câhil. Sırrın bulanık. Sadrın Đslâm’a açılmamı . Bâtının harap, ama zâhirin mâmur.
Sayfaların simsiyah. Sevdiğin dünyâ seni terkediyor. Kabir ve âhiretin yakla ıyor. Uyan, çok
yakında gideceğin yer konusunda dikkatli ol! Sonra bu mümkün olmayabilir. Belki de ölümün
bugün, hattâ imdi gerçekle ecek. Seninle emellerin arasına duvar konacak.
Ne istediğini bilene, harcadığı az ve hafif gelir. Muhabbette sâdık olan, mahbûbundan
ba kasıyla berâber duramaz. Halktan biri: “Biz “Orada nefislerin çektiği ve gözlerin zevk
aldığı 6eyler vardır”
97
 âyeti ile cennet hakkında haberdâr olduk, bunun bedeli nedir?” diye
                                                
96
 Câsiye S. A.24.
97
 Zuhruf S. A.71.
sorarsa  ona  deriz  ki:  “Allah  (CC),  mü’minlerden  canlarını  cennet  mukâbilinde  satın
aldı.”
98
 Nefsi ve malı teslim et ki, onlar senin için olsun.
Ba ka  biri  de  öyle  diyebilir:  “Ben  sâdece  O’nun  (CC)  rızâsını  gözetleyenlerden
olmak  istiyorum.  Kalbim  kurbiyet  kapısını  gördü.  O kapıdan  içeri  giren  ve  dı arıda  olan
muhibler bana gösterildi. Onların üzerinde Melik’in elbisesi var. O kapıdan içeri giri in bedeli
nedir?” Ona deriz ki: “Her eyini harca, ver.  Zevklerini, istek ve arzularını terket. Bu i te
kendinden fâni ol. Cenneti ve içindekini terket. Nefsi, hevâyı, hevesi bırak. Dünyevî ve uhrevî
arzu  ve  isteklerde  yüzçevir.  Her  eyi  terket  ve  kalbinin  arkasına  at.  Sonra  içeri  gir.  Đ te  o
zaman  gözlerin  görmediği,  kulakların  i itmediği  ve hiçbir  be erin  kalbine  gelmeyen  eyi
göreceksin.
[Allah’ım  (CC)!  “Bize  dünyâda  da,  âhirette  de  güzellik  ver  ve  cehennem
azâbından bizi koru.” (Âmin)


                                                
98
 Tevbe S. A.111.
23.Sohbet TEVECCÜH (HAKKA YÖNELMEK)
Ey oğul!  “  ‘Allah (CC)’, de, sonra da onları terket.”
99
  De  ki:  “Beni  yaratan  beni
hidâyete eri tirir.” Ey dünyâya kar6ı zâhid olan! Eğer kalbin âhirete tâlip olarak dünyâdan
ayrılmı sa, de ki: “Beni yaratan beni hidâyete eri tirir.” Ve sen de, ey Cenâb(ı Hakk’ı (CC)
dileyen, O’na (CC) yönelen, O’ndan (CC) ba ka her eye zâhid olan kimse! Eğer senin de
kalbin Mevlâ’yı (CC) tâlip olarak cennet kapısından çıkarılırsa sen de de ki: “Beni yaratan
beni hidâyete eri tirir.” Yol harâmîlerinden onun hidâyetine sığın.
Ey  sûfîler!  Bana  icâbet  ediniz.  Zîrâ  ben  Allah(ü  Teâlâ’nın  (CC)  dâvetçisiyim.
Kalbinizle yaratıcınıza dönün. Çok yakında hepiniz öleceksiniz. O’na (CC) giden tevbe ve
özür kapılarını aralayın. O’nu (CC) gözetleyin. Bilin ki, O (CC) sizin her eyinize muttalîdir.
O  (CC)  gözetleyendir,  yakındır,  âhiddir,  mü âhiddir.  O’nun  (CC):  “Üç  ki6inin  kendi
aralarında  gizli  konu6ması  olmasın  ki,  O  (CC)  onların  dördüncüsü  veyâ  be6  ki6inin
altıncısı  olmasın.  Veyâ  bundan  çok  veyâ  az  olsun,  nerede  olurlarla  olsunlar  O  (CC)
onlarla berâberdir”
1
 buyruğunu i itmediniz mi?
O’nun (CC) zikir yemeğinden yeyin. O’nun (CC) ünsiyet arâbından için. O’nun (CC)
kurbiyeti  ile  zenginle in. Ey  kalpleri  ölüler!  Ey  “ribâ”  (fâiz)  üzerinde  oturanlar!
Boğulmadan  önce  kalkın.  Helâk  olmadan  önce  kalkın. Ey  “med”  (ileri  gelme)  yerinde
oturanlar! “Cezir” (geri çekilme) gelmeden önce kalkın. Kalkın! Su ayaklarınızın altına ula tı.
<irk bölgesinden tevhîd bölgesine gidin.
Ey  Rabbimiz  (CC)!  Bizi  râzı  olduğun  caddede  tut.  “Hidâyet  bulduktan  sonra
kalplerimizi saptırma.”
1
 Kalplerimizi Hak’tan ba ka eye meylettirme. Onları senin kitâbına
ve nebîn Muhammed (SAV)’in sünnetine ittibâdan ve onlarla amel etmekten çıkarma. Bizi,
daha  önce  geçmi   olan  Nebîlerin  (AS),  Resullerin  (AS),  ehitlerin  ve  sâlihlerin  yolundan
çıkarma.  Ruhlarımızı  onların  ruhlarıyla  berâber  eyle.  Bizi  âhiretten  önce,  dünyâda  iken
kurbiyet evine al. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi
koru.”

                                                

102
 En’âm S. A.91.
103
 Mücâdele S. A.7.
104
 Âl(i Đmrân S. A.8.
24.Sohbet KURBĐYET (CENABI HAKKA YAKINLIK)
Ey  oğul!  Muhibler,  eğer  kıyâmet  günü  cennete  girmekten  kaçınmanın  bir  yolunu
bulsalar, oraya girmezler. Çünkü onlar derler ki: “Biz cenneti ne yapalım? Biz Hâlık’ı (CC)
isteriz. Biz sun’u (e yâyı) ne yapalım? Biz Sâni’i (Yaratıcıyı) isteriz. Biz tekvîni (varlığı) ne
yapalım?  Biz  Mükevvin’i  (Vareden’i)  isteriz.  Biz  hâdisi  (sonradan  olanı)  ne  yapalım?  Biz
Kadîm’i (Evveli Olmayan’ı) isteriz.
Đ te bu kalp, eğer sahih, sapasağlam olursa, böylesi sıfatlarla mücehhez olursa, Cenâb(
ı Hakk’a (CC) kurbiyet de kazanır. Kalbin dünyâyı ve halkı terketmesi sağlam olursa, onun
kurbiyeti de o derece sahih ve sağlam olur.
Sana  yazıklar  olsun!  Ben  küçüklüğümden  u  ânıma  kadar  Hakk  (CC)  kapısında
duruyorum.  Oysa  sen  onu  bir  kere  olsun  görmedin.  Kalbin  ne  o  kapıyı,  ne  de  o  kapının
sâhibini bir kere olsun görmedi. Bu i âret ettiğim mağribde ise sen ma rıktasın.
Nasıl  terbiye  edildiğimi,  nasıl  yeti tirildiğimi  iyi  anla!  Aklım  yettiğinden  beri  ben
seçkin kulları ile birlikte O’nun (CC) kapısındayım. “Emir doğru söylüyor” de, yoksa boynun
uçurulur.
Ey Yûsuf’u satan!
105
  Yanında  neyin  var?  söyle.  Arkada  neyin  var?  haber ver. Ey
oğul! Kalbinden ve sadâkatinden bahset; yoksa sus! Mâdeninden, hazînenden, evinden infak
et; yoksa hırsızlık etme, infak etme! Đnsanlara sofrandan yedir. Kendi kaynağından su içir.
Ârif  bir  mü’min  suyunu,  aslâ  kurumayan  kaynaktan,  mücâhede  ve  sadâkat  kazmaları  ile
kazdığı kaynaktan içer ve içirir.
Ey oğul! Dünyâ tarafında cennet  yoktur. O cennete de  yakla tırmaz.  Kul, dünyâya
yakla ır ve onu ister. Sonra onun ayıplarını ve kusurlarını görür; ona kar ı zâhid, isteksiz olur.
Ya atacak kadar dünyâlığa kanaat gösterir. Onu da erîat, takvâ ve vera eliyle alır. Zühd eliyle
alır. Kalp eliyle alır, nefis, hevâ ve eytan eliyle değil. Bu tamam olunca ona cennet gelir.
Çünkü  onun  dünyâya  kar ı  zâhid  olması  cennetin  bedeli  ve  anahtarıdır.  O  zaman  kalbiyle
cennete girer, ayaklarıyla orada karar kılar; sırrı oraya yerle ir; oranın i leri ona kolayla ır. Bu
durumda iken kendisine doğru gelen Hakk (CC) erlerini görür. Onlara: “Nereye?” der. <öyle
cevap  verirler:  “Biz  Allah(ü  Teâlâ’nın  (CC),  haklarında:  “Ancak  O’nun  (CC)  rızâsını
umarlar”
106
  buyurduğu  kimseleriz.  Cennet  bütün  geni liğine  rağmen  ona  dar  gelir.
Rabbinden (CC) bağı lamasını ister ve unları okur: “Bana hayırlı kapıyı göster ki, çıkayım.
Burada  kafeste  mahkum  ku   gibi  kaldım.  Kalbim  senin  hapishânende.  Çünkü  dünyâ
                                                
105
 bak.: Yûsuf S. A.20.
106
 Kehf S. A.28.
mü’minin, sen de ârifin hapishânesisin.” Oradan ko arak çıkar ve o geçmi olan topluluğa
katılır. Bu sâliklerin yoludur. Meczûbların yoluna gelince, kurbiyet im eği, ne bir a ama, ne
de bir vâsıta olmaksızın daha ilk adımda onları avlar.
Allah’ım  (CC)!  Kalplerimizi  kendine  cezbet,  çek. “Bize  dünyâda  da,  âhirette  de
güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”


25.Sohbet VELĐLER
Ey  oğul!  Sûfîlerin  dağlar  kadar  hayırlı  amelleri  olur.  Ama  onlar  onu  amelden
saymazlar. Bu amelleriyle onlar ancak tevâzu ve tezellül gösterirler. Đ te sen de akıllı ol; zül
ve  tevâzu  ayakların  üzerinde  dur.  Tevâzu  üzere,  sakınma  üzere,  mahvolma  ve  sırrını
temizleme kederinden ve darlığından doğan korku üzere ol. Eğer bu hal üzere devam edersen
Allah  (CC)  tarafından  sana  bir  emniyet  gelir.  Kalbine  ve  sırrına  mührünü  vurur.  Halvet
duvarına yazısını yazar. Orada ve bütün uzuvlarında i âretler, diller, tesbîhler ve zikirler olur.
Kalbin acâip eyler i itir; halbuki senden bir kelime bile çıkmaz. Zâhirin ve halk senden bir
kelime bile i itmezler. O senden dı arı çıkmayan bir eydir. Senin için tanıdığın bir bildik
olur. Kendi kendine onunla konu ursun.
“Rabbinin (CC) nîmetini anlat.”
107
 Ey velî! Bu gizli nîmeti anlat! Sen, sen, bizzat
sen  ey  oğul!  Rabbinin  (CC)  celvette  bile  sana  bah ettiği  nîmetini  anlat.  Zîrâ  velîliğin
artlarından  birisi  de  kitmândır  (saklamak  ve  saklanmaktır).  Nebîliğin  artı  ise  ızhârdır
(açıklık ve açıklamaktır). Velî durumunu Allah(ü Teâlâ’ya (CC) ızhar eder. Eğer o durumunu
halka ızhar edecek olursa belâya dûçar olur ve  hâli kendisinden alınır.  Eğer onun durumu
kendisi tarafından değil de, Allah(ü Teâlâ (CC) tarafından, O’nun (CC) bir fiili vesîlesiyle
ortaya çıkacak olsa, o zaman velî için bir muâhaze (sorgulanma) veyâ  bir ayıp sözkonusu
olmaz. Çünkü fâil ba kasıdır, o değil.
Biri  bana  öyle  dedi:  “Bu  i   ba ına  gelenlerin  hepsi  gizliyor,  ama  sen  ızhar
ediyorsun?” Ona dedim ki: “Vah sana! Bir ey ızhar etmiyoruz; galebe ile ve kasıtsız olarak
ortaya çıkıyor.” Havuzum ne zaman dolsa onu azaltırım. Ama sel gelince havuz etrâfına gayr(
i ihtiyârî ta ıyor. Buna ben ne yapabilirim?”
Yazık sana! “Fütûhat” (ilâhî feyizler) için zâviyeye çekiliyorsun ama kalbin halkla
dolu! Sahrâlara git, çöllere dü . Oralara dü tüğünde kurb hazînesini elde edersin. Sonra halk
arasına oturur ve o zaman halka devâ olursun. Söylediklerime inanana, söylediklerimden zevk
alana,  “halvette  ve  celvette”  (yalnızken  ve  halkın içinde  iken)  söylediklerimle  amel  edene
Allah (CC) merhamet etsin.
Ey  cemâat!  Mücâhede  edin,  çabalayın  ve  ümitsizliğe  dü meyin;  çok  yakın  bir
zamanda kurtulacaksınız. Đ itmediniz mi, Allah(ü Teâlâ (CC) nasıl buyuruyor: “Umulur ki,
Allah (CC) ondan sonra yeni bir i6 (uygun bir durum) ortaya çıkarır!”
108
 Rabbinizden
(CC) korkun ve O’ndan (CC) ümitvâr olun. O’nun (CC) nasıl buyurduğunu i itmediniz mi:
                                                
107
 Duhâ S. A.11.
108
 Talâk S. A.1.
“Allah  (CC)  sizi  kendisinden  çekindirir.”
109
  “Havf  u  hazer”iniz  (korku  ve  çekinme
duygunuz) kadar emân ve emniyet görürsünüz. Rabbinize (CC) tevekkül edin ve O’na (CC)
kar ı  takvâ  sâhibi  olun.  O’nun  (CC):  “Allah’a  (CC)  tevekkül  edene  O  (CC)  yeter”
110

buyruğunu i itmediniz mi?
Allah’ım (CC)! Bizi yarattıklarından müstağnî kıl, onlara muhtaç etme. Bizi, halkın
malını minderlerinin altında toplayıp saklayanlara ve o mallarıyla halka kar ı böbürlenenlere
muhtaç etme. Onlar ucüp ve kibir çöllerine dalmı lar; fakirler onlardan dileniyorlar, onlardan
yardım istiyorlar da onlar duymazdan geliyorlar. Allah’ım (CC)! Bizi ihtiyaçları senden gelen,
sıkıntılarında da senden yardım dileyen kimselerden eyle.
Süfyân(ı  Sevrî’ye  (v.  161/777),  “câhil  kimdir?”  diye  sorulduğunda  o  öyle  cevap
verdi: “Câhil, ihtiyaçlarını Allah(ü Teâlâ’dan (CC) isteyinceye kadar O’nu (CC) tanımayan
kimsedir.” Câhilin durumu, bir hükümdarın evinde bir i le me gul olan bir adamın durumuna
benzer: Hükümdar ona bir i buyurur, o da o i i bırakır, hükümdarın kom ularından birisinin
kapısına  gider.  Ondan,  yemek  için  bir  dilim  ekmek  parçası  ister.  Hükümdar  bu  yaptığını
bilseydi onu öldürmez miydi? Ona sarayına girmeyi yasaklamaz mıydı?
Ey  kalpleri  ölüler!  Beni  iyi  dinleyin.  Ben,  o  adamın  sıfatını  sizde  görüyorum.
Rabbinizi (CC) tanımadan nasıl ölürsünüz!
Allah’ım  (CC)!  Bizi  mârifetinle,  amellerimizde  sana  kar ı  ihlaslı  olmakla,  senden
ba kası için amel etmemekle rızıklandır. Bizi zâhir ve bâtın hükümlerinin ilmi ile rızıklandır.
Bize sabır ver, rızâ ver. Đlminin ve kaderinin gereği olan belâların acılarını bizlere tatlıla tır.
Kalp etlerimizi erit ki, kudretinin gereği olan elemleri hissetmeyelim ve Seninle sohbetimiz
dâim  olsun. “Bize  dünyâda  da,  âhirette  de  güzellik  ver  ve  cehennem  azâbından  bizi
koru.” (Âmin)

                                                
109
 Âl(i Đmrân S. A.28.
110
 Talâk S. A.3.
26.Sohbet SIHHATĐN VE BOR ZAMANIN KIYMETĐ
Ey oğul! Nasîbin olan eyi kaybetmezsin; onu senden ba kası yiyemez; o ba kasının
nasibi değildir. Nasibin olan eyi ona rağbet veyâ hırs göstermekle de elde edemezsin. O dün
gibi  geçmi tir.  Đçinde  bulunduğun  an  bugünün,  gelecek  ise  yarındır.  Dünün  senin  için  bir
ibret, bugünün amel, yarının da ücrettir. Yarın ise sen belki olacaksın, belki de olmayacaksın.
Sen  yarın  adının  ne  olacağını  (ba ına  ne  geleceğini)  bile  bilmiyorsun.  Size  söylediklerimi
hatırlayacak ve pi manlık duyacaksınız.
Yazıklar  olsun!  Huzûrumda  bulunmayı  bir  veyâ  birkaç  buğday  tânesine  kar ılık
satıyorsun.  Kendini  benden  kesmen,  ancak  benim  durumumu  ve  ne  söylediğimi
bilmemendendir. Söylediklerimin ne aslını, ne de teferruatını biliyorsun. Onun kaynağını da
bir  türlü  göremedin;  eğer  bilseydin  ve  tanısaydın  benden  kesilmezdin.  Bir  süre  sonra  size
yaptığım  nasîhatleri  anlayacaksınız.  Sözümün  sonucunu  öldükten  sonra  göreceksiniz.  “Siz
benim söylediklerimi sonra anlayacaksınız. Ben i6imi Allah’a (CC) havâle ediyorum.”
111

Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l(aliyyi’l(azîm.
Mü’mine en sevimli gelen ey ibâdettir. Ona en sevimli gelen ey namaza durmaktır.
O  evinde  oturur  ama  kalbi  Hakk’a  (CC)  dâvet  eden  müezzindedir.  Ezanı  duyunca  kalbini
sevinç kaplar. Mescitlere ve câmilere uçarak gider. Yanında verecek bir ey olduğunda dilenci
gelirse sevinir. Çünkü o Hz. Peygamber’in (SAV): “Dilenci, Allah ü Teâlâ’nın (CC) kuluna
hediyesidir”
112
 sözünü i itmi tir. Nasıl sevinç duymasın ki, dilenci vâsıtasıyla Rabbinin (CC)
emrini yerine getirmi ve O’na (CC) borç vermi olur!
Hz.  Peygamber’den  (SAV)  öyle  rivâyet  olunmu tur:  “Allah ü  Teâlâ  (CC)  kıyâmet
günü  mü’min  kullarına  'öyle  hitap  eder:  ‘Sizler  âhiretinizi  dünyânıza  tercih  ettiniz.  Bana
ibâdet  etmeyi  'ehvetlerinize,  istek  ve  arzularınıza  tercih  ettiniz.  Đzzetim  ve  celâlime  yemin
ederim ki, cenneti sizden ba'kası için yaratmadım’.” Đ te bu O’nun (CC) mü’minlere hitâbıdır.
Muhiblere hitâbına gelince, o da udur: “Siz dünyâya, âhirete ve bütün yarattıklarıma kar ı
beni  tercih  ettiniz.  Yâni  halkı  kalbinizden  çıkardınız,  sırlarınızdan  uzakla tırdınız.  Đ te
cemâlim sizin için. Kurbiyetim sizin için. Ünsiyetim sizin için. Sizler gerçek kullarımsınız.”
Evliyâdan bâzısı uykularında cennet yiyecekleri yer, cennet içecekleri içerler, oradaki
her eyi görürler. Bâzıları da  yemeden, içmeden kesilirler, halktan soyutlanıp perdelenerek
yeryüzünde Hızır ve Đlyâs gibi ölümsüz ya arlar. Allah(ü Teâlâ’nın (CC) yeryüzünde böyle,
halkın kendilerini görmediği ama kendilerinin halkı gördüğü gizli kulları pek çoktur. Onlar
                                                
111
 Mü’min S. A.44.
112
 Hindî, Kenzü’l ummâl, hadîs no: 16078.
arasında “velî” olanlar pek çoktur; “a’yân” olan ise az mı azdır. Her ey onlara gelir, onlara
yakla ır.  Yeryüzü  onlar  vesîlesiyle  ye erir;  gökten  yağmur  onlar  vesîlesiyle  yağar;  halk
üzerinden belâlar onlar vesîlesiyle uzakla tırılır.
Meleklerin yiyeceği Hakk’ı (CC) zikretmek, tesbîh ve tehlîl etmektir. Evliyâdan çok
az kimsenin yiyeceği de onlarınki gibidir. Ey sıhhatli ve bo6 zamânı bol ki6i! Ne kadar çok
adanmı sın!  Hz.  Peygamber'den  (SAV)  öyle  rivâyet  olunmu tur:  “Đki  nîmet  vardır  ki,
insanların çoğu onda aldanmı'tır: Sıhhat ve bo' zaman.”
113

Bir  hastalık  gelip  sıhhatini  bozmadan  ve  bir  me gûliyet  gelip  bo   zamânını
doldurmadan,  sıhhatini  ve  bo   zamânını  Allah(ü  Teâlâ’ya  (CC)  tâatte  kullan.  Fakirlik
gelmeden önce zenginliğinin kıymetini bil; zenginlik sürekli olmayabilir. Fakirlere ikramda
bulun ve elindekini onlarla payla . Onlara verdiğin eyi Rabbinin (CC) yanında bulacaksın ve
onlar sana âhirette fayda sağlayacak.
Yazık  size!  Ölümden  önce,  hayâtınızın  kıymetini  bilin.  Ölümden  ibret  alın.  Hz.
Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Vâiz olarak ölüm yeter.”
114
 Ölüm yeni olan her eyi
eskitir. Uzağı yakın eder. Duru olanı bulandırır. Ölümden kaçı yok: Belki de imdi gelecek,
veyâ bugün… Hüküm ba kasının elinde, sizin elinizde değil. Neyiniz varsa hepsi iğretidir,
aslî değildir, geçicidir. Çocuklarınız, sıhhatiniz, bo zamânınız, hayâtınız geçicidir; i lerin en
önemlisi ile uğra ın.
Vah sana! Kendin sabırsızın biri iken, ba kasına sabırlı olmasıyı nasıl söylersin? Sen
ükrü  bırakmı   iken,  ba kasına  ükretmesiyi  nasıl  öğütlersin?  Sen  ho nutsuzluk  içerisinde
iken,  ba kasından  kadere  râzı  olmasını  nasıl  beklersin? Sen  dünyâya  meyletmi   ve  âhirete
kar ı  isteksiz  iken,  ba kasına  dünyâya  kar ı  zâhid olmasını  ve  âhirete  yönelmesini  nasıl
emredersin?  Allah’a  (CC)  mütevekkil  olmayı  emrediyorsun,  ama  kendin  O’ndan  (CC)
ba kasına mütevekkilsin! Ve sen Cenâb(ı Hakk (CC) ve melekler indinde iğrençsin. Sâlih ve
sıddık kulların kalpleri de senden iğrenmekte!
  ***
Bir o kadar yanında olur, saklanma halktan 
Büyük günah i lersen, i te o zaman utan!
  ***
sözünü duymadınız mı?
                                                
113
 Buhârî, es Sahîh, “Zühd” hadîs no: 2305.
114
 Heysemî, Mecmau’z zevâid, 10/308.
Her tarafın iftirâ! Her eyin nifak! Zarar yok, Allah (CC) katında sivrisineğin kanadı
kadar  dahi  değerin  yok  ya!  Cehennemin  en  a ağı  derekesinde  münâfıklarla  berâbersin.
Sözlerimi, sohbetimi dinlemeye devam etmek îman alâmetidir. Sözlerimden kaçı ise nifak
alâmetidir.
Allah’ım (CC)! Bize tevbe nasip et. Bize ne dünyâda, ne de âhirette felâket ver. “Bize
dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”


27.Sohbet SADAKA VERMEK
Ey cemaat! Kıyl(u kâli terkedin. Dünyâlık biriktirmeyi ve o hususta birbirinize destek
olmayı bırakın. Fakir ve yardıma muhtaçların haklarını ödeyip, geri kalanını da Allah’a Kıyl(
u  itaat  ve  ibâdet  yolunda  sarfetmedikçe,  dünyâlıktan  elinizde  ne  varsa  hepsinden  hesâba
çekileceksiniz. Size  de,  bütün  bu  mallarınıza  da  yazıklar  olsun!  Yakınlarınızdan  ve
kom ularınızdan  utanmıyor  musunuz  ki,  onlar  aç  olarak  ölüyorlar  da,  siz  onları  hiç
görmüyorsunuz, onlardan yüzçeviriyorsunuz? Rabbinizin (CC): “O’nun (CC) sizi, ‘üzerinde
tasarrufa yetkili kıldığı’ 6eylerden (mallarınızdan) infâk edin”
115
 buyruğunu duymadınız
mı?  Onlar  üzerinde  sizi  “sâdece  tasarrufa  yetkili” kıldığını  bildirdiği  halde  siz  onları
kendinize  “mülk  edindiniz.”  Bir  sürü  harcama  kalemi  ürettiniz.  O  (CC)  size  malınızın
tamâmını  elinizden  çıkarmanızı  emretmedi;  yalnızca,  fakirler  için  onun  üzerine  belli  bir
miktar  hak  koydu.  O  hak  da;  zekat,  keffâret  ve  adaklardır.  Fakirlerin  haklarını  ödeyin!
Ailenizin ve akrabâlarınızın da haklarını ödeyin. Zekatı da çıkardıktan sonra hayır hasenâtta
bulunmak: Đ te mü’minin ahlâkı! Allah(ü Teâlâ (CC) ile alı (veri te bulunan kazançlı çıkar.
En  doğru  sözü  söyleyen  Rabbimiz  (CC)  muhkem  (sağlam)  Kitabında  öyle  buyurmu tur:
“Allah (CC) size onun (infâkınızın, sadakanızın) devâmını nasip eder.”
116

Ey oğul! Elindekinden kalbinle soyun, her eyinden ayrıl ki, bütün bunların bedeli
sana  verilsin. Yazık  sana!  Halk  sana  ne  zarar,  ne  de  fayda  verebilir;  yeter  ki,  kalplerine
Allah’tan (CC) bir mühür gelmesin. Halk O’nun (CC) elindedir, onları istediği gibi hareket
ettirir. Bâzan sana musahhar kılar, emrine verir, bâzan musallat eder. O’nun (CC): “Allah’ın
(CC)  insanlara  açtığı  rahmeti  tutacak,  engelleyecek  kimse  yoktur”
117
  buyurduğunu
i itmediniz mi?
Belâ  geldiğinde,  onu  îman,  sabır  ve  teslîmiyet  ile kar ıla.  Zamânı  geçip,  devri
doluncaya kadar ona sabret. Ey mürîd! Belâ okları sebebiyle murâdının kapısından kaçma.
Sebat göster ki, murâdına eresin. Mürîd, mübtelâ olduğunda kendisini sabır ve ükür erbetleri
ile tedâvi eden, iyile tiren bir üstâda, bir tabîbe ihtiyaç duyar. Tabip ona bir eyleri almasını
ve  bir  eyleri  de  almamasını  söyler.  Nefsinden  yüzçevirmeyi  ve  belâyı  kabullenmesini
emreder. Allah(ü Teâlâ (CC), eyhi ile yakınlığında sâdık ve samîmî olan kimseye eyhini ya
hemen ânında, ya da daha sonra yararlı kılar.
Ey acı ve tatlı su arasında duvar koyan Rabbimiz (CC)! Bizimle Sana kar ı nefret veyâ
ho nutsuzluk  göstermenin  arasına  duvar  koy.  Bizimle  Senin  takdîrinle  çeki menin  arasına
                                                
115
 Hadîd S. A.7.
116
 Sebe S. A.39.
117
 Fâtır S. A.2.
perde koy. Bizimle günahlar, isyanlar arasına rahmetinden bir perde çek. “Bize dünyâda da,
âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.” (Âmin)

28.Sohbet ZĐKR Đ DAĐM EDEB
Ey  oğul!  Ben  seni  eytanın  arkada ı  ve  halefi  görüyorum.  Nefsine  kar ı  ondan
emniyet içerisindesin. Onun sözüne güvenilir biri olduğuna inanıyorsun. O senin din ve takvâ
etlerini yer. Sermâyeni bitirir. Oysa bundan senin haberin yok.
Vah sana! <eytanı zikr(i dâim ile yanından defet ve kaçır. Zikr(i dâimi bırakma. O
dü manı  helâk  eder,  hezîmete  uğratır  ve  kırar.  Cenâb(ı  Hakk’ı  (CC)  dilinle  bir  kere
zikredersen, kalbinle bir çok kere zikret. Yiyeceğini ve içeceğini deği tir. Her hâlinde vera
sâhibi  ol.  “Lâ  havle  ve  lâ  kuvvete  illâ  billâhi’l aliyyi’l azîm.  Mâ  'âAllah ü  kân.  Lâ  ilâhe
illAllah ü’l melikü’l hakku’l mübîn. SübhânAllahi ve bi hamdih. SübhânAllahi’l azîm ve bi
hamdih”
118
 diyerek eytanı hezîmete uğratmak için yardım al. Đ te bu söz ile eytan yenilgiye
uğrar,  hezîmete  uğrar,  gücü  kırılır,  ordusu  dağılır.  Đblis’in  kürsüsü  deniz  üzerindedir,  ama
ordusunu kara tarafına gönderir. Onun gözünde hürmete en lâyık olan kimse Âdemoğlunun en
fitne olanıdır.
Sıradan birisi için tevbe nasıl farz ise, ârif için de edep öylece farzdır. O nasıl edepli
olmasın  ki,  o  halkın  Hâlık’a  (CC)  en  yakın  olanıdır.  Hükümdarlarla  cehâlet  üzere  dü üp
kalkanlar onların îdam fermânına da yakındırlar. Her kim ki, edep sâhibi değildir, o, halkın da
Hâlık’ın da (CC) nefret ettiği kimsedir. Hangi vakit ki, onda edep gözetilmemi tir, o vakit
ölümdür. Allah(ü Teâlâ’ya (CC) kar ı güzel edep üzere olmak îcap eder.
Ey  oğul!  Beni  tanısaydın  yanımdan  ayrılmaz,  nereye  gidersem  gideyim,  bana  tâbi
olurdun. Yanıma gelmemenin ne demek olduğunu bilmiyorsun. Halbuki, seni bir i te istihdam
edeyim  veyâ  etmeyeyim,  senden  bir  ey  alayım  veyâ  sana  bir  ey  vereyim,  seni
fakirle tireyim  veyâ  zenginle tireyim,  seni  yorayım  veyâ  dinlendireyim…  bunların  hepsi
e ittir. Bütün bunlarda asıl olan hüsn(i zan ve hâlis niyettir. Bunların ikisi de sende yok. O
halde benim sohbetimle nasıl felah bulacaksın ve benim sözlerimden nasıl istifâde edeceksin?
Allah’ım  (CC)!  Bu  sözleri  duymalarını  onlar  aleyhine  bir  hüccet,  bir  delil  yapma.
“Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”

                                                
118
 Güç ve kuvvet ancak, Yüce ve Azîm olan Allah’tandır (CC). Allâh’ın (CC) dilediği olur. “Melik” (mülkün
sâhibi),  “Hakk”  (gerçek)  ve  “Mübîn”  (apaçık)  olan  Allah’tan  (CC)  ba ka  ilah  yoktur.  Allah  (CC)
noksanlıklardan münezzehtir, uzaktır, “hamd” (övgü) yalnıza O’nadır (CC). “Azîm” (yüce) olan Allah (CC) her
türlü noksanlıktan uzaktır ve hamd yalnızca O’nadır (CC).
29.Sohbet SALĐH AMEL
Sâlih amel i leyen kimsenin o ameli, onun önünü aydınlatan bir nur, altında bindiği bir
vâsıta olur. Onun kalp amelleri yüzünde görünür. Yüzü ayın ondördü gibi olur. Kalbi, Allah(ü
Teâlâ’nın (CC) kendisine bağı ladığı ikramları görmekten dolayı sevinç duyan bir melek gibi
olur. Ameli ona Allah(ü Teâlâ’nın (CC) kendisi için cennette hazırladığı nîmetleri müjdeler.
Sâlih  amel  bir  sûret  kazanarak  ona  öyle  der:  “Ben senin  ağlamanım,  sabrınım,  takvânım,
îmânınım,  yakîninim,  namazınım,  orucunum,  mücâhedenim,  Rabbine  (CC)  i tiyâkınım,
mârifetullâhınım,  ilmullâhınım,  güzel  amellerinim, Rabbine  (CC)  kar ı  gösterdiğin
edebinim.”  Bunun  üzerine  ondan  ağırlık  gider,  korkusu  sâkinle ir;  endi esi  emniyete,
tedirginliği rehâvete döner.
Her kim de sâlih amel i lemez ve Rabbine (CC) büyük günahlarla, sırtında mâsiyet
yükleriyle  gelirse:  Açlık,  susuzluk,  içinde  bir  korku  ve  önünde  rüsvaylık…  Melekler
arkasından  sürükleyip  götürüyorlar…  Ona  öyle  bir  cezâ  veriyorlar,  öyle  bir  çekerek
götürüyorlar ki.. Nihâyet, Arasat’a kadar gelir; ba larlar münâka aya, muhâsebeye, hesâba…
Onu öyle iddetli bir hesâba çekerler ki.. Sonunda onun hakkında cehennem kaydı konur ve
orada azâba çekilir. Eğer tevhîd ehlinden ise suçu kadar cezâsını çeker, sonra Allah(ü Teâlâ
(CC) rahmeti  gereği onu cehennemden alır.  Fakat kâfirlerden olan kimse kendi  cinsleriyle
birlikte, cehennemde sonsuza kadar kalır.
“Rabbimiz! Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından
bizi koru.”
30.Sohbet KURAN DĐNLEMEK
Ey oğul! Sağlam bir tevbe ve tefekkür üzerinde olduğun müddetçe dünyâlığı terkeder,
âhiret  ameli  ile  me gul  olursun;  halk  için  olanı  terkeder,  Hâlık  (CC)  için  olanla  me gul
olursun; erri terkeder, hayır ile amel edersin.
Ey tevbe ve tefekkürü terkeden! Sen ziyanlardasın da haberin yok. Kazançlı değil,
zararlısın.  Senin  misâlin,  bir  eyler  alıp  satan,  fakat  harcanması  gereken  ve  gerekmeyen
yerlerin  hesâbını  tutmayıp  para  biriktiremeyen  kimse  gibidir.  Bir  müddet  sonra  bakar  ki,
sermâyesi bitmi , yanında sâdece sahte gümü ler kalmı !
Eyvahlar olsun sana! Sermâyen olan ömrün tükendi de haberin yok! Bütün kazancın
süs. Oysa diğer mü’minlerin kazancı hep cevher. Mü’minler yakında amellerinin kar ılığını
alacak; sen de elinde tuttuğunun kar ılığını alırsın! Seninle berâber olan Hakk (CC), senden
ancak ihlâs kabul eder. Hz. Peygamber’in (SAV): “Hesâba çekilmeden önce kendinizi hesâba
çekin. Ölçüye çekilmeden önce kendinizi ölçün. En büyük satı', en büyük fuar için kendinizi
süsleyin, hazırlayın”
119
 buyruğunu i itmedinmiz mi?
Denir ki: Allah(ü Teâlâ (CC) bir kimseyi âriflerinden bir ârif, velîlerinden bir velî,
muhiblerinden  bir  muhib,  muradlarından  bir  murâd  yapmak  istediğinde,  onun  ba ına
halvetinde de celvetinde de bir melek koyar. Nebîsini (SAV) terbiye ettiği gibi onun kalbini
terbiye eder. Ona hayrı ilham eder, erden ona yüzçevirtir. Tıpkı Yûsuf (AS) hakkında: “…
O’nu  (AS)  kötülüklerden  ve  çirkinliklerden  korumak için.  Çünkü  O  (AS)  “muhlas”
(kendisine ihlas verilmi6) kullarımızdandır”
120
 dendiği gibi. Đ te bu O’nun (CC) Nebîlerine
(AS),  Resullerine  (AS),  Velîlerine  (RA),  sâlihlerine  ve  sâdıklarına  muâmelesidir.  Îsâ  (AS)
çocuklara rastladı. O’na (AS) dediler ki: “Gel, oynayalım.” Dedi ki: “SübhânAllah, biz oyun
oynamak için yaratılmadık!”
Sûfîlerin  nefisleri  erri  değil,  hayırı  çokça  emredicidir.  Mücâhededen  sonra  onlar
kalplere karı mı , kalp olmu tur. O ne zaman ki, mücâhedeye alınsa mutmain olmu ve Refîk(
i A’lâ’nın hasretini çekmi tir. Onun Kur’ân dinleyi i her eyiyle birlikte olur; daha önce o
sûreten  dinlerdi,  mânâ  olarak  dinlemez  idi.  Hezeyanları  ve  bo   lafları  sakın  dinlemeyin.
Muhakkakki, Kur’ân dinlemekle kalpler hayat, sırlar da safâ bulur. Cennette Rahmân’ın (CC)
kom uluğunu kazanmanın esâsı da Kur’ân dinlemektir.
Mü’min halkı bilir, onların alâmetlerini tanır. Kalbi hassastır, Allah’ın (CC) nûru ile
bakar. Çünkü kalbinde O’nun (CC) nûru vardır, kalplerin nûru... “Tahâret” (temizlik) kalp, sır
                                                
119
Ahmed b. Hanbel, el Müsned, “Zühd” hadîs no: 149. 
120
 Yûsuf S. A.24.
ve halvet tahâretidir. Kalbin temiz olmadıktan sonra, halvetin temiz olmadıktan sonra, zâhirini
temizlemenin  sana  ne  faydası  vardır?  Zâhirini  günde  bin  kere  temizlesen  bile  kalbinin
kirlerinden bir tânesi dahi gitmez. Günahların kötü bir kokusu vardır. Allah’ın (CC) nûru ile
bakanlar onu bilirler, fakat bunu halktan gizlerler ve onları rüsvay etmezler.
Yazık sana! Sen tembelsin. <üphesiz, bu ekilde eline bir ey geçmez! Kom uların,
arkada ların  ve  akranların  yollara dü tüler,  ara tırıp incelediler, istedikleri  yere vardılar ve
hazînelere kavu tular. Bire on, bire yirmi aldılar. Zengin olarak geri döndüler. Sen ise yerinde
oturuyorsun. Çok yakında bu gücü ve elindeki bu kolaylığı da kaybedersin. Ondan sonra da
insanlardan dilenirsin.
Yazık sana! Hakk (CC) yolunda çalı , didin. Kaderine güvenme. “Bizim uğrumuzda
mücâhede edenleri hidayet yolarımıza erdiririz”
121
 buyruğunu duymadın mı? Çabala ki,
sana hidâyet gelsin. Böyle tembel olduğun müddetçe sana bir ey gelmez. Tek ba ına bir ey
elde edemezsin. Haydi! Gayrete gel, i ini tamamla. Her ey Allah(ü Teâlâ’nın (CC) elindedir,
ba kasından bir ey isteme. O (CC) Kelâm(ı Kadîm’inde: “Hiçbir 6ey yoktur ki, hazîneleri
bizim yanımızda olmasın; ancak biz onu belli bir ölçüde indiririz”
122
 buyuruyor, i itmedin
mi? Bu âyetten sonra söz olur mu?
Ey dünyânın ve dirhemin tâlibi! Bunların ikisi de birdir. Đkisi de Allah(ü Teâlâ’nın
(CC)  elindedir.  Öyleyse  niçin  halktan  istiyorsun?  Niçin  dünyâyı  ve  dirhemi,  dilinle  irk
ko arak ve sebeplere güvenerek halktan talep ediyorsun?
Allah’ım (CC)! Ey Halkın Yaratıcısı (CC)! Ey sebeplerin müsebbibi (CC)! Bizi halkı
ve  sebepleri  irk  ko mak  bağından  koru. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve
cehennem azâbından bizi koru.”

                                                
121
 Ankebût S. A.69.
122
 Hıcr S. A.21.
31.Sohbet DÜNYANIN GEÇĐCĐLĐĞĐ FAKR
Ey  Allah’ın  (CC)  kulları! Hikmet  dünyâsında  bulunmaktasınız;  vâsıtasız  bir  ey
yapamazsınız. O halde, Mâbudunuzdan, kalp hastalıklarınızı tedâvi edecek bir tabip, size yol
gösterecek  bir  delil,  bir  rehber  isteyin.  O  ki i  elinizden  tutsun  da  sizi  Hakk’a  (CC)
yakınla tırsın.  O’nun  (CC)  co kunluğuna  götürsün.  O’nun  (CC)  kurbiyetinin  perdesine,
kapısının bekçilerine ula tırsın.
Sizler nefislerinize, hevâ ve heveslerinize hizmet etmeye râzı oldunuz. Nefislerinizi
râzı  etmeye,  onu  dünyâ  ile  doyurmaya  çabalıyorsunuz.  Oysa,  saatler  geçtikçe,  günler
ilerledikçe,  aylar  tükendikçe,  yıllar  geride  kaldıkça  elinizde  dünyâdan  hiçbir  ey
kalmayacaktır. Ölüm size gelecektir. Onun elinden kurtulmaya ise gücünüz yetmeyecek.
O (CC) sizi gözetlemekte de haberiniz yok! O’nun (CC) bakı larını göremiyorsunuz;
oysa O (CC) tam kar ınızda duruyor. O (CC) çok yakında sizin sâhanıza iner: Cezâlarınızın,
hayâtınızın kar ılığının verildiği sâhaya. Rûhun âhirete göçer, fakat cesedin koyun ölüsü gibi
kalır.  Birileri  sana  acır  da,  senin  cesedini,  sürüngenler  ve  ha erât  yemeden  önce  toprağın
altına koyar. Sonra ailen, e in dostun senin malını mülkünü yeyip içer, nîmetlenir; arkandan
ya merhamet okurlar, ya da okumazlar!
Birçok hükümdarı dü manları öldürüp, cesedini defnetmeksizin, köpekler ve ha ereler
yesin  diye,  kasden  arâziye  bırakmı lardır.  Sonu  böyle  olan  mülkten  daha  kötü  bir  mülk
olabilir mi? Ne güzel demi ler: “Ölümle yok olan mülk mülk değildir; mülk o mülktür ki,
ölümle zâil olmaya.” Akıllı kimse ölümü dü ünen ve kaderin getirdiğine râzı olandır. Sevdiği
eylere ükreden, sevmediği eylere sabredendir. <ehvetlerinizi ve zevklerinizi dü ündüğünüz
kadar dinle ilgili hususları, ölümü ve sonrasını da tefekkür edin. 
Allah(ü  Teâlâ  (CC)  kısmetlerin  taksîmini  bitirmi tir.  Kısmette  ne  zerre  miktârı  bir
artma, ne de zerre miktârı bir azalma olur. Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Allah
ü Teâlâ (CC) yaratma, rızık ve ecel husûsunda i'leri bitirmi'tir; kıyâmete kadar olacaklar
husûsunda kalem kurumu'tur.”
123
 Taksim edilmi eyle me gul olmayın. Böyle bir me gûliyet
oyun  ve  ahmaklıktır.  Bütün  i lerinizi  O  (CC)  düzenlemi   ve  belli  olan  vakitlerine  göre
yazmı tır.  Nefis  mücâhedeye  râzı  olmadığı  müddetçe bu  söylenenlere  inanmaz.  Mutmain
olmadan önce hırsı ve inadı bırakmaz. Buna ancak dille, yâni kuru bir dâvâ olarak inanır.
Akıllı olun! Size söylediğim eylerle süslenin. Takdir olunan, mukadder olan eyleri
taleple  i tigâl  etmeyin;  onlar  size  zâten  gelecek.  Allah(ü  Teâlâ’nın  (CC)  takdir  ettiği  ve
yazdığı belli vakitte gelecek. Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Bir kul: ‘Allah’ım
                                                
123
 Hindî, Kenzü’l ummâl, hadîs no: 496.
(CC), beni rızıklandırma!’ dese dahi Allah ü Teâlâ (CC) onu rızıklandırır.”
124
 Sivrisineğin
ısırması  da  Allah’tandır  (CC),  bakla  da  Allah’tan  (CC)  gelir.  Bunların  hiçbirisi  mahluktan
değildir. 
Ey mü6rik! Tevhîd nerede, sen neredesin? 
Ey pis bulanık! Safâ nerede, sen neredesin?
Ey ho6nutsuz! Rızâ nerede, sen neredesin? 
Ey halka 6ikâyette bulunan! Sabır nerede, sen neredesin?
Senin bu dînin daha önce geçmi olan sâlihlerin dîni değil!
Birisinin  ba kasını  gördüğü  halde  “Allah,  Allah”  dediğini  i ittiğimde  kupkuru
kesiliyorum. Ey  Allah’ı  (CC)  zikreden  kimse!  Sen  O’nun  (CC)  yanındasın.  O’nu  (CC)
ba kasının  yanında  ne  dilinle,  ne  de  kalbinle  zikret.  Halktan  O’nun  (CC)  kapısına  kaç.
Kalbinden  dünyâyı,  âhireti  ve  O’ndan  (CC)  gayrı  her  eyi  çıkar.  Sonra  kalp,  sır  ve  mânâ
dilinle O’nu (CC) zikret. Daha sonra da zâhir dilinle O’nu (CC) zikret.
Yazık sana! Ne de çok “Allah(ü Ekber” diyerek yalan söyleyeceksin? Halbuki senin
indinde  “ekber”  (en  büyük,  en  önemli)  olan  ey  ekmek!  Senin  indinde  ekber  olan,  katıklı
ekmek  ve  et!  Senin  indinde  ekber  olan,  yakınlarının  zenginliği!  Senin  indinde  ekber  olan,
sokağının bekçisi, ehrinin vâlisi! Senin indinde ekber olan, memleketin sultânı, idârecisi! Đ te
bütün bunlardan korkuyor ve bunlardan bir eyler umuyorsun. Onlara  yağcılık yapıyorsun.
Onlardan saklanıyorsun. Elbisen seni örtüyor ama bütün kabahatlerin Rabbine (CC) açık ve
seçik  görünüyor.  Önemli  i lerinde  onlara  îtimat  ediyorsun.  Faydada  ve  zararda,  atâda  ve
ihsanda hep onları görüyorsun. Bu konularda sizinle çeki ecek, iddiâla acak olsaydım dinde
iflas ederdiniz; ne müslümanlığınız kalırdı, ne mü’minliğiniz.
Uzaklık perde olur,  yakınlık ise perdeyi çekip  yırtar. Mukarreb her eyi bilir, fakat
gizler. Kendisinde galebe hâli olmadığı müddetçe gizli eylerden bahsetmez. Kulları üzerine
“Settâr”  (örtücü)  olan  Allah(ü  Teâlâ’yı  (CC)  tenzih  ederim.  Diğer  kullarının  ahvâlini
(hallerini)  “havâs”  kullarına  bildirip,  sonra  onları  örtmeyi  ve  gizlemeyi  emreden  Allah(ü
Teâlâ’yı (CC) tenzih ederim.
Ey cemâat! Gücünüz yettiğince dünyâ i lerini bırakın. Yakında ayrılacağınız eylere
rağbet etmeyin. Mü’min, elinden gelse yemek, içmek ve giyinmek gibi hususlarda bile zâhid
olur; elinden gelse nefsinden, hevâ ve hevesinden soyunup sıyrılır: O Rabbinden (CC) ba ka
hiçbir  eyi  talep  etmez.  Mâlâyânî  konu maktan  dilinizi  tutun.  Rabbini  (CC)  zikretmeyi
artırmaya bakın. Evlerinize girin, zarûret dı ında, mecbur olmadıkça vayâ cemâatle namaz
                                                
124
 bak.: Đsfehânî, Hilyetü’l evliyâ, VII/90, (Beyrut(tsz).
kılmak, zikir meclisine katılmak gibi durumlar dı ında dı arıya çıkmayın. Mesleğini evinde
icrâ etme imkânı olanlar öyle yapsın.
Vah  sana!  Đtaat  etmediğin  halde,  Allah(ü  Teâlâ’ya  (CC)  muhabbet  dâvâsında
bulunuyorsun! O’nun (CC) muhabbeti, emirlerine sarılıp nehiylerinden kaçtıktan, verdiğine
kanaatkâr, kaderine râzı olduktan sonra gerçekle ir. Ancak bunları yaptıktan sonra O’na (CC),
verdiği nîmetler dolayısıyla muhabbet duyarsın. O’nu (CC) kar ılıksız seversin. O’na i tiyak
duyarsın. Muhib, Cenâb(ı Hakk’ı (CC) dili, uzuvları, kalbi ve sırrı ile zikreder. Muhib bu
zikirde fânî olunca Cenâb(ı Hakk (CC) onunla halka kar ı övünür, onu halktan seçip ayırır. O
Hakk’ta (CC) hak olur. Kul gider, “Evvel, Âhir, Zâhir ve Bâtın” olan kalır. Hem O’na (CC)
muhabbet iddiâsında bulunuyorsun, hem de O’nu (CC) halka ikâyet ediyorsun! O’na (CC)
muhabbet iddiânda yalancısın. O’nu (CC) bolluk hâlinde iken seven, darlık hâlinde O’ndan
(CC) ikâyette bulunmaz!
Fakirlik koku mu , ham bir kalbe girdiği zaman onu ne îman ne de îkan eksiltebilir.
Ho , onun sohbetinde küfür de olur ya! Fakirlik ancak sabırlı, vera sâhibi mü’min için uygun
olabilir. O nasıl sabırlı olmasın ki, dünyâ onun zindanıdır. Siz hiç zindanda olup da zindanda
kalmayı isteyen kimse gördünüz mü? Mü’min dünyâdan çıkmak ister. Ondan kurtulmak ister.
Onunla nefsi arasında dü manlık vardır. Nefsinin aç, susuz, çıplak kalmasını, zelil olmasını
arzu eder, tâ ki, nefis, itâatte ona yardımcı olsun. Dolayısıyla fakirlik mü’mine uygun dü er ve
ve ona kar ı ancak o sabırlı olabilir. Ey hurmacı! Hurmanı sakla ki, daha sonra bulabilesin.
Yazık sana! Beni istediğini iddiâ ediyorsun ama benden kaçıyorsun! Daha böyle ne
kadar  zaman  geçireceksin?  Duvarı  terbiye  edebilir  misin?  Đhlassız  amelleri  ıslah  edebilir
misin?  Yarım  kalmı   i leri,  bâtını  olmayan  zâhiri, Hâlık  tanımayan  halkı,  âhireti  olmayan
dünyâyı, ilimden yoksun ibâdet gayretlerini ıslah edebilir misin? Birçok âbid “ilmi” (hükmü)
kazâ  ve  kaderi  bilmeden,  gece  gündüz  ibâdet  ediyor,  erîatten  habersizce  hakîkatten
bahsediyor  da  zındıkla ıyor!  Bundan  dolayı  denmi tir  ki:  “<erîatin  âhitlik  etmediği  her
hakîkat  zındıklıktır.”  Bu  sözün  esâsı,  temeli  bu  “Kelâm”ın  (Kur’ân’ın)  hükümlerini  yerine
getirmektir. Binâ ancak o zaman kurulabilir.
Đstiğfârı ve tevbeyi çokça yapın! Bu ikisi, hem dünyâ, hem de âhiret i lerinin iki büyük
aslıdır. Bundan dolayıdır ki, Nûh (AS) kavmine istiğfâr etmelerini emretti, bunun kar ılığında
da  onlara  “mağfireti”  (bağı lanmayı)  ve  dünyânın  onların  emirleri  altına,  hizmetlerine
verilmesini vaad etti. O (AS) kavmine öyle demi ti: “Ey kavmim! Rabbinize (CC) tevbe
edin. O (CC) “Gaffâr”dır (çok çok bağı6layıcıdır). Gökten size bol bol yağmur yağdırır.
Mal mülk ve çocuklarla sizi destekler. Size “cennetler” (bahçeler) ve nehirler verir.”
125

Günahlarınızdan tevbe edin. Ko tuğunuz irklerden vazgeçerseniz, O (CC) sizi dünyevî ve
uhrevî bütün muratlarınıza erdirir.
Babanız Âdem (AS)’ın günâha dü tüğü gibi siz de günâha dü tünüz; o halde O’nun
(AS)  tevbe  ettiği  gibi  siz  de  tevbe  edin.  O  (AS)  ve  zevcesi  Havvâ  (AS)  Rablerinin  (CC)
yemelerini yasakladığı ağacın meyvesini yediklerinde, cezâları O’ndan (CC) uzak kalma oldu.
Onlara  bah ettiği  ikram  elbiselerini  onların  üzerinden  soydu  aldı;  onları  çırılçıplak  bıraktı.
Onlar  cennet ağaçlarının  yapraklarından kendilerine örtü  yaptılar.  Fakat  yapraklar kuruyup
döküldü, yine çırılçıplak kaldılar. Sonra yeryüzüne indirildiler, kovuldular. Đ te bütün bunlar
günahın  ve  muhâlefetin  getirdiği  felâketler  sebebiyle  oldu.  Günah  oku  onların  bedenlerine
battı ve onları uzaklara dü ürdü. Allah(ü Teâlâ (CC) onlara tevbe ve istiğfârı telkin ve ilham
etti. Bunun üzerine tevbe ve istiğfâr ettiler. Allah(ü Teâlâ (CC) da onların tevbesini kabul etti
ve onları bağı ladı.
Bana dü manlık eden de, bana muhabbet besleyen de benim nazarımda birdir. Benim
için  yeryüzünde  ne  bir  dost,  ne  de  bir  dü man  kalmı tır.  Đ te  bu  durum  ancak  tevhîd
sapasağlam olduğunda ve halkı  acziyet nazarıyla gördüğünde olur. Ancak  yine de Allah(ü
Teâlâ’ya (CC) kar ı takvâ sâhibi olan kimse benim dostum ve ahbâbım, O’na (CC) âsî olan
kimse de benim dü manımdır. Bu îmanımın dostudur, o da îmanımın dü manıdır. 
Allah’ım (CC)! Beni bu hâle ehil kıl. Beni bu halde ve bu hâli de bende sâbit(kadem
kıl. Bu hâli bana bir mevhibe ve bağı kıl, onu benim için iğreti ve geçici bir durum yapma.
Sen biliyorsun ki, ben Senin dîninin ve irâdenin ipini eğiriyorum. Ben sâdece Senin rızân için
Muhammedîlere,  sırf  Senin  rızânı  umarak  Senden  ba ka  her  eyden  yüzçevirmi   zâhidlere
hizmet ediyorum. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi
koru.”

                                                
125
 Nûh S. A.10(12.
32.Sohbet ĐNFAK MÜCAHEDE
Yazıklar  olsun  sana  ey  zengin!  Zenginliğin  ükrünün  sâdece  “el(hamdü  lillâhi
Rabbi’l(âlemîn”  demek  olduğunu  zannetme.  Zenginliğin  ükrü  fakirlere  ondan  haklarını
dağıtman  ve  farz  olan  zekatı  fakirlere  ödemendir.  Sonra  mümkün  olduğunca  yine  onlara
yardım et. Malından onlara kar ılıksız ve minnetsiz bir ekilde dağıt; çünkü minnet kalplere
eziyet verir ve iyiliği kirletir. Fakirlerin çoğu fakirlik ate ine katlanır, fakat minnete tahammül
edemez. Vereceksen minnetsiz bir ekilde ver, aksi halde verme. Allah(ü Teâlâ’nın (CC): “Ey
îman  edenler!  Sadakalarınızı  minnet  ve  eziyet  ile  bâtıl  (geçersiz)  hâle  getirmeyin”
126

buyruğunu  i itmedin  mi?  Sadakanın  bâtıl  hâle  gelmesi  demek,  onda  sevâbın  kalmaması
demektir. Minnet altında bırakan ki i malını da, sevâbını da kaybeder. Kalbini karartır. Zîrâ
minnet  irktir.  Mü’min  verir  ve  minnet  altında  bırakmaz.  Aksine,  ba kalarına  vermeyi
kendisine nasip ettiği için Allah’a  (CC) ükreder. Hakîkatte verenin kendisi değil, Allah(ü
Teâlâ (CC) olduğuna inanır. Đnanır ki, Allah(ü Teâlâ (CC) “Vâhid”dir (birtektir), erîki ve
ortağı yoktur. O’ndan (CC) alır ve verir. Đnanır ki, elindeki malı mülkü kendisine veren O’dur
(CC); kendisi de O’ndan (CC) alan ve ba kalarına dağıtan bir vâsıtadır.
Ey zenginler! Ey bolluk içindekiler! Zenginliğiniz sizi aldatmasın. <ımarmayın ve
zenginliğinizle fakirlere kar ı kibirlenmeyin. Aksi takdirde bu sizin fakirliğe dü me sebebiniz
olur.  Ve  sizler  ey  gençler!  Gençliğiniz,  güç  ve  kuvvetiniz  sizi  aldatmasın.  Gençliğiniz
Rabbinize (CC) kar ı günah i lemenize desteğiniz olmasın. Günahlar sizin “din bedeni”niz
için  birer  oktur.  Günahlar  sizin  “din  etleri”nizi, sağlığınızı  ve  zenginliğinizi  yeyip  bitiren
vah î hayvanlardır. Ne güzel demi ler:
  ***
Bir nîmet içindeysen, onu koruyup gözet,
Zîrâ günahlar sebebiyle kaybolur nîmet.
  ***
Benim  yanımda  hüsn(i  zanla  ve  töhmeti  bırakmı   bir ekilde  bulunun.  Evinize
döndüğünüzde de bu sözü hatırlayın ve unutmayın. Ölümü ve sonrasını tezekkür edin. Geceyi
ibâdetle geçirin ve kalbinizle Rabbinizin (CC) huzûruna durun. Oruç tutun, zîrâ oruç kalbin
nûrudur;  özellikle  iftarınız  helâl  lokma  ile  olursa.  Bir  ey  vermedikçe  bir  eye
kavu amazsınız.  Đlim  ve  hikmet  erbâbı  nîmeti  terketmeden  nîmete  kavu ulamayacağı
husûsunda hemfikirdirler.
                                                
126
 Bakara S. A.264.
Sâlih bir kimsenin kırk sene boyunca sâdece secde hâlinde iken uyuduğu, secdesinin
(seccâdesinin) onun yatağı, yorganı ve yastığı olduğu anlatılır. Đ te bu, dünyâya kar ı “zâhid”
(isteksiz),  âhirete  kar ı  “râgıp”  (istekli)  olanın,  ölümden  ve  hesaptan  korkanın,  halka  ve
onların elindekine kar ı zâhid ve Hâlık’a (CC) kar ı râgıp olanın, Hakk’ın (CC) indinde olanı
takdir edenin, O’na (CC) ibâdeti bilenin ve O’nun (CC) uğrunda nefsiyle mücâhede edenin
hâlidir.  Allah(ü  Teâlâ’yı  (CC)  tanıyan  O’nu  (CC)  sever.  O’nu  (CC)  seven  O’na  (CC)
muvâfakat gösterir.
Ey  oğul!  Bu  dünyâyı  ne  yapacaksın?  Ona  yönelirsen  onunla  me gul  olursun,  sırt
çevirirsen onu özlersin; ondan aç kalırsan zayıflarsın, doyarsan ağırla ırsın. Sizden onunla en
iyi olanınıza bile hastalıklar, dertler, gamlar ve sıkıntılar gelir. Allah(ü Teâlâ’ya (CC) itâat
yolunda harcamanın dı ında dünyâda hayır yoktur.
Nefis câhildir; onu eğitin. O kötü edeplidir; ona edep öğretin. Dert ile devâyı, helâl ile
haramı, kendisine faydalı olanla zararlı olanı ayırt edemez. Rabbi (CC) ile çeki mekten de
geri durmaz. Ona ehvet ve zevkten bir lokma bile yedirmeyin. Ona hakkı olan kuru ekmeğin
dı ında bir ey vermeyin, yâni devamlı vermeyin. Buna râzı olduğu zaman ona dağlardaki
otlardan  yedirin;  böylece  o  ekmeği  her  eyiyle  kabullensin  ve  ona  gönül  ho nutluğu  ile
dönsün. Eğer râzı olur ve sükûnete ererse erri gitmi tir; rızkı, kısmeti ona verilir. Zîrâ size
Rabbinizden  (CC)  ferman  gelmi tir:  “Nefislerinizi  öldürmeyin;  Allah  (CC)  size  kar6ı
merhametlidir.”
127
 Đ te o zaman o nefse öyle denir: “Ey “mutmain” (huzura ermi6) nefis!
Râzı olmu6 ve râzı olunmu6 olarak Rabbine (CC) dön.”
128
 Böyle olan bir kimseye kısmeti
iâde  edilir.  “Đlim”  (kader)  ona  nasîbinden  istifâde  etmesini  emreder.  Kısmeti  ona
kesilmeksizin  verilir.  Đ te  o  zaman  nîmetlere  karı ması  ona  zarar  vermez.  Bu  faydalanma
onun için sadrında (iç dünyâsında) bir “in irâha” (iç rahatlamasına), kalbinin aydınlanmasına
ve  safâ  bulmasına  vesîle  olur.  O,  doktorun  kendisini  yemekten  koruyup,  âfiyet  buluncaya
kadar faydalı gıdâ ve içeceklerle beslediği hasta gibi olur. Hasta iyile tikten sonra doktor ona
çe it  çe it  yemekler  yemesini  söyler,  onu  bir  yemekten  diğer  yemeğe  gönderir.  O  zaman
yediği yemekler onun için devâ olur ve bedenini kuvvetlendirir. Đ te bunun gibi, bu zâhid i in
sonunda kısmeti olan nîmetlerden istifâde ettiğinde, bu onun dîni için bir âfiyet, bir sıhhat ve
kalbinde ve sırrında bir nur olur.
                                                
127
 Nisâ S. A.29.
128
 Fecr S. A.27(28.
Allah’ım (CC)! Bizi senden ba ka her eye kar ı zâhid ve her hâlinde sana kar ı istekli
olanlardan eyle. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi
koru.” (Âmin)

33.Sohbet ÖLÜME HAZIRLIK
Allah(ü  Teâlâ  (CC)  öyle  buyurmu tur:  “Allah  (CC)  katında  din  Đslâm’dır.”
129

Đslâm’ın yâni “islâm” kelimesinin hakîkati “istislâm”dır (teslim olmak ve teslimiyettir). Önce
“Đslâm’ı  (Đslâm  Dînini)  kabul  edin,  sonra  da  istislâmı  (teslîmiyeti)  nefislerinizde
gerçekle tirin. Dı ınızı Đslâm ile, içinizi de “istislâm” (teslîmiyet) ile temizleyin. Kendinizi
Rabbinize (CC) teslim edin. O’nun (CC) tedbîrine ve takdîrine râzı olun. Bırakın, hakkınızda
O’nun  (CC)  takdîri  hüküm  versin.  Kaderin  getirdiği her  eyi  makbul  kar ılayın.  Rabbiniz
(CC) sizi sizden daha iyi bilir. “Müdebbir” (her eyi idâre ve takdîr eden) ve “Hâkim” (hüküm
ve  hikmet  sâhibi)  olarak  O’ndan  (CC)  râzı  olun.  Yakın  bir  dost  olarak  O’nun  (CC)
Kelâm’ından (Kur’ân’dan) râzı olun. O’nun (CC) emirlerini de, yasaklarını da “kabul eli”yle
kar ılayın. O’nun (CC) dînini bütün kalbinizle kar ılayın. Kendinize o dîni iar ve örtü edinin.
Ölüm gelmeden önce, Allah’tan (CC) dönü ün mümkün olmadığı o gün, yâni kıyâmet
günü gelmeden önce hayâtınızı ganîmet bilin. Emellerinizi kısaltın. Çünkü felah bulan kimse,
ancak  emelini  kısaltmak  sûretiyle  felah  bulmu tur. Dünyâya  kar ı  hırsınızı  azaltın.  Harîs
olmasanız  bile  kısmetleriniz  size  gelecektir.  Bu  dünyâdan,  nasiplerinizi  elde  etmeden
ayrılmayacaksınız.
Vah sana!  Hevesi  kov.  Ölümün  elinden  kurtulu   yok.  Nereye  gidersen  git,  nereye
dönersen  dön,  o  senin  önünde  ve  etrâfında.  Kıyâmetten  kurtulamazsın.  Ölüm  günün  senin
hakkında özel bir kıyâmettir. Kıyâmet günü de hem senin için, hem de senin dı ındakiler için
genel bir kıyâmettir. Đlk kıyâmet ikinci kıyâmeti getirir: O zaman ölüm meleğini görürsün;
sana güler yüzle, mütebessim bir çehreyle gelir. Yanındakiler de öyledir. Sana selam verirler.
Tıpkı enbiyânın, ühedânın ve sâlihlerin ruhlarını aldığı gibi senin rûhunu da yumu aklıkla
alır. Kıyâmet gününün senin hakkında hayırlı geçeceğini müjdeler. Đlk gün ikinci günü getirir:
Eğer hayır görürsen hayırdır; er görürsen erdir.
Ölüm meleği Mûsâ (AS)’a geldi, elinde bir elma vardı. Elmayı Mûsâ (AS)’a koklattı.
Bu koklama esnâsında O’nun (AS) rûhunu aldı. Hepsi böyledir: Allah (CC) katında derecesi
yüksek olanın rûhu en kolay ve en güzel bir sûrette alınır.
Ey  cemâat!  Ölmeden  önce  nefislerinizden  ve  irâdelerinizden  ölün.  Ölümü  çokça
zikredin ve gelmeden önce ona hazırlanın. Ölmeden önce ölürseniz, ölüm size kolayla ır. Ona
kar ı ne bir ağırlık olur, ne de bir endi e. Ölüm ve kıyâmet günü mutlakâ gelecektir. Onları
bekleyin. Bu iki gün husûsunda Allah’tan (CC) bir kaçı yolu yoktur. Akıllı olun! Ben sizde
ne kalp görüyorum, ne de kalplerinizde bir mârifet!
                                                
129
 Âl(i Đmrân S. A.19.
Yazık sana! Zâhidlik iddiâsında bulunuyorsun, zâhidlerin elbisesini giyiniyorsun, ama
dünyânın çocukları (kulları) olan zenginlerin ve yöneticilerin kapısına da gidiyorsun! Nefsine
dönüyorsun  ve  dünyâyı  talep  ediyorsun!  Onda  olanı  istiyorsun!  Hz.  Peygamber’in  (SAV):
“Bir çukurun etrâfında dolanan kimse oraya dü'ebilir”
130
 buyurduğunu i itmedin mi?
Dünyâ ile me gul olmak, Allah (CC) yoluna dü mü kimselerin yolunu keser bitirir;
onları  büyüler,  akıllarını  ba larından  alır.  Bu  genel  bir  kâidedir;  Allah’ın  (CC)  dilediği
müstesnâdır. Çok az kimse vardır ki, Allah(ü Teâlâ (CC) onların kalplerine ve i lerine sâhip
çıkar, onları halvetlerinde ve celvetlerinde muhâfaza eder. Kudret eliyle onların yiyeceklerini,
içeceklerini ve giyeceklerini tertemiz eder.
Sûfîler, Resûl’ün (SAV) getirdiği ile amel etmi lerdir; böylece Resûl (SAV) onlardan
râzı  olmu ,  onlara  sâhip  çıkmı   ve  onları  sevmi tir.  “Ev  almadan  önce  kom u  al!”  “Yol’a
girmeden  önce  yolda   edin.”  Bu  kom u  ancak  Allah(ü  Teâlâ’ya  (CC)  yakınlıktır,
mârifetullahtır, îmandır, O’na (CC) tevekkül etmektir, O’nun vaadine bağlanmaktır. Sûfîlerin
kalpleri  i e  vâkıf  olduklarından  dolayı  onlar,  dünyâdan  da,  âhiretten  de  uzakla mı lardır.
Diğer eylerden hep uzakta durmu lardır.
Ey gâfiller! Size açıkladığım bu hususlara ancak amel ile, bâzan beden ve bâzan da
kalp ile, bâzan kalp bâzan fiil ile amele dalmak sûretiyle, yâni bâzan konu ma bâzan susma,
bâzan amel bâzan talebi terk etmek metotlarıyla ula ılabilir. Amel ve utanma ile ula ılabilir.
Kalp gözünün amelini görmemesi, onun amelleri görmeye kar ı bir süre kapatılması yoluyla
olur. Bu tamam olunca Allah(ü Teâlâ (CC) tarafından bir hareket gelir ve ona öyle seslenilir:
“Hareket  et  ve  yürü!  Gözlerini  aç.  Ba   gözlerinle  de  kalp  gözlerinle  de  bak.”  Allah(ü
Teâlâ’dan (CC) gelen ey ancak O’nun (CC) kudret eliyle gelir.
Sûfîler  dâimâ  alçak  gönüllü  ve  mütevâzi  davranırlar.  Bu  davranı ı  hiç  elden
bırakmazlar. Bunu da sırf Allah (CC) rızâsı için yaparlar. Mü’min, elindekini çıkarmak ve
“îsâr”
131
 etmek için didinir durur. Çünkü o ihtiyaç ânında onu bulacağını bilir. Vera sâhibidir
ve bulduğu her eyi tertemiz yapmaktan geri durmaz. Aslını ve teferruatını bildiği “bir ey”
bulmak  için  o  her  eyi  terkeder.  Babasından  ve  annesinden  kendisine  mîras  olarak  kalan
elindeki her eyi çıkarmak için çalı ır. “Belki onlar bu malı vera yoluyla  kazanmamı lardır”
diyerek, elindeki mîrası fakirlere ve dü künlere dağıtır.
                                                
130
 Buhârî, es Sahîh, “Îmân” hadîs no: 52.
131
 “Îsâr”: Ki inin ihtiyâcı olmasına rağmen, elindekini ba ka birisine infak etmek demektir.
Allah’ım (CC)! Bize doğru yolu ilham et. Sevdiğin ve râzı olduğun ameli i lemeye
bizi muvaffak kıl. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi
koru.”


34.Sohbet MUHABBET MARĐFET (CENABI HAKKI TANIMAK)
Ey  “irâde”  (mürîdlik,  Hakk’ı  CC.  isteme)  iddiâsında  bulunan!  Đrâden  düzgün
değil.  Sana  murâdından  gelen  eye  “benim”  ve  “benim  malım”  diyorsun.  Muhibbin
mahbûbuna izâfetle ne bir malı, ne bir maksadı, ne bir hazînesi, ne de bir evi olur. Her eyi
murâdı  ve  mahbûbu  içindir.  Seven  sevdiğinin  kuludur,  onun  elinde  zelildir.  Kulun  mâlik
olduğu her ey Mevlâ’sınındır (CC).
Sevenin sevdiğine teslîmiyeti tam olunca, seven sevdiğinden teslim aldığı her eyi ona
geri verir. Teslim aldığı her eyi ona bırakır. Đ deği ir! Köle hür olur. Zelil aziz olur. Uzak
yakın olur. Seven sevilen olur. Mecnûn Leylâ’ya olan muhabbetinde sabredince, muhabbet
tersine  dönmü ,  Leylâ  Mecnun,  Mecnun  da  Leylâ  olmu tur.  Allah(ü  Teâlâ’ya  (CC)
muhabbette sabırlı ve sâdık olan kimse, üzerine gelen oklar sebebiyle O’nun (CC) kapısından
kaçmaz. Kendisine gelen okları kalbinin göğsü ile kar ılar. Böyle davranırsa mahbûb olur,
murâd olur, matlûb olur. Bu zevki tadan mârifete ula mı demektir. Bu anlatılabilecek bir ey
değildir.  Bu  halkın  anlayabileceğinin  dı ında  bir  eydir.  Bunu  çok  çok  az  kimse  dı ında
anlayan olmaz. Onlar halkın anlayı ı en kuvvetli olanlarıdır. Halkın ilminin ötesinde bir ilme
sâhiptir onlar. Hakîkati bir göz kırpmasıyla, en küçük bir i âretle anlayabilirler. Kendilerinden
istenene dönerler, onunla edeplenirler ve onu öğrenirler.
Ey  cemâat!  Îman  elbisesini  giyin  ve  nefislerinize  mücâhede  sopasıyla  vurun.  Onu
îman  hocasına,  öğretmenine  teslim  edin.  O  eğitilmemi ,  kötü  bir  kısraktır.  Nefisleriniz
eğitimsizdir.  O  kibir  ve  büyüklenme  doludur.  Hak  yolunda  değildir.  “Ben”  “benim”  ve
“benimle”den ba ka bir ey bilmez. Bu yolun tamâmı mahv ve yokluktur. Ba langıçta îman
zayıf olduğu için “Lâ ilâhe ilAllah” (Allah’tan CC. ba ka ilah yoktur) denir. Nihâyette, îman
kuvvetlendiği zaman ise “Lâ ilâhe illâ ente” (Senden ba ka ilah yoktur) denir. Çünkü O’na
(CC) hâzır ve âhid olarak hitap edilir. Bu bâtınî bir durumdur. Sır içinde bir sırdır. Nefes
içinde bir nefestir. Bundan dolayıdır ki, Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Sizin 'u
günlerinizde  Allah ü  Teâlâ’nın  (CC)  nefesleri,  solukları  vardır;  dikkat  edin,  O’nun  (CC)
nefeslerine taarruz etmeyesiniz!”
132

Ey münâfık! Söylediğimi anlamamayı hakediyorsun; çünkü sen benim söylediklerimi
yalanlıyorsun! Eğer söylediklerimi akletmek ve anlamak istiyorsan, münâfıklığından tevbe et,
amelinde ihlaslı ol, dünyâya ve Mevlâ’nın (CC) dı ındaki her eye kar ı zâhid ol. Bu i in
ba langıcı “Lâ ilâhe illAllah Muhammedün resûlullâh”tır. Sonu ise ta ve çamurun ki inin
nararında e it olmasıdır. Ta ile halkın sevgilisi olan altını ve paralarını kasdediyorum.
                                                
132
 Beyhakî, Kitâbü’z zühdi’l kebîr, hadîs no: 733, (Kuveyt(1983).
Allah’ın (CC) ismi ile ayağa kalk ve azmet. Ben senin için ne bidâyet, ne de nihâyet
görüyorum.  “Lâ  ilâhe  illAllah  Muhammedün  Resûlullâh”ı  gerçekle tirememi sin.  Onun
artlarını  da  yerine  getirememi sin.  “Havâs”  (özel kullar)  ile  berâber  de  değilsin  ki,  senin
gözünde ta ile çamur bir olsun. O halde sen nesin? Biz seni nasıl anıp sayalım? Senin ne
evvelin var, ne âhirin var! Benden seni sende olmayan eylerle övmemi istiyorsun ki, nefsin
ımarsın, benden râzı olasın ve bana hediyeler getiresin! Sana “kerâmet” (ikram) yok! Ben
hakîkati söylerim ve kınayanın kınamasından da korkmam. Ben halk ile Hâlık (CC) arasında,
amel  edenle  etmeyen  arasında,  güçlü  ve  kuvvetli  duranla  durmayan  arasında  “kerru  ferr”
(sava oyunları) içerisindeyim, sava taktikleri ile davranmaktayım. Sen câhilsin. Bana senden
yana bir ey yok. Bana dü manlığa kalkarsan helâk olursun. Bilmediğine dü man olanlardan
olma. Bana kar ı câhil oldun ve bu sebeple bana dü manlık ettin. Hakkımda hiçbir fikrin yok,
dü manlığının sebebini de bilmiyorsun.
Ey oğul! Allah(ü Teâlâ (CC) eğer sana bir zarar dokundurur veyâ bir musîbet verirse,
onu yine O’ndan (CC) ba ka giderecek ba ka biri yoktur. O halde niçin senin gibi âciz birine
gidip  de:  “<u  içine  dü tüğüm  belâyı  benden  gider”  diyorsun?  Bunu  O’ndan  (CC)  ba ka
giderecek  kimse  yoktur!  Eğer  mal  kaybedersen  veyâ  aç  kalırsan  veyâ  arkada larından
dostlarından uzak kalırsan, kimse sana bir lokma veyâ bir zerre bir ey vermezse ve dünyâ da
bütün geni liğine rağmen sana dar gelirse, i te o zaman bütün kalbinle her eyden kesil; zîrâ
bunların hepsi Allah(ü Teâlâ’dandır (CC) ve bu musîbetlerin hiçbirini, O’ndan (CC) ba ka
izâle edecek kimse yoktur. Onu ancak oraya koyan kaldırır. Onu kim atmı sa kaldıracak da
ancak odur. Bu elbiseyi senin üzerinden çıkaracak olan, onu sana giydirendir.
Akıllı olun! Halkı ve sebepleri irk ko mayın. Bir tek Rab edinin, birçok değil. Bir
eyi ki inin emrine veren de, ba ına musallat eden de, hâkim olan da, ferman veren de, fâil
olan da ancak O’dur (CC). O’nun (CC) kaderi, takdîri elinde hastalık olduğu halde gelir ve
senin âfiyet kapını çalar! Elinde sıkıntı, darlık olduğu halde gelir ve senin bolluk kapını çalar!
O’nun (CC) takdîri elinde gam ve hüzün olduğu halde gelir ve senin ferahlık kapını çalar!
O’nun (CC) takdîri elinde korku olduğu halde gelir ve senin güven kapını çalar! Bütün bunlar
O’ndandır (CC) ve bunları O’ndan (CC) ba kası da gideremez.
Dünyâ  mü’minin  zindanıdır;  eğer  mü’min  ondan  kesilir,  ayakları  gideceği  yere
varırsa,  mârifete  ula ırsa,  o  zaman  zindanın  duvarı  yıkılır  ve  önünde  kapılar  açılır.  Kalbi
palazlanır.  Rabbinin  (CC)  ilim  semâsında  uçar.  Oradaki  ruhlara  katılır.  Bu  sizin
anlayabileceğiniz bir ey değildir. Sûfîler dünyâda oldukları halde, onların kalpleri ve ruhları,
tıpkı ehitlerin cennette yemek yedikleri gibi, Rablerinin (CC) fazl ve ikram sofrasında yemek
yer. Đ te bu durumda onların halka ihtiyaçları kalkar. Bu duruma ula an kimse “kalp meliği”
olur. Onlar dünyâda da, âhirette de meliktirler. Dünyâda da, âhirette de reistirler.
Ey  câhil!  Ey  dinarın  ve  dirhemin  münâfığı!  Ey  halkın  övmesi  ve  yüceltmesi  ile
ımaran! Sen övgünün, yüceltmenin ve bağı ın kulusun. Eğer kalbin olsaydı hâline ağlardın.
“Đnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn.”
133
 Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l(aliyyi’l(
azîm.  Allah’ım  (CC)!  Sana  kulluğu  hakkıyla  yerine  getirme  rızkıyla  bizi  rızıklandır.  Seni
talep  etmede  sadâkatle  bizi  rızıklandır. “Bize  dünyâda  da,  âhirette  de  güzellik  ver  ve
cehennem azâbından bizi koru.”
                                                
133
 “Muhakkakki, biz Allah’tan (CC) geldik ve yine O’na (CC) döneceğiz.” (Bakara S. A.156)
35.Sohbet ZÜHD DÜNYAYA DEĞER VERMEMEK
Sâdık ki i için geri yoktur, o geriye bakmaz; ilerlemekten, ileri gitmekten geri durmaz.
Onun göğsü vardır ama sırtı yoktur. Talebinde sâdık olmaktan geri durmaz, böylece, onun
zerresi dağ, damlası deniz, azı çok, lambaları güne ve kabuğu öz olur.
Sâdık birini ele geçirirsen ona yapı . Yanında senin derdinin devâsı bulunan ki iyi ele
geçirirsen  ona  yapı .  Seni  suyun  kaynağına  götüren ki iyi  ele  geçirirsen  ona  yapı .
Kaybettiğin eye seni götüren ki iyi ele geçirirsen ona yapı . Onları bilmemeyi, tanımamayı
hakediyorsunuz. Bilenler ise çok çok az. Kabuk çok, oysa öz az. Kabuk çöplüklerde olur, oysa
öz pâdi ahların hazînelerinde bulunur.
Dünyâ, ehvet ve lezzetlerle dolu olan her kalp kabuktur. O ancak ate te i e  yarar.
Kalbinde mahlûkattan bir eyler olduğu müddetçe cezâlandırılacağını bil! Zîrâ, Allah(ü Teâlâ
(CC)  öyle  buyurmu tur:  “Ben  cinleri  ve  insanları  ancak  Bana  ibâdet  etsinler  diye
yarattım.  Onlardan  ne  bir  rızık  istiyorum,  ne  de  Beni  doyurmalarını.  Muhakkakki,
Allah (CC) rezzâktır, güç ve kuvvet sâhibidir.”
134
 Sizin çoğunuz perdelisiniz; Müslüman
olduğunuzu iddiâ ediyorsunuz fakat hakîkat husûsunda hiçbir eye sâhip değilsiniz.
Yazık  size!  “Müslüman”  ismi  size  onun  artları  ile  amel  etmedikçe  hiçbir  fayda
vermez. Böyle kimselerin “zâhir”i (dı ı) vardır  ama “bâtın”ı (içi, özü) yoktur. Amelleriniz
size hiçbir ey katmıyor. Zâhirin mihrapta, bâtının ise riyâ ve münâfıklık  yapıyor.  Zâhirin
dindar,  bâtının  ise  haramlarla  dolu.  Evinde  dostun bekliyor!  <erîat  zâhiren  senden  cezâyı
dü ürüyor;  çünkü  senden  zâhiren  ona  aykırı  bir  ey zuhur  etmiyor.  Đlim  ise  bâtınen,  onun
üzerine ölüm ve cezâlandırılma hükmünü vuruyor. Đyi dü ün! Bugün cezâdan kurtuldun, ama
yarın kim kurtaracak? Đyi dü ün! Hüküm erbâbı nazarında gizlendin ama, O’nun (CC) nûru ile
bakan ve halkı ta ıdıkları i âretlere göre tanıyan “ilim erbâbı” katında nasıl gizleneceksin?
Avam katında sen namaz kılan, oruç tutan, itâatte bulunan, tezkiye olan, hacca giden, veraya
önem veren, müttakî ve zâhid birisin; “ilim ehli” indinde ise münâfık, deccal ve cehennemlik
birisin!
Onların yanına gidersen din evinin harap olduğunu ve yüzündeki nifak alâmetlerini
görürler.  Seni  sîmandan  tanırlar,  fakat  konu mazlar.  Cenâb(ı  Hakk’a  (CC)  kurbiyet  mührü
onların  ağızlarındadır;  O’nun  (CC)  günahları  örtme,  gizleme  sıfatı  ve  O’nun  (CC)  “setr”
(örtü) eli onların dillerini tutar; kerem, cömertlik ve yumu aklık dilleri onları konu maktan
engeller. Eğer böyle olmasaydı örtüleriniz yırtılırdı. Ey münâfıklar! Đslâm’ı hakkıyla yerine
getirin ki, îman da, îkan da, mârifet de, münâcât da size gelsin, hitâp ve konu ma gelsin.
                                                
134
 Zâriyât S. A.56(58.
Akıllı olun! Mânâsı olmayan kabuklarla yetinmeyin. Amel i leyin ve ihlaslı olun ki,
kurtulasınız.  Đlmiyle  âmil  olan  âlimlere  hizmet  edin.  Hizmet  eden  hizmet  görür.  Tevâzu
gösteren  yücelik bulur. Hizmet et ki, efendi olasın. Duymadın mı?: “Topluma hizmet eden
onların efendisidir.”
135

Sen  nefsine,  e ine,  çoluk(çocuğuna  güzel  hizmet  ediyorsun  ama  malını  fakirlerden
gizliyorsun;  malını  hevâ  ve  hevesin  ve  hîleli  maksatların  uğrunda  harcıyorsun.  Yakında
haberini  alırsın!  Sen  Rabbinden  (CC)  korktuğundan  çok,  sokağının  bekçisinden,  bölgenin
yöneticisinden korkuyorsun. Onlara hediyeler veriyorsun. Çünkü onlar evinin harâplığına ve
rezilliklerine muttalîler. Yakında malın bitecek. O kötü arkada ların seni terkedecek. Bekçi ve
yönetici, hediyeler kesildiği için senin kirli çama ırlarını ortaya dökecekler. Sen O’nun (CC)
nîmetlerini  O’na  (CC)  kar ı  isyanlarda  kullanırken,  Allah(ü  Teâlâ  (CC)  seni  nasıl  kutlar!
Yakında sen dileneceksin, senden dilenilmeyecek! Kalacağın yer de çöplükler ve pislik yerler
olacak. Ve kimbilir, belki de sen bu hal üzere iken ölüm sana gelecek ve ıztıraptan ıztıraba
dü eceksin…
Akıllı ol ve Allah’tan (CC) utan! Dünyâ fânîdir, ama âhiret bâkîdir. Dünyevî istekler
arzular devam etmez, uhrevî istekler ise süreklidir. Mü’min âhiret kar ılığında dünyâyı, Hâlık
(CC) kar ılığında halkı satar. Sûfîlerden bâzıları vardır ki, Allah(ü Teâlâ (CC) ile halktan ve
yeryüzündeki her eyden müstağnî olup, onlara muhtaçlığı gidince, Hâlık’a (CC) dönmesi ve
halktan bir eyler istemesi, bir eyler dilenmesi için, geçim ve maî et temini derdi ona geri
verilir.  Onun  halktan  istemesi  halka  rahmet  olur.  Onun  fakirliği  zâhirdedir.  Bâtında  ise  o
zengindir.  Onun  zenginliği  gizli,  fakirliği  açık  olur.  O,  onlar  üzerinde  istediği  gibi  galebe
eder, hâkim olur da onlar edeplerini bozmadan sükûnet içinde dururlar.
Onları ilk terbiye eden Kitap ve Sünnettir. Onlarla amel ederler ve müttakî olurlar.
Sonra onları Hz. Peygamber (SAV) terbiye eder. Rüyâlarında onlara öyle der: “<unu unu
yapın,  unu  unu  yapmayın…”  Sonra  Rablerini  (CC)  rüyâlarında  görürler.  Onlara  çe itli
emirler verir, çe itli nehiylerde bulunur. Bir dereceden diğer bir dereceye, bir kitaptan diğer
bir kitaba, bir âlemden diğer bir âleme, bir zikirden diğer bir zikire sürekli yükselir giderler.
Mü’minin gözünde halk bir tek ahıs gibidir. Bu ahıs ise hasta, âciz, fakir, kendine
zerre  kadar  bir  fayda  çelbedemeyen,  bir  zararı  defedemeyen,  kendine  ters  davranana
buğzeden,  kendine  uyandan  ho lanan  biridir.  Mü’min ise  buğzunda  da,  muhabbetinde  de
Rabbine (CC) muvâfakat eder. Halkı, kendisine bir eyler verdikleri için sevmediği gibi, bir
ey vermediklerinde de onlara buğzetmez. Muhabbetini de, buğzunu da hevâ ve hevesi uğruna
                                                
135
 bak.: Aclûnî, Ke'fü’l hafâ, I/409(410 (no: 1513).
yapmaz. O sonsuza kadar nefsinden ayrılmı tır; ona ancak Rabbine (CC) itâati durumunda
muvâfakat  gösterir.  Dünyâ  onun  kalbinden  uzakla mı tır.  O,  Rabbinin  (CC)  dînini  yerine
getirmekten, onu gözetmekten ve ona yardım etmekten aslâ geri durmaz.
Yazık sana! Zâhid olan kalptir, ceset değil. Ey zâhiri ile zâhidlik taslayan! Zühdün
merduttur  (reddedilmi tir).  Çünkü  sen  sarığını,  gömleğini  sakladın,  altınını  yerin  altına
gizledin ve dervi elbisesi giydin; bütün pislikleri topladın… Eğer tevbe etmezsen Allah (CC)
senin derini yüzsün, boynunu vursun. Bir dükkân açtın, orada nifak satıyorsun! Eğer O’ndan
(CC) önce kendin o dükkânı yıkmazsan, Allah (CC) o dükkânı ba ına yıksın da altında seni
helâk etsin. Tevbe et ve zünnârı (küfür alâmeti ku ağı) kes.
Vah  sana!  Mü’minin  zühdü  kalbindedir.  Rabbine  (CC)  olan  kurbiyeti  sırrındadır.
Dünyâ ve âhiret ise onun kapısında ve kasasındadır, kalbinde değil! Onun kalbi Mevlâ’sından
(CC) ba ka her eyden bo tur. Rabbinden (CC) ba kası onun kalbine nasıl girsin ki, orayı
tamâmen  O  (CC),  O’nun  (CC)  zikri  ve  O’nun  (CC)  kurbiyeti  doldurmu tur.  Kalbi,
Mevlâ’sının (CC) rızâsı uğruna her eye vedâ etmi tir, o kırıktır. Ho Rabbi (CC) dâimâ onun
yanındadır ya! Zîrâ O (CC) öyle buyurmu tur: “Ben kalpleri benim için kırılmı' olanların
yanındayım.”
136
  Onların  nefisleri  dünyâyı  terketmek  sûretiyle  ve  kalpleri  de  Mevlâ’larının
(CC) rızâsı uğruna kırılmı tır. Đ te onlar inkisârı, kalp kırıklığını hakkıyla yerine getirince, O
(CC) onların yanında olur, kırıklıklarını düzeltir. Onları tedâvi eden tabiptir, onlara gelen. Đ te
nîmet budur! Ne dünyâ, ne de âhiret nîmeti nîmet değildir.
Sûfîler hastadırlar; tâbipleri ise yanlarındadır. Onlar tabiplerinin huzûrundadır. O’nun
(CC) kerem ve lutuf hücrelerinde uyku hâlindedirler. Onları iyilik, yumu aklık ve merhamet
eliyle  döndürür.  Felâha  vereni  görmeyen  felah  bulamaz.  Sûfîlerle  berâber  oturun,  onların
konu malarını  ve  sohbetlerini  dünyâ  için  değil,  Allah  (CC)  rızâsı  için  dinleyin  ki,  ondan
yararlanasınız.
Đlim öğrenin! Zîrâ ilimde çok büyük hayır vardır. Đlim öğrenin ve amel edin. Böylece,
ilimden istifâde edesiniz. Đlim kılıç, amel el gibidir. El olmadan kılıç kesmez. Kılıç olmadan
da el kesmez. Zâhiren ilim öğrenin ve bâtınen ihlaslı olun. Đhlas olmadan zerre kadar sevap
kazanamazsınız.
Kur’ân’ı dinleyin ve onunla amel edin. Onu Cenâb(ı Hakk (CC) kendisine ula asınız
diye indirmi tir. Kur’ân’ın iki yönü vardır: O’nun (CC) elinde olan tarafı, bizim elimizde olan
tarafı.  Eğer  onunla  amel  ederseniz  kalpleriniz  Cenâb(ı  Hakk’a  (CC)  yükselir.  Ve  daha
dünyâda iken, âhiretten önce kalpleriniz O’nun (CC) kurbiyet evine girer. Eğer O’na (CC)
                                                
136
 Zebîdî, Đthâfü’s sâde, VI/290.
vâsıl olmak istiyorsan dünyâya ve halka kar ı zâhid ol. Nefsine, evine, malına, isteklerine,
arzularına, halkın övgüsünden ve yüceltmesinden ho lanmaya, sana teveccüh göstermelerine
kar ı zâhid ol. Eğer bunu gerçekle tirebilirsen onlara muhtaçlığın gider. Bütün sıkıntın kalkar.
Bâtının ve halvetin mâmur olur. Kalbin ve sırrın aydınlanır. Nefsin mutmain olur. Đ te bütün
bunlar Kur’ân ile amel etmenin bereketi sâyesindedir. Bu Kur’ân güne tir; o halde onu kalp
evlerinize bırakın ki, sizi aydınlatsın.
Yazık sana!  Lambayı  söndürürsen  gecenin  karanlığında  elinde  olanın  ne  olduğunu
nasıl göreceksin? Size hayat veren eye dâvet eden Resûle (SAV) icâbet edin. Ölü kalp neyi
duyar ki? Dünyâ ve dünyâ sevgisi ile ve halkı sevmek ve onlardan bir eyler ummak sûretiyle
ölmü olan kalp nasıl görebilir? Nasıl duyar ve görür? Dünyâyı bil ki, ona kar ı zâhid olasın;
nefsi bil ki, ona muhâlefet edesin; halkı bil ki, onlara buğzedesin…
Ey ölü kalpliler! Siz dünyâyı talep ediyor, ona rağbet gösteriyor ve ona muhabbet
duyuyorsunuz.  Ve  sizler  de  ey  zâhidler!  Cennet  talebiniz  sizi  Rabbinizden  (CC)  alıkoydu,
engelledi. Yazık size! Yolu a ırdınız. “Dârdan önce câr” (evden önce kom u) “tarîkten önce
refîk” (yoldan önce yolda ) edinin. Ve siz ey vâizler! Hiçbir sanatınız olmadığı halde, ehil
olmadığınız halde peygamberlerin kürsülerine oturdunuz! Kerr u ferri (sava taktiklerini) ve
dövü meyi beceremediğiniz halde en ön safa geçtiniz. Đnin oradan! Đlim öğrenin, amel edin,
ihlaslı olun ve ondan sonra oraya çıkın. Bu i nefisle, hevâ ve hevesle, eytanla, dünyâ ile,
ehvetlerle,  zevklerle,  halkı  terk  ile,  zararda  ve faydada  onları  görmek  ile  dövü mekten
ibârettir.  Bütün  bunların  hepsine  îman,  yakîn  ve  tevhîd  kuvvetinle  gâlip  gelir,  onları
kahredersen,  i te  o  zaman  Hakk  (CC)  senin  kalbine  ve  sırrına  “hil’at”  (saltanat  elbisesi)
giydirir. Cenâb(ı Hakk (CC) bu gibileri kurbiyet evine  yerle tirir, halkına emir tâyin  eder,
onlara geri gönderir. O zaman halka kar ı verdiğin sava taki taktikleri de güzel yaparsın.
Allah’ım  (CC)!  Bizi,  seni  bizden  râzı  eden  eylerde  kullan.  “Bize  dünyâda  da,
âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
36.Sohbet RAMAZAN VE ORUÇ
“Ramazân” be harften olu an bir kelimedir (Arapça’ya göre): Râ (ra)(mîm (ma)(dâd
(z)(elif (â)(nûn (n). Râ harfi (ra) “rahmet” ve “re’fet”ten ( efkatten) gelir. Mîm harfi (ma)
“mücâzât” (bir eyin kar ılığını verme) “muhabbet” ve “minnet”ten (iyilikten) gelir. Dâd harfi
(z)  sevâbı  “dımân”  etmekten  (garanti  altına  almaktan)  gelir.  Elif  harfi  (â)  “ülfet”  ve
“kurbiyet”ten gelir. “Nûn harfî (n)” ise “nûr” ve “nevâl”den (cömertlikten) gelir.
Bu ayı hakkıyla tamamlar ve onda gerekli olan ibâdetleri doğru bir ekilde yaparsanız,
bu  sayılan  eyler  de  Hakk  (CC)  katından  sizlere  gelir.  Böyle  yaparsanız  dünyâda  iken
kalplerinizle ona yakınla ır, kalplerinizi nurlandırırsınız. Hakk’ın (CC) cömertliğine, açık ve
gizli  nîmetlerine  nâil  olursunuz.  Âhirette  ise,  hiçbir  gözün  görmediği,  hiçbir  kulağın
duymadığı ve hiçbir be erin kalbine gelmeyen nîmetlere kavu ursunuz.
Çoğunuzun  oruçtan  haberi  yok!  Emre  gösterilen  saygı  ve  ihtiram  âmire  yâni
emredene gösterilen saygı ve ihtiramdır. Allah’tan (CC), Nebîlerinden (AS), Resullerinden
(AS)  ve  sâlih  kullarından  haberi  olmayanın  bu  aydan  haberi  nereden  olacak?  Çoğunuz
babasını, annesini ve kom ularını oruç tutarken  görmesi üzerine onlarla  berâber oruç tutar
oldu;  yâni  âdet  üzere  oruç  tuttu,  ibâdet  olarak  değil.  Orucu  sâdece  yemekten  ve  içmekten
kesilmek zannediyorlar. <artlarını ve erkânını yerine getirmiyorlar.
Ey cemâat! Âdeti terkedin, ibâdete yapı ın. Allah(ü Teâlâ (CC) için oruç tutun. Ne bu
aydaki oruç, ne de bu ay içerisinde yapılan ibâdetler, sakın canınızı sıkmasın. Bu ayı amelle
geçirin.  Amellerinizde  de  ihlaslı  olun.  Terâvih  namazlarına  devam  edin.  Mescitlerinizi,
câmilerinizi aydınlatın, zîrâ bu aydınlatmanız kıyâmet günü size nur olacaktır. Eğer bu ayı
Allah(ü Teâlâ’ya (CC) ibâdât ve tâât ile geçirirseniz ve ona gerekli hürmeti gösterirseniz, bu
size kıyâmet günü efâatçi olur. Orucu hakkını vererek tutun ki, size de hakkınız ödensin. Onu
eksiksiz yapın ki, kar ılığını eksiksiz alasınız. Rabbiniz (CC) katında size ehâdet edilsin ve
sizi  övsünler.  Bu  vesîle  ile,  O’nun  (CC)  fazlından,  kereminden,  nîmetinden,  iyiliğinden,
rahmetinden, lutfundan, hıfzından, himâyesinden ve korumasından sizin için talep edilsin.
Yazık  sana!  Sana  ne  fayda  verir  ki:  Oruca  ba lıyorsun  haramla,  oruç  bozuyorsun
haramla! Bu mübârek gecelerde günahlar ile uyuyorsun! Yine yazık sana ki, halk arasında
bulunduğun  zaman  riyâkârlıkla  ve  bozgunculukla,  oruç  tutuyor  görünüyorsun;  fakat  kendi
ba ına kaldığında ise bir eyler yiyor, sonra tekrar onlar arasına katılıyorsun ve onlara: “Ben
oruçluyum” diyorsun. Uzun günlere sövüyorsun, hakâretler yağdırıyorsun, yalan yeminlerle
yemin ediyorsun! Pintilikle, hîleyle, gaspla insanların mallarını ele geçiriyorsun.
Orucun sana fayda vermez. Sen oruçlu da sayılmazsın. Çünkü Hz. Peygamber (SAV)
öyle buyurmu tur: “Nice oruçlu vardır ki, aç ve susuz kalmak dı'ında oruçtan elde ettiği bir
'ey yoktur. Ve nice ibâdet eden vardır ki, ibâdetinden kendisine yorgunluk ve uykusuzluktan
ba'ka bir 'ey kalmaz.”
137
 Kimileri var ki, zâhiren, görüntü olarak müslüman, fakat bâtınen
sanki puta tapanlar gibi! Vah sizlere! Müslümanlığınızı, tevbenizi, özürünüzü ve ihlâsınızı
sürekli yenileyin, tâ ki, Rabbiniz (CC) sizi kabul etsin ve i lediğiniz günahları affetsin.
Ey oruçlular! Rabbinize ükredin, te ekkür edin. Çünkü o sizi oruca ehil kıldı ve oruç
tutmanız için size güç verdi. Oruç tutan kimsenin kulağı da, gözü de, elleri de, ayakları da,
yâni bütün uzuvları da oruç tutsun. Bütün zâhiri ve bâtını ile oruç tutsun. Oruç tuttuğunuz
zaman yalanı terkedin; yalancı âhitlik yapmayın; gıybeti, koğuculuğu, insanlara iftirâ atmayı
ve onların mallarını almayı (gasbetmeyi) terkedin. Öyle oruç tutun ki, günahlardan tertemiz
ve pâk olun. Eğer günaha dü erseniz, böyle orucun size ne faydası olacak? Hz. Peygamber’in
(SAV):  “Oruç  cünnettir  (sığınaktır)”
138
  sözünü  i itmediniz  mi?  Buradaki  “cünnet”
kelimesinin  anlamı,  sâhibini  örten  ve  üzerini  kapatan  ey  demektir.  Bundan  dolayıdır  ki,
kalkana  “mücenne”  yâni  sığınak  da  denir.  Çünkü  kalkan  sâhibini  kaplar  ve  onu  oklardan
korur. Aklını kaybetmi ki iye de “mecnûn” denir. Çünkü onun da aklının üzeri örtülmü tür.
Oruç vera, takvâ ve ihlas sâhibi olan oruçlu için bir sığınaktır. Çünkü sığınak onu dünyâ ve
âhiret belâlarından korur. Ey oruçlular! Đftar vakti fakirlere ve dü künlere yiyeceklerinizden
bir eyler ikram edin. Zîrâ bu sizin sevâbınızı artırır ve orucunuzun kabul edildiğine de bir
i ârettir.
Her  ey  biter;  âhiretiniz  için  önceden  gönderdiğiniz,  gücünüz  yettiğince
hazırlayabildiğiniz eylerden ba ka hiçbir ey bâkî kalmaz. Kıyâmet günü aç, susuz, çıplak,
korkulu, ürkek ve titreyen bir halde ha rolunacaksınız: Đ te o gün, bu dünyâda yemek yedirene
yemek verilecektir. Bu dünyâda iken su ikram edene o gün su ikram edilecektir. Bu dünyâda
birilerini  giydirene  o  gün  elbise  giydirilecektir. Bu  dünyâda  iken  Cenâb(ı  Hakk’tan  (CC)
korkan ve utanan kimse o gün emniyet içinde olacaktır. Bu dünyâda merhamet edene o gün
Allah(ü Teâlâ (CC) merhamet edecektir.
Ramazan  ayında  Kadir  Gecesi  vardır.  O  gece  yılın  en  büyük  gecesidir  ki,  onun
alâmetlerini sâlihler bilir. Allah(ü Teâlâ’nın (CC) bâzı kullarının gözlerinden perdeyi kaldırılır
ve  onlar  meleklerin  yüzlerindeki  nûru,  ellerinde  ta ıdığı  o  ilâhî  nûru,  göklerin  kapılarının
                                                
137
 Taberânî, el Mu’cemü’l kebîr, XII/382, (Musul(1983).
138
 Buhârî, es Sahîh, “Savm” hadîs no: 1795.
nûrunu ve Hakk’ın (CC) vechinin nûrunu görürler, zîrâ O (CC) bu gece yeryüzü ahâlîsi için
tecellî eder.
Ey  cemâat!  Himmetlerinizi  (gayretlerinizi)  yemeye  içmeye  yoğunla tırmayın.  Bu
dü ük  bir  gayrettir,  himmettir.  Yemeye  içmeye  mübtelâ  oldunuz;  halbuki  rızık  konusunda
garantiniz var. O halde niçin ona yoğunla ıyorsunuz. Yemeyen ve içmeyen, “Samed” (her ey
kendisine muhtaç) olan Allah(ü Teâlâ (CC) ne yücedir! O (CC) Rızık verendir, rızık verilen
değil; O (CC) yedirendir, yedirilen değil. O (CC) “samed”dir, O’nun (CC) karnı yoktur; O
(CC) yemez, içmez, uyumaz. Hırsınız arttı, veranız ve “emânınız” (emniyetiniz) azaldı.
Yazık sana! Dünyâ bir saattir, onu itâatle geçir. Ey oğul! Dünyevî olsun, uhrevî olsun
bütün i lerinde vera sâhibi ol ki, felah bulasın, kurtulasın. Vera sâhibi olursan aleyhine hiçbir
delil kalmaz. Allah(ü Teâlâ’nın (CC) rızâsına ula ırsın.
Sâlihlerden  birini  rüyâda  gördüler;  kendisine  Allah(ü  Teâlâ’nın  (CC)  ne  yaptığını
sordular: “Affedildim” diye cevap verdi. “Ne ile?” dediler. Dedi ki: “Bir gün hamamda abdest
almı ,  mescide  doğru  gidiyordum.  Oraya  yakla tığımda  ayağımda  bir  dirhemlik  bir  yere
suyun değmediğini farkettim. Döndüm ve tekrar gusül abdesti aldım. Allah(ü Teâlâ (CC) bana
buyurdu ki: Ben seni erîatime saygın sebebiyle affettim!”
Sen  neredesin,  uyuyamayıp,  yanları  yataklardan  uzak  kalan  kimseler  nerede!  Onlar
nasıl uyusunlar ki: Onları korku basmı ve gözlerinden uykuyu kaçırmı tır! Ünsiyet (Hakk’ın
CC. sıcaklığı) ise onların kıyamda buldukları ve ihtiyaç duydukları eydir. Onlar ancak secde
hâlinde  iken  uyku  ağır  basarsa  uyurlar.  Onlara  bu  secde  hâlinde  ağır  basan  uykuyu  verip,
onların bedenlerini bu ekilde ihtirahat etmeyi nasip eden Allah(ü Teâlâ (CC) ne yücedir! Bu
kısa süre içinde dahi onların yanları  yatak  yüzü görmez. Çünkü gâh “havft”en dolayı, gâh
“recâ”dan dolayı, gâh “hayâ”dan dolayı ve gâh “i tiyak”tan dolayı yatağa uzanıp uyuyamaz
onlar.
Rabbinizden (CC) “havf”iniz ne kadar da az! Tâatiniz ne kadar da az! Oysa çok
çok ibâdet ve itâat etmelerine rağmen sâlihlerin Allah(ü Teâlâ’dan (CC) “havf”i ne kadar da
çok! Hz. Peygamber (SAV) namazda olduğu zaman göğsünden kaynayan tencerenin sesine
benzer bir ses duyulurdu! Hz. Đbrâhîm’in (AS) namaz kıldığı zaman göğsünden çıkan ses üç
fersah  öteden  duyulurdu!  Onlar  sıddık,  halîl,  muhib  ve  duâsı  kabul  olunan  kimseler
olmalarına rağmen “havf” (korku) sâhibi idiler. <imdi bana söyleyin: Sizin bu hâliniz nedir?
Görüyorum ki, orta yoldan çıktınız. Sayının dı ında kaldınız. Đtâate ünsiyetiniz çok az;
buna kar ılık ona soğuk mu soğuksunuz? Kolay olan hayırlarla ve çoğunlukla da sizi doyuran
dünyâlıklarla  yetindiniz.  Bu  amel  ölecek  olanın,  Rabbi  (CC)  ile  kar ıla acak  olanın  ameli
değil!  Böyle  ameller  kıyâmet  günü  sâhibine  geri  verilir.  Bu  amel  muhâsebeden  (hesâba
çekilmekten)  ve  münâka adan  korkan  kimsenin  ameli  değil!  Bu  amel,  kabrine  indirilmeyi
isteyen, ancak oranın cehennem çukurlarından bir çukur mu, yoksa cennet bahçelerinden bir
bahçe mi olduğunu bilmeyen kimsenin ameli değil!
Sûfîler gündüzü oruçla, geceyi kıyâm ile yâni ayakta geçirirler. Yorulduklarında yere
dü üverirler  ve  ancak  öyle  ihtirahat  ederler.  Yanları  yataktan  uzak  kalır.  Biraz  oturduktan
sonra, Rablerine (CC) korku ve ümit ile duâ ettikleri yere tekrar dönerler. Reddedilmekten
korkarlar.  Kabul  edilmeyi  umarlar.  Derler  ki:  “Rabbimiz  (CC)!  Biz  ihlaslı,  doğru  dürüst,
mükemmel,  nefisten  ve  ucübden  uzak  bir  amel  i leyemedik.”  Reddedilmekten  korkarlar.
Sonra da, Hakk Teâlâ (CC) cömert olduğu için, azı kabul edip kar ılığında bol bol ihsân eden,
yapmacık  ve  değersiz  eyleri  kabul  edip,  tâze  ve  güzel  olanı  bağı layan  olduğu  için  onlar
O’nun (CC) nezdinde kabul edilmeyi umarlar. O (CC) eksik yükü kabul eder, ama kar ılığını
yine de tam verir.
“Havf”  azîmettir,  “recâ”  ise  ruhsattır.  Sûfîler  “havf  u  recâ”  arasındadır.  Bâzan
bundadırlar,  bâzan  onda.  Bâzan  zâhire,  bâzan  da  bâtına  göre  davranırlar.  Bâzan  sâf  ve
dupduru olurlar, bâzan kederli ve bulanık. Bâzan izzet ve celâl sâhibi olurlar, bâzan zillet ve
tevâzu.  Bâzan  ihsanlara  ula ırlar,  bâzan  ula amazlar.  Ecelleri  gelinceye  kadar  hep  böyle
olurlar. Ve kalpleri Hâlık’larına (CC) ula ır; o zaman onlar için ne ruhsat kalır, ne keder…
Bilakis tamâmen azîmet ve safâ olur.
Mal seni kapıya kadar, ailen ise kabre kadar tâkip edip geri dönerler. Amel ise sana
arkada lık eder, seninle berâber kabre kadar iner ve senden ayrılmaz. 
Ey  gâfiller!  Sizi  terkedecek  eyleri  azaltın  ve  size  arkada lık  edecek,  sizi  hiç
terketmeyecek  olan  sâlih  amelleri  çoğaltın.  Oruç  tutun  ve  orucunuzda  ihlaslı  olun.  Namaz
kılın  ve  namazlarınızda  ihlaslı  olun.  Haccedin  ve  haccınızda  ihlaslı  olun.  Zekat  verin  ve
zekatlarınızda ihlaslı olun. Rabbinizi (CC) zikredin ve zikrinizde ihlaslı olun. Sâlihlere hizmet
edin, onlara yakınla ın ve onlara hizmetinizde ihlaslı olun. Kendi ayıplarınızla me gul olun,
ba kalarının  ayıplarından  yüzçevirin.  Mârûfu  (doğruyu)  emredin,  münkerden  (yanlı tan)
nehyedin. Đnsanların ayıplarını ortaya yaymayın. Onların örtülerini yırtmayın. Onların ortaya
çıkan kusurlarını görmezden gelin. Kaldı ki, onların gizli kusurlarından size ne? Kendinizle
me gul olun, ba kasından size ne? Mâlâyânîyi çoğaltmayın. Zîrâ Hz. Peygamber (SAV) öyle
buyurmu tur:  “Mâlâyânîyi  terketmesi  ki'inin  Đslâm’ının  güzelliğindendir.”
139
  Seni  kendi
                                                
139
 Tirmizî, es Sünen, “Zühd” hadîs no: 2433.
ayıbın  ilgilendirir,  ba kasının  ayıbı  seni  ilgilendirmez.  Đtâat  et,  isyan  etme.  Tevhîd  et,  irk
ko ma; halka ve sebeplere güvenmen irktir.
Yazık sana! Sen mecnunsun. Ho nutsuzluk ve îtiraz sana bir ey getiriyor mu? Aksine
yanındaki  her  eyi  gideriyor.  Gazabın  sana  gelecek bir  eyi  çabukla tırıyor  mu?  Aksine
geciktiriyor. Belâ vermek de, belâyı gidermek de Allah(ü Teâlâ’nın (CC) elindedir. Derdi de
devâyı  da  indiren  O’dur  (CC).  Derdi  de  devâyı  da  yaratan  O’dur  (CC).  O  (CC)  ancak
kendisini öğretmek için seni belâya mübtelâ kılıyor. Böylece, belâyı indirmede ve gidermede
delillerini  ve  kudretini  sana  göstermek  için  sana  belâ  veriyor.  Bununla  sana  belâ
verebileceğini  de,  senden  belâyı  kaldırabileceğini de  gösteriyor.  Belâlar  Cenâb(ı  Hakk’ın
(CC) kapısını çalmayı öğretirler. Kalp ile Cenâb(ı Hakk’ı (CC) bir araya getirirler. Yüksek
menzillere,  derecelere  yükseltirler.  Belâlara  öfkelenmeyin.  “Niçin?”  ve  “nasıl?”  diyerek
ho lanmadığınız o belâlar sizin hayırınızadır. Eğer belâlara sabrederseniz gizli ve açık bütün
günahlardan  temizlenirsiniz.  Hz.  Peygamber'den  (SAV)  öyle  rivâyet  olunmu tur:
“Günahından  eser  olmaksızın  yeryüzünde  yürüyünceye  kadar,  mü’minden  belâ  eksik
olmaz.”
140
 Onun günahları amel defterinden kaldırılır, o günahları yazmı olan melekler onları
unutur. Sâlihlerden biri öyle dermi : “Đlâhî (CC)! Đnsanlar seni nîmetlerin için sevdi, ben ise
belâların için sevdim.” Onlardan birisi de kendisine belâ gelmediği zaman öyle dermi : “Đlâhî
(CC)! Bugün ne günah i ledim de bana belâ vermedin?”
Yazık sana!  Eğer  O’nun  (CC)  takdîrine  râzı  olmuyorsan  O’nun  (CC)  verdiği  rızkı
yeme ve kendine O’ndan (CC) ba ka bir Rab bul! Allah(ü Teâlâ (CC)  bir vahyinde öyle
buyurmu tur: “Ey Âdemoğlu! Kaderime râzı olmaz, belâlarıma sabretmezsen, kendine benden
ba'ka bir rab ara!”
141
 Rabbinize (CC) kar ı sabırlı olun; O’ndan (CC) ba ka rabbiniz yok!
O’ndan (CC) ba ka ikinci bir rab yok! O’ndan (CC) ba ka kapı yok! Ba ka bir yaratıcı yok!
Vâhid olan Allah(ü Teâlâ’nın (CC) irâdesine kar ı sabredin…
Allah’ım (CC)! Bizleri mutmain, râzı, muvâfakat gösteren müslüman ve teslim olmak
isteyenlerden eyle. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından
bizi koru.”
                                                
140
 Dârimî, es Sünen, II/320, Dima k(1349.
141
 Heysemî, Mecmau’z zevâid, VI/207.
37.Sohbet ĐHLAS ĐNFAK
Kul,  Hakk’ı  (CC)  tanıyınca  kalbi  her  eyi  ile  O’na (CC)  yakınla ır.  Cenâb(ı  Hakk
(CC) da kula bütün bağı larını yapar. Ona tam bir ünsiyet verir. Bütün izzet ve erefi ona
bağı lar.  Bu halde sükûnete eri ince, Cenâb(ı  Hakk (CC) bütün verdiklerini kulundan  alır.
Elinde bir ey bırakmaz. Onunla kendi arasına perde koyar. Kulun kaçacak mı, yoksa sebat mı
göstereceğini dener. Kul sebat gösterirse Hakk (CC) aradaki perdeyi kaldırır ve ona önceki
makâmını  iâde  eder.  Hani,  bilmez  misiniz;  baba  denemek  için  çocuğunu  kapı  dı arı  eder,
kapıyı  onun  suratına  kapatır.  Sonra  da  çocuğun  ne  yapacağını  beklemeye  koyulur.  Baba,
çocuğunun  kapının  e iğinden  ayrılmadığını,  kom ulara  gitme,  babasını  ba kalarına  ikâyet
etme  gibi  edebe  aykırı  dü en  yollara  tevessül  etmediğini  görünce  hemen  kapıyı  açar,
çocuğunu bağrına basar ve ona olan ihsânını artırır.
Amelinde ihlaslı olmayan kimsenin eline Allah(ü Teâlâ’ya (CC) yakınlıktan ve ikrâm(
ı ilâhîden zerrece bir ey geçmez. Cenâb(ı Hakk (CC) bir vahyinde öyle buyurmu tur: “Ben
kendime ba'kalarının 'irk ko'ulmasından müstağnîyim. Kim ki, bir amel i'ler ve o amelinde
benden ba'kasını ortak eder, 'irk ko'arsa onun o ameli bana ortak ko'tuğu kimse içindir,
benim  için  değildir;  ben  sâdece  benim  rızâm  için  yapılanı  kabul  ederim.”
142
  Yine  Hz.
Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet olunmu tur: “Kıyâmet günü münâfık çağırılır: ‘Ey hâin,
ey fâcir! Kimin için amel i'ledi isen kar'ılığını da ondan iste’.”
Ey Rablerinden (CC) ba6kası için kulluk edenler!  O’nun  (CC):  “Ben cinleri ve
insanları ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım”
143
 buyurduğunu i itmediniz mi? Yine
O  (CC)  buyurmu tur  ki:  “Onlar  ancak,  dinde  “muhlis”  (ihlaslı)  olarak  Allah’a  (CC)
ibâdet etmekle emrolundular.”
144
 Her kulun, ba ka bir maksat ya da bağı için değil, ancak
ve ancak Rabbinin (CC) rızâsını talep ederek kulluk etmesi îcap eder.
Celvette  (toplumla  birlikte)  iken  amelinde  ihlaslı olamayanlarınız,  ibâdetlerini
halvette, herhangi bir mahlûkun göremeyeceği, kırâatini ve tesbîhini kimsenin i itemeyeceği
yerlerde  yapsınlar.  Riyâ  hâdisesi  çok  büyük  bir  hâdisedir.  Bir  sâlih  öyle  demi :  “Birisi
karanlık bir evde namaz kılsa ve âciz ve fakir, elinden bir ey gelmeyen bir zencinin dahi
ibâdetini  gördüğünü  farketse,  o  âbid  ibâdetini  bırakır.”  Amel  edip  de  amelinde  ihlaslı
olmayana ondan bir fayda yoktur.
                                                
142
 Đbn Mâce, es Sünen, “Zühd” hadîs no: 3202.
143
 Zâriyât S. A.56.
144
 Beyyine S. A.5.
Ey  infâk  etmekten,  nafaka  vermekten  geri  duran!  Cenâb(ı  Hakk’ın  (CC):
“Kendilerine  verdiğimiz  rızıktan  infak  ederler”
145
  sözünü  i itmedin  mi?  Yâni  mallarını
ailelerine, çoluk çocuklarına, fakirlere ve dü künlere infak ederler. Cimri ki i mahrum, matrut
ve  merduddur.  Halktan  da  Hâlık’tan  (CC)  da  uzaktır.  Rabbinizin  (CC)  keremini  dileyin.
Cevap verse de vermese de O’ndan (CC) isteyin; çünkü O’ndan (CC) istemek ibâdettir. Duâ
(çağırma)  uzaklıkta,  münâcât  (yalvarma)  yakınlıkta,  îmâ  ise  muhabbette  olur.  Uzakta  olan
kimse  hükümdarın  kapısına  gelir  ve  seslenir:  “Ey  melik!  Bana  atâ  ve  ihsanda  bulun,  beni
yakınlığına al.” Ona yakınla mı , kapıdan içeri ula mı olan ise ona hafif bir sesle yalvarır.
Çünkü ona yakınla mı tır. Onun yanına oturan kimseye gelince; onu heybet kaplar, sükût eder
ve i âretle konu ur. Uzakta olan müslüman da nidâ ile duâ eder. Ârif mü’min ise yakındadır
ve  hüsn(i  edeple  münâcât  eder.  Kalbiyle  vuslata  ermi   mahbûb  ise  “kurbiyet  hazînesi”
içindedir. Dolayısıyla îmâ ile konu ur.
Söylediğimi  anlayıp  onunla  amel  edene,  ben  ve  sözlerim  hakkındaki  töhmeti
kalbinden atana ve anlamayıp da amel edemediği sözlerimi Rabbine (CC) havâle edene Allah(
ü Teâlâ merhamet etsin.
Sûfîler  îman  edip  tasdîk  ederler  ve  mallarından  sâlihlere  infak  ederler,  mallarını
nefislerine  kar ı  kullandıkları  çe itli  delillerle ellerinden  çıkarırlar.  Bâzan  farz  olan  zekât
eklinde, bâzan farz olmayan sadaka eklinde, bâzan “îsâr” olarak ve bâzan da adak olarak
mallarını  harcarlar.  Sûfîler  ellerindekini  çıkarmak  için  kesin  yemin  ederler.  Bütün  bunları
kalplerinin  ve  îkanlarının  kuvvetlenmesi  ve  nefislerinin  kahrı,  yenilgisi  için  yaparlar.  Bâzı
sûfîler  Allah(ü  Teâlâ’ya  (CC)  benzemek  için  malından  belli  bir  kısmın  bağı   olarak
verilmesini adamlarına emreder. Bâzı sûfîler de bağı ı bizzat kendi eliyle yapar ama bundan
haberi  bile  olmaz.  “Evliyâ”  fakirlere  ve  dü künlere  yardım  edilmesini  sürekli  emrederler.
“Abdâl”
146
 ise insanların mallarını alırlar ama bundan haberleri olmaz.
<öyle bir hikâye anlatılır: Sâlih bir zât çölde namaz kılıyormu . Yanına “kurnaz ve
oynak  kimseler”  gelmi .  Birisi  o  sâlih  zâtın  omuzundaki  hırkasını  almı   (sonra  tekrar
koymu ). Namazı bitirince hırkasını alan ki i ona demi ki: “Hırkanı aldığım ve sana sıkıntı
verdiğim için hakkını helâl et.” <öyle cevap vermi : “Benden hırkayı aldığın zamânı da, onu
bana tekrar verdiğin zamânı da hatırlamıyorum. Eğer onu almak istiyorsan al senin olsun.”
Sûfîler  içinde  oldukları  hâlin  dı ında  bir  eyi  uur  edemezler.  Rablerinin  (CC)
huzûrunda  durdukları  zaman,  O’nun  (CC)  dı ındaki  her  ey  onlar  için  kaybolur.  Mânâ
                                                
145
 Bakara S. A.3.
146
 “Abdâl”: Peygamberlerin (AS) bedelleri olan velîler.
kaybolur, sûret kalır. Kalp kaybolur, kalıp kalır. Tâbiînden olan Müslim b. Yesâr (RA) evine
girdiği zaman çocuklarını sıkı tırır ve terbiye edermi . Tâ ki, onlardan hiçbiri gülemezmi .
Onlara bu sıkı tırmasını iyice hissettirirmi . Namaza durmak istediği zaman onlara: “Haydi,
artık önceki hâlinize devam edin, rahatlayın, çünkü ben ne yaptığınızı duymam.” dermi . O
namaza  durunca  çocuklar  oyuna  dalar,  rahatlarlar,  gülüp  oynarlarmı .  Onun  ise  çocukların
yaptığından  hiç  haberi  olmazmı .  Bir  keresinde  de  câmide  namaz  kılıyormu .  Omuzunun
üzerine bir direk dü mü ; o ise ne yere dü mü ne de o direğin üzerine dü tüğünden haberi
olmu .
Sûfîler her eyleriyle Cenâb(ı Hakk (CC) içindir. Onların her eyi halkın lehinedir.
Hâlık (CC) ise onlar içindir. Ellerinde olan mallarını da, kalplerinde olan ilimlerini de infak
ederler.  Onlar  en  büyük  hazînenin  ortasına  dü mü lerdir.  Dolayısıyla  dünyâ  malı  onların
gözünde  önemsizdir.  Mükevvenden  (mahlûktan)  yüzçevirdikleri  için,  onların  kalplerine
tekvîn  (yaratma  kuvveti)  verilmi tir.  Bu  zâhir,  elinde  olduğu  ve  kalbin  de  onu  gönülden
kucakladığı müddetçe tekvînin zerresini göremezsin. Sâlihlerden birisine: “Yemeği nereden
yiyorsun?”  diye  sormu lar.  “En  büyük  ambardan”  demi .  “En  büyük  ambar  da  nedir?”
demi ler. “Kün fe(yekûn” (bir eye “ol!” demek ve onun da oluvermesi) diye cevap vermi .
Dünyâ  i lerine  sizden  a ağıda  olanların  gözüyle  bakın,  âhiret  i lerine  ise  sizden
yüksekte  olanların  gözüyle  bakın.  Sâlihlerden  birisi  bir  bayram  günü  bakla  satın  almı ,
yemeye ba lamı ve öyle demi : “Acabâ, böyle bir günde benim gibi yağsız ve tuzsuz bakla
yiyen  ba ka  biri  var  mı?”  Gözü  yan  tarafına  ili mi   ve  attığı  baklaların  kabuklarını  yiyen
birisini görmü ; ağlayıvermi , söylediklerinden dolayı Allah(ü Teâlâ’dan (CC) özür dilemi .
Ey Âdemoğlu! Kendine kar ı cimri olma. Cenâb(ı Hakk (CC) senden borç almakta
değil midir? Sen niye vermiyorsun? O’nun (CC): “Allah ü Teâlâ’ya (CC) kim güzel bir
borç verirse…”
147
 buyruğunu i itmedin mi? Eğer O’na (CC) borç verir ve fakir eliyle bunu
O’na (CC) havâle etmeyi kabul edersen, O (CC) sana kat kat verir ve yarın senin verdiğinden
çok  fazlasını  sana  bah eder.  O’nunla  (CC)  alı (veri   yapın  da,  kârın  ne  olduğunu  görün!
O’nunla (C) hiçbir tecrübeye gerek duymaksızın alı (veri te bulunun. Câfer(i Sâdık (RA) (v.
148/765)  elinde  on  dinarı  olup  on  be   dinara  da  ihtiyâcı  olduğunda  o  on  dinarı  tasadduk
edermi . Birkaç gün içinde on be dinar gelirmi . Eğer gelmeyecek olursa, ne Rabbini (CC)
itham edermi , ne O’na îtirazda (CC) bulunurmu , ne de O’nu (CC) cimrilikle suçlarmı .
Sûfîler Rableri (CC) ile O’nun (CC) kitâbı, Resûlünün (SAV) sünneti ve kalplerinin
yakîni üzere alı (veri te bulunurlar. Bir sâlihin yanında üç yumurta varmı . Bir dilenci gelmi .
                                                
147
 Bakara S. A.245.
Câriyeye  yumurtaları dilenciye vermesini söylemi . Câriye,  yumurtalardan ikisini dilenciye
vermi   ve  birisini  saklamı .  Bir  saat  sonra  bir  arkada ı  ona  yirmi  yumurta  hediye  etmi .
Câriyeye sormu : “Dilenciye kaç yumurta verdin?” Câriye: “Đki yumurta verdim, birini iftar
etmen için sakladım” demi . Ona demi ki: “Ey yakîni kıt kadın! Bizi on yumurtadan ettin!”
Hz. Peygamber’den (CC) öyle rivâyet olunmu tur: “Kendi gibi bir varlıktan izzet ve
'eref bekleyen mel’undur!”
Ey miskin! Borç isteyen bir fakir sana geldiğinde hemen ona borç ver ve sakın: “Bunu
bana kim verecek?” deme. Nefsine muhâlefet et. Ona borç ver. Bir müddet sonra da onu hibe
et. Fakir olup da birisinden bir ey istemek kendisine ağır gelen kimseler, borç istesin ve o
borcu ödemeye Allah(ü Teâlâ’ya (CC) güvenerek niyetlensin.
Ey  zengin!  Birisi  sana  gelip  da  borç  isteyince  hemen  ver.  Sadakanı  onun  yüzüne
bakarak verme, onun burukluğu, ezikliği daha da artar. Zaman uzayıp ödeyemeyince ondan
vazgeç ve ondan, verdiğin eyi senden bir borç olarak kabul etmesini iste; sonra da o borcu sil
gitsin. Onun ilk andaki ve sonraki ferahlığının sevâbı sana yeter. Hz. Peygamber (SAV) öyle
buyurmu tur: “Kulun kapısına gelen dilenci Allah ü Teâlâ’nın (CC) ona hediyesidir.”
148

Vah sana! Fakir, Allah(ü Teâlâ’nın (CC) hediyesi nasıl olmasın ki, o senin dünyandan
alıyor, âhiretine götürüyor. Senden bir ey alıp saklıyor ve sen onu lâzım olduğu zaman elde
ediyorsun.  Bu  verdiğin  miktar  kayboluyor,  yok  oluyor  ve  sen  Allah(ü  Teâlâ  (CC)  katında
yüksek derecelere ula ıyorsun.
Yazık sizlere ey âbidler! Size cennetler versin, hûriler versin, vildanlar versin diye
Rabbinize  (CC)  ibâdet  ediyorsunuz.  Cennet  gerçek  vatan,  pekiyi,  kom u  nerede?  Cenâb(ı
Hakk’ın  (CC)  rızâsını  kim  istiyor?  Cenneti  kim  istiyor?  Dünyâyı  kim  istiyor?  Halkı,
mahlûkâtı kim istiyor? Allah(ü Teâlâ’yı (CC) görmeyi ve O’nun (CC) kurbiyetini isteyen ne
kadar  da  az!  Âriflerin  ve  muhiblerin  gözlerinin  aydınlığı  O’nu  (CC)  görmektir.  Cenneti
görmek,  orada  hûrilerle  birlikte  oturmak,  yemek  ve  içmek  ise  zâhidlerin  gözlerinin
aydınlığıdır. Bunların aralarında ne kadar da büyük fark var! Bu iki grup birbirinden ne kadar
da uzak!
Ey  dünyâyı  isteyen!  Zamânın  bo   eyler  uğruna  gitti.  Ve  ey  cenneti,  hûrileri  ve
vildanları isteyen! Sen de Rabbinden (CC) ba kasını istedin ve O’ndan (CC) ba kasını tercih
ettin. Eğer sende hayır olsa idi, bir an bile O’ndan (CC) ayrı kalmak sana câzip gelmezdi,
fakat sen O’nu (CC) tanımıyorsun! Yazık sana! Cenâb(ı Hakk’a (CC) bir kere bakı ın lezzeti,
                                                
148
 Hindî, Kenzü’l ummâl, hadîs no: 16078.
cennetteki vildanlara, lezzetlere, her türlü istek ve nîmete bedeldir; ya O’na (CC) saatlerce
bakmanın lezzeti nasıl olur?
Dünyâ  belâ  (imtihan)  yeridir.  En  büyük  belâ  ise  mîde  ve  ehvet  belâsıdır.  Bekâr
birinin  gündüzleri  oruçsuz  gezmesi,  sokaklarda  dola ması,  istekleri  ve  zevkleri  için  yeyip
içmesi  ve  kötü  arkada lar  olan  insan  eytanları  ile  oturup  kalkması  uygun  değildir.  Bütün
bunlar nefis odununda ehvet ate ini tutu turan eylerdir.
Allah’ım  (CC)!  Nefislerimize  kar ı  verdiğimiz  mücâhedelerimizde  bize  kuvvet  ver.
Bizi hidâyet ile rızıklandır. Đnsanlara hidâyet yolunu göstermeyi bizlere nasip et. Kalplerimizi
nurlandır. Bize insanların yollarını aydınlatacağımız bir nur ver. Bize ünsiyet arabından içir;
ondan biz de kana kana içelim, bütün susuzlar da kana kana içsinler. Bizi ihsanlarınla ve rızân
ile rızıklandır. Atâ ve ihsânına kar ı bize ükretmeyi, vermediğin zaman, kapı kapalı olduğu
zaman  da  rızâ  göstermeyi  ilham  et.  Sadâkatimizde  tahkîke  ula tır;  yalanlarımızı  ve
bâtıllarımızı sil. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi
koru.”
38.Sohbet CENNET NĐMETLERĐ
Müttakîler, halvetlerinde de, celvetlerinde de Cenâb(ı Hakk’a (CC) kar ı takvâ sâhibi
olan kimselerdir. Bütün hallerinde O’nu (CC) gözetirler. Göğüsleri gece gündüz O’na (CC)
kar ı bir korku ve titreyi içerisindedir. Kendilerini küfre dü ürerek Hakk’tan (CC) alıkoyan,
sabır gösteremeyecekleri âfetlerin gelmesinden korkarlar. Ayrıca, kötü bir  amel üzerinde iken
ölümün  gelmesinden  korkarlar.  Ellerinde  olanı  verirler,  ama  kalpleri  ürperti  içerisindedir.
Namaz  kılarlar,  oruç  tutarlar,  hac  farîzasını  îfâ  ederler,  gerekli  yerlere  maddî  yardımı
yapmaktan geri durmazlar, her türlü hayır i ine ko arlar; fakat kalpleri reddedilme korkusu ve
ürpertisi içerisindedir. Allah’ın (CC) kendileri hakkında takdîr ettiği ilminden (hükmünden)
korkarlar.
Fudayl b. Đyâz (RA) (v. 187/803) Süfyân(ı Sevrî (RA) (v. 161/777) ile kar ıla tığında
öyle dermi : “Hadi, gel; Allah’ın (CC) bizim hakkımızdaki ilmine ağlayalım!” Bu ne güzel
sözdür!  Bu,  Allah(ü  Teâlâ’yı  (CC)  ve  tasarrufâtını bilen  ve  tanıyan  (âlim  ve  ârif)  ki inin
sözüdür.  O  Allah(ü  Teâlâ’nın  (CC)  u  sözündeki  i âreti  bilen  kimsedir:  “Bunlar  cennete
gidecekler;  onlarla  ilgilenmiyorum.  Bunlar  da  cehenneme  gidecekler;  onlarla  da
ilgilenmiyorum. Sonra  hepsini bir yerde toplayıp karı'tırır; onların hangisinin hangi gruptan
olduğu anla'ılmaz.”
149
 Onlar kendilerinden zuhur eden amellere aldanmazlar. Çünkü ameller
netîcelerine göre değerlendirilir.
Müttakîler açık ya da gizli, bütün günahları, bütün hatâları, riyâyı, nifâkı ve halk için
ve  bir  kar ılık  için  amel  i lemeyi  terkeden  kimselerdir.  Onlar  bugünden  tâat  cenneti
içerisindedirler,  yarın  ise  gerçek  cennetlerde,  pınarlar  arasında  olacaklar;  hiçbir  zaman
ye illiği gitmeyen, meyvesi hiç tükenmeyen ağaçlar arasında, suyu hiç kesilmeyen nehirler
arasında  oturacaklar.  O  nehirlerin  suyu  nasıl  çekilsin  ki,  onlar  ar ın  altından  çıkarlar.
Cennetliklerden her biri için bir su nehri, bir süt nehri, bir bal nehri, bir arab nehri vardır. Bu
nehirler onlar nereye giderse, onlarla birlikte akıp giderler. Dünyâda olan her eyin bir benzeri
âhirette mutlakâ vardır, ayrıca ba ka eyler de vardır. Âhirette olan her eyin de dünyâda bir
örneği bulunur.
Đ te cennetlikler Rablerinin (CC) kendilerine verdiği nîmetlerle nîmetlenirler ki, onları
ne bir göz görmü tür, ne bir kulak i itmi tir ve ne de bir be erin aklına gelmi tir onlar. O
cennet  meyvelerini  toplamak  çok  kolaydır.  Birisi  o ağaçlara  dayandığında  meyvesi  hemen
onun ağzına dü er ve o da o meyveyi uyuyor olsa bile yiyiverir. O ağaçların kökleri yukarı
doğru gider, meyveleri ise a ağı doğru sarkar. Onların gövdeleri gümü ten, dalları altındandır.
                                                
149
 Müslim, es Sahîh, “Kader” hadîs no: 2651.
Cennetlik birisinin aklına o meyvelerden yemek fikri dü tüğü vakit, ağaç meyvesini hemen
onun ağzına sunuverir, o da istediği kadar ondan yer, sonra ağaç geri çekilip gider. Cennette
her ey cennetlikler için ne e ve eğlence saçar. Nehirlere, ağaçlara varıncaya kadar oradaki
her eyin sesi, seslerin en güzel tonundadır.
Ey dünyâyı talep edenler! Dünyâ geçicidir, yorucudur. Bâkî olan cennete tâlip olun;
zîrâ  o  rahatlık  yeridir,  nîmetler  yurdudur,  ükür  evidir.  Orada  ne  namaz,  oruç,  hac,  zekât,
belâlara, hastalıklara, yaralara sabretme ve fakirlik vardır, ne de oradan çıkma korkusu vardır.
Ey  cemâat  yakında  ölüm  gelecek  ve  sizi  alacak.  Sanki  hiç  yaratılmamı   ve  göze
görünmemi gibi olacaksınız. Ailelerinizden, çoluk çocuğunuzdan ve mal ve mülklerinizden
kalplerinizle  yüzçevirin.  Rabbinizin  (CC)  yarattığı  her  eye  kar ı  zâhid  olun.  Az  ey  için
olsun, çok ey için olsun onlara güvenip yaslanmayın.
Allah’ım  (CC)!  Her  hâlimizde  sana  tevekkül  etmekle ve  senden  ba kasını  acziyet
gözüyle görmekle bizi rızıklandır. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem
azâbından bizi koru.”

39.Sohbet BELAYA SABRETMEK TEVHĐD VERA
Ey  oğul!  Belâdan  ve  belâya  sabretmektan  kaçma.  Belâ  da,  ona  sabır  da
gereklidir.  Yoksa,  dünyevî  cibilliyet  ve  orada  yaratılan  her  ey  senin  lehine  nasıl
deği ecek?  Be erin  en  hayırlısı  olan  Peygamberler  (AS)  dahî  türlü  türlü  belâlara  dûçar
olmaktan  kurtulamadılar.  Onlara  uyanların  önde  gidenleri,  onların  yolundan  gidenler,
izlerini tâkip edenler de böyledir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) Efendimiz Cenâb1
ı Hakk’ın (CC) mahbûbu idi, her ey O’nun (SAV) hürmetine yaratıldı; ama O (SAV) dahi
ölünceye kadar fakirlik, açlık, sava , muhârebe, halkın eziyeti gibi bir çok belâya uğradı.
Allah1ü  Teâlâ’nın  (CC)  babasız  olarak  yarattığı,  körlerin  gözünü  açan,  hastaları
iyile tiren,  ölüleri  dirilten,  duâsı  makbul,  rûhullah  ve  kelîmullah  olan  Hz.  Îsâ  (AS)  da
kavminin  tasallutuna  mâruz  kaldı.  O’na  (AS)  sövdüler.  O’nu  (AS)  ve  annesini  ta a
tuttular,  dövdüler.  Sonunda  o  ve  havârîler  kaçtılar.  Ama  onları  yakaladılar,  dövdüler,
çe itli eziyetler ettiler ve Hz. Đsa’yı (AS) asmaya kalktılar. Allah1ü Teâlâ (CC) O’nu (AS)
kurtardı ve onlar bu i te ön1ayak olan ki iyi astılar. Hz. Mûsâ (AS) da aynen öyle. O da
(AS) o korkunç belâlara mübtelâ oldu. Her bir Peygamberin (AS) kendine mahsus sıkıntısı
ve derdi oldu.
Allah1ü  Teâlâ’nın  (CC)  kendi  Nebîlerine  (AS),  Resullerine  (AS),  sevdiklerine
yaptıklarıdır bunlar; sen kim oluyorsun ki, O’nun (CC) kendin ve dünyâ hakkındaki ilmini,
hükmünü  deği tirmeye  kalkı ıyorsun?  Kendi  istek  ve tercihlerine  kar ı  zâhid  ol,  onlara
önem verme. Nefsinden, hevâ ve hevesinden, dünyandan behsetmeye önem verme. Halk
ile  konu maya,  onlarla  ünsiyet  etmeye  değer  verme.  Bunu  tamamlarsan  kalbinin
Rabbinle  (CC)  konu ması,  O’nunla  (CC)  ünsiyet  etmesi  gerçekle ir.  O’nun  (CC)  zikrini
kalbine kurarsın. Sen O’nu (CC) zikredersin, O (CC) da seni zikreder. Kalbin, “fuâd”ından
(gönlünden) ve bütün bedeninden O’na (CC) gitmek uğrunda istifâde eder. Kalbin O’nun
(CC) huzûrunda olur. O’nun (CC) istediğini ister. O’nun (CC) hâricindeki her ey senin
gözünde yok olur.
Rûhânî vâsıllardan kimileri beldelerde ve insanlar arasında zâhidlik ederek gezerler
ve  halk  üzerinden  belâlar  onlar  vâsıtasıyla  defedilir.  Onlar  Rablerinin  (CC)  kendilerine
verdiğini alırlar ki, bu atâ ve ihsanlar gerçek atâ ve ihsanlardır, diğerleri mecâzîdir.
Ey  oğul!  Dünyâ  ve  âhiretle  ilgili  sâhip  olduğun  ahvalinden  halktan  herhangi
birilerine bahsetme. Açığını kapat. O ahvâli kapalı kapıların arkasına bırak. Hâlinin yüzünü
kapat. Gözlerinden ba ka bir ey görünmesin. Yüzünün örtüsü peçe olursa senin için daha
hayırlı  olur.  Bugünler  âhir  zamânın  fetret  günleridir.  Nifâk  sokağı,  rağbet  ve  “rehbet”
(kaçı ) sokağıdır. Đnsanlar dünyâlık geldiğinde rağbet ediyorlar, ondan ba kasından ise
kaçıyorlar. Halka yakın olmaya rağbet ediyorlar, onlardan uzak durmaya iltifat etmiyorlar.
Hükümdarlar  halkın  çoğu  tarafından  ilah  edinilmi   durumda.  Dünyâ,  zenginlik,  ho
ya am, güç ve kuvvet ilah edinildi.
Yazık size! Teferruatı asıl yaptınız; merzûku râzık, yâni rızık verilen kimseyi rızık
veren, memlûkü mâlik yâni köleyi efendi, fakiri zengin, âcizi kuvvetli, ölüyü diri yaptınız.
Sizde hayır yok. Size de uymuyoruz, sizin görü ünüzü de doğru kabul etmiyoruz. Bilakis
sizden uzak kalacağız. Biz selâmet tepesi üzerinde duruyoruz. Sünnet üzereyiz; bid’ati
terkettik. Tevhîd ve ihlâs tepesinde duruyoruz; riyâ ve nifâkı terk ettik. Halkı acziyet, zaaf
ve  yokluk  gözüyle  görüyoruz.  Kazâya,  kadere  râzıyız;  ho nutsuzluğu  bıraktık.  Sabra
sarıldık;  ikâyeti  terkettik.  “Kalp  ayakları”mızla Melîk’imizin  kapısına  doğru  yürüyoruz.
Tıpkı  yaratmanın  da,  rızıklandırmanın  da  O’ndan  (CC)  olduğu  gibi,  bir  eyi  veyâ  bir
kimseyi emrimize âmâde kılma da, üzerimize musallat etme de O’ndandır (CC). Dünyânın
gaddarlarını,  firavunlarını,  idârecilerini,  zenginlerini  tâzim  edip,  Allah1ü  Teâlâ’yı  (CC)
unutur,  O’nu  (CC)  tâzim  etmezsen,  senin  hakkındaki hüküm  puta  tapanlar  hakkındaki
hükümdür. Tâzim ettiğin kimse senin putundur.
Vah  sana!  Putların  Hâlık’ına  (CC)  kulluk  et  ki,  putlar  senin  gözünden  dü sün.
Allah1ü Teâlâ’ya (CC) yakınla ki, halk da sana yakınla sın. Senin Allah1ü Teâlâ’ya (CC)
tâzimin ölçüsünde O’nun (CC) yarattıkları da sana tâzim eder. O’na (CC) olan muhabbetin
ölçüsünde O’nun (CC) yarattıkları da sana muhabbet duyar. O’ndan (CC) korkun kadar
O’nun  (CC)  yarattıkları  da  senden  korkar.  O’nun  (CC)  emirlerine  ve  nehiylerine
gösterdiğin  hürmet  kadar  O’nun  (CC)  yarattıkları  da  sana  hürmet  gösterir.  O’na  (CC)
yakınlığın  kadar  O’nun  (CC)  yarattıkları  da  sana  yakınla ır.  O’na  (CC)  yaptığın  hizmet
kadar O’nun (CC) yarattıkları da sana hizmet eder.
Veraya  sarıl.  “Kalp  eli”n  veradan  bo   kalmasın.  Onu  terkettiğin  zaman  bil  ki,
hezîmet  de  senin  tarafındadır.  Verayı  terkeden  kimsenin  kalbi  üpheli  ve  karma ık
eylerle siyahla ır.
Yazık  sana!  Müttakî  olduğunu  iddiâ  ediyorsun  ama  verayı  terkediyorsun.  Vera
sâhibi olan kimse haram ve üpheli eye dü me korkusuyla pek çok eyi terkeder. Böyle
bir kimseyi Allah1ü Teâlâ (CC) en hafif ekilde sorguya çeker.
Bir gün bir köye uğramı tım. Yakınlarında mısır tarlası vardı. Mısırlardan birisini
kopardım  ve  yedim.  Köylülerden  iki  adam  geldi.  Ellerinde  sopa  vardı.  Beni  yere
dü ünceye  kadar  dövdüler.  O  zaman  bana  verdiği  bütün  ruhsatları  kullanmayacağıma
dâir  Allah1ü  Teâlâ’ya  (CC)  ahdettim.  Çünkü  erîat  zor  durumda  kalanlar  için,  ekilmi
eylerden ve meyvelerden ihtiyaç miktârınca yemeyi mübah kılmı tır. Bunun kar ılığında
da ondan bir ey alınmaz. Bu genel bir ruhsattır. Fakat bana bu ruhsat için izin verilmedi
ve benden ip1ince veraya ve azîmete sarılmam istendi.
Ölümü çokça hatırlayanın verası da çok olur; ruhsatı azalır, azîmeti artar. Ölümü
hatırlamak nefis hastalıklarının devâsıdır. Tasavvufî hayâtımın ba langıcında gece1gündüz
ölümü dü ünerek geçirdiğim zamanlarım çok oldu. Ben ölümü dü ünerek felah buldum.
Nefsimi ölümü dü ünerek ezdim. O günlerde ölümü dü ünerek ak amdan seher vaktine
kadar ağladığım zamanlar oldu. Yine böyle bir gece ağlamı ve öyle duâ etmi tim: “Đlâhî
(CC)!  Senden,  rûhumu  ölüm  meleğinin  değil,  senin  kabzetmeni  diliyorum.”  Gözlerim
kapandı. Rüyamda çok güzel yüzlü ihtiyar bir adam gördüm. Kapıdan içeri girip yanıma
geldi. Ona: “Sen de kimsin?” dedim. “Ben ölüm meleğiyim” dedi. Dedim ki: “Ben Allah1ü
Teâlâ’dan (CC) rûhumu kendisinin kebzetmesini, senin kabzetmemeni dilemi tim!” Bana
dedi ki: “Niçin böyle duâ ettin? Benim ne günâhım var? Ben sâdece görevli bir memurum.
Bâzı  kimselere  yumu ak  davranmakla,  bâzı  kimselere  de  sert  davranmakla
emrolunurum.” Bana sarıldı ve ağlamaya ba ladı. Ben de onunla birlikte ağladım. Sonra
ağlayarak uyandım.
Hevâ ve hevesi kendinizden uzakla tırın. Bu i süslenip püslenerek, bo kuruntular
kurarak veyâ laklak ile olacak ey değildir. Bu sofraya, bu kaynağa oturmu isen ye, iç,
yedir  ve  içir.  Yok,  sâdece  lafını  duymu san,  sus!  Görmediğin  eyden  haber  verme.
Đnsanları ba kasının dâvetine çağırma. Đnsanları bo eve dâvet etme, sonra sana gülerler.
Bize sen kendi ok torbandan ok ver. Bize kendi kesenden, kendi kazancından ve kendi
alın  terinden  infak  et.  Kom ularından  hırsızlıkla  çaldığını  bize  ikram  etme.  Kendi  yırtık
pırtık  elbisenle  bizi  giydirme.  Biz  ancak  senin  kendi  malını  hediye  olarak  kabul  ederiz,
ödünç veyâ gasb malını değil.
Tevhîd her eyi yakan bir ate tir. “Ey ate ! Serin ve selâmetli ol!”
150

Allah’ım  (CC)!  Bugünün  hayırını  bize  nasip  et,  onun  errinden  bizi  koru.  Bütün
günleri  ve  geceleri  de  böyle  yap. “Bize  dünyâda  da,  âhirette  de  güzellik  ver  ve
cehennem azâbından bizi koru.”
                                                
150
 Enbiyâ S. A.69.
40.Sohbet ZĐKĐR MUHASEBE (NEFSĐ HESABA ÇEKME)
Ey  dünyâsına  sırtını  dayayıp,  uzun  emeller  hülyâsına  dalanlar!  Yakında  ecel
gelecek  ve  sizinle  emelleriniz  arasına  girecek!  Ecel  gelmeden  önce  onu  geçin.  Ölümün
yüzüne âniden bakın. Hastalık ölümün artlarından değildir. Đblis sizin dü manınızdır; o sizin
gaflet, günah ve küfür durumunda iken ölmenizi ister. Dü manınızdan gâfil olmayın. Onunla
me vereti kabul etmeyin. Ondan emin olmayın; o emin birisi değildir. Ona kar ı uyanık olun.
Onun kılıcı sıddık ya da zındık dinlemez. Çok az ki i onun elinden kurtulur. Babanız Âdem
(AS) ve anneniz Havvâ’yı cennetten çıkartan odur. O sizin cennete girmemeniz için çabalar.
O  isyânkârlığı,  zelilliği,  küfrü  ve  muhâlefeti  emreder.  Allah’ın  (CC)  kazâ  ve  kaderi  hâriç,
bütün isyanlar, günahlar ondandır. Allah’a (CC) kullukta muhlis ve muhakkık olanlar dı ında
bütün insanlar onun belâsına uğrar. Muhlis ve muhakkıklara kar ı eytanın bir gücü yoktur.
Bâzan eytan onlara da eziyet edebilir. Kader gelince göz görmez olur. <eytanın onlara kar ı
i i ancak beden üzerinde olur, kalpte olmaz. Dünyevî i lerde olur, uhrevî i lerde değil. Halk
ile ilgili i lerde olur, Cenâb(ı Hakk (CC) ile ilgili eylerde değil. O halkı en fazla dünyâ ve
nefis yoluyla aldatır. <üphesiz, dünyâ talebi yakıcı bir ate tir.
Ey gençler!  Kendinizi  ilgilendiren  ve  menfaatinize  olan  eylerle  uğra ın.  Ölümden
sonrası  için  amel  i lemek  sizi  ilgilendirir.  Nefislerinizle  mücâhede  etmek  sizi  ilgilendirir.
Ayıplarınızla i tigal sizi ilgilendirir.  Đnsanların ayıplarıyla i tigal sizi ilgilendirmez. Ölümü
hatırlayın ve ölümden sonrası için amel hazırlayın. Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur:
“Akıllı ki'i nefsini alçaltır ve ölümden sonrası için amel i'ler; âciz kimse ise nefsini hevâsına
uydurur ve Allah ü Teâlâ’dan (CC) mağfiret umar!”
151

Nefislerinizi Allah(ü Teâlâ (CC) için ve mü’minler için tevâzu göstermeya alı tırın.
Nefislerinizden  Allah(ü  Teâlâ’nın  (CC)  haklarını  yerine  getirmesini  isteyin.  Onlarla,  tıpkı
sâlihlerin  yaptığı  gibi  münâka a  edin,  hesâba  çekin.  Hz.  Ömer  (RA)  gece  olunca  nefsini
hesâba çekerek: “Rabbin (CC) için ne yaptın? O’nun (CC) için ne i ledin?” dermi . Sonra
eline bir kamçı alır dizlerine vururmu . O (RA) nefsinden Allah(ü Teâlâ’nın (CC) hukûkunu
istiyordu.  Ayrıca  O’na  (CC)  hizmette  daha  fazlasını  da  istiyordu.  Çünkü  o  sıddıkların,
mukarreblerin,  muhaddeslerin  ve  cennetliklerin  büyüklerindendir.  Sâlihler  nefislerini,  sâlih
olmalarına,  tâat  ehli  olmalarına  rağmen  hesâba  çekerler;  oysa  siz  nefislerinizi  hesâba
çekmiyorsunuz. Ho ondan istifâde de edemezsiniz ya!
                                                
151
 Đbn Mâce, es Sünen, “Zühd” hadîs no: 4260.
Allah’ım  (CC)!  Nefislerimize,  hevâ  ve  heveslerimize  ve  eytanlarımıza  kar ı  bize
kuvvet ver. Bizi senin grubunun içine al ve onlardan eyle. Ölmeden evvel kalplerimizi sana
yakınla tır. Herkesin kar ıla acağı günden önce bizi “özel kar ılama” ile rızıklandır. (Âmin)
Lokman (AS) oğluna öyle diyordu: “Ey oğul! Ate in üzerinden geçecek olan kimse
ate ten nasıl emin olabilir? Dünyâ ile me gul olan kimse ondan nasıl emin olabilir? Ölecek
olan kimse ölümden nasıl emin olabilir?” Hiç kimseden gâfil olmayandan (Allah(ü Teâlâ’dan
CC.) nasıl gâfil olunur?” Hepiniz ate i hakediyorsunuz. Ate ten sâdece Allah(ü Teâlâ’ya (CC)
kar ı takvâ sâhibi olanlar kurtulabilir. Ate in üzerinden geçmek bir seferdir ki, “takvâ azığı”
ister; oysa ben sizin takvâ azığını kazandığınızı zannetmiyorum.
Ey  dünyânın  tâlipleri!  Ey  dünyânın  â6ıkları!  O,  cennete  nisbetle  sâdece  bir
hizmetçi  değil  midir?  Cennet  ise  gerçek  ereftir  ve  asıldır.  Ahmed  b.  Hanbel  (RA)  öyle
dermi : “Her ne kadar göğüslerinde (ezberlerinde) Kur’ân olsa da, insanlar için dünyâ sevgisi
çok kıymetli!” Hz. Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet olunmu tur: “Muhakkakki, 'u kalpler
paslanır;  onların  cilâsı  ise  Kur’ân ı  Kerîm  tilâveti  ve  zikir  meclisleridir.”
152
  Đlmiyle  amel
eden âlimlerin meclislerine katılmak kalpleri cilâlandırır, parlatır, yüceltir ve kasvetini giderir.
Adamın biri Hasan(ı Basrî’ye (RA) kalbinin kasvetinden ikâyet etti. Hasan(ı Basrî
(RA) ona unları söyledi: “Kalbini zikre yakla tır. Allah(ü Teâlâ’yı (CC) zikredenler O’nu
(CC) hakkıyla bilenler ve O’nun (CC) velîleridir.” Onlar gerçek “Melik”i tanımı , meliklerdir.
O’na  (CC)  ko mu lar  ve  O  (CC)  da  onları  melik  yapmı tır.  Onlar  âhireti  görmü   ve
kalplerinde  dünyâ  küçülmü   olan  kimselerdir.  Onlar  Hakk’ı  (CC)  görmü   ve  halk,
nazarlarında küçülmü olan kimselerdir. Gerçek izzet, eref Allah(ü Teâlâ’ya (CC) tâatte ve
günahları terk etmektedir.
Bu  kalp  sevdiği  eylerin  tamâmını  terketmedikçe,  her  gittiği  yerden  kesilmedikçe,
bütün  mahluklara  kar ı  zâhid  olmadıkça  sıhhat  ve  felah  bulamaz,  düzelemez.  Terket  ki,
terkettiğin  eyden  daha  hayırlısı  sana  verilsin.  Hz.  Peygamber’den  (SAV)  öyle  rivâyet
olunmu tur:  “Allah  (CC)  rızâsı  için  her  kim  bir  'eyi  terkederse,  Allah  (CC)  ona  terkettiği
'eyden daha hayırlısını verir.”
Allah’ım (CC)! Kalplerimizi senin için uyandır ve senden gâfil kılma. “Bize dünyâda
da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
                                                
152
 bak.: Đbn Adiy, el Kâmil, I/257, (Beyrut(1988).
41.Sohbet RÜKÜR
Sâdık olan ki i nîmete ükreder, cezâya sabreder. Emredilene sarılır, nehyedilenden
uzak  durur.  Kalpler  bu  usûlde  terbiye  edilir.  Nîmete  ükretmek  nîmeti  artırır.  Cezâya
sabretmek cezâyı giderir ve i i kolayla tırır. Çocuklarınız veyâ diğer yakınlarınız öldüğünde,
mal mülk elden gittiğinde, maksatlar zâyi olduğunda ve halk eziyet ettiğinde sabırlı olun ki,
büyük hayır  göresiniz. Kolaylığın  geldiğinde ükreder, zorluğun  geldiğinde de sabredersen
Mevlâ’ya (CC) gitme vâsıtaların olan “îman kanatları”n palazlanır ve kuvvetlenir. Kalbin ve
sırrın o kanatlarla Rabbinin (CC) kapısına uçar. Sabrın olmadığı halde îmanlı olduğunu nasıl
iddiâ edersin? Hz. Peygamber’in (SAV): “Beden için ba' ne ise, îman için de sabır odur”
153

dediğini i itmedin mi? Eğer sabrın yoksa, îmanının ba ı da yoktur. Bu durumda, cesede îtibar
edilmez.  Eğer  belâ  vereni  tanısaydın,  belâya  sabrederdin.  Eğer  dünyâyı  tanısaydın,  ona
dalmazdın.
Allah’ım (CC)! Dalâlette olanların hepsine hidâyet nasip et. Bütün âsîlerin tevbesini
kabul  et.  Bütün  mübtelâlara  sabır  ihsan  et.  Bütün  âfiyette  olanlara  ükür  muvaffakiyeti
bağı la. (Âmin)
Birisi:  “Hangisi  daha  iddetlidir:  Havf  ate i  mi,  evk  ate i  mi?”  diye  sordu.  O
(Abdulkâdir Geylânî KSA.) öyle cevap verdi: “Mürîd için havf ate i, murâd için ise evk
ate i. Bu ba ka bir eydir, o ba ka bir ey. Pekiyi, ey soruyu soran! Bunlardan sende hangisi
var?”
Ey sebeplere güvenenler! Size fayda verecek olan tek ki idir. Size zarar verecek olan
tek  ki idir.  Melikiniz  tektir.  Sultânınız  tektir.  Đlâhınız  tektir.  Yaratıcınız  tektir.  Yaptığınız
eyleri sizin elinizle yapan O’dur (CC). Sizi O (CC) yarattı. Size O (CC) rızık verdi. Size
zararı da, faydayı da veren O’dur (CC). Sizi hidâyete erdiren O’dur (CC). Niçin kendiniz gibi
bir  mahluka  dayanıyorsunuz?  Kendisine  fayda  da,  zarar  da  veremeyecek  olana  niçin
tapıyorsunuz?  Allah(ü  Teâlâ’nın  (CC):  “Rabbi  (CC)  ile  “likâ”yı  (güzel  bir  sûrette
kar6ıla6mayı) umanlar sâlih amel i6lesinler ve ibâdetlerinde O’na (CC) hiçbir 6eyi ortak
ko6masınlar”
154
 buyurduğunu i itmediniz mi?
Ey  münâfık!  Zamânın  bo a  gidiyor.  Ey  i lerini  elinde  tutan!  Kaybediyorsun,
sermâyen gidiyor. Ho , bir kâr da göremezsin ya! Sermâyen dînindir. Sen ise onunla dünyânı
yiyorsun. Sen eğer dînini yersen, o da biter, tükenir; dînin halk için, saygı görmek için, dinar
ve  dirhem  için,  makam  ve  mevki  için  i lediğin  amellerle  kaybolur  gider.  Sen  Allah(ü
                                                
153
 Deylemî, el Firdevs, hadîs no: 3840, (Beyrut(1986).
154
 Kehf S. A.110.
Teâlâ’nın  (CC)  dü manı  ve  nefret  ettiği  bir  kimsesin.  Sen  sıddık  kulların  nefret  ettiği  bir
kimsesin. Sen meleklerin nefret ettiği bir kimsesin. Melekler sana lânet ediyor. Ayaklarının
altındaki yeryüzü sana lânet ediyor. Üzerindeki gökkubbe sana lânet ediyor. Giydiğin elbise
sana lânet ediyor. Sen halkın da, Hâlık’ın da (CC) lânetlediği bir kimsesin. Münâfığın ate in
en a ağı yerine gireceğini bilmiyor musun? Teslim ol, müslüman ol, sonra tevbe et. Ölüm
âniden gelmeden ve seni birdenbire kapmadan önce i ini tedârik et; sonra pi man olursun da
pi manlığın sana bir fayda vermez. Ben seni tanıyorum, ama seni if â etmem mümkün değil.
Çünkü biz erîatte sana da, ba kalarına kar ı da setr etmekle emrolunduk. Fakat sözümü belli
birini kasdetmeksizin söylüyorum. Sana i âret ediyorum, ama bu i âret açık bir sûrette değil.
Seni kasdediyorum, kom usu sen anla. “Köleye sopayla vurulur, hür kimseye ise bir i âret
yeter.”
Hakk  Teâlâ  (CC)  celvetlerinde  de,  halvetlerinde  de insanlara  ve  onların  kalplerine
nazar edicidir. O (CC) ancak kendisi için i lediğiniz amelleri, O’nun (CC) rızâsını isteyerek
yaptığınız amelleri kabul eder. Amellerinizde yapmacık davranmayın, süsleyip püslemeyin,
hîleye  hurdaya  kaçmayın.  O  (CC)  gizliyi  de,  açığı  da  bilir.  “O  (CC),  gözlerin  hâin
bakı6larını ve göğüslerin sakladığını bilir.”
155

Đ te bu Melik’e (CC) hizmet edin; bu Hâlık’a (CC), bu Râzık’a (CC), Mün’im’e (CC)
(nîmetler  bah edene)  ki,  sizin  için  güne i  bir  aydınlık  kaynağı,  ayı  bir  ı ık  ve  geceyi  de
sükûnet vakti yapan O’dur (CC). Verdiği nîmetler ile sizi uyandıran O’dur (CC). O’na (CC)
ükredesiniz diye, O (CC) nîmetleri türlü türlü yaptı. O (CC) nîmetlerin sayısı hakkında da
öyle  buyurdu:  “Eğer  Allah’ın  (CC)  nîmetlerini  saymaya  kalksanız  sayamazsınız.”
156

Allah(ü Teâlâ’nın (CC)  nîmetini gerçek  yönüyle gören kimse, onun ükrünü edâ etmekten
âciz kalır, a ırıp kalır. Bundan dolayıdır ki, Mûsâ (AS): “Đlâhî (CC)! <ükürdeki acziyetimle
sana ükrediyorum” demi tir.
Rükrünüz  ne  kadar  az!  Îtirâzınız  ne  kadar  çok!  Eğer  O’nu  (CC)  tanısa  idiniz,
O’nun (CC) huzûrunda dilleriniz ahras kesilir, konu amazdı; kalpleriniz ve bütün uzuvlarınız
her  hâllerinde  edepli  olurdu.  Bundan  dolayı  Hz.  Peygamber  (SAV)  öyle  buyurmu tur:
“Allah’ı  (CC)  tanıyanın  dili  tutulur.”
157
  Ârif  dilsizdir.  Esrâr  hakkında  O’ndan  (CC)  izin
almadan konu maz.
Ey oğul! Kendini, bedenini, aileni ve malını Cenâb(ı Hakk’a (CC) havâle et. Çünkü O
(CC)  emâneti  kaybetmez.  Kalbinle  O’na  (CC)  yürü.  Sen  bütün  hayrı  O’nun  (CC)  indinde
                                                
155
 Gâfir S. A.19.
156
 Đbrâhîm S. A.34.
157
 bak.: Süyûtî, Jerhu Süneni Đbn Mâce, I/288, (Kerat i(tsz.).
bulacaksın. Hükmün ( erîatin) hakkını öde. Bu Nebîden (SAV) râzı ol ve O’na (SAV) tâbi ol.
Sonra Rabbinin (CC) huzûruna O’nun (CC) hakkındaki ilminin ve mârifetinin ayaklarıyla gir.
Kapıya varıncaya kadar dînin hükümleri ile arkada ol. Oraya ula tığında hükümleri durdur ve
O’na  (CC)  selâmetle  ve  baht  saâdeti  ile  duâ  et.  Sonra  sır  ve  mânâ  evine  gir.  Sâlihlerden
birinin  öyle  dediği  rivâyet  olunur:  “Benim  için,  dünyâyı  davul  zurna  ile  yemem,  din  ile
yememden daha sevimlidir.”
Çok  yakında  her  biriniz  tevhîdden  ve  irkten,  nifaktan  ve  ihlastan  ne  yaptığını
görecek.  O  gün  görenler  için  cehennem  ortaya  çıkacak!  Kıyâmette  olanların  hepsi  onu
görecek.  Çok  az  kimse  hâriç,  herkes  ondan  korkup  kaçacak.  Mü’mini  gördüğünde  ise  o
alçalacak,  mü’min  onu  geçinceye  kadar  ate i  sönecek.  Hz.  Peygamber’den  (SAV)  öyle
rivâyet olunmu tur: “Kıyâmet günü cehennem mü’mine 'öyle diyecek: Ey mü’min çabuk geç!
Çünkü nûrun ate'imi söndürüyor!”
158
 Ona üzerinden geçmeden önce: “Çabuk ol! Geç! Đ imi
bo a çıkarma, benim seninle bir i im yok!” diye seslenecek. Onun üzerinden müslüman da,
kâfir de, itaatkâr da, âsî de geçecek. Mü’minin adımı o sırat köprüsüne bastığında cehennem
geri çekilecek, alevi sönecek ve mü’mine öyle seslenecek: “Geç! Nûrun alevimi söndürdü!”
Onun  üzerinden  geçenlerden  bâzıları  da  onu  görmeyecek.  Cennete  girdiklerinde
diyecekler  ki:  “Allah(ü  Teâlâ  (CC) ‘Sizden  herkes  ona  (cehenneme)  uğrayacak!’
159

eklinde buyurmamı mı idi? Biz onu görmedik.” Onlara denecek ki: “Siz onun üzerinden o
sönük iken geçtiniz.”
Đsyankâr,  Mevlâ’sından  (CC)  kaçaktır.  Đtaatkâr  mü’min  ise  Mevlâ’sının  hizmetinde
durur; O’nunla (CC) kar ıla acağını ve kendisinden dünyâda yaptıklarını soracağını bilir. O
hevâ  ve  hevesine  uymayı  terketmi tir;  çünkü  hevâ  ve  hevesin  kendisini  sapıtacağını,
kendisinin  Rabbiyle  (CC)  çeki meyi  isteyeceğini  bilir.  Mü’min,  nefsine  dü manlık  ve
muhâlefet eder; çünkü onun Rabbine (CC) kar ı dü manlık beslediğini bilir. Allah(ü Teâlâ
(CC) Hz. Dâvûd’a (AS) öyle vahyetmi : “Ey Dâvûd (AS)! Hevânı terket. Hevâdan ba ka
benimle çeki en hiçbir ey  yoktur.” Hakk (CC)  ile sükûnet, mutluluk ve güzel edep üzere
berâber olun. Đrâdenizi O’nun (CC) irâdesine, ihtiyârınızı (tercihinizi) O’nun (CC) ihtiyârına,
hükmünüzü  O’nun  (CC)  hükmüne,  dileğinizi  O’nun  (CC)  dileğine  bırakın.  “O  (CC)
istediğini  yapandır.”
160
  “O  (CC)  yaptığından  sorumlu  tutulmaz,  bilakis  insanlar
                                                
158
 Heysemî, Mecmau’z zevâid, VII/360.
159
 Meryem S. A.71.
160
 Bürûc S. A.16.
yaptıklarından  sorumludurlar.”
161
  O’nunla  (CC)  berâber  olmak  yırtıcı  hayvanlarla  ve
yılanlarla berâber olmak gibidir. Bundan dolayı sûfîler O’nunla (CC) “havf ve hazer kademi”
üzere  berâber  olurlar.  Onların  ne  geceleri  gecedir,  ne  de  gündüzleri  gündüzdür.  Yemeleri
hastanın yemesi gibidir. Konu maları mecbûriyettendir. Hasta en az eyle doyar ve yemeğini
korkarak  yer.  Onun  bünyesine  uygun  olup  olmadığını bilemez.  Suda  boğulan  kimsenin
boğulmanın  tesiriyle  gözleri  kapanır,  fakat  dalgalar  onu  uyandırır.  O  kudret  denizindedir.
Onlar “O (CC) istediğini yapandır” denizindedirler, “kendi istediklerini yaparlar” denizinde
değil. Dalgaların kendilerini boğmasından, ya da bâzı hayvanların musallat olup kendilerini
yemesinden korkarlar. Sâhil(i selâmete atılmayı umarlar. Rablerinin (CC) kurbiyet sarayına,
O’na (CC) münâcât ve mü âhede sarayına girmeyi dilerler.
Ey  mürîd!  Çalı ,  çünkü  sen  irâde  sâhibi  değilsin.  Sâlihlerden  birisine:  “Neyi  arzu
edersin?” diye soruldu. “Arzu etmemeyi arzu ediyorum” cevâbını verdi. Bütün mesele kadere
rızâda, irâdeyi terkte ve kalbi “mukallib”inin yâni onu çekip çevireninin önüne bırakmaktadır.
Allah’ım  (CC)!  Bizi  senin  kudretinin  önüne  bırakılan  müslümanlardan  eyle. “Bize
dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”

                                                
161
 Enbiyâ S. A.23.

42.Sohbet KALP KATILIĞI HAVF (ALLAH’TAN KORKMAK)
Ey oğul! Sûfîler her eyi terkettiler ve dediler ki: “Mâsivâ posa ve kabuktan ba ka
bir ey  değildir.”  Onlar  özü  istediler.  Gerekli  olanı  gereksiz  olandan  ayırdılar  ve  özle
yetindiler. Gerekli olan Cenâb(ı Hakk’tır (CC). O’ndan (CC) gayrısı gereksizdir. Hakk (CC),
kulun talep ettiği eyde sadâkatini bilirse ona sıhhat, âfiyet ve kendisine yakınlık verir. Bu
durumda, “Allah (CC) için velâyet” gerçekle ir. Đçinde korku olmayan bir kalp, polissiz bir
memlekete, çobansız bir sürüye benzer. Böyle bir belde harap olmaya, böyle bir sürü kurtlar
tarafından  yenmeye  mahkûmdur.  Korkusu  olan  mal  biriktiremez.  Bir  yerde  karar  kılamaz,
sürekli dola ır. Sûfilerin yolculuklarının nihâyeti Hakk’a (CC) kurbiyet ülkesidir. Yolculuk,
kalbin yolculuğudur. Vuslat, “esrâr”ın vuslatıdır. “Esrâr” (kalp) vâsıl olursa, melik olur; diğer
uzuvlar da onun etbâı ve avanesi olur. Kalp Hakk’ın (CC) kapısına ula ınca içeri girmek için
izin ister ve öyle girer.
Đlminiz ne kadar çok ve ameliniz ne kadar az! Đlimden sâdece onu ezberleme ve
hikâyeler  anlatmak  için  nasiplendiniz.  Bunun  size  faydası  olmaz.  Bâzılarınız  bu  kadar,  bu
kadar hadîs ezberliyor, ama onların bir harfi ile dahi amel etmiyor. Bu sizin aleyhinize bir
delildir,  lehinize  değil.  Diyorsunuz  ki:  “<eyhim  filan.  Falanın  sohbetlerine  katıldım.
Filancadan okudum. Falanca âlime dedim ki…” Bütün bunlar amel olmadan hiçbir ey etmez.
Amelinde sâdık olan kimse eyhlere vedâ eder, onları geçer. Onlara i âret ederek der
ki: “Siz yerinizde oturun; ben bana rehberlik ettiğiniz hususlara eri eyim.” <eyhler kapıdır; bir
kapıya yapı ıp da evin içine geçmemen doğru olur mu? Allah(ü Teâlâ (CC) insanlara darb(ı
meseller gösterir.
Kulun akîliğinin (cehennemlik olu unun) alâmeti kalp katılığı, göz kuruluğu, uzun
emeller pe inde ko ması, elinde olanda cimrilik etmesi, emir ve nehyi küçümsemesi ve belâ
geldiğinde ho nutsuzluk göstermesidir. Bu vasıflarda birini görürseniz biliniz ki, o akîdir.
Katı kalpli olan, kimseye merhamet etmez. Sevincinde de, üzüntüsünde de gözlerinden ya
gelmez.  Çünkü  gözlerinin  kuru  olması  kalbinin  katılığına  i ârettir.  Onun  kalbi  nasıl  katı
olmasın ki; o günah, hata, uzun emel, nasîbi olmayan eye hırs  gösterme, haset etme  gibi
eylerle  doludur.  Farz  olan  zekâtta  cimrilik  eder.  Keffâretleri  ödemez.  Adakları  yerine
getirmez. Akrabâlarını ara tırmaz. Gücü olduğu halde borcunu ödemez, aksine onu ödemeyi
uzatır veyâ inkâr eder. Hakkı hukûku yerine getirmekten ve iyilik etmekten ho lanmaz. Đ te
bütün bunlar ve benzerleri akâvet alâmetleridir.
Allah(ü Teâlâ (CC) öyle buyurmu tur: “Îman etmi6 olanların kalplerinin, Allah’ın
(CC)  zikrine  ve  hak  olarak  inen  6eye  kar6ı  ha6yet  (korku)  duyma  zamânı  gelmedi
mi?”
162
  O’nun  (CC)  kaderini  O’nun  (CC)  aleyhine  delil  yapmayın.  Çalı ın,  çabalayın.
Yapı ın, isteyin. Tazarrû edin, ağlayın. O’ndan (CC) efâat isteyin, kendinizi küçük görün.
Kapıda sâbit durun, kaçmayın. Bütün i ler Allah(ü Teâlâ’nın (CC) elindedir. Îkaz eden de,
sakındıran da O’dur (CC). Uyandıran O’dur (CC), uyutan O’dur (CC). Peygamberimiz (SAV)
Cenâb(ı  Hakk’ın  (CC)  “Ey  örtüsüne  bürünen!”
163
  nidâsını  i itince  yatağından  kalktı  ve
i tiyaklı bir ekilde dı arı çıktı. Đ te Hakk’ın (CC) hitâbını duyan kalp de aynen böyledir; O’na
(CC) hemen icâbet eder ve O’nun (CC) talebini yerine getirmeye koyulur, O’na (CC) i tiyak
duyar. O (CC), kalpleri uyandırır ve kalplere yol gösterir. Senin bir i yapmanı istediğinde o
i i sana kolayla tırır. Bu bâtınî bir durumdur. Bu kaderdir, ilimdir. Kader üzerinde durmamız
ve onu delil göstermemiz uygun değildir. Aksine biz çalı ırız, çabalarız. Îtiraz da etmeyiz,
tembellik de.
Allah’ım (CC)! Bizi kaderinden râzı et. Belâlarına kar ı sabır ver. Nîmetlerine güzelce
ükretmeyi nasip et. Senden, bizi nîmetin tamâmına erdirmeni, âfiyetin devamlı olmasını ve
muhabbette sâbit(kadem olmayı dileriz.
Đbrâhîm b. Edhem (RA) (v. 161/777) öyle demi : “Bir geceyi ak amdan sabaha kadar
Allah(ü  Teâlâ’ya  (CC)  türlü  türlü  duâlar  ederek  ve ağlayarak  geçirdim.  Sabaha  doğru
gözlerim kapandı. Rüyamda Allah(ü Teâlâ’yı (CC) gördüm. Bana öyle buyurdu: ‘Ey Đbrâhîm
(RA)!  Bana  hiç  de  güzel  duâ  etmedin. <öyle  de:  Allah’ım  (CC)!  Kaderinden  beni  râzı  et.
Belâna  kar ı  bana  sabır  ver.  Nîmetlerine  güzelce  ükretmemi  nasip  et.  Senden  nîmetin
tamâmını, âfiyetin devâmını ve muhabbette sebatlı olmayı diliyorum.’ Uyandım ki, bu sözleri
tekrar ediyorum.”
Cenâb(ı  Hakk’a  (CC)  kulluğu  sapasağlam  yapan  kimse,  halktan  kurtulur  ve  Rabbi
(CC) ile yetinir. O’nunla (CC) berâber olmak ona yeter; ba kalarıyla olmaya ihtiyaç duymaz.
Hz. Peygamber (SAV) ona yeter; ba ka bir eye ihtiyaç duymaz. Aksine diğerleri ona muhtaç
olur.
Sûfîler,  Allah(ü  Teâlâ’dan  (CC)  kendisinden  ba ka  bir  ey  istemezler.  Onlar  nîmet
bah edeni  isterler,  nîmeti  değil.  Hâlık’ı  (CC)  isterler,  halkı  değil.  Yemekten,  içmekten
giyinmekten, nikahtan ve dünyâya meyletmekten kaçmı lardır. O’na (CC) kaçmı lardır. Onlar
sırf O’nun (CC) rızâsı için ibâdet ederler, nefsin azığı ve ziyâfet evi değil. Derler ki: “Zahmeti
ne yapalım? Biz rahmet istiyoruz. Biz mahbub ile zahmetsiz halvet istiyoruz.” Sen hiç yemek,
içmek  veyâ  ba ka  bir  ihtiyâcını  gidermek  için  dola an  misâfir  gördün  mü?  Muhabbet
                                                
162
 Hadîd S. A.16.
163
 Müddessir S. A.1.
iddiâsındasın  ve  uyuyorsun!  Đnsan  ya  muhibdir,  ya  da  mahbubdur.  Eğer  sen  muhib  isen,
muhib nasıl uyur? Eğer sen mahbub isen, ey iddiâcı, muhib senin misâfirindir! Haberiniz yok!
Yakında  O’nun  (CC)  haberini  alırsınız.  Hemen  veyâ  daha  sonra,  iddiânızın  kar ılığını
göreceksiniz.
Ey  âlimler!  Ey  ilim  öğrenenler!  Đlim  maksat  değildir,  maksat  ilmin  meyvesidir.
Meyvesi  olmayan  ağacın  ne  faydası  olur?  Đlmin  meyvesi  ancak  amel  ve  ihlastır.  Kitap  ve
Sünnet araçtır; onlarla amel edilir, i yapılır. Kendisiyle i yapılmazsa âlet nasıl faydalı olur?
Sanatkâr, bir i yaptıktan ve yorulduktan sonra onun ecrini kazanır.
Dünyâ sofrasını, varlığı ve halktan geçinceye kadar sana konu ma hakkı yok! Ondan
geçtiğin zaman her ey sana ayan beyan olunur, ke folunur, erholunur. Allah(ü Teâlâ (CC)
öyle  buyurmu tur:  “Allah’a  (CC)  kar6ı  takvâ  sâhibi  olun  ki,  O  (CC)  size  ilim
öğretsin.”
164
 Yine öyle buyurmu tur. “Allah’a kar6ı takvâ sâhibi olan ki6iye O (CC) bir
çıkı6 yolu yapar ve onu ummadığı yerden rızıklandırır.”
165

Takvâ  her  hayrın  ba ıdır;  dünyânın,  hikmetin,  ilmin,  kalp  ve  sır  safâsının  geli
sebebidir. Tavkâ sâhibi olun ve sabredin. Îmânın ba ı sabır ve vücûdu ameldir. Bundan dolayı
Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Beden için ba' ne ise, îman için de sabır odur.”
166

Bütün ameller, Allah(ü Teâlâ’nın (CC) takdîrinin altında ancak sabır ile tamamlanır. Sabırlı
olun, sebâtlı olun, vera sâhibi olun. Halvette de, celvette de vera sâhibi olun. Ba kalarının
kısmetine kar ı zâhid olun, kendi kısmetlerinizden de yüzçevirin.
Sen  dîne  mukâbil  makam(mevki  elde  ediyorsun.  Sen  kendine  gelirler,  dinarlar,
elbiseler,  evler,  kom ular,  âhinler,  hizmetçiler  biriktiriyorsun.  Bunların  hepsi  bo   bir
hevestir. Yakında onlardan ayrılacaksın. Rabbine (CC) dön. Gittiğin yanlı yoldan dön. Bâtılı,
karı ıklığı,  deliliği  bırak.  Ba kasına  terkedeceğin  eyi  nasıl  toplarsın!  Oysa  onun  hesâbını
yalnız vereceksin! Topladığın eylerin sana zerre kadar faydası yok. Ondan senin eline, onun
isbâtından,  hesâbından,  korkusundan,  kaybolmasından  ve  pi manlıktan  ba ka  bir  ey
geçmeyecek. Aklın yok! Benden akıl satın al. Benim kar ıma geç ve öğüdümü dinle. Ben
senin bilmediğini biliyorum. Ve âhiretle ilgili senin görmediğini görüyorum.
Yazık  sizlere!  Sâlih  amel,  sizi  kabirde  azaptan  kurtaracak  ameldir.  Hz.
Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet olunmu tur: “Mü’min kabre konulduğu zaman, sadakası
ba'ında oturur, namazı sağında oturur, orucu solunda oturur, sabrı ayaklarında oturur. Azap
ba'ı tarafından gelir; sadakası der ki: ‘Benden sana geçit yok.’ Sağ tarafından gelir; namazı
                                                
164
 Bakara S. A.282.
165
 Talâk S. A.2(3.
166 Deylemî, el(Firdevs, hadîs no: 3840.
der ki: ‘Benden sana geçit yok.’ Sol tarafından gelir; orucu der ki: ‘Benden sana geçit yok.’
Sabrı der ki: ‘Ben de burada hazırım, ihtiyaç durumunda ben de yardıma hazırım’.”
167

Ey cemâat! Îmânınızı zayıf hissettiğiniz anda fakirlerle kendinizi e it tutun ve onlara
îsârda  bulunun  yâni  ihtiyaç  ânında  onları  kendinize  tercih  edin.  Îmanın  kuvvetli  olduğu
anlarda  da  onlara  yardım  edin  ve  tebessümle  yine  îsârda  bulunun.  Fakirleri  atâ  ve  ihsanla
kar ılayın veyâ elinizde bir ey yoksa onları güzel bir sûrette geri çevirin. Hz. Peygamber’den
(SAV) öyle rivâyet olunmu tur: “Dilenci, Allah ü Teâlâ’nın (CC) kuluna hediyesidir.”
168

Yazık  sizlere!  Allah’ın  (CC)  hediyesini  kerih  görüyorsunuz,  reddediyorsunuz  ve
kabul etmiyorsunuz. Yakında cezânızı görürsünüz. Fakirlik size gelecek, zenginliğinizi alacak
ve  onun  yerine  geçecek.  Hastalık  gelecek,  âfiyetinizi  bozacak  ve  onun  yerine  oturacak.
Rabbinizin  (CC)  dilenciye  vermeniz  için  size  bah ettiği  önemli  nîmetleri  hiç
hatırlamıyorsunuz. Mü’min bilir ki, Rabbi (CC) dilenciyi kendisine, elindeki nîmetlerden bir
eyler versin diye göndermi tir. Ve o, dilenciye bir eyler verdiği zaman, ona en güzel bir
sûrette  ikram  eder  ve  onun  kendisine  gönderilmesini  kabul  eder.  Ona  dünyevî  ve  uhrevî
nîmetlerden bol bol, çokça ve en güzel bir ekilde verir.
Ey  dünyâ  i6leri  pe6inde  ko6anlar!  Makam  ve  mevki  için  sultanlara,  emirlere  ve
zenginlere  gidin;  bu  hususta  “Meliklerin  meliki”ne gitmeyin.  O  (CC)  zenginlerin  en
zenginidir ve hiçbir zaman ölmez. Hiçbir zaman fakir olmaz. O’na (CC) bir borç verdiğin
zaman, onun kar ılığını kat kat verir. Dünyâda bir dirhemine kar ılık on dirhem verir. Âhirette
de eksiksiz sevâbını verir. Dünyâda bereket, âhirette de sevâp verir. O’nun (CC): “Allah (CC)
size onun (infâkınızın, sadakanızın) devâmını nasip eder”
169
 buyurduğunu i itmedin mi?
Allah’ım (CC)! Seninle alı (veri yapmakla bizi rızıklandır. Sana hizmetimizi güzel
yapmayı  nasip  et.  Bütün  hizmetlerle  birlikte  senin kapında  durmayı  bize  nasip  et. “Bize
dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”

                                                
167
 Đbn Hıbbân, es Sahîh, hadîs no: 3113.
168
 Hindî, Kenzü’l ummâl, hadîs no: 16078.
169
 Sebe S. A.39.

43.Sohbet KIYAMET GÜNÜNE HAZIRLANMAK
Hz. Peygamber’in (SAV) öyle söylediği rivâyet edilmi tir: “Cebrâil (AS) bana dedi
ki:  ‘Allah  (CC),  kullarından  ancak  merhamet  ile  davrananlara  merhamet  eder’.”
170

“Yeryüzündekilere merhamet et ki, gökyüzündekiler de sana merhamet etsin!”
171

Ey Rabbinden (CC) rahmet isteyen ki6i! Onun değerini bir ölç. Zîrâ o u an senin
elinde. Onun değeri nedir? Rabbinin (CC) rahmetinin değeri, senin O’nun (CC) yarattıklarına
kar ı  merhamet  göstermen,  efkatli  davranman  ve  onlara  kar ı  niyetini  düzeltmendir.  Sen
istediğin eye kar ılık ortaya bir ey koymuyorsun. Ücreti ver, malı al! Yazıklar olsun sana ki,
Allah’ı (CC) bildiğini söylüyorsun da, O’nun (CC) yarattıklarına merhamet etmiyorsun!. Sen
iddianda  yalancısın…  Ârif(billah  olan  kimse  O’nun  (CC)  yarattıklarına  ilim  yönünden
merhamet eder; topluluklara da hüküm ( erîat) cihetinden merhamet eder. Hüküm ayırır. Đlim
ise bir araya getirir.
Allah(ü  Teâlâ  (CC)  öyle  buyurmu tur:  “Evlere  kapılarından  girin.”
172
  Sâdık  ve
ilmiyle  amel  eden  eyhler  Cenâb(ı  Hakk’ın  (CC)  kapıları  ve  O’nun  (CC)  kurbiyetinin
“yolları”dır.  Onlar  Nebîlerin  (AS)  ve  Peygamberlerin  (AS)  vârisleri  ve  nâipleridir,
vekilleridir. Onlar Cenâb(ı Hakk’ın (CC) “müferrid”leri
173
 ve dâvetçileridir. Onlar O’nunla
(CC) halkı arasındaki elçilerdir. Onlar “din doktorları”, “hak öğretmenleri”dir. Onları kabul
edin ve onlara hizmet edin. Câhil nefislerinizi onların emir ve nehiylerine teslim edin.
Rızıklar Allah(ü Teâlâ’nın (CC) elindedir. Bedenin rızkı, kalbin rızkı, esrârın rızkı…
bütün  bunları  O’ndan  (CC)  isteyin,  ba kasından  değil.  Bedenin  rızkı  yemek  ve  içmektir.
Kalbin rızkı tevhîddir. Esrârın rızkı ise “hafî” (sessiz, gizli) zikirdir. Mücâhede ile, ona bir
eyler  emredip,  bir eylerden  nehyederek  ve  riyâzat ederek  nefislerinize  merhamet  edin.
Mârûfu  (doğruyu)  emrederek,  münkerden  (yanlı tan)  nehyederek,  onlara  nasîhat  ederken
samîmi davranmak sûretiyle, ellerinden tutup Hakk’ın (CC) kapısına getirmek sûretiyle halka
merhamet edin.
Rahmet,  merhamet  mü’minin  sıfatlarındandır.  Katılık  ise  kâfirlerin  sıfatlarındandır.
Size  gelmeyene  siz  ula ın.  Sizi  mahrum  edene  siz  verin. Size  zulmedeni  siz  affedin.  Eğer
böyle yaparsanız ipleriniz Allah’ın (CC) ipine ula ır. O’nun (CC) sâhip olduklarına siz sâhip
değilsiniz. Zîrâ bu ahlak Cenâb(ı Hakk’ın (CC) ahlâkıdır.
                                                
170
 Aclûnî, Ke'fü’l hafâ, I/194 (no: 654).
171
 Aclûnî, Ke'fü’l hafâ, I/97(98 (no: 314).
172
 Bakara S. A.189.
173
 Müferrid: Hakk’a (CC) ibâdet ve itâat etmede öncü ki iler.
Münâcât  ve  mânevî  ziyâfet  evi  olan  mescitlere  çağıran  müezzinlere  icâbet  edin.
Onlara icâbet edin ki, kurtulu ile, onların indindeki gerçek alı (veri ile kar ıla asınız. Eğer
O’nun (CC) dâvetine icâbet ederseniz, O (CC) sizi evine alır, size kar ılık verir, yakınla tırır,
mârifeti ve ilmi öğretir. Yanında olanı size gösterir. Bedeninizi süsler. Kalplerinizi temizler.
Sırlarınızı  tertemiz  eder.  Doğru  yolu  size  ilham  eder.  Sizi  kar ısına  oturtur  ve  kalplerinizi
kurbiyet evine ula tırır. O (CC) eve girmeniz için sizi çağırır. O (CC) kerîmdir. Eğer O’nun
(CC) dâvetini kabul eder ve O’na (CC) duâyı hafife almazsanız size kar ılık verir. Size lutuf
ve  ihsanda  bulunur.  Size  “hil’at”  (makam  elbisesi) giydirir.  Allah(ü  Teâlâ  (CC)  öyle
buyurmu tur:  “Đyiliğin  kar6ılığı  iyilik  değil  midir?”
174
  Ameli  güzel  yaparsanız  sevâbı  da
güzel olur. Hz. Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet olunmu tur: “Nasıl muâmele edersen öyle
muâmele görürsün.”
175
 Ve yine: “Bulunduğunuz hâle göre idâre edilirsiniz”
176
 buyurmu tur.
Amelleriniz kendi amellerinizdir.
Dünyâda,  ibret  alan  ve  iffet  sâhibi  olan  zâhidlerin  kalpleri  ile  ya ayın.  Onda  vatan
tutmayın. O ne vatan yeridir, ne de makam yeridir. Asıl vatan ve son makam vardır. Bu dünyâ
âhirete  göre  zindandır.  Bundan  dolayı  Hz.  Peygamber  (SAV)  öyle  buyurmu tur:  “Dünyâ
mü’minin  zindanıdır.”
177
  Mü’min,  dünyâda  nîmetler  içerisinde  binsene  ya asa  bile  yine  de
dünyâ mü’minin zindanıdır. Onun kurtulu u, sevinci, ho luğu, sevâbı, devleti, emir ve nehyi
ve rahatlığı ise ancak âhirettir.
Âlim ve sıddık ârife gelince, o sevâbını âhiretten önce dünyâda alır. O Rabbine (CC)
yakınla mı tır. O yaratılmamı olmayı temennî eder. Kıyâmeti de, cenneti de zahmet olarak
görür. Kıyâmet günü sakladığı sırların ortaya çıktığını görür. Zîrâ o gün sırlar ekil kazanır.
O,  kabrinden  kalktığını  ve  üzerinde  zînetli  elbiseler  olduğunu  görür.  Onu  gılmanlar  ve
merâsimciler kar ılıyordur. Fakat onun kalbi bunlara kar ı ebediyyen zâhiddir. Rabbini (CC)
görmenin yanında, zahmet olarak gördüğü için bunlardan ho lanmaz. O nîmet vereni sever,
nîmeti değil. O Rabbinin (CC) huzûruna sır kapısından girmeyi sever, merâsim ile girmeyi
değil.  Cennette  olmaktan  ho lanmaz.  Zîrâ  oradaki  nîmetlere  aldanarak  deği ebilir.  Ayrıca,
Allah’ı (CC) seven ki i O’ndan (CC) ba ka her eyi terk eder. Hattâ o, oraya bağlanmasın,
oraya aldanmasın, adımları Rabinden geri durmasın, ba ka eyle me gul olmasın diye cenneti
görmemeyi temennî eder.
                                                
174
 Rahmân S. A.60.
175
 Deylemî, el Firdevs, hadîs no: 2203.
176
 Deylemî, el Firdevs, hadîs no: 4918.
177
 Müslim, es Sahîh, “ez(Zühd ve ve’r(Rakâik” hadîs no: 2965.
Allah(ü Teâlâ’yı (CC) âhiretten önce dünyâda tanıyamayanlar! Sizlerden dolayı vâh
yangınlarım ve vâh ate lerim! Ve O’nun (CC) kurbiyetinin nesîmini, rüzgârını koklayanlar!
Ve O’nun (CC) fazîlet, üstünlük yemeğini yeyip, ünsiyet arabını içenler! Size daha ne kadar
nidâ edeceğim, ey münâfıklar? Sizler duymuyorsunuz ki… Yarın derinden duyacaksınız ama
icâbet  edemeyeceksiniz.  Ne  kadar  uzaktasınız!  Ve  size  ne  kadar  da  uzaktan  sesleniliyor!
Sesiniz  yerin  dibinden  geliyor;  kurbiyet  kalesinden  değil,  iyilik  sâhilinden  değil.  Bütün
i leriniz mîdeniz, ehvetiniz, bedenleriniz ve bütün dünyânız. Bütün bunların hepsi pisliktir,
kirdir.
Açlık,  Allah(ü  Teâlâ’nın  (CC)  yeryüzündeki  yemeğidir:  Sıddıkların  karnı  onunla
doyar. Ey fakirlikten korkanlar! Asıl fakirlik fakirlikten korkmaktır. Zenginlik ise Allah(ü
Teâlâ (CC) ile O’nun (CC) dı ındaki her eyden zengin olmaktır: Dirhem ve dinar zenginliği
zenginlik değildir.
Ey oğul! Nefsinin kıyâmetini kopart. Tefekkür ayaklarınla cehenneme ve cennete gir.
Onlara  îman  ve  yakîn  gözlerinle  bak.  Mü’min,  fikri ve  nazarı  düzelinceye  kadar  amel
i lemekten geri durmaz. Fikri ve nazarı düzeldiği zaman kıyâmeti kopmu demektir. Rabbinin
(CC) huzûrunda dirilir, ayağa kalkar; amel defterinin sayfalarını okumaya ba lar, iyiliklerini
ve  kötülüklerini  görür.  Kötülüklerinin  iyiliklerinden  fazla  olduğunu  görür.  Cehenneme
girmeyi haketmi tir. Sırattan geçmesi gerekir. Onun üzerinden havf u recâ ile, helâk olma,
cehenneme dü me duyguları ile geçer. Đ te o bu halde iken, Allah(ü Teâlâ (CC) ona rahmetini
yeti tirir  ve  onun  kendisine  bırakılmasını  emreder.  Ayaklarının  altındaki  sırat  geni letilir,
cehennemin  alevi  rahmet  suyu  ile  söndürülür.  Hattâ cehennem  ona  öyle  der:  “Geç,  ey
mü’min! Nûrun alevimi söndürdü.”
178
 Đ te mü’min bütün bunları tefekkür eder, dü ünür, enine
boyuna değerlendirir. Kesin bir kanaate sâhip oluncaya kadar bunları tefekkür etmekten geri
durmaz.
Size  açıkladığım  bu,  nasiplerinizin  pe inden  ko ma meselesini  dü ünmekten  geri
durmayın.  Nasiplerin pe inden ko mayın, bırakın onlar sizin pe inizden ko sun. Bu benim
tecrübe  ettiğim,  gözlerimle  gördüğüm  bir  eydir.  Bunu,  bu  “yol”a  girmi   olan  ve  bu  yolu
deneyen benden ba ka kimseler de görmü tür. Acele etmeyin; nasiplerinizi kaybetmezsiniz.
Hz.  Peygamber’den  (SAV)  öyle  rivâyet  olunmu tur:  “Hiç  kimse  rızkını  tamamlamadan
dünyâdan  göçmez.  O  halde  Allah ü  Teâlâ’ya  (CC)  kar'ı  takvâ  sâhibi  olun  ve  isteklerinizi
                                                
178
 Heysemî, Mecmau’z zevâid, 7/360.
güzelle'tirin.”
179
 Yava olun, hırslanmayın, bo a yorulmayın, sebatlı olun. Đsteklerinize kar ı
i te böyle olun.
Eğer  hükümdarların  kapısından  yüzçevirirsen  Allah(ü  Teâlâ  (CC)  sana  hiç
kapanmayan bir kapıyı açar: Sır kapısı, bâtın kapısı… Bu kapıyı sana hiçbir kuvvetin, gücün
ve tahmînin olmadan açıverir.
Mü’min, Rabbinin (CC) kapısını hedef edinmek sûretiyle, nefsinin hevâ ve heves evini
terkeder. O bu durumda iken, nefsinin, malının, ailesinin âfetleri onun yoluna durur. O a ırıp
kalır.  Günahlarına,  Rabbinin  (CC)  erîatinin  hudutlarını  yırttığı  kötü  ahlâkına  geri  döner.
Sonra bütün bunlardan tevbe eder, “niçin”i ve “nasıl”ı terkeder. Münâzaadan, iddiâcılıktan
bâtınen ve zâhiren hiç konu maz olur. Teslim olur, kendini bırakır, müdâfaa etmez.
Onun önündeki o set, onun hareketiyle, çalı ıp çabalamasıyla değil, ancak Rabbinin
(CC)  ona  yardımı  ile  açılabilir.  Bütün  i i  O’nu  (CC)  zikretmek,  O’na  (CC)  dönmek,
günahlarını dü ünmek, onlara istiğfar etmek ve nefsini kötülemek olur. Bu durumdan çıkınca,
Rabbinin (CC) kaderine geri döner. Der ki: “Allah(ü Teâlâ’nın (CC) benim hakkımdaki kaderi
ve kazâsı deği mez yazıdır.” Dil ile değil, kalben teslim olur, tefvîz eder, her eyi Allah(ü
Teâlâ’ya (CC) bırakır. Bu halde iken, kapalı olan gözlerini açar, bakar ki, o set gitmi , kapı
açılmı .  Artık,  âfet  yerine  nîmet  gelmi tir;  darlık  yerine  geni lik;  hastalık  yerine  âfiyet;
yokluk  yerine mülk… Bütün bunları Allah(ü Teâlâ’nın (CC) u buyruğu desteklemektedir:
“Allah’a  (CC)  kar6ı  takvâ  sâhibi  olan  ki6iye  O  (CC) bir  çıkı6  yolu  yapar  ve  onu
ummadığı yerden rızıklandırır.”
180

Böyle bir kul yine de nîmete ükretmekten geri durmaz. Kalbinin adımlarıyla Rabbine
(CC) ula ıncaya kadar, belâlara muvâfakat göstermekten, hatâları ve günahları îtiraf etmekten,
nefsini  kınamaktan  geri  durmaz.  Rabbinin  (CC)  kapısına  ula ıncaya  kadar  iyiliklerle,
günahlardan tevbe ile adım atmaktan geri durmaz. Oraya vardığında ise, gözlerin görmediği,
kulakların i itmediği ve hiçbir be erin kalbine gelmeyen eyi görür.
Kulun  kalbi  Rabbine  (CC)  vâsıl  olduğunda  tevbesi  kesilir,  iyilikler  ve  kötülükler,
ükür ve sabır, yorgunluk ve rahatlık biter: Nasıl ki, misâfir, gideceği yere varınca adımları
biter  ve  sohbete,  mü âhedeye,  konu maya  katılır  ve sırlara  vâkıf  olur,  i te  öyle…  Muhib
mahbûbuna ula tığında yorgunluk kalır mı? Yorgunluk rahata döner; uzaklık yakına, gaybet
huzûra,  duyma  gözle  görmeye…  Mahbûbunun  sırlarına  muttalî  olur.  Mahbûbu  ona  evini
gezdirir.  Hazînelerinin  kapısını  ona  açar.  Yataklarında  onu  istirahat  ettirir.  Siz  de  böyle
                                                
179
 Hâkim en(Nîsâbûrî, el Müstedrek, II/4, (Halep(tsz).
180
 Talâk S. A.2(3.
yapmıyor musunuz? Allah(ü Teâlâ (CC) insanlara misaller verir. Ehl(i i âret olan i âretten
anlar.
Ey “huzurda duran kalp” ile ibâdet etmeyen âbid! Senin durumun gözleri bağlı
olup  da  değirmen  ta ı  çeviren  devenin  durumuna  benziyor.  O  fersahlarca  yol  aldığını
zanneder  de,  aslında  yerinden  ayrılmamı tır. Yazık  sana!  Namazında  ayakta  duruyorsun,
oturuyorsun, namazında acıkıyorsun, susuyorsun: Zerrece ihlas ve tevhid olmayan namazın
sana  ne  faydası  olur?  Eline  yorgunluktan  ba ka  bir ey  geçmez.  Namaz  kılıyorsun,  oruç
tutuyorsun, ama kalp gözün insanların evlerinde, ceplerinde ve sofralarında!… Onların sana
hediyeler  getirmesini  bekliyorsun.  Đbâdetini  gösteriyorsun,  orucunu  ve  mücâhedeni
bildiriyorsun. Ey  halkı  6irk  ko6an! Sen  hiçbir  eye  sâhip  değilsin.  <irkinden  dön. Ey
münâfık! Ey mürâî! Ey ruhânî ve rabbânî sıddıkların saflarından geride duran!  Sen
benim  sizin  ka ağınız,  körüğünüz  ve  zâbıta  memurunuz  olduğumu  bilmiyor  musun?
Đddiâlarınızın  isbâtını  isterim!  Hz.  Peygamber’den (SAV)  öyle  rivâyet  olunmu tur:  “Eğer
iddiâları insanlara bırakılsa idi, herkes diğerinin kanının helâl olduğunu iddiâ ederdi; fakat
dâvâcıya isbat, dâvâlıya ise yemin dü'er.”
181

Ne kadar çok konu uyorsun; buna kar ılık fiilin de ne kadar az! Gittiğin yoldan dön.
“Allah’ı  (CC)  tanıyan  kimsenin  dili  tutulur.”
182
  Kalbi  konu ur.  Sırrı  safâ  bulur.  Yüksek
derecelere ula ır. Rabbine (CC) ünsiyet kazanır, O’nunla (CC) rahata erer. Bütün ihtiyaçlarını
O’nunla (CC) giderir.
Ey kalp ate6i! Serin ve selâmetli ol. Ey kalp! Öyle bir güne hazırlan ki, o gün yeryüzü
ve dağlar yürür, yeryüzü içindekileri ortaya çıkarır. Đ te, asıl “erkek adam” o gün îmân, yakîn,
Mevlâ’sına (CC) olan tevekkül, muhabbet ve i tiyâk ayaklarıyla, âhiretten önce dünyâda elde
etmi   olduğu  mârifet  ayaklarıyla  sapasağlam  durur. O  gün  sebep  ve  halk  dağları  gider,
müsebbib ve Hâlık (CC) kalır. Sûret ve zâhir melikleri gider, kaybolur; bâtın melikleri ortaya
çıkarlar.  Onlar  kıyâmet  günü,  o  deği ip  dönü me  gününde  sapasağlam  ayakta  kalırlar.  <u
dağları  görüyorsunuz  da  onların  gücüne,  kuvvetine, sağlamlığına,  dimdik  ayakta  duru una
hayran kalıyorsunuz ya, i te onlar o gün çırpılmı pamuk gibi olacak. Yerlerinden kökleriyle
birlikte  sökülecekler.  Azametleri  kaybolacak,  bulutlardan  daha  hızlı  kayıp  gidecekler.
Gökyüzü  eriyecek,  erimi   bakır  gibi  olacak.  Göğün  ve  yerin  vasıfları  deği ecek.  Dünyâ
nöbeti, ahkâm nöbeti, ameller nöbeti, ekim nöbeti ve teklif nöbeti sona erecek. Âhiret nöbeti,
                                                
181
 Müslim, es Sahîh, “Akdıye” hadîs no: 1711.
182
 Süyûtî, Jerhu Sünen i Đbn Mâce, I/288.
kudret nöbeti, amellerin mükâfâtlandırılması nöbeti, hasat nöbeti, külfetten kurtulma nöbeti,
her iyilik sâhibine iyiliğinin kar ılığının verilmesi nöbeti ba layacak.
Allah’ım (CC)! O gün kalplerimize ve uzuvlarımıza sebat ihsan et. “Bize dünyâda
da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”


44.Sohbet GÜZEL AHLAK
Hz. Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet edilmi tir: “Đnsanlar arasına güzel huylarla
karı'ın  ki,  öldüğünüzde  size  rahmet  okusunlar.”
183
  Böyle  yaparsanız,  onlarla  birlikte
ya adığınız  zaman  da  onlar  size  kar ı  muhabbet  beslerler.  Bu  vasiyeti  duyun!  Onu  can
kulağınıza  küpe  edin,  sakın  unutmayın!  Bu  söz  size sevâbı  çok  ve  en  kolay  i i  bildiriyor.
Güzel huy ne güzeldir! Sâhibine de ba kalarına da rahatlıktır. Kötü huy ne çirkindir! Sâhibine
yük,  ba kalarına  da  eziyettir.  Mü’mine  yakı an,  nasıl  ki,  diğer  bütün  tâatler  için  nefsiyle
mücâhede ediyorsa, öylece, huylarını güzelle tirme ve güzel huylarla bezenmek uğrunda da
onunla mücâhede etmektir.
Nefsin  özelliği  kibir,  gazap  ve  insanları  tahkir  etmektir.  Mutmain  oluncaya  kadar
onunla mücâhede edin. Nefis mutmain olunca tevâzu sâhibi olur, zillet sâhibi olur, huyları
güzelle ir,  ölçüsünü  bilir,  ba kalarına  tahammül  gösterir.  Mücâhededen  önce  o  bir
“Firavun”dur.  Ne  mutlu,  nefsini  bilen,  ona  dü manlık  ve  muhâlefet  eden  kimseye!  Onu
zevklerinden mahrum edin, haklarını bildirin ki, zillet göstersin ve huyları güzelle sin. Onu
tefekkür kabzasına alın ve cennete ve cehenneme sokun. Tâ ki, oraları görsün de zillet sâhibi
olsun ve huyları güzelle sin.
Kıyâmeti dü ünün. Kıyâmetiniz kopmadan önce kendi kıyâmetinizi koparın. Kıyâmet
günü bir kısım insanlar için düğün iken, bir kısmı için gam olacaktır. Bir kısım insanlar için
düğün, bir kısım insanlar için mâtem olacaktır.  O  gün sâlihlerin bayramı olacaktır. O  gün
onların üzerinde süsleri ve zînetleri olacaktır. Gılmanlar ve tanıdıkları onlara görünecektir.
Amelleri sûret kazanacak, amellerinin nurları onların yüzlerini aydınlatacak.
Ey oğul! Eğer sen Rabbinden (CC) bir eyler bekliyor ve O’nu (CC) istiyor isen, bana
yapı ve benim vereceğim bir hırkaya ve bir lokmaya râzı ol. Senden istediğim hizmetleri
yerine getir. Sözlerime muhâlefet etme. Eğer böyle yaparsan na âlâ, aksi halde benden uzak
dur.  Bu  tarîkat  nefisle,  hevâ  ve  hevesle,  halkı  görerek  girilecek  yol  değildir.  Durum  sana
açıklandı; istiyorsan kabul et, aksi halde sen bilirsin. Eğer kabul edersen, Allah(ü Teâlâ’dan
(CC)  sana  bol  bol  hayır  vermesini  dilerim.  Bana  uy;  açlık  ve  fakirlik  husûsunda  korkun
olmasın.  Emin  ol  ki,  istediğinden  ba ka  bir  ey  olmayacak  ve  hayırdan  ba ka  bir  ey
olmayacak.
Ben küçükken bo arazilerde yalnız kalırdım ve kimseyi görmediğim halde öyle bir
ses  i itirdim:  “Ey  mübârek!  Sen  hayırlı  birisin  ve hayır  göreceksin.”  Kalkar  çevremde
                                                
183
 Tirmizî, “Birr” hadîs no: 54.
dola ırdım, ama bu sesin kimden geldiğini bilemezdim. Allah’a (CC) hamd olsun ki, bütün
ahvâlimde hayır ve bereket gördüm.
Allah(ü Teâlâ’nın (CC) nice kulları vardır ki, bir eye “ol” derler, o da hemen oluverir,
ama onlar farkedilmezler. Onları gördüğünüzde tanımazsınız. Onların yüzüne kar ı kapıları
kapatırsınız. Keselerinizi ve elbiselerinizi onlardan çekersiniz. Yazık size! Eğer kapılarınızı
fakirlere kapatırsanız, Allah(ü Teâlâ (CC) da size kapatır. Eğer kapılarınızı onlara açarsanız,
Allah(ü Teâlâ (CC) da size açar. Eğer halkın ho nutluğu için infak ederseniz i leriniz zorla ır.
Đnfak edin, cimrilik etmeyin. Allah(ü Teâlâ (CC) öyle buyurmu tur: “Reytan sizi fakirlikle
korkutur ve fuh6iyâtı (âdîlikleri) emreder.”
184
 Oysa Allah(ü Teâlâ (CC) infak mukâbilinde
size  bu  i in  devâmını  vaadetmi tir:  “Allah  (CC)  size  onun  (infâkınızın,  sadakanızın)
devâmını nasip eder.”
185

Yazık  sana!  Müslüman  olduğunu  iddiâ  ediyorsun,  ama Hz.  Peygamber’e  (SAV)
muhâlefet  ediyorsun;  onun  dîni  hakkında  hevâ  ve  hevesinden  geldiği  gibi  konu uyorsun.
Müslümanlığında  yalancısın. Sen tâbi değil, mübtedîsin, bid’atçinin birisin. Muvâfık değil,
muhâlif  birisin.  Hz.  Peygamber’in  (SAV):  “Tâbi  olun,  bid’atçilik  yapmayın:  Bu  size
yeter…”
186
 buyurduğunu i itmedin mi? Yine buyurmu tur ki: “Sizi tertemiz, apaçık bir yol
üzere bıraktım.”
187
 Onu reddediyorsun, O’nun (SAV) sözüne muhâlefet ediyorsun ve O’na
(SAV)  tâbi  olduğunu  iddiâ  ediyorsun.  Sende  bir  kerâmet  (iyilik)  yok.  Ben  sana  gerçeği
söylüyorum. Đstersen gelirsin, istemezsen gelmezsin. Đstersen översin, istersen zemmedersin.
Allah(ü Teâlâ (CC) öyle buyurmu tur: “De ki: Rabbin (CC) katından hak geldi. Đsteyen
inansın,  istemeyen  inanmasın.”
188
  Benim  sözlerimden  ancak  deccal,  hîlebaz  ve  iddiâcı
münâfık  kaçar;  hevâsına  binmi ,  nefsinin  her  isteğine  uyan,  Allah’ın  (CC)  kitâbına  ve
Resûlünün  (SAV)  sünnetine  muhâlif,  gerçeğe  buğzeden,  bâtılı  seven,  Mevlâ’sına  (CC)
yakınla mak için kalbinin adımları olmayan kimse kaçar.
Ey oğul! Töhmet etmeden, kalbinle duy ve bak… bak ki, ne acâip eyler göreceksin!
Sûfîler  hakkında  töhmette  bulunma.  Onları  tasdik  et.  Onlara  “niçinsiz”  ve  “nasılsız”
muvâfakat  et.  Seni  sohbetlerine  alırlar.  Hizmetinden  memnun  kalırlar.  Kendilerine  inen
nîmetlerden  ve  güzelliklerden,  semâdan  sıddıkların kalplerine  inen  eylerden  ve  gece  ve
gündüz  onların  sırlarına  inen  “mevârid”den
189
  sana  da  pay  ayırırlar.  Eğer  onların  senin
                                                
184
 Bakara S. A.268.
185
 Sebe S. A.39.
186
 Heysemî, Mecmau’z zevâid, I/181.
187
 Zebîdî, Đthâfü’sâde, I/182.
188
 Kehf S. A.29.
189
 “Mevârid” “vârid” “vâridât”: Cenâb(ı Hakk’tan (CC) sûfînin kalbine gelen ilhamlar ve tecellîler.
hizmetinden  memnun  olmalarını  istiyorsan  zâhirini  de,  bâtınını  da  temizle  ve  onların
huzûrunda  dur.  Kalbini  bid’atten  temizle.  Zîrâ  sûfîlerin  îtikâdı  Nebîlerin  (AS),  Resûllerin
(AS) ve sıddıkların îtikâdıdır. Onlar selef inancındadırlar. Mezhepleri âcizlerin, ezilmi lerin
mezhebidir. Onlar öyle bir îtikat sâhibidirler ki, o îtikatlarına töhmetten münezzeh olan iki
âdil âhit âhitlik eder: Allah(ü Teâlâ’nın (CC) Kitabı ve Nebîsinin (SAV) sünneti.
Ey  sûfîler!  Ne  kendinize,  ne  de  ba kalarına  zulmedin.  Zulüm  memleketleri  harap
eder.  Asılları söker  atar. Kalpleri ve  yüzleri karartır. Rızkı daraltır.  Zulmetmeyin; kıyâmet
bizim içindir, o mutlakâ kopacak. Gelecek olan her ey yakındır. Bizim bir yaratıcımız var:
Bizi  kar ısına  alacak  ve  hesâba  çekecek,  münâka aya  çekecek,  azdan  ve  çoktan  sorguya
çekecek, zerrelerimizi dahi sorgulayacak. Ben size sâdece bir nasîhatçiyim. Nasîhatime kar ı
sizden bir ücret de istemiyorum.
Ribâya  (fâize)  yakla mayın:  Rabbinize  (CC)  kar ı  harp  îlan  etmi   olursunuz  ve
mallarınızdan bereket kalkar. Dinarı dinara kar ılık borç verin. Fakire borç verip daha sonra
onu Allah (CC) rızâsı için helâl edebilecek olan kimse öyle yapsın. Öyle yapanlar iki kere
sevinç  duyarlar: 1   Borç  verdikleri  zaman,  2   Onu  helâl  ettikleri  zaman.  Rabbinize  (CC)
güvenerek  ve  dayanarak  böyle  yapın.  Yaratan,  sâbit(kadem  kılan  ve  mübârek  eden  O’dur
(CC).
Dilenciyi bir ey vermeden göndermemeye çalı ın, aksine, elde olan eylerden verin.
Az da olsa bi eyler vermek onu mahrum etmekten hayırlıdır. Eğer bir ey bulamazsanız, onu
azarlamayın, yumu ak sözle onu gönderin, onu kırmayın.
Dünyâ her yönüyle gelip geçicidir. Gece ve gündüzün deği mesiyle gelip gider. Ölen
herkesin kıyâmeti kopmu ve o lehindeki ve aleyhindeki eyleri bilmi demektir. Her eyin bir
sonu  vardır:  Âfiyetin  de,  belânın  da.  Hayrın  da,  errin  de.  Zenginliğin  de,  fakirliğin  de.
Hayâtın da, ölümün de. Đzzetin de, zilletin de. Bütün bunlar birbirine zıt eylerdir. Biri gelir,
öbürü gider. Ölüm ise her eyin sonuncusudur.
Ârif bir mü’min ba gözlerini kapatınca kalp gözleri açılır: Halkı oldukları gibi görür.
Kalp gözünü kapatınca sır gözleri açılır: Cenâb(ı Hakk’ı (CC) ve O’nun (CC) halk üzerindeki
tasarrufunu görür. Hâlık (CC) gelince halk gider. Âhiret gelince dünyâ gider. Sıdk gelince
yalan  gider.  Đhlas  gelince  irk  gider.  Îman  gelince  nifak  gider.  Her  eyin  bir  zıddı  vardır.
Akıllı ki i sonuca bakar. Dünyânın zâhirine ve süsüne bakmayın. Zîrâ o yakın bir zamanda
gidecek, kaybolacak. Önce siz yok olacaksınız, sonra da sizden sonrakiler.
O’ndan  (CC)  size  gelen  âfetler  sebebiyle  Rabbinizin  (CC)  sohbetinden  kaçmayın.
Sizin menfaatinizi O (CC) sizden daha iyi bilir. Đyilik, kerih görülen eylerde dürülmü tür.
Akıllı ve edepli olun. Sıddıkların kalplerine âfetler gelir de, onların kalpleri o âfetlere teslim
olur, onları ikiye katlar. Allah(ü Teâlâ’ya (CC) dayanmı olan kimseler o âfetleri kucaklarlar,
alınlarının ortasından öperler; onları sabır, muvâfakat ve rızâ ile evlendirirler. O âfetler bir
müddet orada kalır, sonra oradan alınır. “Yeri ve ziyâfeti nasıl buldun?” diye sorulur. <öyle
cevap verir: “Ne güzel mekân, ne güzel ziyâfet, ne güzel hediye, ne güzel hediyeci!” Belâlara
dü mü bu sâdâttan (kutlu ki ilerden) birine (RA) sorulmu : “Bu belâ içinde nasılsın?” Demi
ki: “Belâyı benden sorun!” Rabbinize (CC) kar ı sabırlı olun, i te o zaman O (CC) belânızı
giderir, sabrınızın kar ılığı esnâsında derecelerinizi yükseltir. Nefsinize kar ı sabırla berâber
olun. Sabretmek için sıddıklarla berâber olun, onunla berâber olan, onunla i yapan ve onunla
amel edenlerle berâber olun.
Allah’ım (CC)! E yâyı bize musahhar kıl (itâat ettir), bize i lerimizde kolaylık ver,
bize hayrı aç, i lerimizi hafiflet. (Âmin)
Hastalığın, fakirliğin, açlığın ve günlük ihtiyaçların silip götürdüğü îman, gerçek îman
değildir. Îmânın cevheri ve sıhhati belâ ânında ortaya çıkar ve nûru o zaman görünür. Onun
cesâreti belâ askerleri geldiğinde belli olur.
Rabbiniz  (CC)  yaptıklarınızdan  haberdardır.  Ey  melikler,  sultanlar  ve  ey  onların
tâbileri! Ey avâm ve ey havâs! Ey zenginler ve ey fakirler! Ey halvet ehli ve ey celvet ehli!
Hiç  kimse  O’na  (CC)  perdeli  değildir.  “Nerede  olursanız  olun,  O  (CC)  sizinle
berâberdir.”
190

Allah’ım (CC)! Günahlarımızı ört, affet, bağı la. Bize lutuf ve ilim ver. Hatâlarımızı
önemseme. Yardım et. Kanaat ver. Âfiyet ver. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver
ve cehennem azâbından bizi koru.” (Âmin)

                                                
190
 Hadîd S. A.4.
45.Sohbet BELALARIN HĐKMETĐ
Hayırdan  ve  erden,  doğruluktan  ve  yalancılıktan,  ihlastan  ve  irkten,  tâatten  ve
mâsıyetten her neyiniz varsa, O (CC) onların hepsini bilir. O (CC) rakîbdir (gözetleyendir),
hâzırdır (her yerde bulunandır) ve mü âhiddir (her eyi görendir). O’nun (CC) bakı larından
utanın!  Îman  gözü  ile  bakın:  O’nun  (CC)  bakı larını  altı  cihetten  görürsünüz.  Eğer  can
kulağıyla  dinleyip,  öğüt  alacak  olursanız  bu  söz  size  yeter.  Rabbinizden  (CC)  halvette  ve
celvette korkmanız için de bu söz size yeter. O’nu (CC) gözetleyin. O’nun (CC) ve kirâmen
kâtibîn  meleklerinin  size  bakı larına  bakın.  O’ndan  (CC)  korkun  ve  O’nu  (CC)  üzerinize
yüklediği erîatin hudutları ile gözetleyin. O (CC) sizin sultânınız ve emîrinizdir. Eğer O’ndan
(CC) korkarsanız sizin üzerinize görevlendirilmi olanları yormamı olursunuz.
Ey fakir! Ey aç! Ey çıplak! Ey muhtaç!  Ba kasından  yardım  istiyorsun.  Susman
senin  için  daha  iyi  ve  daha  faydalı.  O’nun  (CC)  senin  hâlini  bilmesi  sana  yeter,  istemene
gerek yok. Belâya dü men O’na (CC) dönmen için. Kalbinle O’na (CC) dön ve sebat et ki,
hayrı göresin. O’nun (CC) kapısına mı, yoksa ba kasının kapısına mı yapı acağını görmek
için, O (CC) seni aç bıraktı, çıplak bıraktı, muhtaç etti, mahrum etti. O’ndan (CC) memnun
mu olacaksın, yoksa ho nutsuz mu? <ikâyetini O’na mı (CC) yapacaksın, yoksa O’ndan mı
(CC) ikâyet edeceksin? O’na (CC) bağıracak mısın, yoksa O’na (CC) tazarrû ve niyaz mı
edeceksin? O (CC) size belâları ne yapacağınıza bakmak için verir!
Ey câhiller! Siz zenginlik kapısını terkettiniz, fakirlik kapısına yapı tınız. Cömertin
kapısını  terkettiniz,  sizi  a ağılayanın  kapısına  yapı tınız.  Merhamet  sâhibinin  kapısını
terkettiniz,  merhametsizin  kapısına  yapı tınız.  Kâdirin  kapısını  terkettiniz,  âcizin  kapısına
yapı tınız.
Ey O’nu (CC) tanımayan câhiller! Yakında O (CC) hepinizi önüne toplayacak, o
toplanma gününde hepinizi biraraya  getirecek. Birbirinizden ne kadar farklı olursanız olun
hepinizi toplayacak.
Ey Hakk (CC) yolunun yolcusu! Allah(ü Teâlâ (CC) öyle buyurmu tur: “Bugün
fasl (ayırma, hüküm) günüdür, sizi ve evvelkileri biraraya getirdik; eğer bana kar6ı bir
hîleniz varsa, buyurun yapın!”
191
  Kıyâmet  günü  Allah(ü  Teâlâ  (CC)  bütün  yarattıklarını
toplayacak,  ama  bunu  bu  dünyâda  yapmayacak;  mâsum  kanının  akmadığı,  hatânın
i lenmediği bir dünyâda gerçekle ecek bu; bunda hiç üphe yok!
                                                
191
 Mürselât S. A.38(39.
Allah(ü  Teâlâ  (CC)  öyle  buyurmu tur:  “Kıyâmet  günü  gelecektir,  bunda  6üphe
yok. Muhakkakki, Allah (CC) kabirde olanları diriltecektir.”
192
 Kıyâmet günü aldanma
günüdür, pi manlık günüdür, hatırlama günüdür, muvâfakat günüdür, ehâdet günüdür, kısas
günüdür, ferah günüdür, hüzün günüdür, korku günüdür, emniyet günüdür, nîmet günüdür,
azap günüdür, rahat günüdür, yorulma günüdür, acıkma günüdür, görme günüdür, giyinme
günüdür, çıplak kalma günüdür, kazanç günüdür, kaybetme günüdür; o gün mü’minler Allah(
ü Teâlâ’nın (CC) yardımıyla sevinç duyarlar.
Allah’ım (CC)! O günün errinden sana sığınırız ve o senden günün hayrını dileriz.
“Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”

                                                
192
 Hac S. A.7.
46.Sohbet NEFSE VE DÜNYAYA ALDANMAMA
Đbâdet, âdeti terketmektir. Çünkü âdet ibâdetin hükmünü ortadan kaldırır. <erîat ise
âdeti  kaldırır,  yok  eder.  Rabbinizin  (CC)  erîatine  sarılın  ve  âdetlerinizi  terkedin.  Âlim
ibâdetle,  câhil  ise  âdetle  ayakta  kalır.  Kendinizi,  çoluk  çocuğunuzu  ve  e lerinizi  hayır
i lemeye  ve  onda  devamlı  olmaya  alı tırın.  Ellerinizi  dünyâ  malını  dağıtmaya  alı tırın;
kalplerinizi de ona kar ı zâhid olmaya  alı tırın. Ondan fakirlere verme  husûsunda cimrilik
etmeyin. Dilencileri bo çevirmeyin: Cenâb(ı Hakk (CC) da sizin dileklerinizi bo çevirir. O
(CC) sizin dileklerinizi nasıl bo çevirmesin ki, siz O’nun (CC) hediyesini kabul etmediniz!
Hz.  Peygamber’den  (SAV)  öyle  rivâyet  olunmu tur:  “Kapıya  gelen  dilenci,  Allah ü
Teâlâ’nın (CC) kuluna hediyesidir.”
193

Yazık  sana!  Kom unun  fakir  ve  aç  olduğunu  belirtip,  sonra  da  bâtıl  zannınla  onu
mahrum bırakmandan utanmıyor musun? Diyorsun ki: “Aslında onun gizli altınları var, ama
kendini  fakir  gösteriyor!”  Îman  iddiâsındasın  ama  kom un  aç  dururken  sen  uyuyorsun  ve
yanında fazladan bir eylerin olduğu halde ona vermiyorsun. Yakında malın elinden alınır,
sofran önünden kaldırılır; zillet ve fakra dü ersin; o çok sevdiğin dünyandan ayrılırsın.
Dünyâyı,  ıztırârî  (zorunlu)  olarak  değil,  ihtiyârî (gönüllü)  olarak  terkedin.
Kısmetlerinize  râzı  olun,  ba kasının  kısmetine  nazar  etmeyin.  Kıtkanaat  geçinmeye  ve
üzerinizin  örtülmesine  râzı  olun.  Eğer  ba ka  bir  nasibiniz  varsa,  o  size  gelir.  Bu  zekî  ve
tecrübeli kimselerin davranı ıdır.
Müsterih olun! Allah(ü Teâlâ (CC) tamahkârlığı ve zelilliği ağır bir davranı olarak
belirledi. Zâhidler dünyâyı tanıdılar, ama onu bir mârifet ve bilgi ile tanıdırlar. Bildiler ki,
dünyâ terbiye edilir sonra öldürülür; alınır sonra verilir; ele  geçilir sonra terkedilir; sevilir
sonra buğzedilir; beslenir sonra yenir; kabul edilir sonra idâre edilir; ba lar üzerinde kaldırılır
sonra  ba a ağı  edilir…  Ondan  kalplerinizle  ve  mânâlarınızla  kaçın.  Onun  memesinden
içmeyin, onun odasında uyumayın, süsünden dolayı ona rağbet etmeyin. Onun teni ve elbisesi
yumu aktır,  sözü  güzel,  yemeği  tatlıdır:  Aslında  onun  yemeği  zehirlidir.  O  bir  kâtil,  bir
sihirbaz, bir hîlekâr, bir hâindir. O ne ebedî kalınacak, ne de ikâmet edilecek bir yerdir. Daha
önce geçmi olanlara ve onun onlara ne yaptığına bakın. Onu daha fazla isteyerek kendinizi
öldürmeyin. O sizin mallarınıza sâhip olduğu eyden fazlasını katacak değildir. Fazla veyâ
noksan talebini terket, sus, edepli ol, râzı ol. De ki: Allah(ü Teâlâ (CC) da, Resûlü (SAV) de
u  vaatte  ve  sözde  sâdıktırlar:  “Rabbiniz  (CC)  yaratma,  rızık  ve  ecel  i'lerini  bitirmi'tir;
                                                
193
 Hindî, Kenzü’l ummâl, hadîs no: 16078.
kıyâmete kadar olacak 'eyler husûsunda kalem kurumu'tur.”
194
 Ve yine: “Allah (CC) kalemi
yarattığında  ona  'öyle  buyurdu:  “Yürü,  yaz”  O  dedi ki:  “Neyi  yazayım?”  Buyurdu  ki:
“Yarattıklarım hakkındaki kıyâmete kadar olacak hükümlerimi yaz!”
195

Ey oğul! Eğer ölümü tezekkür eder, sürekli hatırlarsan, nefsinin sana söyleyecek sözü
olmaz  ve  Mevlâ’na  (CC)  tâatte  sana  muhâlefet  etmez.  Fakat  sen  onu  emîrin  ve  sürücün
yaptın. O (nefsin) senin ölümü tefekkür ederek kendisine elem vermeni, kızdırmanı ve üzmeni
istemez. O (nefsin) seni ate e oturtuyor da senin haberin yok!
Ey nefsin, hevâ ve hevesin kulu! Sen babanın (Hz. Peygamber’in SAV.) nesebinden
çıktın,  ama  onunla  bağlantıyı  kopardın.  Eğer  nefsini,  sâlihlerin  nefislerini  gördüğü  gibi
görseydin, ondan kaçardın. Yazık sana! Uyan… O seni hamal yaptı, yüklerini sana yükledi ve
senin üzerine bindi, sen de onu bir diyardan bir diyara ta ıyıp duruyorsun!
Evliyâ  ise  bunun  tam  tersini  yaptı;  onlar  nefislerini  hamal  yaptılar,  onun  üzerine
mücâhede yüklerini, ibâdet sorumluluklarını yüklediler ve onun üzerindeki “selâmet tepesi”ne
oturttular.  Ho ,  ondan  sonra  da  dünyâ  ve  âhiret  onlara  hizmetkâr  olarak  geldi  ve  onların
huzûrunda  emirlerine  âmâde  bir  ekilde  durdu.  Onlar  bu  dünyâdaki  nasiplerini  hemen
alıyorlar, daha sonra da âhiretteki nasiplerini alacaklar.
Ey bu sözümü i6itenler! Eğer nefsi kullanmazsanız, kıyâmet günü sizin aleyhinize
âhit  olur;  kullanırsanız  lehinize  olur.  Size  denir  ki:  “Đ ittiniz,  ama  amel  etmediniz.  Hevâ,
günah ve îtiraz meclislerinde çokça bulundunuz; o halde burada huzurda bulunmanız bo una.
Size sevap yerine cezâ var, hayır yerine er var.” Bu sıfatla burada bulunmaktan tevbe edin.
Faydalanma  niyetiyle  burada  bulunun  ki,  fayda  temin  edin.  Ben  Allah(ü  Teâlâ’dan  (CC)
benden  sizi  faydalandırmasını  ve  kalplerinizi,  niyetlerinizi  ve  maksatlarınızı  düzeltmesini
dilerim. <u âyete imtisâlen sizden ümit kesmiyorum: “Umulur ki, Allah (CC) bundan sonra
yeni bir i6 (durum) yaratır.”
196
 Đleride uyanacak ve O’nun haberini alacaksınız.
Allah’ım  (CC)!  Bizi  uyanıkların  uyanıklığı  ile  rızıklandır.  Onlara  nasıl  muâmele
ettiysen bize da öyle muâmele et. Bizi affet, bize dinde, dünyâda ve âhirette dâimî bir âfiyet
ver ve bizi onların halleriyle hallendir. Afv ve âfiyetle bizi senin yakınlığından rızıklandır.
Bugünün  ve  ve  her  günün  hayrından  bizi  rızıklandır.  Burada  hazır  olanların  sevâbıyla  da,
olmayanların sevâbıyla da rızıklandır. Burada olanın veyâ olmayanın errinden de bizi koru.
Arzında  yerle tirdiğin sultanların sevâbıyla da  bizi rızıklandır. Ve onların errinden, bütün
erlilerin  errinden,  fâcirlerin  tuzaklarından,  ibâdının  ve  bilâdın  (kulların  ve  beldelerin)
                                                
194
 Hindî, Kenzü’l ummâl, hadîs no:496.
195
 Beyhakî, el Esmâ ve’s sıfât,  hadîs no: 378, (Beyrut(tsz).
196
 Talâk S. A.1.
errinden, alnındaki perçeminden tuttuğun yürüyenlerin errinden bizleri koru. Sen dosdoğru
bir  yol  üzerindesin.  Âsîleri  itaatkârlara,  câhilleri  âlimlere,  seni  görmeyenleri  huzûrunda
olanlara,  seni  talep  edenleri  ilmiyle  âmil  olanlara,  sapıtmı ları  mühtedîlere  bağı la. “Bize
dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”

47.Sohbet SUFĐLER TEVHĐD
Kalplerinizden  zıtları,  putları  ve  ortakları  atın! Zîrâ  Allah(ü  Teâlâ  (CC)  ortak
istemiyor;  özellikle  de  “evi”  olan  kalpte.  Hz.  Hasan  (RA)  ve  Hz.  Hüseyin  (RA)  Hz.
Peygamber’in (SAV) huzûrunda oynuyorlardı. Daha küçüktüler. Hz. Peygamber (SAV) onlar
ile  çok  mutlu  oluyor,  onları  çok  seviyordu.  Cebrâil  (AS)  geldi:  “Ju  zehirlenecek,  'u  da
öldürülecek”
197
 dedi. Bir anda mutlulukları kedere dönü üverdi.
Hz. Peygamber’in (SAV) Hz. Âi e’ye (RA) muhabbeti vardı. Sonra me hur olay
198

cereyan etti de, suçsuzluğunun Hz. Peygamber (RA) tarafından bilinmesine rağmen Hz. Âi e
onun gönlünden uzakla tı. Allah(ü Teâlâ (CC) da onun tamâmiyle suçsuz olduğu husûsunda
Hz. Peygamber’i (SAV) kesin bir bilgi sâhibi yaptı. Ve Hz. Peygamber (SAV) de Cenâb(ı
Hakk’ın (CC) bu husustaki maksadını anladı.
Ya’kûb  (AS)  da  Yûsuf  (AS)’a  muhabbet  dü ürünce  olanlar  oldu…  Birbirlerinden
ayrılıverdiler.  Bu  türden  olaylar  Peygamberlerin  (AS),  Velîlerin  (RA)  ve  Hakk  (CC)
mahbublarının kıssalarında çoktur; çünkü o “Gayûr”dur yâni “kıskanç”tır. Onların kalplerini
kendisinin dı ındaki her eyden temizlemi tir.
Đhlaslı olun!  Yarattığı  eyler  için  değil,  O’nun  (CC)  için  namaz  kılın.  Kulları  için
değil, Allah (CC) için oruç tutun. Dünyâda nefisleriniz için değil, O’nun (CC) için ya ayın.
Bütün tâatleriniz Allah (CC) için olsun, yarattıkları için değil.
Sâlih amellere ve ihlasa ancak kasr(ı emel ile  güç yetirebilirsiniz. Kasr(ı emele ise
ancak ölümü tezekkür ederek güç yetirebilirsiniz. Ona ise kabirlere bakıp ibret alarak, kabir
ehlini ve orada olanları tefekkür ederek ula abilirsiniz. O ibretlik kabirlerin yanında oturun ve
kendi  kendinize  öyle  deyin:  “Đ te  bunlar  da  yiyorlardı,  içiyorlardı,  evleniyorlardı,
giyiniyorlardı;  halleri  nice  oldu?  <imdi  bunların  onlara  ne  faydası  var?  Ellerinde  sâlih
amellerden ba ka ne kaldı?”
Ey bu beldenin insanları!  Đçinizden,  Dehriyye  mezhebine  uyarak,  ba’se  ve  ne re,
yeniden  dirilmeye  inanmayanlar  var.  Onlar  öldürülmekten  korktukları  için  kendilerini
gizliyorlar.  Ben  onlardan  birçoğunu  tanıyorum,  ama size  Allah(ü  Teâlâ’nın  (CC)  hilmi  ile
davranıyorum. Ey  böyle  inananlar!  Allah’ın  (CC)  ilmi  yönünden  sizleri  açıklamıyorum.
Sizleri birer birer kurtarıyorum. Gözlerimi size kapıyorum. Allah’ım (CC)! Günahlarımızı ört,
affet. Bizi hidâyete, kifâyete ve gâyeye erdir. (Âmin)
                                                
197
 Ahmed b. Hanbel, el Müsned,  III/242.
198
 “Me hur kıssa” tâbiri ile Nûr Sûresi 24/11(17. âyetlerinde konu edinilen “ifk hâdisesi” kasdedilmektedir.
Vah sana! Ahmak olma! Allah(ü Teâlâ (CC) ile ahmaklığın ve câhilliğinle çeki ip
münâzara  etme:  Sonra  zâhir  ba ını  da,  dîninin  ba ını  da  tehlikeye  atarsın.  Gözlerini  yum,
kapıyı  çal,  edepli  ol.  Sen  kimsin?,  bil.  Gücünü  bil,  nefsini  alçalt.  Sen  kulsun,  kulun  ise
Mevlâ’sına  (CC)  kar ı  mülkü  olmaz.  Kendisi  için  tasarrufu  olmaz.  Đrâdesini  efendisinin
irâdesine,  sözünü  onun  sözüne  terketmesi  gerekir.  Sen  nefsin  için  Rabbine  (CC)  kar ı
utanmazca davranıyorsun.
Sûfîler  halk  için,  Rablerine  (CC)  kar ı  âdetâ  “arsızla ırlar”.  O’na  (CC)  öyle
yalvarırlar:  “Rabbim  (CC)!  Hayâtım  onlara  fedâ  olsun.”  Onlar  bu  tür  kabalıkları  halk  için
yaparlar.  Oysa  onlar  halka  vedâ  etmi ,  kalplerini  halktan  temizlemi ,  kalplerinde  halktan
zerrece bir ey kalmamı olan kimselerdir. Onlar sâdece O’nunla (CC) berâber ve O’nun (CC)
için ayaktadırlar. Onlar “kabz”ı
199
 olmayan küllî bir  “bast”
200
, zilleti olmayan küllî bir izzet,
mahrûmiyeti olmayan küllî bir bah i , engelleyeni olmayan küllî bir icâbet, reddi olmayan
küllî bir kabul, üzüntüsü olmayan bir sevinç, acziyeti olmayan bir kudret, zaafı olmayan bir
kuvvet ve nikmetsiz (kesintisiz) bir nîmet içindedirler. Onlar “kerâmet hil’ati”ni giymi lerdir.
Böylece  Tevkî’  (onaylama),  tefvîz  (Hakk’a  CC.  havâle  etme),  temkîn  (yerle me,  muhkem
olma ve etme) ve tekvîn (yaratma) onların “kalp elleri”ne teslim edilmi tir. Tekvîn onların
ellerinde bitmeyen bir hazîne ve çekilmeyen bir menbâ olmu tur. Ne kadar çok korkarlarsa o
kadar emniyetleri artar. Ne kadar geri giderlerse o kadar ilerlerler. Onların sözleri duyulur.
<efâatleri makbuldür. Dünyâ ve âhiret i leri onlara havâle edilmi tir. Bu halkın anlayabilceği
bir  ey  değildir.  Onlara  melekût  âleminde  “uzemâ”  (büyükler)  diye  çağırılır.  Hz.
Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet olunmu tur: “Đlim öğrenen ve öğrendikleriyle de amel
edenler melekût âleminde “azîm” diye çağırılır.”
201

Neyin  içindesiniz  ve  ne  üzerindesiniz?  onu  dü ünün.  Eğer  Allah(ü  Teâlâ’nın  (CC)
rızâsına uygun bir ey görürseniz ona yapı ın, O’nun (CC) rızâsına muhâlif bir ey görürseniz
terkedin. Yediklerinizde, içtiklerinizde, evlenmenizde ve davranı larınızda vera sâhibi olun.
Ey oğul! Sâhip olduğun mânevî halleri gizle. Eğer ondan ba kalarına haber verirsen, o
senden alınır. Kendinde olan eylerden haber verirsen cezâlandırılırsın. Bu husustaki edep,
haber veren ki inin sen olmamandır.
Sâlihlerden biri dergâhında halvet hâlinde oturuyor, murâkabe ediyor ve Rabbini (CC)
zikrederek O’nunla (CC) ünsiyet hâlinde bulunuyordu. Đnsan, cin ve melek sâlihlerinden bir
aziz ona geldi ve öyle  seslendi: “Allah(ü  Teâlâ (CC) senin ünsiyetini ve zikrini mübârek
                                                
199
 “Kabz”: Sûfînin kalbine Hakk’tan (CC) kar ılıksız olarak gelen darlık ve sıkıntı.
200
 “Bast”: Sûfînin kalbine Hakk’tan (CC) kar ılıksız olarak gelen ferahlık ve sükûn.
201
 Azîm(Âbâdî, Avnü’l Ma’bûd, IV/229.
etsin, ey tertemiz edilmi , seçilmi , mukarreb, müttakî, ihlaslı ve nîmetler bah edilmi ki i!”
O  ba ını  hiç  kaldırmadı  ve  duyduklarına  da  kalbiyle  hiç  aldanmadı.  Daha  sonra  o  sözleri
birkaç defâ daha duydu, ama o bu sözleri sanki hiç duymamı gibiydi.
Eğer  onlardan  biri  halka  dönerse,  bu  dünyâ  hastânesinde  onlara  tabip  olur.  Onun
ilaçları faydalı ve tesirli olur. Onun sürmesi kalbin gözya ı selini kopartır, kalp hastalıklarını
giderir. O, âfiyet içerisindedir. Ona kendisiyle aydınlandığı bir nur verilir. Onun, yediğinde
doyduğu  bir  yemeği  vardır.  Đçtiğinde  kandığı  bir  içeceği  vardır.  Makbul  bir  efâati  vardır.
Geçerli bir söze sâhiptir. O emir verdiğinde emri hemen yerine getirilir, nehyi de kabul edilir.
Sûfîler  kalplerinde  olanı  gizlerler.  Mârifetlerini ve  ilimlerini  gizlerler.  Onların
kalplerinin kapıları, Rablerinin (CC) kurbiyet yurduna gece ve gündüz açıktır. Onlar “kalp
ziyâfeti  evi”ne  sâhiptir.  Onların  kalpleri  ve  sırları,  gece(gündüz,  Rablerinden  (CC)  gelen
“vârid”leri  (ilâhî  tecellîleri)  dinlemekten  geri  durmaz.  Âdemoğlu  düzelir  ve  mânevî  sıhhat
bulursa her eyin üzerine çıkar. Cevherle ir, safla ır, yükselir, her eyden üstün olur. Bütün
güzelliklere sâhip olur. Âdetâ, Hz. Mûsâ’nın (AS) bütün hayırları topladığı asâsı gibi olur.
Denir  ki:  Cebrâîl  (AS)  o  asâyı  cennetin  köklerinden  aldı  ve  Hz.  Mûsâ’ya  (AS)
Firavun’dan kaçtığı zaman verdi. Ve yine denir ki: Hz. Ya’kûb (AS) onu kendisinden sonraki
birilerine teslim etti. Allah(ü Teâlâ (CC) o asâyı halk için bir mûcize ve Hz. Mûsâ’nın (AS)
nübüvveti için bir takviye ve bir tashih vâsıtası yaptı. Onu Hz. Mûsâ (AS) için daha ba ka
nice atâ ve ihsanlara da vesîle kıldı. O asâ, Hz. Mûsâ’yı (AS) yorulduğunda, canlı bir hayvan
gibi,  ta ırdı.  Önüne  bir  nehir  geldiğinde  üzerinden  geçtiği  köprü  olurdu.  Bir  dü manla
kar ıla tığında  onunla  sava ırdı.  Bir  gün  sahrâ  çöllerinde  Rabbinden  (CC)  ba ka  hiçbir
mûnisinin olmadığı ve tek ba ına bulunduğu bir sırada koyunlarını otlatırken, uyku bastı ve
uyudu. Birden uyanıverdi; asânın tepesinde bir kan izi gördü. Hemen etrâfını kolaçan etti, bir
de  ne  görsün:  Kocaman  bir  yılan  ölüsü!  Asâsının  kendisini  korumasından  dolayı  Allah(ü
Teâlâ’ya (CC) ükretti. Acıktığında hemen meyveli bir ağaç oluverir, o da ondan yeterince
yerdi. Susadığında hemen bir nehir olur, o da ondan yeterince içerdi. Güne in sıcaklığı onu
rahatsız ettiğinde onu sırtına koyar, o da ona gölgelik olurdu.
Đ te bir kul da böylece, kalbi düzelir ve Rabbi (CC) için ıslah olursa, Allah(ü Teâlâ
(CC) o kalpte halk için genel ve onun için özel nice manfaatler yaratır. Genel ve özel herkes
ondan faydalanır. Bunların bir kısmı halka zâhir olur, bir kısmı onlara gizli kalır. Halka kar ı
açık, kalp sâhibinin kendisi için gizli olur.
Bu i in evveli “Lâ ilâhe illAllah Muhammedün resûlullâh” ve âhiri ise, övgünün ve
yerginin, iyiliğin ve kötülüğün, faydanın ve zararın, kabûlün ve reddin, teveccühün ve sırt
çevirmenin  ki inin  gözünde  e it  olmasıdır.  Bir  eyin  evvelini  düzgün  yaparsan,  sonu  da
düzgün  olur.  Đlk  derecede  ayağını  sâbit  basamazsan ikinci  dereceye  nasıl  yükselirsin?
Amellerin  netîcelerine  bakılır.  “Lâ  ilâhe  illAllah Muhammedün  Resûlullâh”  bir  iddiâdır;
delîlin nerede? Onun delîli tevhîd, ihlas, ahkâmı yerine getirmek ve onun hakkını vermektir.
“Muvahhid”in  (Hakk’ı  CC.  gerçek  anlamda  tevhîd  eden  kimse)  sultandan  da,
eytandan  da  haberi  olmaz.  O  Rahmân’la  (CC)  berâber  olan  kalbiyle  onlardan  uzaktır.  O
O’nun (CC) halk ve kendi üzerindeki tasarrufâtını görür. Onun eli kazâ ve kader kapısının iki
halkasındadır. Onların nasıl açılıp kapandığına bakar. Halkı âciz, zayıf, hasta, fakir, zavallı ve
ölü olarak görür. Rabbi (CC) onu birisine kar ı bedduâ etmesi için konu turduğunda onun
aleyhine bedduâ eder ve ba ka birisine kar ı duâ etmesi için konu turduğunda da onun için
duâ eder. O emrin ve nehyin hükmü altındadır. Onun kalbi meleklere karı mı tır. Ki, böylesi
kimseler  hakkında  Allah(ü  Teâlâ  (CC)  öyle  buyurmu tur:  “Onlar  Allah’ın  (CC)
kendilerine  emrettiği  hususlarda  isyan  etmezler,  ne  emredilirse  onu  yaparlar.”
202
  O,
kıyâmet günü uzuvların konu acağı gibi konu ur. Kendilerinden olan birisi onları kınadığında
derler ki: “Her eyi konu turan Allah (CC) bizi konu turuyor.” Bu makâma bu kul kendinden
fânî ve Rabbi (CC) ile mevcut olmak suretiyle ula mı tır.
Allah’ım  (CC)!  Senin  uğrunda  yaptığımız  iddiâlarımızı  düzelt. “Bize dünyâda da,
âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”

                                                
202
 Tahrîm S. A.6.
48.Sohbet FENAFĐLLAH MUHABBET
Hz. Peygamber’in (SAV) öyle söylediği rivâyet edilmi tir: “Âilesine mal bırakıp da,
Allah’a (CC) 'er ile gelene yazıklar olsun!”
203
 Ben insanların çoğunun bu ekilde olduğunu
görüyorum.  “Vera”sız  bir  ekilde  dinar  ve  dirhem  biriktiriyorlar;  onu  da  âilelerine  ve
çocuklarına bırakıyorlar, onları o mala emânet ediyorlar. Halbuki o malın hesâbı onlar üzerine
olduğu halde zevki ba kalarınadır. Harbini onlar yapar, ama kutlamasını ba kaları yapar.
Ey  ailesine  dünyâyı  bırakanlar!  Peygamberinizin  (SAV)  sözünü  dinleyin.
Kendinizden sonrakilere haram bırakmayın. Aksi halde Allah’ın (CC) sohbetine kar ı kötüyü,
azâbı ve felâketi tercih etmi olursunuz.
Münâfık, çocuklarını geriye bıraktığı malına teslim eder. Oysa mü’min, çocuklarını
Rabbine (CC) teslim eder; geriye dünyâyı bırakmı olsa bile çocuklarını o mala teslim etmez.
Çoğu kez tecrübe edilmi ve bilinmi tir ki, insanların çoğu çocuklarını geriye bıraktığı mala
emânet  etmi   ve  onlar  babalarından  sonra  zelil  olmu lar,  fakirle mi ler,  insanlardan
dilenmi ler,  geriye  bırakılan  mal  ve  mülk  üzerinden  bereket  kalkmı tır.  O  mal  ve  mülkün
üzerinden bereket kalkmı tır, çünkü sâhipleri onu vera eliyle biriktirmemi , ona güvenmi ,
çocuklarını ona teslim etmi ve Rablerini (CC) unutmu idiler.
Münâfık halkın kuludur; dinarın ve dirhemin kuludur; gücün, kuvvetin ve kazancın
kuludur; zenginlerin, meliklerin ve sultanların kuludur. Onlar kendisini Rabbine (CC) çağıran,
O’na  (CC)  götüren  ki ilere  dü manlık  beslerler,  onları  kötülerler.  Mü’minler  ise,  zorlukta,
darlıkta, rahatlıkta, bollukta, âfiyet içindeyken, hastalık hâlindeyken, fakirlikte, zenginlikte,
halk  kendilerine  teveccüh  ettiğinde,  sırtını  dönüp gittiğinde…  bütün  hallerinde  Rableriyle
(CC)  berâber  dimdik  ayaktadırlar.  O’ndan  (CC)  kalpleriyle  bir  an  olsun  ayrılmazlar.
Müslümandırlar,  teslim  olmu lardır.  Kendilerini  onun  önüne  atmı lardır.  Râzı  olmu lar  ve
muvâfakat  göstermi lerdir.  Münâzaayı  terketmi lerdir.  Onlar  kendilerini  ancak  emrin  ve
nehyin uyandırdığı gâib (halkın gözünden kaybolmu ) kimselerdir.
Ey  oğul!  Bütün  tasarruflarında,  davranı larında  Kitap  ve  Sünnetten  fetvâ  al.  Eğer
dîninle  ilgili  bir  konuda  sıkıntıya  dü ersen  öyle de:  “Ne  dersin  ey  Kitap?  Ne  dersin  ey
sünnet?  Yâ  ResulAllah  (SAV)!  Bu  mü kilim  hakkında  ne  dersiniz?  Ey  Resûlullah  (SAV)
adına bana rehberlik eden eyh! Sen ne dersin? Ey kendisini elçi olarak gönderen adına bana
rehberlik eden Resûl (SAV)! Ne dersiniz?” Eğer böyle yaparsan mü kilin hallolur, zulmetin
kaybolur.  Bir  mü kille  kar ıla tığında  onu  hüküm  ehlinden,  din  âlimlerinden  zâhiren  sor;
                                                
203
 Aclûnî, Ke'fü’l hafâ, II/314, (no: 2976)
kalbinden ise bâtınen sor. Bundan dolayı Hz. Peygember (SAV) öyle buyurmu tur: “Đnsanlar
sana fetvâ verseler de, sen kalbinden fetvâ al.”
204

Đnsanlar  sana  fetvâ  verseler  de,  müftülerden  çokça istifâde  etsen  de,  sen  yine  de
bâtınının, içinin sana ne dediğine bak. Müftüler fetvâ verseler de, kalbin ne diyor? Onda nasıl
bir  hareket  var? Sen  ona  bak.  Hâcibe  (saray  görevlisi),  bevvâba  (kapı  görevlisi)  ve  vezire
danı ,  sonra  sultanın  yanına  gir  ve  sana  ne  dediğine  bak.  Eğer  uygun  görürse,  uygunluğa
merhaba! Eğer uygun görmezse onun sözüne yapı , ba kalarının lafını bırak.
Ey oğul! Melik (Sultân) ile devamlı sohbet istersen, mülkten ayrıl. Mülk, melike kar ı
perdedir. Nîmet, nîmet bah edene kar ı perdedir. Belâya takılıp kalmak, belâyı verene kar ı
perdedir. Mahlûkâta, mükevvenâta, musavverâta  takılıp kalmak, kalpler,  sırlar ve ma’nâlar
için  bağdır.  Allah(ü  Teâlâ  (CC)  kim  için  hayır  dilerse  onu  bağlar,  onu  kalbinin  iki  ayağı
üzerinde  huzûrunda  oturtur.  O  (CC)  senin  kalbine  iki  kanat  vermi tir.  Kalbin  o  kanatlarla
O’nun (CC) ilim semâsında uçar, sonra O’nun (CC) kurbiyet burcuna konar. Bununla birlikte
kalbine, bir korku ve sâhip olduğu eylerle aldanmayı terketme duygusu da verilmi tir. Kalp,
mârifete  ula tıktan  sonra  gayret  ve  kıskançlık  sebebiyle  kanadının  kesilmesinden  ve
perdelenmekten korkar. Kul, dünyâda olduğu müddetçe, her ne dereceye ula mı olursa olsun,
korkması ve gururlanmayı, aldanmayı terketmesi gerekir.  Zîrâ dünyâ deği me ve dönü me
yeridir. Âhiret ise ikâmet yeridir, orada deği me de, dönü me de yoktur.
Yazık sana! Kalbinin vuslata erdiğini söylüyorsun ama kapıların pe inde kayıtlı ve
hapsedilmi sin. Süsünü benden ba kasına göster! Benim yanımdaki sana uygun değil. Benim
yanıma ba ka ey için değil ancak gösteri için geliyorsun. Yoruluyorsun, ama süsünü alan
kimse yok! Benim yanıma, altınını senin yanında bırakayım, ondan üpheyi, gümü ü, kabuğu
ayıklayayım,  çıkarayım  diye  geliyorsun.  Buyur  gel! Sen  bilmez  misin  ki,  sûfîler  “din
dinarları”nın  kusurlarını  ara tırırlar,  iyisi  ile  kötüsünü,  Allah  (CC)  için  olanı  ile  halk  için
olanını  ayırırlar,  ayıklarlar.  Sûfîler  elçidirler,  rehberdirler,  doktordurlar,  uzmandırlar,
vekildirler, görevlidirler. Onlar Rablerinin (CC) dînine çağıran kimselerdir.
Ey cemâat! Rabbinizi (CC) sevin ve O’nu (CC) halkına sevdirin. O’nu (CC) sevin ve
O’nun (CC) için halka rehberlik edin ki, halk da sizinle birlikte O’nu (CC) sevsin. Gâfillere
O’nu  (CC)  hatırlatın,  O’nun  (CC)  nîmetlerini  hatırlatın  ki,  onlar  da  O’nu  (CC)  sevsinler.
Allah(ü  Teâlâ  (CC),  Hz.  Dâvûd’a  (AS)  öyle  vahyetmi :  “Ey  Dâvûd  (AS)!  Beni  halkıma,
yarattıklarıma  sevdir.”  O’nu  (CC)  dileyen  kimseye  O’nun  (CC)  muhabbetinin  hak  olduğu
yazılmı tır. O’nu (CC) sevene O’nun (CC) ilminin verilmesi bir hak olarak yazılmı tır. Allah(
                                                
204
 Aclûnî, Ke'fü’l hafâ, I/110 (no: 345).
ü  Teâlâ  (CC),  Hz.  Dâvûd’a  (AS)  halkına  kendisini  sevdirmesini  emretmi tir  ki,  bu  kadîm
önceden yazılmı ilim (hüküm) ortaya çıksın.
Karanlık  bir  evdesin,  yanında  da  çakmak,  kibrit  gibi  yanıcı  maddeler  var:  Onları
yaktığında ortaya ate çıkmaz mı? Ate , yanıcı maddelerde kadîmdir, ezeldendir. Fakat onu
ancak  çakma  fiili  ortaya  çıkarır.  Allah(ü  Teâlâ’nın  (CC)  teklîfi  (emir  ve  nehiyleri)  de  bu
ekilde ortaya çıkar: Bu halk hakkındaki ezelî ilimdir. Nehiy ve emir, itaatkâr kul ile isyankâr
kulu belli eder. Emir ve nehiyden olu an teklîf uzmanı, iyi borçluyu da, kötü borçluyu da
tanır.
Eski zamanlarda ihlaslı kimseler azdı, bu zamanda ise azdan da az. Mü’min, kendisini
belâya mübtelâ etse bile, yiyeceğini, içeceğini, giyeceğini, makâmını, sağlığını az verse de,
halkı üzerine salsa da, Allah(ü Teâlâ’yı (CC) sever. O’nun (CC) kapısından kaçmaz, kapısının
e iğine  ba ını  koyar.  O’ndan  (CC)  soğumaz.  Verse  de,  vermese  de  O’na  (CC)  îtirazda
bulunmaz. Eğer verirse O’na (CC) ükreder, vermezse sabreder. Onun maksadı atâ ve ihsan
değildir. Aksine, onun maksadı O’nu (CC) görmek, O’nun (CC) yakınlığına ermek ve O’nun
(CC) katına girmektir.
Ey  yalancılar!  Sâdık  kimsenin  yalanı  olmaz.  Sâdık  kimse  geriye  dönmez.  Sâdık
kimsenin önü vardır, arkası yoktur. Yalanı yoktur, sadâkati vardır. Ameli vardır, lafı yoktur.
Delîli vardır, iddiâsı yoktur. Üzerine gelen oklar sebebiyle mahbûbundan geri dönmez, bilakis
o  okları  göğsüyle  kar ılar.  Bir  eye  olan  muhabbetin  seni  ona  kar ı  sağır  ve  kör  yapar.
Đstediğini  bilen  kimseye  yaptığı  harcamalar  hafif  gelir.  Muhabbetinde  dâimâ  sâdık  olan
muhib, mahbûbu uğruna tehlikelere atılır. Eğer önünde ate olsa, ate e dalar. Onun uğruna,
kimsenin  cesâret  edemediği  hücumlara  kalkı ır.  Sadâkati  onu  bu  durumlara  götürür.
Muhabbeti ve mahbûbuna kar ı sabırsızlığı onu bu durumlara sürükler.
Belâlar sâdık ile yalancıyı birbirinden ayırır. Ne güzel demi ler: “Rızâ hâlinde değil,
ho nutsuzluk hâlinde sevenle sevmeyen belli olur.” Belâlar ve âfetler îmanı ve yakîni ortaya
çıkarır. Mârifet ve ilim öz ile kabuğu birbirinden ayırır. Belâlara muvâfakat eden kimse özdür,
onunla  çeki en  kimse  ise  kabuktur.  Rabbine  (CC)  muvâfakat  eden  kimse,  kalbinden  halk
kabuğunu temizler ve orada kabuksuz bir öz kalır. Tevhîdi, tevekkülü ve yakîn gözü ile görme
gücü kuvvetli olan kimse Hakk (CC) yolundan dönmez, O’nun (CC) kapısından kaçmaz. Sıdk
ve istikâmet ayağı üzere olmaktan geri durmaz. Rablerine (CC) muhib olan kimseler dünyâyı,
âhireti, insanları, cinleri ve melekleri görmemeyi dilerler. Ne gözleriyle ba kalarını görmeyi,
ne  de  ba kalarının  gözlerinin  kendilerini  görmesini  isterler;  tıpkı,  bir  â ığın  mâ ûkuna
kavu tuğunda  halvet  duvarını  veyâ  evin  kapısını  görmek  istemediği  gibi.  O  â ık  ne
mâ ûkunun dadısını, ne de lalasını görmek ister. Bunun gibi Hakk (CC) â ıkları da O’nu (CC)
ba ka eyler olmaksızın isterler. O’nun (CC) rızâsını dünyâ veyâ âhiret dı ında, bağı , övgü
ve senâ olmaksızın isterler.
Bu gibi kimseler nâdirden de nâdirdir. Sizler nefislerinizi, ehvetlerinizi, zevklerinizi
ve  ho landığınız  kimselerin  rızâsını  seviyorsunuz; o  halde  felah  bulamazsınız.  Rabbinizin
(CC)  kurbiyetini  göremezsiniz.  En  fazla  yemeye,  içmeye,  giyinmeye  ve  evlenmeye  önem
veriyosunuz. Konu malarınızın çoğu bunlar hakkında. Hattâ câmilerde, Cenâb(ı Hakk’ı (CC)
zikretme evleri olan yerlerde bile bunlardan konu uyorsunuz. Oysa câmiler Allah(ü Teâlâ’yı
(CC) zikredenlerle ne elenir, ba ka eyleri ananlardan nefret ederler.
Açlık ve fakirlikten ne kadar da çok korkuyorsunuz! Eğer  yakîniniz olsaydı bu
gibi  eyleri  dü ünmezdiniz.  Rabbinizin  (CC)  irâdesine  muvâfakat  gösterin.  Aç  bırakırsa,
kalplerinizden gelen bir güzellikle sabredin. Eğer doyurursa ükredin. O (CC) sizin lehinize
olanı daha iyi bilir; O’nun (CC) yanında cimrilik ve pintilik yoktur. Yetmi Peygamberi (AS)
açlığın ve bitlenmenin öldürdüğü anlatılır. O memlekette onları doyuracak kimse yok mu idi?
Fakat O (CC) onlar hakkında bunu dilemi ti, buna râzı olmu tu. Bunu ba ka ey için değil,
onların  derecesini  yükseltmek  için  yapmı tı,  onları  küçük  dü ürmek  için  değil.  Aksine
dünyânın onlara önemsiz gelmesi içindi.
Böyle  bir  kul  için  sâdece  O’nu  (CC)  isteme  vardır, bir  mahlûku  değil.  Đrâdesini
O’ndan  (CC)  ba ka  her  eye  kar ı  hapsetm tir.  Nefsinin  eriyip  i tahının  sönmesi,  rûhuna
dünyâda kalmanın ağır gelmesi ve Rabbinin (CC) olduğu âhirete i tiyak duyması için, e yâ
ile,  varlık  ile  kendi  arasına  perde  koyar.  Bundan  dolayı  o,  Rabbine  (CC)  kavu acağı  için
ölümü ister ve onu güzel görür. Bu genel bir durumdur. Đstisnâlar ise az mı azdır.
Allah(ü Teâlâ (CC) onları ba ka bir mânâ için yaratmı tır; onların durumu adedin ve
âdetin  dı ındadır;  onları  ne  için  yarattığını  ancak  kendisi  bilir.  Allah(ü  Teâlâ  (CC)  onları,
halka kendisi adına sâhip olmaları, onlara kendisi adına nâiplik, elçilik ve rehberlik etmeleri
yaratmı tır. Onları doğuda, batıda ve denizlerde seyrettirir, yürütür. Onlar halka kendi dilleri
ile hitap ederler. Cenâb(ı Hak (CC) onları kendisine ula tıran kapılar yapmı tır. Onlar ise ne
hayâtı  ne  de  ölümü  temennî  ederler.  Onlar  kendi  irâdelerinden  sıyrılarak  O’nda  (CC)  fânî
olmu lardır.  Onların  irâdesi  ölmü ,  nefisleri  itmînâna  (huzura)  ermi tir.  Onların  hevâ  ve
hevesleri  kırılmı ,  nefis  ate leri  sönmü tür.  <eytanları  hezîmete  uğramı ,  dünyâ  onların
gözünde  küçülmü tür.  Dünyânın  onlara  kar ı  bir  gücü  kalmamı tır.  Onlar  nâdirden  de
nâdirdirler.  A îretlerinden  soyutlanmı lardır.  Onlar  Hakk’ın  (CC)  â ıklarıdır,  halktan  çok
O’nu (CC) sevenlerdir.
Ey cemâat! Eğer muhib olamıyorsanız, muhiblere hizmet edenlerden olun. Muhiblere
yakınla ın, muhiblere muhabbet duyun, muhibler hakkındaki zannınızı güzelle tirin.
Dinleyenlerden  birisi  öyle  dedi:  “Sanırız  muhabbet  ba langıçta  ıztırârî  (zorunlu)
sonda  ise  ihtiyârî  (isteyerek,  gönüllü)  oluyor,  ne dersiniz?”  <öyle  cevap  verdi:  Muhabbet
ıztırârî de olur, ihtiyârî de. Çok az kimse için ıztırârî olur. Cenâb(ı Hakk (CC) onlara nazar
eder,  onlar  da  O’na  (CC)  muhabbet  duyar.  Onları  bir  anda  bir  halden  ba ka  bir  hâle
aktarıverir. Onların seneler sonra kendisine muhabbet duymasını değil, o sâat ve o an içinde,
hemen muhabbet duymalarını ister; onlar da, herhangi bir tehir, takdim, tedric olmaksızın ve
zaman kaybı olmaksızın, zorunlu bir ekilde O’na (CC) kar ı muhabbet duyarlar.
Genelin durumu ise udur: Muhibler halka kar ı Allah(ü Teâlâ’nın (CC) muhabbetini
seçerler.  Nîmeti  halktan  değil,  O’nun  (CC)  katından  bilirler.  O’nun  (CC)  lutuflarını,
kendilerini terbiye ettiğini, atâ ve ihsanlarını gürürler ve O’na (CC) kar ı muhabbet duyarlar.
Sonra da O’nu (CC) hem dünyâya, hem de âhirete kar ı tercih ederler. Haramı, üpheliyi ve
mübahı terkederler. Helâli de azaltırlar. Olanı tercih ederler. Yorganı, yatağı, uykuyu dürerler
ve  rahattan  kaçarlar.  Yanları  yataklardan  uzak  kalır.  Onların  ne  geceleri  gecedir,  ne  de
gündüzleri  gündüz!  <öyle  derler:  “Ey  Đlâhımız  (CC)!  Her  eyi  terkettik  ve  kalplerimizin
gerisine  attık.  Senin  rızâna  hemen  kavu mak  istedik.”  Bâzan  kalp  adımlarıyla,  bâzan  sır
adımlarıyla, bâzan irâde adımlarıyla, bâzan himmet adımlarıyla, bâzan sadâkat adımlarıyla,
bâzan muhabbet adımlarıyla, bâzan evk adımlarıyla, bâzan zillet adımlarıyla, bâzan tevâzu
adımlarıyla, bâzan kurbiyet adımlarıyla, bâzan havf adımlarıyla ve bâzan da recâ adımlarıyla
O’na  (CC)  doğru  yürürler.  Bütün  bunlar  O’na  (CC)  muhabbettir,  O’nunla  (CC)  mülâkî
olmaya, kar ıla maya i tiyaktır.
Ey soruyu soran kimse! Sen Allah(ü Teâlâ’yı (CC) ıztırârî olarak mı, yoksa ihtiyârî
olarak  mı  sevenlerdensin?  Eğer  bunlardan  da,  onlardan  da  değilsen,  sus!  Müslümanlığını
düzeltmeye çalı . Ke ke, islâmını ve îmânını düzeltseydin. Ke ke, bugün de, yarın da kâfirler
ve  münâfıklar  zümresinden  çıkmı   olsaydın.  Ke ke,  halkı  ve  sebepleri  irk  ko anların  ve
Cenâb(ı  Hakk  (CC)  ile  münâzaa  edenlerin  meclisinden  kalkıp  gitmi   olsaydın.  Tevbe  et.
Meliklerin hazînelerine ve sırlarına taarruz etme.
<eyh Hammâd (RA)
205
  öyle derdi: Kadrini (aczini) bilmeyen ki iye diğer kudretler,
kadrini bildirir.” Kadrini (zaafını) îtiraf etmek, inkâr etmekten daha güzeldir. Zîrâ câhil kendi
gücünü de, ba kalarının gücünü de bilmeyen kimsedir.
                                                
205
 <eyh Hammâd b. Müslim ed(Debbâs (v. 525/1130), Abdulkâdir(i Geylânî’nin (KSA) tasavvufa intisap
etmesini sağlayan Bağdatlı bir sûfîdir ve aynı zamanda da onun ilk eyhidir.
Allah’ım  (CC)!  Bizleri  iddiâcılardan,  yalancılardan,  seni  ve  senin  halk  içindeki
“havâss”ını  (özel  kullarını)  bilmeyen  câhillerden  eyleme. “Bize  dünyâda  da,  âhirette  de
güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”

49.Sohbet  SABIR HÜZÜN MARĐFETULLAH ADAB I MUARERET
Tevhîdiniz ne kadar da az! Allah’tan (CC) râzılığınız ne kadar da az! Allah’ın
(CC)  istediği  dı ında,  aranızda  hiçbir  ev  (kalp)  yok  ki,  içerisinde  Cenâb(ı  Hakk  (CC)  ile
tartı ma  ve  O’ndan  (CC)  ho nutsuzluk  olmasın.  Halkı  ve  sebepleri  ne  kadar  da  çok  irk
ko uyorsunuz!  Allah’ı  (CC)  değil  de,  falan  ve  falan  ki ileri  rab  ediniyorsunuz.  Faydayı,
zararı,  bağı lara  nâil  olmayı  veyâ  olmamayı  onlara izâfe  ediyorsunuz.  Böyle  yapmayın.
Rabbinize  (CC)  dönün.  Kalplerinizi  O’nun  (CC)  için bo altın.  O’na  (CC)  tazarrû  edin.
Đhtiyaçlarınızı  O’ndan  (CC)  isteyin.  Sizin  için  ba ka  bir  yer  yok.  Ba ka  kapı  yok.  Bütün
kapılar kapalı; sâdece O’nun (CC) kapısı açık. Tenhâ yerlerde O’nunla (CC) ba ba a kalın.
O’nunla (CC) konu un. Îman dillerinizle O’na (CC) hitap edin. Âile fertleri uyuyup, halkın
sesi kesilince her biriniz temizlensin. Yüzünüzü secdeye koysun. Tevbe etsin. Özürler dilesin.
Günahlarını îtiraf etsin. Emellerini arzetsin. Đhtiyaçlarını dilesin. Göğsünü sıkı tıran her eyi
O’na (CC) ikâyet etsin.
Sizin  Rabbiniz  O’dur  (CC),  ba kası  değil.  Đlâhınız O’dur  (CC),  ba kası  değil.
Melikiniz O’dur (CC), ba kası değil. Âfet okları yüzünden O’ndan (CC) kaçmayın. Zararda
ve faydada, zorlukta ve rahatlıkta, size gelen her eyin gerçek fâili O’dur (CC). Bunlar O’nu
(CC) tanımanız, ikâyetlerininizi O’na (CC) yapmanız, O’nun (CC) için sabretmeniz ve O’na
(CC) “tevbe etmeniz” (dönmeniz) içindir.
Cezâlar  avam  içindir.  Kefâretler  müttakî  mü’minler içindir.  Yüksek  dereceler  ise,
mü’min, müeyyed (desteklenmi ) ve sıddık olan sâlihler içindir. Hz. Peygamber (SAV) öyle
buyurmu tur: “Biz peygamberler insanlar içinde en 'iddetli belâya uğrayan kesimiz. Sonra
diğerleri, sonra da diğerleri gelir.”
206

Mü’min,  bir  belâya  uğradığında  sabreder  ve  belâsını  halktan  saklar,  onlara  ikâyet
etmez. Bundan dolayı Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Mü’minin sevinci yüzünde
olur. Onun kalbinde ise hüzün vardır. Kalbine diğer insanlar muttalî olmasın diye o, hüznü
sevinçle  kar'ılar.”
207
  Bâtınlarındaki  hâzîneleri  gizlerler.  Bâtınlarındaki  yükleri,  azıkları
gizlerler.  Hüzün  kalp  azığı,  kalp  yüküdür;  havf  nefsin  azığıdır.  Hüzün,  kalplere  sır
hikmetlerini  yağdıran  bir  buluttur.  Allah(ü  Teâlâ  (CC):  “Ben  kalpleri  benim  için  kırılmı'
olanların  yanındayım”
208
  buyurmu ken,  onlar  hüzün  ve  inkisar  üzere  nasıl  sabretmesinler?
Onların kalpleri her ne zaman uzaklık sebebiyle kırılsa, kurbiyet onlara zorla gelir. Her ne
zaman halktan uzakla salar, Allah(ü Teâlâ (CC) ile ünsiyet onlara öyle bir gelir ki! Her ne
                                                
206
 Buhârî, es Sahîh, “Mardâ” 3; Tirmizî, es Sünen, “Zühd” 57.
207
 Hâkim, el Müstedrek, IV/315.
208
 Zebîdî, Đthâfü’s sâde, VI/290.
zaman halktan uzakla ıp soğusalar, Allah(ü Teâlâ’nın (CC) ünsiyeti ile ünsiyet, yakınlığı ile
yakınlık bulurlar. Dünyâda hüzünleri ne kadar çok olursa, âhiretteki ferahları da o derece çok
olur.
Peygamberimiz  (SAV)  çok  hüzün  ve  tefekkür(i  dâim  sâhibi  idi.  Sanki  birisi  O’na
(SAV) konu uyor veyâ sesleniyor da O (SAV) ona kulak veriyormu gibi idi. O’nun (SAV)
halîfeleri, nâibleri ve vârisleri de çok hüzün ve tefekkür(i dâim sâhibidirler. Onlar fiillerinde
nasıl o Peygamberlerine  (SAV) uymasınlar ki, O’nun (SAV) makâmına geçmi lerdir; O’nun
(SAV) yemeğinden yerler, O’nun (SAV) içeceğinden içerler; O’nun (SAV) binekleri üzerinde
ta ınırlar;  O’nun  (SAV)  kılıçları  ve  mızrakları  ile  sava ırlar.  Sûfîler,  isimleri  ve  lakapları
yönünden  değil,  halleri  ve  makamları  cihetiyle,  onlara  mahsus  özellikler  ve  fazîletler
yönünden Peygamberlere (AS) vâris olmu lardır.
“Evliyâ”nın  ve  “abdâl”ın  sayısı  bellidir;
209
  onlar  artmaz  da,  eksilmez  de.  Onlardan
kiminin durumu hayatlarının ilk döneminde, kiminin durumu da son döneminde belli olur.
Haller  onunla  deği ir.  O,  Allah’ın  (CC)  ilmi  içerisindedir  ve  Allah’ın  (CC)  velîsidir.
Mâsumluk  (günahsızlık)  bedel  olmanın  ve  velî  olmanın  artlarından  değildir;
Peygamberlerden  (AS)  sonra  mâsum  gelmeyecektir.  “Đsmet”  (gühahsızlık)  Peygamberlerin
(SAV)  sıfatlarındandır.  Hz.  Peygamber’den  (SAV)  öyle  rivâyet  olunmu tur:  “Allah ü
Teâlâ’nın (CC) velîlerinden birisi günah i'lediği zaman melekler güler ve birbirlerine 'öyle
derler:  Bakın,  bakın,  bir  Allah  (CC)  velîsi  nasıl  da  günah  i'liyor!”  Onun  günâhından,
küfründen, uzaklığından, nifâkından nasıl da taaccüp ediyorlar, hayrete dü üyorlar? Halbuki
onlar onun birkaç gün sonra mukarreb, mutahhar (tertemiz), efâatçi, rehber ve vâris bir velî
olacağını bilirler.
Ey münâfık! Senin bu sözü dinlemekle eline ne geçiyor? Çık git; sen Allah’ın (CC)
dü manısın, sen O’nun (CC) Resûlünün (SAV), Peygamberlerinin (AS) ve Velîlerinin (RA)
dü manısın. Eğer hilim sâhibi olmasaydım ve Allah’tan (CC) utanmasaydım, buradan iner,
seni boğazından tutar ve dı arı atardım! Neyin varsa hepsi bo bir heves…
Ey  cemâat!  Amel  edin,  ihlaslı  olun  ve  ucüplenmeyin,  böbürlenmeyin.  Yaptığınız
amellerdeki ba arınızla Rabbinizi(CC)  minnet altına almaya kalkmayın. Ucüp sâhibi câhildir.
Minnet altında bırakan câhildir. Halka kar ı büyüklenen câhildir. Tevâzu Rahmân’dan (CC),
tekebbür  ise  eytandandır.  Kibirlenenlerin  ilki  Đblîs’tir;  o  bu  yüzden  lânete  ve  nefrete
uğramı tır,  tardedilmi tir,  mahrum  edilmi tir.  Eğer  zül  ve  tevâzu  için  yüksek  bir  derece
olmasaydı, Allah(ü Teâlâ’yı (CC) sevenler ve O’nun da (CC) kendilerini sevdiği kimseler u
                                                
209
 Kanaatimizce Hazret burada, sayısı belli olan ricâl(i gaybı kesdetmektedir.
ekilde vasıflanmazlardı: “Ey îmân edenler! Sizden her kim dîninden dönerse bilsin ki:
Allah (CC) öyle bir topluluk getirir; O (CC) onları sever, onlar da O’nu (CC) severler.
Onlar mü’minlere kar6ı zül (tevâzu), kâfirlere kar6ı ise 6eref ve izzet sâhibidirler.”
210

Mü’minler mü’minlere kar ı zül ve tevâzu gösterirler, kâfirlere kar ı ise üstünlük ve iddet
gösterirler.  Onların  mü’minlere  kar ı  gösterdikleri  zül  de,  kâfirlere  kar ı  gösterdikleri
tekebbür de bir ibâdettir.
Mü’min halka kar ı tekebbür göstermez, bilakis onlara kar ı zül gösterir. Halkın i ini
ve  hâlini  zül  ve  tevâzusu  ile  gizler.  O  melikin  evinde  O’na  (CC)  yakındır.  Oradan  dı arı
çıkacak olursa, Rabbiyle (CC) berâber ve bir hizmetçi kıyâfetinde çıkar. Böylece, kimse onun
Rabbine  (CC)  yakınlığını  bilmez.  Meselâ  bir  vezir, sultanla  birlikte  tebdîl(i  kıyâfet  ederek
dı arı  çıkar.  Dostlarından  biri  veziri  tanır  ve  onunla  konu ur.  O  anda  vezir  o  adama  kar ı
kibirlenerek ve onu bir kenara çekerek: “Bak, sultan benim yanımda” diyemez. Bilakis ona
gülümser.  Đ ine bakar, hattâ yanındakinin kendi hizmetçilerinden birisi olduğunu îmâ eder,
onu gizler.
Ey oğul! Ne onların hallerini biliyorsun, ne de sözlerine inanıyorsun. Halkla berâber
olu un  onlardan  seni  perdeliyor.  Dünyâ  makam  ve  mevkîsi  sevdan,  ba   olma  isteğin  seni
onlardan  perdeliyor.  Eğer  onları  istemede  sâmîmî  olsaydın,  onları  görür  ve  onların
sözlerinden istifâde ederdin.
Yazık  sana!  Onların  ilmine  sâhip  olmayan  bu  âlimlerin  meclisine  gitme.  Benim
yanımda  içtiğini  onların  yanında  dökme,  yoksa  arab  sana  tesir  etmez.  Onların  hepsi  de
ilmiyle  âmil  olanlara  nisbetle  avamdır,  halktır.  Đlmiyle  amel  etmeyen  kimse,  isterse  bütün
ilimleri yutmu olsa dahi avamdır. Allah(ü Teâlâ’yı (CC) tanımayan herkes avamdır. Allah(ü
Teâlâ’ya  (CC)  kar ı  havfi  olmadığı  halde  recâsı  olan  herkes  avamdır.  Halvetinde  de,
celvetinde de takvâ sâhibi olmayan kimse avamdır.
Bo una bana yol göstermeyin; benim indimde sizin halleriniz u güne gibi apaçık.
Sizler âdetâ oyun oynayan çocuklarsınız. <ehvetlerinizi yerine getirmek istiyorsunuz. Sizler
halkın  kulusunuz.  Onların  atâ  ve  ihsanlarının  kulcuklarısınız.  Medihlerinin  ve  zemlerinin
kullarısınız. Bo una bana delil getirmeyin; benim üphem kalmadı. Kapının dı ında olan da,
evin içinde olan da benim nazarımda birdir. Kalplerinizde olan her eyin yüzünüzde izleri ve
i âretleri var.
Beni sizin aranızda oturtan ve beni size konu turan Allah’ı (CC) tenzîh ederim. Ben
kendim  hakkında  da,  sizin  hakkınızda  da,  kısmetim  hakkında  da  zâhidim.  Müjdeler  olsun
                                                
210
 Mâide S. A.45.
bana  ki,  ben  yemiyorum,  içmiyorum,  giymiyorum,  evlenmiyorum,  görmüyorum  ve
gösterilmiyorum… Müjdeler olsun bana ki, ben sizden uzakta duruyorum ve size sözle değil,
i âretle  vaaz  ediyorum.  Ben  münâfıkları,  isyankârları  ve  mü rikleri  görmekten
ho lanmıyorum, ama onlarsız da olmuyorum. Onlar hasta, ben ise onların ate iyim.
Ey oğul! Îmanda mübtedî olan kimse onlardan bir tânesini bile görmeye katlanamaz
ve bir an dahi çekemez; bir münâfık veyâ bir isyankâr veyâ bir mü rik gördüğünde öfkelenir,
hattâ  elinden  gelse  onu  öldürür.  Öyle  ki,  onlardan bâzıları  bir  kâfir  gördüğünde  öfkesinin
iddetinden  bayılıp  yere  dü er.  Daha  da  ilerisi,  onların  bu  hâli  Allah(ü  Teâlâ  (CC)  için
gösterdikleri gayret ve kıskançlıktan ve o ki iye olan öfkelerinden kaynaklanır. “Bir kul nasıl
olur da kâfir olur?” <üphe yok ki, böyle dü ünenler mübtedîdirler. Zîrâ îman ba langıçta zayıf
olur, nihâyet ise kuvvetli olur.
Derler ki: “Münâfığın yüzüne ancak ârif güler.” Çünkü ameli çok, mahâreti çok ince
ve tıbbı yerle mi olduğu için o, münâfığın yüzüne gülümser. Yâni: “Senin devan bendedir,
yakla !” demektedir. Onu kendine çekebilsin, onunla me gul olabilsin diye, ona kar ı güzel
konu ur.  Kendisiyle  ünsiyet  kurabilsin  onunla  ünsiyet  kurar.  O  kâfir,  ârife  yakınla tığında
onun hastalığını iyile tirir. Ona islâmı ve îmânı sunar. Bunların vasıflarını, özelliklerini ona
anlatır. Ona Rabbinin (CC) kelâmını sunar. Onunla Allah(ü Teâlâ (CC) arasında sulh (barı )
olacağına garanti verir. Gün geçtikçe onun küfrü, nifâkı ve mâsiyeti erir, kalbinin hastalığı
azalır.  Nefsinin  cerâhati  iyile ir.  Zâhiri  de,  bâtını  da  herhangi  bir  husûmet  ve  münâzaa
olmaksızın, herhangi bir azarlama veyâ vurma olmaksızın düzelir.
Hz. Đsâ b. Meryem (AS) ve Hz. Yahyâ b. Zekeriyâ (AS) çölde Cenâb(ı Hakk’ı (CC)
tesbîh ediyorlardı. Gece olunca Hz. Yahyâ (AS) mü’minlerin köyüne gitti. Hz. Đsa (AS) da
fâsıkların köyüne gitti. Hz. Yahyâ (AS) hâlinin zayıflığından dolayı mü’minlere, Hz. Îsâ (AS)
da  hâlinin  kuvvetinden  dolayı  fâsıklara  vaaz  etmek,  onları  uyarmak  ve  onların  ellerinden
tutup,  Rablerinin  (CC)  kapısına  götürmek  için  gitmi lerdi.  Bu,  mü’minler  arasında  namaz
kılmaz ve oruç tutmak isterken, öbürü insanları Allah(ü Teâlâ’ya (CC) ve O’na (CC) kulluğa
çağırmak istiyordu.
Ârifin  yevmiyesi  ve  ibâdeti  halkı  Allah(ü  Teâlâ’ya (CC)  dâvet  etmektir.  O  bu
makamda Allah(ü Teâlâ (CC) ile berâber olmaktan geri durmaz. Mü’min ameledir, mü’min
gündelikçidir;  ârif(billâh  binâ  yapandır  (mîmardır);  âlim(billâh  ise  mühendis  ve  yol  yapan
kimsedir.
Yazık sana! Đslâmını düzeltmeden nasıl bu makâma çıkar ve halka ilim öğretirsin?
A ağı in! Aksi halde ba a ağı indirilirsin. Allah(ü Teâlâ’nın (CC) dînini koruyacağı, münâfık
kimseleri  velâyetinden  azledeceği,  kürsülerinden  ala ağı  edeceği,  halka  konu malarını
engelleyeceği muhakkaktır. Ey münâfıklar! Benim halka kar ı genel bir muhebbet ve dinde
herkes için velâyet sâhibi olduğumu bilmiyor musunuz?
Ey bütün halk! Ben Allah(ü Teâlâ (CC) ile size kar ı zenginim. Dünyâdan zerrece bir
eye sâhip olmasam dahi, zenginlik benim ellerimindedir. Halktan birisi bana bir ey verirse
veyâ bana bir iyilik ederse, ben onu Allah(ü Teâlâ’nın (CC) elinden alırım ve o iyiliği onun
hezeyânı, Rabbine (CC) kar ı cehâleti ve O’ndan (CC) uzaklığı olarak görürüm. Birisine bir
ey verdiğimde de bunu Allah(ü Teâlâ’nın (CC) muvaffakiyeti sayarım. O’nun (CC) atâ ve
ihsânı nasıl benim elimden çıkmasın ki, ben gerçekte verenin Allah(ü Teâlâ (CC) olduğunu,
kendim  olmadığını  bilirim.  Önemsemen  kadar  atâya  kavu ursun,  önemsemen  kadar
menedilirsin. Bundan dolayı Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Muhakkakki, Allah
(CC) yüce i'leri sever, önemsizleri değil.”
211

Ey  cemâat!  Çoluk  çocuğunuza  ve  e lerinize  edep  öğretin,  Allah(ü  Teâlâ’ya  (CC)
ibâdeti, O’na (CC) kar ı güzel edepli olmayı, O’ndan (CC) râzı olmayı öğretin. Rızıklarınız
husûsunda  kalp  yönünden  endi elenmeyin,  ama  kazanç  ve  çaba  yönünden  onları
önemseyebilirsiniz.  Ben  sizlerin  çoğunu  evlat  terbiyesini  terketmi ,  fakat  rızık  konusuna
büyük önem veren kimseler olarak görüyorum. Aksine gidin, gittiğiniz yoldan dönün… Hz.
Peygamber’den  (SAV)  öyle  rivâyet  olunmu tur:  “Hepiniz  çobansınız  (gözeticisiniz)  ve
hepiniz  güttüğünüzden  (gözetiminizden)  sorumlusunuz.”
212
  Baba,  evlâdından  ve  e inden
sorumludur,  evlat  ve  e ler  de  babadan  sorumludur.  Her  lider  kendisine  tâbi  olanlardan
sorumludur,  her  tâbi  de  liderinden  sorumludur.  Öğretmen  öğrencilerinden  sorumludur.
Muhtar  köy  halkından  sorumludur.  Sultan  memleketindeki  insanlardan  sorumludur.
Mü’minlerin  lideri  de  –ki,  o  halkın  tamâmını  gözeten  kimsedir(  halkından  sorumludur.
Đçinizde sorumlu olmayan kimse yoktur. Herkesin bir derecesi vardır.
Zulmetmemeye  çalı ın.  Hakları  hak  edenlere  vermek  uğrunda  çabalayın.  Aranızda
hediyele in. Birbirinize merhamet edin. Birbirinize lânet okumayın. Birbirinize kahretmeyin.
Birbirinize  güzellikle,  ho lukla  muâmele  edin.  Gizli  yönlerinizi  ara tırmayın.  Birbirinizin
hatâlarını  affedin.  Đnsanları  Allah(ü  Teâlâ’nın  (CC)  örtüsü  altına  çağırın.  Hiçbir  tefti ,
tecessüs (ara tırma) ve meraklanma olmaksızın, mârufu emredin, münkerden menedin. Ortaya
çıkan hatâları görmezden gelin; siz gizliden sorumlu değilsiniz. Siz insanların hatâlarını örtün
ki, Allah(ü Teâlâ (CC) da sizin hatâlarınızı örtsün. Hz. Peygamber (SAV) insanların hatâlarını
                                                
211
 Taberânî, el Mu’cemü’l kebîr, hadîs no: 2894.
212
 Buhârî, es Sahîh, “Cum’a” hadîs no: 853 (bu hadîsin anlamı hakkında açıklama için 34 no.lu dipnota
bakınız).
örtmeyi  sever,  iz  ve  i âret  pe inde  gitmekten  ho lanmazdı.  Bundan  dolayı  öyle  demi tir:
“Sınırı 'üphelilerle bitirin.”
213
 Ve güne i i âret ederek, Hz. Ali’ye (KV) öyle buyurmu tur:
“Ey Ali (KV)! Đ'te bunun gibi apaçık olanlar için 'âhitlik et.”
Ey oğul! Đhsân, hakkı vermek ve bâzı hakları almaktır. Gücün varsa hakkının hepsini
hibe et, bağı la, hattâ fazlasını da ver. Bu senin için îmâna ve Rabbine yakınlığa dönecektir.
Tarttığında fazla fazla tart ki, Allah(ü Teâlâ (CC) da kıyâmet gününde senin mîzânını fazla
fazla tartsın. Ey tartıcı! Fazla fazla tart ki, senin için de fazla fazla tartılsın. Katı olma. Hz.
Peygamber  (SAV)  birisinden  bir  eyler  ödünç  almı tı.  Geri  öderken  tartıcıya  öyle  dedi:
“Fazla  fazla  tart.”
214
  Biriniz  birisinden  bir  borç  aldığında  (ba langıçta  art  ko ulmaksızın(
aldığından daha iyisini veyâ fazlasını ödesin.
Ey  cemâat!  Allah’tan  (CC)  Allah’ın  (CC)  kurbiyetini  satın  alın.  Allah’tan  (CC)
Allah’ı (CC) satın alın. Kısmetlere gelince, onlar yazılmı tır, kaydedilmi tir. Talep etseniz de,
talep etmeseniz de, Rabbinize (CC) ibâdet etseniz de, isyan etseniz de, iyi olsanız da, kötü
olsanız  da  onlar  ne  artar,  ne  eksilir.  Onların  sonradan  geleni  öne  geçmez,  önce  geleni
ertelenmez. Size dü en, kalp cihetinden halktan çıkmak ve sır ayaklarınız üzerine Rabbinizin
(CC) huzûrunda ayakta durmaktır. Muhakkak ki, Allah(ü Teâlâ (CC) gerçek râzıktır, gerçek
rızık verendir. Diğerleri ise ancak “rızık verilen”dir. O (CC) zengindir, diğerleri fakirdir. O
(CC)  kâdirdir,  güçlüdür,  diğerleri  âcizdir.  Hareket  ettiren,  sükûnet  veren,  musallat  eden,
musahhar kılan hep O’dur (CC). Halk O’nun (CC) elindeki bir sebepten ibârettir. O (CC) her
eyi sebep kılmı tır. Kalpleriniz yönünden, halvetleriniz, mânâlarınız ve sırlarınız yönünden
halkı unutun. Mâsivâyı kalplerinizden çıkarın. O’ndan (CC) ba ka bir eyin isteği ve arzusu
olduğu  halde  kalplerinize  nazar  edilmesinden  sakının.  Đslam  olun,  teslim  olmaya  çalı ın.
Tevhîd edin, birleyin ki, vahdeti bulasınız. Kadere râzı olun, mukadderde fânî olun. Rabbinizi
(CC) dinleyin, halkı dinlemekte sağır olun. Halkı dinlemeye kar ı bir saatçik de olsa sağır ve
onları görmede kör olun. “Cesâret bir saatlik sabretmektir.” Bütün kalbinizle bu saatte tevbe
edin.
Ölümü  ve  ondan  sonrasını  dü ünün.  Hz.  Peygamber  (SAV)  öyle  buyurmu tur:
“Zevkleri yerle bir edeni çokça anın; o çok hatırlanan 'eyleri azaltır, az hatırlanan 'eyleri
çoğaltır.”
215
 Ölümü dü ünmek nefis hastalıklarının devâsı ve kalpler için bir azık ve faydadır.
Ölümü unutmak kalbi katıla tırır ve ibâdetlere kar ı tembelle tirir. Ölümü unutmak insana,
halkı dikkate alma, zararı ve faydayı ondan görme, onlara izâfe etme duygusu verir ve onu
                                                
213
 Aclûnî, Ke'fü’l hafâ, I/63 (no: 166).
214
 Ebû Dâvûd, es Sünen, “Büyû’” hadîs no: 3336.
215
 Tirmizî, “Zühd” hadîs no: 3308.
küfre iter, karartır, Rabbinden (CC) perdeler. Sebeplere güvenmek îmânı eksiltir; îkan nûrunu
söndürür; kalbi Rabbinden (CC) perdeler; O’ndan (CC) nefret etmeye sevkeder; O’nun (CC)
gözünden dü meye sebep olur; O’nun (CC) kurbiyetinin kapısını kapatır.
Vah  sizlerden  çektiklerim!  Bu  hâlinizle  nasıl  ölürsünüz!  Kalpleriniz  îmandan,
îkandan, tevhîdden, ihlastan ve mârifetullahtan bombo … Rabbinize (CC) kar ı îtirazınız ne
de çok! Yazık sizlere! Siz kimsiniz? Ne kadar da küstahsınız! Bütün i iniz gücünüz gece
gündüz Rabbinize (CC) îtiraz etmek. Îtiraczı, kurbiyet kokusunu duyamaz. Eline zerrece bir
ey  geçmez.  Rabbinize  (CC)  kar ı  îtirazı  terkedin, ey  kalplerini  kaybetmi6ler,  ey  îmânı
gerilerine atmı6lar!
Allah’ım (CC)! Bizi sevdiğin eylerle biraraya getir. Sevmediğin eylerden bizi ayır.
“Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.” (Âmin)

50.Sohbet KĐRĐNĐN ACZĐNĐ BĐLMESĐ
Sâlihlerden birinin öyle dediği rivâyet edilmi tir: “Münâfık kırk sene bir tek hâl üzere
kalır. Sıddîkın hâli ise bir günde kırk kere deği ir.” Münâfık nefis, hevâ, heves, eytan ve
dünyâ ile berâberdir. Onlara hizmetten geri durmaz. Onların görü ünden çıkmaz. Onlara sözlü
muhâlefet  etmez.  Bütün  derdi  ve  tasası  yemek,  içmek,  giyinmek,  evlenmektir.  Bunları
nereden ve nasıl elde ettiği de onu ilgilendirmez. Bedenini ve dünyâsını mâmur eder. Kalbini
ve dînini tahrip eder. Halktan râzı, Hâlık’tan (CC) ho nutsuzdur. Münâfıklığı arttıkça kalbi
katıla ır  ve  kararır.  Hiçbir  nasîhat  onu  harekete  geçirmez,  rahatsız  etmez.  Hiç  kimsenin
vaazını dinlemez. Hiçbir hatırlatmaya kulak asmaz. Ho , bu ekilde de aynı hal üzere kırk yıl
kalır.
Sıddık  ise  bir  günde  kırk  kere  deği ir.  Çünkü  o  “Mukallibü’l(kulûb”  (kalpleri
deği tiren) ile berâberdir. O’nun (CC) kudret denizine dalmı tır. Bir dalga gelir onu kaldırır,
ba ka bir dalga gelir a ağı çeker. O, “bo arâzideki bir tüy” (rüzgârın önündeki yaprak) gibi,
gassalın önündeki ölü gibi, ana kucağındaki bebek gibi, çevgan oyununcusunun deyneğinin
önündeki top gibi, Rabbinin (CC) tasarrufu ve takallübü (deği tirmesi) altındadır. Zâhirini de,
bâtınını  da  O’na  (CC)  teslim  etmi ,  O’nun  (CC)  yönetiminden,  idâresinden  râzı  olmu tur.
Bundan dolayı öyle denmi tir: “Sûfîlerin yemeleri, hastanın yemesi gibi, uyumaları da suda
boğulanın uyuması gibidir, konu maları ise zarûretten dolayıdır.”
Nasıl böyle olmasınlar ki, onlar diğerlerinin görmediği eyleri kalpleriyle mü âhede
etmi lerdir. Rablerinden (CC) ba ka her eyi unutmu lardır. Dünyâ, âhiret ve bütün mâsivâ
onların gözlerinden kaybolmu tur. O’nun (CC) kapısının önüne çadır kurmu lar, O’nun (CC)
kapısının  e iğine  muvâfakat  yoluyla  ba   koymu lardır.  Kazâ  ve  kader  onlara  hizmet  eder,
onları  alınlarının  ortasından  öper,  onları  ba larının  üzerinde  ta ırlar.  Onlar  eğer  sûfilerden
değillerse bile, sûfîlere hizmet ederler, onlarla arkada lık kurarlar, onlarla oturup kalkarlar,
onlara yakınla ırlar. Mallarını onların uğruna dağıtırlar. Onların konu malarındaki hikâyelere
değil, fiillerinde onlara tâbi olurlar. Onlara kar ı güzel dü ünürler, hayran kalırlar.
Elbiseni  değil,  kalbini  temizle.  Halkın  giydiğini  giy,  ama  onların  yaptığını  yapma.
Yemekte,  giyinmekte ve nikahta ruhbanlık  yoktur. Allah(ü Teâlâ (CC) öyle buyurmu tur:
“…Ruhbanlığı onlar kendileri çıkardı, biz onlara farz kılmamı6tık…”
216
 Hz. Peygamber
(SAV) de: “Đslâm’da ruhbanlık yoktur”
217
 buyurmu tur.
                                                
216
 Hadîd S. A.27.
217
 Beyhakî, Juabu’l îmân, hadîs no: 9761.
“Muhlis”  (ihlaslı)  “muvahhid”lerin  (tevhîd  ehlinin)  tekkeleri  kalpleridir.  Onlar
nefislerine,  hevâ  ve  heveslerine  kar ı  ha indirler.  Onların  meyveleri  halvetlerindedir.
Mü âhedeleri  Rableriyle  (CC)  ünsiyet  etmek  ve  O’na (CC)  münâcât  etmektir.  Đ te  size
sâlihlerin halleri konusunda, o hallere siz de kavu asınız ve sâlihlere uyasınız diye, benim
lisânımdan O (CC) haber veriyor. Bu hususta nasîbiniz sâdece dinlemekten ibâret olmasın.
Size,  haberiniz  olsun  diye,  benim  lisânım  vâsıtasıyla  O  (CC)  haber  veriyor.  Öğüt  alasınız
diye. O halde sizler de öğüt alın. Sizi benim dilim vâsıtasıyla çağırıyor: O halde O’nun (CC)
dâvetine icâbet edin. Sizi safâya çağırıyor. Sizi yarattıklarına kar ı zâhid olmaya ve kendisine
rağbet  etmeye  çağırıyor.  O’nu  (CC)  zikredenlerden  olmanıza  çağırıyor;  tâ  ki,  O’nun  (CC)
katında zikredilenlerden olasınız. Mevlâ’sını (CC) talep etmede sâdık olan bir kul, O’nu (CC)
bâtınen  ve  zâhiren,  halvette  ve  celvette,  gece  ve  gündüz,  darlıkta  ve  bollukta,  nîmette  ve
sıkıntıda zikretmekten geri durmaz. Öyle ki, zikredilenlerden olur, onun zikrini etrâfındaki
herkes  i itir.  Sizler  sûfîlerin  nâil  olduğu  nîmetlerden  gâfilsiniz.  Sizler  bayılmı   kimseler
gibisiniz.
Ey nîmetlerden gâfil olanlar! Sizler gâfilsiniz. Sizler kayıpsınız. Sizler bayılmı sınız.
Sizler dünyâ i lerinde akıllı, ama âhiret i lerinde akılları ba ından gitmi kimselersiniz. Sizle
öyle bir bataklıktasınız ki, kımıldadıkça batıyorsunuz. Ellerinizi ilticâ ile, tevbe ile, özür ile
Allah(ü Teâlâ’ya (CC) uzatın ki, bulunduğunuz bataktan sizleri kurtarsın.
Dikkat edin! Ben sizi nefsinize, hevâ ve hevesinize, ehvetlerinize kar ı muhâlefet
etmeye, bunlardan çokça yüzçevirmeye ve sabretmeye çağırıyorum. Bu dâvetime icâbet edin.
Bunun  meyvesini  hemen  veyâ  daha  sonra  göreceksiniz.  Ben  sizi  “kızıl  bir  ölüm”e
çağırıyorum. Haydi Bismillah! Kim istiyor? Kim geliyor? Kimin buna cesâreti var. Kim bu
tehlikeyi  göze  alıyor?  O  ölümdür,  ama  arkasından  ebedî  bir  hayat  gelir.  Kaçmayın.
Sabretmeye  çalı ın,  sabredin.  Cesâret  bir  saatlik  sabırdır.  Rabbinize  (CC)  muvâfakat  etme
husûsunda  sabredin.  Sizden  her  kim  kazâya  rızâ  gözterirse,  Allah(ü  Teâlâ  (CC)  da  onun
yükünü alır ve onu “cesurlar defteri”ne kaydeder. Nefsiyle sava an kimse nefîs eylere mâlik
olur. Đstediği eyi bilen kimseye onun uğrunda harcadığı eyler hafif gelir.
Ey  Allah’ın  (CC)  kulları!  Yerinizde  sâbit  durun.  Acele  etmeyin.  Sadâkat
ayaklarınızla yakla ın ki, Cenâb(ı Hakk’ın (CC) kapısını çalalım. Kapı bize açılıncaya kadar,
yolumuz  açılıncaya  kadar  ayrılmayalım.  Đhtiyaçlarınızı  O’ndan  (CC)  isteme  husûsunda
arsızla ın, ısrarcı olun. Bu sizin için, meliklere, sultanlara ve zenginlere kar ı arsızla maktan
daha iyidir. Rablerini (CC) talep etmede sizden öne geçenlere ve fânî olanlara uyun.
Allah’ım  (CC)!  Sen  bizim  de  onların  da  Rabbisin  (CC).  Bizim  de  onların  da
yaratıcısısın.  Bizim  de  onların  da  rızık  vereni  Sensin.  Bize,  onlara  muâmele  ettiğin  gibi
muâmele et.  Bizi bizden çıkar, kendine ilet. Meliklerin mülklerini ve onlara musallat olan
sultanları, ister zengin ister fakir, ister havâs ister avam, ister pahalı ister ucuz, ister çok ister
az… hepsini bize unuttur. Bize senin zikrini hatırlat. Fiillerinde bize lutfunla muâmele et. Bizi
yakınlığına yakınla tır. Kalplerimizi ünsiyetinle ünsiyet et. Đbâdının ve bilâdının (kullarının ve
beldelerinin)  errini,  her  canlının  errini  bizden gider.  Sen  onları  alınlarının  perçeminden
tutarsın. Bizi erlilerin errinden, fâcirlerin tuzaklarından koru. Bizi, Seni i âret eden, Senin
için rehberlik eden, Sana dâvet eden, Senin rızan için tevâzu gösteren, Sana kar ı ve Senin
mü’min kullarına kar ı tekebbür edenlere tekebbür eden kullarından eyle. (Âmin)
Ey oğul! Halk sokağından öyle bir geçi ile geç ki, bir kapısından gir, öbür kapısından
çık. Kalbinle ve niyetinle onlardan çık. “Yalnız ku ” gibi ol. Ne kimseye ünsiyet et, ne de
kimse sana ünsiyet etsin. Ne kimseyi gör, ne de kimse seni görsün. Ecel vakti gelinceye kadar,
kalbin Rabbinin (CC) kapısına yakla ıncaya kadar böyle ol. Đ te o zaman sûfîlerin kalplerini
orada görürsün. Onlar seni kar ılarlar. Selâmetini kutlarlar. Alnının ortasından öperler. Sonra
kapının içerisinden lutuf eli çıkar ve seni kar ılar. Sana öyle güzel yükler yükler, öyle zevkler
tattırır ki… Seni kabul eder. Sana yemekler yedirir, sular içirir. Güzel kokular sürer. Sonra
seni  çıkarır,  mutlu  bir  ekilde  kapının  önüne  oturtur.  Müridlerden  ve  tâliblerden  gelenlere
bakarsın. Sonra elinden tutar ve geldiğin zaman kendisinden teslim aldığı ele seni teslim eder.
Bu  ekilde  düzelirsen  halka  çık  ve  onların  arasında,  hastaların  ortasındaki  doktor  gibi,
delilerin arasındaki akıllı gibi, evlatları arasındaki efkatli bir baba gibi otur. Böyle olmadan
önce sana kerâmet, iyilik yok. Aksi halde onlar için bir münâfık olursun. Onlara kul olursun.
Duygularına  tâbi  olursun.  Sen  zannedersin  ki,  onları  tedâvi  ediyorsun;  oysa  onları  irk
ko arsın. Senin tedâvin sana cezâ olur. Çünkü o i cehâletle yapılmı tır ve onda hiçbir sanat,
mahâret  yoktur.  Hz.  Peygamber  (SAV)  öyle  buyurmu tur:  “Cehâlet  üzere  ibâdet  eden
kimsenin fesadı sulhünden (zararı faydasından) daha çok olur.”
218

Ey oğul! Seni ilgilendren eyi konu , mâlâyânîyi terket. Eğer Allah(ü Teâlâ’yı (CC)
tanısaydın,  O’ndan  havfin  daha  çok  olur,  O’nun  (CC)  huzûrunda  az  konu urdun.  Bundan
dolayı  Hz.  Peygamber  (SAV)  öyle  buyurmu tur:  “Allah’ı  (CC)  tanıyanın  dili  tutulur.”
219

Yâni: Nefsinin, hevâ ve hevesinin, âdetlerinin, yalancılığının, iftirâcılığının ve sahtekârlığının
dili tutulur, kalbinin, sırrının, mânâsının, sıdkının ve safâsının dili konu ur. Bâtıl dili tutulur,
                                                
218
 Aclûnî, Ke'fü’l hafâ, II/233 (no: 2528).
219
 Süyûtî, Jerhu Süneni Đbn Mâce, I/288.
hak dili konu ur. Mâlâyânî dili tutulur, kalp dili konu ur. Nefsini talep dili tutulur, Hakk’ı
(CC) talep dili konu ur.
Mârifetin  ba langıcında  insanın  konu ması  kesilir  ve  bütün  varlığı  erir.  Kendi
varlığından da, ba kalarının varlığından da fânî olur. Sonra eğer Hakk (CC) dilerse onu tekrar
canlandırır. Eğer onun konu masını dilerse ona yeni bir dil yaratır ve onunla onu konu turur.
Đstediği hikmet ve sırları ona söyletir. Onun konu ması devâ içinde devâ, nur içinde nur, hak
içinde  hak,  doğru  içinde  doğru,  safâ  içinde  safâ  olur.  Çünkü  o  ancak  kalbine  Allah(ü
Teâlâ’dan (CC) gelen bir emir üzerine konu ur. Emredilmeksizin konu acak olursa helak olur.
O ya emir üzerine veyâ galebe netîcesinde konu ur. Eğer böyle konu acak olursa, Allah(ü
Teâlâ (CC) onu muâheze etmek yerine ona ikramda bulunur. Galebe hâlinde yapılan fiilde
nefis, hevâ, heves, eytan ve irâde yoktur. Tıpkı ölünün, konu masından
220
 dolayı ve uyuyanın
ihtilamdan dolayı muâheze edilmediği gibi. Çünkü insan uykusu esnâsında ne görür, ne de
bilir. Sesin ölmü kimselerden i itilmesi de onlar öldükten sonra olmu tur. Bu sıfatlara sâhip
olmaksızın  halka  konu ma  yapan  kimsenin  susması,  konu masından  daha  hayırlıdır.
Cesâretlilerden ba ka kimse birinci safta görünmez.
Yazık  sana!  Hakk’a  (CC)  muhabbet  iddiâsında  bulunuyorsun  ama  ba kasına
muhabbet  duyuyorsun!  Bu  iddian  senin  helak  sebebin olur.  Alâmetleri  senin  üzerinde
görünmezken nasıl olur da Hakk’a (CC) muhabbet iddiâsında bulunursun? Muhabbet evde bir
kö edir  ki,  ne  kapısı  vardır,  ne  de  anahtarı.  Onun alevi  üstünden  çıkar.  Muhib  muhabbet
kapısını  kapatır  ve  gizler.  Muhabbet  onun  üzerinde görünür.  Onun  özel  bir  lisânı  ve
konu ması  vardır.  Mahbûbundan  ba ka  birisini  istemez  ki,  bu  da  onun  ve  sadâkatinin  en
büyük alâmetlerinden biridir.
Ey yalancı! Ey sahtekâr! Sus; sen onlardan biri değilsin. Sen ne muhibsin, ne de
mahbubsun.  Muhib  kapıda  durur,  mahbub  da  kapıdan  içeride  olur.  Muhib  heyecanlı,  kıpır
kıpır, endi eli olur; mahbub ise, sâkindir, lutuf göğsüne sığınmı tır, orada uyur. Muhib için
yorgunluk,  mahbub  için  rahatlık  sözkonusudur.  Muhib  öğrenci,  mahbub  âlimdir.  Muhib
mahpustur, mahbub serbesttir. Muhabbet (a k) aklı ba tan giderir. Çocuk yılan gördüğünde
bağırır; ehli ise yılan gördüğünde susar. Vah î hayvan gören kimse bağırır ve kaçar; vah î
hayvan eğiticileri ise onlarla oynar ve onların yanında uyur. Oysa onların arasına giren herkes
deh et duyar. Allah(ü Teâlâ (CC) öyle buyurmu tur: “Allah’a (CC) kar6ı tavkâ sâhibi olun
ki, O da (CC) size ilim öğretsin.”
221

                                                
220
 Ölmü bir kimsenin rüyâda görülmesi esnâsındaki konu ması kasdedilmektedir.
221
 Bakara S. A.282.
Muhib müttakîdir, kapısının üzerini tehzib eder, temizler. Bedenini ve kalbini  yâni
“kapıyı”  temizler.  Orası  temizlendiğinde,  kurbiyet kâtipleri  gelir  ve  o  kapıdan  içeri  girer.
Hüküm, kapının üzerinde güzellik olur, ilim ise kapının iç tarafını güzelle tirir. Hüküm ile
güzelle en kimse ilimle ünsiyet eder, ilim onu üstlenir, ona emirler verir, onu zenginle tirir.
Hüküm  ortak  kapıdır,  ilim  ise  özel  kapıdır  ve  mahbublar  içindir.  Oraya  yapı man,  oraya
sürekli  vurman,  hayâ  etmen,  kulluğu  gerçekle tirmen  ve  nefsine  kusur  ve  noksan  gözüyle
bakman sâyesinde, kapıdaki makâmın uzun olmadıkça sana konu ma hakkı yok, yasak.
Noksanını gören, kemâle ula ır. Kemâlini görende de noksan olur. Gittiğiniz yoldan
dönün. Danı ın, isti âre  edin ki,  yolun doğrusunu bulasınız. Sabredin ki, zafere ula asınız,
mülke ula asınız, varlık bulasınız, yük edinesiniz. Sabredin ki, size de sabredilsin. Râzı olun
ki, sizden de râzı olunsun. Tahammül edin ki, size de tahammül edilsin. Güvenin ki, size de
güvenilsin.  Muvâfakat  edin  ki,  size  de  muvâfakat  edilsin.  Hizmet  edin  ki,  size  de  hizmet
edilsin. Kapıya yapı ın ki, size açılsın. Acele etmezseniz muhakkakki, size bağı gelir. Đkram
edin ki, size de ikram edilsin. Yakınla mak için çabalayın ki, size de yakınla ılsın.
Kalp, eğer mücâhede ve mükâbede (zorluklara dayanma) ayaklarıyla yürür, mesâfeler
kateder  ve  Rabbine  (CC)  vâsıl  olursa,  orada  sebat  bulur.  Artık  oradan  dönü ü  olmaz.
Hikmetten  kudrete,  âlet  ve  sebeplerden  “Sâni”a  ve  “Müsebbib”e  intikal  eder;  kendi
irâdesinden Rabbinin (CC) irâdesine intikal eder. Sükûnu ve hareketi Rabbi (CC) ile olur.
Ey  dünyânın  tâlipleri!  Onu  istediğiniz  müddetçe  yorulacaksınız.  O,  kendisinden
kaçanlara tâlip olur. O kendisinden kaçanları pe inden ko turarak dener. O kimse eğer ona
iltifat ederse onun yalancılığına hükmeder. Onu sıkıca tutar, bağlar, kullanır, sonra da öldürür.
<âyet iltifat etmezse, onun sadâkatine hükmeder ve ona hizmet eder. Dünyâdan, ona kar ı
zâhid  olmadıkça  ve  ondan  kaçmadıkça  istifâde  edilemez.  Ondan  kaçın!  Onda  öldürücü,
tuzaklar kurucu, büyüleyici eyler vardır. O sizden ayrılmadan önce siz ondan kalplerinizle
ayrılın. O size kar ı zâhid olmadan önce siz ona kar ı zâhid olun. Onunla evlenmeyin. Eğer
onunla evlenirseniz, mehrini dîniniz yapmayın. O önce evlenir, sonra hemen bo anır. Onun
evlenmesi de, bo anması da çok hızlıdır. Eğer  onu dînin kar ılığında istersen, mehri dînin
olur.  Zîrâ  münâfığın  dîni  dünyânın  mehridir.  <ehit mü’minin  kanı  da  âhiretin  mehridir.
Muhibbin kanı ise Mevlâ’sına (CC) kurbiyet mehridir.
Dünyâ sana sürekli zarar veriyor ve fayda vermiyor olduğu halde, sen daha ne zamâna
kadar ona hizmet edeceksin? Onu kalbinden tardedip uzakla tırırsan, onun hayrını, hizmetini
ve önünde zillete dü tüğünü görürsün. O üzerinde her türlü süs olduğu halde, senin mü’min
kalbine en güzel hâliyle görününce kalbin ona: “Sen kimsin?” der. O da: “Ben dünyâyım” der.
Kalbin ondan yüzçevirir; i te o zaman onun ayıplı, kusurlu hâli ortaya çıkıverir. O güzel sûret,
çirkin bir sûrete dönüverir.
Yazık sana! Dünyâya kar ı zâhid olduğunu iddiâ ediyorsun  ama dinarı  ve dirhemi
seviyorsun, onların pe inden ko uyorsun. Onlar uğruna zenginlerin ve sultanların huzûrunda
eğiliyorsun.  Sen  zühdünde  yalancısın.  Sâlihlerden  birisi  öyle  demi :  “Rüyamda  güzel  bir
kadın gördüm. Ona dedim ki: “Sen kimsin?” Bana öyle cevap verdi: “Ben dünyâyım.” Ona:
“Senden  ve  senin  errinden  Allah(ü  Teâlâ’ya  (CC)  sığınırım”  dedim.  Bana  öyle  dedi:
“Dirhemden ve dinardan nefret edersen benim errimden kurtulursun!”
Allah’ım  (CC)!  Bizi  dünyânın  ve  her  türlü  erlinin errinden  koru.  Sen  her  eye
kâdirsin. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”

51.Sohbet DÜNYA VE AHĐRETE KARRI ZAHĐD OLMAK
Ey yalancılar! Rabbini (CC) istemede sâdık olmanın en ba ta gelen artı, ister gizli,
isterse  açık  olsun  mâsivâya  buğzetmektir.  Mâsivânın  zâhiri,  dünyâ  ve  dünyevî  arzular,
dünyânın kulları ve ellerindekiler ve halkın övgüsü ve yergisidir. Mâsivânın gizlisi ise cennet
ve içindeki nîmetlerdir. Đ te bu dü ünceyi gerçekle tiren, bu dü ünceye ula an ki inin irâdesi
düzelmi tir.  Kalbi  Rabbine  (CC)  yakınla mı tır.  O’nun  (CC)  yanında  oturmu ,  O’na  (CC)
konuk olmu tur. O zaman dünyâ da, âhiret de ki inin sofrasına gelir. Dünyâ süsü ile, âhiret
ihti âmı ile gelir. Đki hizmetçi olurlar. Ama onların sofrası nefis içindir, kalp için değil. Dünyâ
ve âhiret  yemekleri nefis içindir. Kurbiyet  yemeği ise kalp içindir.  Benim kendisine dâvet
ettiğim ey Allah(ü Teâlâ’nın (CC) irâdesidir, sizin dâvet ettiğiniz eyler değil.
Ey  münâfıklar! Akıllı  ki i  i lerin  ba langıcına  değil,  sonucuna  bakar.  Akıllı  ki i,
sûfîlerin câriyeleri olan dünyâ ve âhiretten yüzçeviren, onları deneyen, onların sözlerini i iten
kimsedir. Akıllı ki i, dünyâyı ve sıfatlarını nefsi için dinler ve ondan uygun olanını satın alır;
fânî  olduğu  için  ona  kar ı  zâhid  olur.  Âhiretten  de,  mahluk  ve  muhdes  (sonradan  olma)
olduğu için, Rabbinden (CC) kendisini perdelediği için, bağlayıcı ve Rabbin dı ında rağbet
edilen bir ey olduğu için yüzçevirir.
Dünyâ akıllı ki iye öyle der: “Bana tâlip olma, benimle evlenme çünkü ben bir evden
diğer bir  eve, bir mülkten diğer bir mülke sürekli el deği tiririm. Ben  evlendiğim kimseyi
öldürürüm.  Malını  mülkünü  elinden  alırım.  Benden  sakın;  ben  öldürücü  bir  zevk  veririm.
Ahitli  olduğum  kimsenin  ahdine  vefâ  göstermem.”  Âhiret  ise  ona  öyle  der:  “Alı (veri
sevinci  üzerine  Allah(ü  Teâlâ  (CC)  öyle  buyurmu tur:  “Allah,  (CC)  mü’minlerden
canlarını cennet kar6ılığında satın aldı.”
222
 Ben senin yüzünde kurbiyet sevinci görüyorum,
ama sen yine de beni satın alıyorsun ve Cenâb(ı Hakk (CC) seni bana bırakıyor!” Akıllı ki i,
bu  durumla  kar ıla ıp,  dünyâyı  ve  âhireti  terkedip,  Rabbine  (CC)  tâlip  olarak  onlardan
yüzçevirince, dünyâ ona geri verilir, kısmeti zararsız ve eksiksiz bir ekilde ona iâde edilir.
Âhiret de iâde edilir. Onun için, i lerini gören, çekip çeviren birisi olur.
Ey dünyâyı da, âhireti de isteyenler! Ey bundan da, ondan da râzı olanlar! Đyi
dinleyin. Bu size açıkladığım hususlar sizin dertlerinizin ilacıdır, iyi anlayın! Kim ki, bir eye
kar ı zâhid olursa, o ona tâlip olur. Yaratılmı eylere kar ı zâhid olun ki, Yaratıcınız (CC)
sizi  sevsin.  Allah(ü  Teâlâ  (CC)  katında  mahbûbun  misâli,  efkatli  bir  doktorun  göğsüne
sığınmı , ona kendisini bırakmı hastanın durumuna benzer.
                                                
222
 Tevbe S. A.111.
Ey  cemâat!  Beni  kabul  edin.  Dünyâya  kar ı  zâhid  olun.  Dünyâya  rağbetiniz  ve
muhabbetiniz sizi âhiretten ve Rabbinize (CC) yakınlıktan perdeler. Kalp gözlerinizi kör eder.
Dünyâ ile berâberlik sizi âhirete kar ı perdeler. Nefis ile berâber oturmak da sizin için Cenâb(ı
Hakk’a (CC) kar ı bir perde olu turur.
Ey  câhiller!  Âhiret  âmeli  kar ılığında  dünyâyı  yemeyin,  sonra  ikisini  de
kaybedersiniz.  Âhiret  efendidir,  dünyâ  ise  onun  kölesidir.  Köle  efendiye  tâbi  olur.  O
a ağıdadır, bu ise yukarıdadır. A ağıdaki yukarıdakine tâbi olur. Panzehirini yemeden önce
dünyâ  yemeğinden  yemeyin.  Onun  yemeği  zehirlidir.  Pekiyi,  onun  panzehiri  nedir?  Onun
panzehiri, ona kar ı zâhid olmak, kalp yönüyle ondan çıkmaktır. Hüküm denizinden kudret
denizine geçmektir. Tıptan, yemeğin zehirlisini ve etlisini ayırt eden tabîbe ula maktır. Hiç
görüp i itmediniz mi ki, doktor yılanı alır, öldürür, parçalar, zehirini çıkarır, sonra da etini
yer. Cenâb(ı Hakk (CC) bu dünyânın zehirini kendisine kar ı gelen kâfirler için yaratmı tır.
Onun temizlenmi etini de kendisine inananlar, tevâzu gösterenler ve kendisinden ba ka her
eyi unutanlar için  yaratmı tır. Dünyâ onlar için nasıl temizlenmesin ki, onlar O’nun (CC)
konuklarıdır, O (CC) onlara sevenin sevgilisine  davrandığı  gibi davranır. Onlar için tatlıyı
acıdan,  duruyu  bulanıktan  ayırır,  temizler.  Murad  olan  kimseler  için  yiyecekler,  içecekler,
giyecekler ve ihtiyaç duyulan her ey tertemiz edilir.
“Mütezehhid” (zâhid olmaya çalı an veyâ sahte zâhid) çalı ır, çabalar. Bâzan durulur,
bâzan durulmaz. Bâzan ayakta dimdik durur, bâzan oturur. “Zâhid”
223
 için en büyük i inki âf
etmi , gerçekle mi tir. Onun sevapları hatâlarından daha çoktur. Ârife gelince, onun için i in
i in tamânı inki âf etmi , bitmi tir. O duruyu bulanıktan ayırt eder. Duru da, bulanık da ona
ses verir.
Sûfîlerin  bütün  yönleri  birtek  yön  olmu tur.  Onlar için  birtek  yön  kalmı tır.  Halk
yönü,  halka  tarafı  onların  nazarında  sıkıntıdan  ba ka  bir  ey  değildir.  Onlar  için  Cenâb(ı
Hakk’ın (CC) yönü (vechi), geni lik ve ferahlık yönüdür. Onlar sadâkat elleriyle halk tarafını
kapatmı lar ve kalp elleriyle Hâlık (CC) tarafını açmı lardır. Ho , onların kalpleri geni lemi ,
büyümü , yücelmi tir. “Gayret” (kıskançlık) onların kalp kapılarında bekler; oradan o kapının
mâlikinden  ve  sâhibinden  ba ka  kimsenin  girmesine  imkân  yoktur.  Sûfîlerin  her  biri  bu
dünyâda güne ve ay gibidir. Onlar dünyânın aydınlanma sebebidirler. Onların yüzleri Hakk’a
(CC) yönelmi , sırtları ise halka dönmü tür. Eğer onların yüzü, teveccühü dünyâya dönecek
olsa oradaki her ey yanıp kül olur.
                                                
223
 “Zâhid”: Dünyâdan tam mânâsıyla yüzçevirmi kimse.
Sizler yeryüzünde yürüyen ölülersiniz. Akıllı ol! Senin aklın yok! “Ricâl”den (Hakk
CC.  erlerinden)  de  değilsin,  onları  tanımıyorsun.  Sen  halkın  büyüklerini  ve  önderlerini
tanımıyorsun. Sözlerin kalbinde olana i âret ediyor. Dil kalbin tercümanıdır. Senin gönlüne
bir ki inin muhabbeti ve ba ka bir ki inin de buğzu dü erse, nefsin sebebiyle ne sevdiğine
buğzedebilirsin, ne de buğzettiğini sevebilirsin. Halbuki her ikisi hakkındaki hükmü de Kitap
ve  Sünnete  göre  vermelisin.  Eğer  sevdiğin  ki inin  tavır  ve  hareketleri  Kitap  ve  Sünnete
uygunsa onu sevmeye devam et, yok muhâlifse, onu sevmekten vazgeç. Buğzettiğin ki inin
tavır ve hareketleri Kitap ve sünnete uygun ise ona buğzetmekten vazgeç, tersi ise buğzuna
devam et.
Yazık sana! Bana buğzediyorsun, çünkü ben hakkı söylüyorum ve seninle bu hususta
çeki iyorum.  Bana  ancak  câhiller,  Allah’ı  (CC)  bilmeyenler,  ameli  az,  sözü  çok  olanlar
buğzeder ve beni tanımaz. Bana muhabbet besleyenler ise âlim(billâh olanlar ve ameli çok,
sözü  az  olanlardır.  Cenâb(ı  Hakk’a  (CC)  kurbiyet  beni  her  eye  kar ı  müstağnî  kılmı tır.
Etrâfımda çok su var ve ben bir kurbağa gibiyim; yanımda olan eyleri söylemeye gücüm yok.
Suyun çekilmesini bekliyorum ki, konu ayım. Đ te o zaman kendi haberini de, ba kalarının
haberini de duyarsın.
Ey  geride  kalanlar,  ey  âsîler!  Ne  zaman  tevbe  edeceksiniz?  Tevbe  vâsıtasıyla
Rabbinizle kendi aranızı düzeltin. Eğer Allah(ü Teâlâ’dan (CC) utanmasaydım ve O’nun (CC)
hilmi olmasaydı, buradan iner, hepinizin elini teker teker tutar ve öyle derdim: “Sen unları,
unları  i ledin;  Allah(ü  Teâlâ’ya  (CC)  tevbe  et.”  Îmânın,  îkânın  ve  mârifetullâhın
kuvvetleninceye kadar sana konu ma yok. Đ te o zaman, kalbinin Rabbine (CC) vuslat vâsıtası
olan sapasağlam ipe tutunursun. Hz. Peygamber (SAV) ve bütün ümmet seninle övünür.
Ey diliyle îman etmi6  olan!  Ne  zaman  kalbinle  îman  edeceksin?  Ey  celvetlerinde
îman etmi olanlar! Ne zaman halvetlerinizde de îman edeceksiniz? Bunun size bir faydası
yok! Münâfığın îmânı, kılıçtan korkanın îmânıdır. Ey isyankârlar! Tevbe edin. Rabbinizin
(CC) rahmetinden ümit kesmeyin. Allah’ın (CC) merhametinden ümtsizliğe dü meyin. Ey ölü
kalpliler!  Rabbinizi  (CC)  zikretmeye,  O’nun  (CC)  Kitâbını  ve  Nebîsinin  (SAV)  sünnetini
okumaya,  zikir  meclislerine  devam  edin;  o  zaman  kalpleriniz,  ölü  toprağın  su  gelince
canladığı gibi canlanır. Kalp, Cenâb(ı Hakk’ı (CC) zikretmeye devam  ederse, ona mârifet,
ilim, tevhid, tevekkül ve mâsivânın tamâmından yüzçevirme melekesi ula ır. Zikre devam,
dünyâda da, âhirette de hayrın devâmına sebeptir.
Halk ve dünyâ ile berâber olduğun müddetçe övgüden ve yergiden etkilenirsin. Çünkü
sen nefsinle, hevânla ve hevesinle mevcutsun. Kalbin Rabbine (CC) ula ıp, i in O’na (CC) âit
olunca, onların övgüsü ve yergisinin tesiri gider, büyük bir yükten kurtulursun. Kendi gücüne
ve  kuvvetine  güvenerek  dünyâ  ile  me gul  olduğun  müddetçe  geri  kalırsın,  parçalanırsın,
yorulursun, memnun kalmazsın. Cenâb(ı Hakk (CC) ile me gul olursan, geçim kapısı O’nun
(CC) gücüyle ve O’na (CC) tevekkül etmek sûretiyle açılır. O’nun (CC) muvaffakatiyle tâat
kapısı açılır. Talep etme mertebesine ula tığında O’ndan (CC) O’nu (CC) talep etme güç ve
sadâkatini iste. O zaman kalbin, dünyâ ve âhiret me galelerinden sıyrıldığında, O’nun (CC)
huzûrunda kalp ayaklarınla sâbit ve sağlam durursun.
“Rabbimiz! Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından
bizi koru.”

52.Sohbet SABIR KURBĐYET
Ey oğul! Yazıklar olsun sana! Senin nefsin hasta. Dolayısıyla onu, Rabbinin (CC)
yakınlığı âfiyetine eri inceye kadar yiyeceklerden uzak tut. Yazıklar olsun sana! Üzerinde
haram varken, yemende, içmende, oturmanda, evliliğinde ve bütün i lerinde haram içerisinde
yüzerken  Allah(ü  Teâlâ’ya  (CC)  yakınlığı  nasıl  beklersin?  Nefsin  ve  hevân  seni  istilâ
etmi ken, seni onlar idâre ediyorken, onlar seni ehvetlere, zevklere, hevâ ate ine sürüklüyor,
dînini ve takvânı yakıp yıkıyorlarken, Allah(ü Teâlâ’ya (CC) yakınlığı nasıl beklersin? Akıllı
ol!  Bu,  ölüme  inanan,  ona  yakîn  duyan  ki inin  ameli  değil.  Bu  Allah(ü  Teâlâ  (CC)  ile
kar ıla mayı  bekleyen,  O’nun  (CC)  muhâsebesinden  ve  münâka asından  (sorgusundan)
korkan ki inin ameli değil. Sende tefekkür yok; irâde yok; tedbir yok; gece(gündüz sükûnet
yok.  Sen  dünyâya,  onu  dü ünmeye,  dünyâ  ehli  ile  sohbete  ve  onlar  önünde  eğilmeye
dalmı sın.
Sûfîler dünyâdan, hayattan ve halka bula maktan istifâ etmi lerdir. Onların her biri,
kervanını Horasan’a göndermi , kendisi ise tek ba ına bir bineğe binip yerinde kalakalmı ,
dolayısıyla,  kâfilenin  gelmesini  bekleyen  kimseye  benzer.  Bedeni  oradadır,  ama  gönlü
evindedir onun. Đ te mü’min de malını âhirete göndermi , orada bir saray yaptırmı ve muhtaç
olduğu her eyi orada bulmu kimsedir. Bütün kalbiyle Rabbine (CC) yakınla mı tır. Bundan
dolayı Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Dünyâ mü’minin zindanıdır.”
224

Mü’min îmânında tahkîke ula maya devam eder, tâ ki, ârif(billâh ve âlim(billâh olur;
O’nun (CC) karîbi, yakını olur, O’na (CC) vâsıl olur. Đ te o zaman O’nu (CC) her eye tercih
eder. Malını kapıda bekleyenlere dağıtır. Bütün tasası kurbiyet evine girmek olur. Cennetteki
kö künün  anahtarını  muhâfızına  geri  verir.  Sırrı  cennet  kapılarına  varır,  onları  da  halk  ve
varlık kapılarını da kapatır. Kendini melikin (sultânın) kapısının önüne atar. Orada hastalanır,
bir  et  parçası  gibi  yere  dü üverir.  Lutuf  ayaklarının  gelmesini  ve  üzerine  basıp  geçmesini
bekler. Rahmet gözünün nazarını, cömertlik ve iyilik elinin kendisine yeti mesini bekler. O bu
halde  iken  kurbiyet  hazînesine,  lutuf  odasına,  tabîbin  ve  “Habîr”in  (her  eyden  haberdâr
olanın) önüne dü üverir. Cenâb(ı Hakk (CC) onu güzelce tedâvi eder ve kuvvetini ona geri
verir.  Onunla  ünsiyet  eder,  ona  güzel,  süslü  elbiseler  giydirir.  Fazîlet  yemeğinden  yedirir.
Ünsiyet  içeceğinden  içirir.  Đ te  o  zaman  O’na  kurbiyet  evinde  rahatlığa  erer.  Kurbiyet
erefelerinden ferahlıklar gelir. Bütün yaratıklar onun altında olur. Onlara rahmet ve efkat
gözüyle bakar. Cenâb(ı Hakk’ın (CC) ahlâkı ile ahlâklanır. Çünkü Cenâb(ı Hakk’a (CC) vâsıl
olanların  kalpleri  halka  kar ı  rahmet  ile  dolar.  Müslümanlara  da,  kâfirlere  de,  avâma  da,
                                                
224
 Müslim, es Sahîh, “ez(Zühd ve ve’r(Rakâik” hadîs no: 2965.
havâssa da rahmet nazarıyla bakarlar. <erîatin hudutlarını onlardan istemekle birlikte, herkese
merhamet ederler. Zâhiren talep, bâtınen rahmet!
Ey Allah’ın (CC) kulları! Sûfîlerden birini gördüğünüz zaman ona hizmet edin, onu
kabul edin. Çünkü o size nasîhat verir. Ey evlerinde ve savmaalarında (tekkelerinde) nefis,
hevâ  ve  hevesleri  ile,  azıcık  ilimleri  ile  oturanlar!  Đlmiyle  âmil  eyhlerin  sohbetlerine
katılın. Onlara tâbi olun ve adımlarınızla onların arkasından yürüyün. Onlara tevâzu gösterin.
Onların sizi kırmasına sabredin ki, hevânız kaybolsun, nefisleriniz kırılsın, ate iniz sönsün.
Đ te o zaman dünyâyı tanır ve ondan uzakla ırsınız. O zaman dünyâ sizin hizmetçiniz olur.
Verilmesi  gerekenleri,  kısmetlerinizi  size  verir.  Siz  Rabbinizin  (CC)  kurbiyet  kapısında
olduğunuz  halde  kısmetlerinizi  size  getirir.  Dünyâ ve  âhiret,  Hakk’a  (CC)  hizmet  edenin
hizmetçisidirler.
Đçerisinde tevhid ve kurbiyetin yeti tiği bir kalp, her gün daha da büyür. Her seferinde
daha da büyür, yücelir ve yükselir. Ne yeryüzünde, ne de gökyüzünde Allah’tan (CC) ba ka
bir ey  görmez.  Bütün  mahlûkat onun kaydı  altında olur. Onunla Rabbi (CC) arasında bir
“sır” gerçekle ir. O’na (CC) iyice yakınla ır ve ula ır. Zamânının sultânı olur. Kazâ ve kaderi,
ilmi ve hükmü anlar. “Melik”in sıfatları ona hizmet eder, zâtı ona yakınla ır.
Ey cemâat! Allah(ü Teâlâ’yı (CC), Resûlünü (SAV) ve sâlih kullarını tasdik edin. O
(CC) sözüne sâdıktır, çünkü öyle buyurmu tur: “Sözünde O’ndan (CC) daha sâdık kim
vardır?”
225
  Resûl  (SAV)  de  sözünde  sâdıktır,  sâlihler  de  sözünde  sâdıktırlar.  O  (CC)
kendisine sadâkat gösterilmesini sever, ister.
Ey  oğul!  Rabbinin  (CC)  kapısı  önünde  kalbinin  beklemesi  uzadıkça  oburluğun  ve
yanlı   isteklerin  kaybolur,  edebinin  güzelliği  artar.  Sabır,  ehvetleri  giderir.  Sabır
alı kanlıkları  sona  erdirir,  sebepleri  bitirir,  putları  söküp  atar.  Sen  bir  hayâlperestsin.  Sen
Allah(ü  Teâlâ’nın  da  (CC),  Resûlünün  de  (SAV),  Evliyâsının  ve  hâs  kullarının  da  (RA)
câhilisin.  Sende  Rabbine  (CC)  rağbet  yok.  Sen  dünyâya  rağbet  ettiğin  halde,  hâlâ  zâhid
olduğunu iddiâ ediyorsun! Senin zühdün lafın geli i. Bütün rağbetin dünyâya ve mahlûkâta.
Sende Rabbine (CC) kar ı ve O’nun (CC) huzûrunda durmaya kar ı rağbet yok. Zannını ve
edebini güzelle tirirsen, Rabbine (CC) doğru gitmende sana rehberlik eder, O’na (CC) giden
yolu sana öğretirim. Kibir elbisesini üzerinden çıkarıp, tevâzu elbisesini giyersen, yücelirsin.
Sen bo bir heves içinde bo bir hevessin. Eğer nefsinin, eytanın ve dünyânın “hâtır”ından
(vesvesesinden) yüzçevirirsen sana âhiret gelir, meleğin ve sonra da Cenâb(ı Hakk’ın (CC)
“hâtır”ı (ilhâmı) sana gelir ki, i te o gâyedir. Kalbin düzgün olursa hâtırın künhüne vâkıf olur
                                                
225
 Nisâ S. A.221.
ve ona öyle dersin: “Sen bir hâtır mısın? Nasıl bir hâtırsın?” O da der ki: “Ben öyle öyle…
bir hâtırım.”
Yazık size! Sizin çoğunuz bo birer hevessiniz ve dergahlarınızda bo hevesler içinde
Cenâb(ı  Hakk’a  (CC)  ibâdet  ediyorsunuz.  Bu  i   öyle cehâletle  halvetlere  çekilme  yoluyla
olacak bir ey değildir. Yazık sana! Đlim uğrunda ve ilmiyle âmil âlimleri talep uğrunda, yol
tükeninceye  kadar  yürü.  Gücün  kuvvetin  tükenene  kadar  yürü.  Âciz  kaldığın  zaman  önce
zâhiren, sonra da kalben ve mânen otur. Zâhiren ve bâtınen kaybolup oturduğun zaman sana
Allah(ü Teâlâ’dan (CC) kurbiyet ve vuslat gelir. Kalp ayakların kesilip yürümeye dermanın
tükenirse, i te bu durum O’na (CC)  yakınla mana bir i ârettir. Huzur duy ve rahatla; ister
kırda sana bir tekke açalım, ister seni harâbâtta oturtalım, ister mâmur yerlere yerle tirelim,
ister dünyâyı, âhireti, cinleri, insanları, melekleri ve ruhları senin hizmetine verelim… Cenâb(
ı Hakk’ın (CC) kapısında durursan, “acâiplikler” görürsün.
Yemeni,  içmeni,  giyinmeni…  bütün  varlığını  ve  toplumun  övmesini  ve  yermesini
unut. Đ te bütün bunlar kalp amelleridir. Böyle bir kalpte bostanlar olur, ağaçlar olur, meyve
olur.  Orada  çöller  olur,  kırlar  olur,  denizler  olur,  dağlar  olur.  Cin,  insan,  melek  ve  ruh
toplulukları olur. Bunlar aklın ötesindedir.
Allah’ım (CC)! Eğer ben hak üzere isem, o durumu sâlikler için de gerçekle tir; yok,
eğer bâtıl üzere isem, onu yok et. Eğer hak üzere isem ânımı yücelt ve yükselt. Halkı benim
vâsıtamla hemen hidâyete erdir. Kalplerimizi sana doğru yükselt.
Bu  yorgunluk  daha  ne  zamâna  kadar?  Kalp  adımların  ne  zaman  sona  erecek?  Ne
zaman  kalp  kö künde  ziyâfet  yiyecek  ve  onun  erefelerinden  halkı  rahatlatacaksın?  Allah
(CC)  misaller  verir.  Kalp  sağlamla tığı  zaman  Cenâb(ı  Hakk’ın  (CC)  dı ındaki  her  eyi
unutur.  O  kadîmdir  (ezelîdir)  ve  dâimdir  (ebedîdir);  O’nun  (CC)  dı ındaki  her  ey
sonradandır, muhdestir, yaratılmı tır. Kalp sağlamla tığı zaman, kendisinden sâdece doğrular,
reddedilemeyen hakîkatler çıkan bir söz olur. O zaman kalp kalple, sır sırla, halvet halvetle,
mânâ mânâ ile, lüb (öz, gönül) lüb ile, doğru doğru ile muhâtap olur. O zaman kalbe gelen
söz, toprağa atılan tohum gibi yumu acık, ho olur. Çorak olmaz; filizler ve kökler verir. O
zaman istersen dünyâyı öğrenir ve dünyâ için çalı ırsın, istersen âhireti öğrenir ve âhiret için
çalı ırsın. 
Dallar  kökten  çıkar.  “Sen  nasıl  davranırsan  sana  da  öyle  davranırlar.”
226
  Her  kap
içindekini  sızdırır.  Senin  kabına  katran  konmu ,  ama  sen  onun  su  sızdırmasını  istiyorsun!
Sende hiçbir kerâmet (hayır) yok. Dünyâyı in â etmek için çalı ıp çabalıyorsun ve yarın da
                                                
226
 Deylemî, el Firdevs, hadîs no: 3918.
âhirete sâhip olmak istiyorsun: Bunda kerâmet olmaz! Halk için çalı tın ve yarın da Hâlık’a
(CC), O’nun (CC) kurbiyetine, O’nun (CC) nazarına nâil olmak istiyorsun: Sende kerâmet
yok! Bu durum zâhir ve umûmîdir; ama O (CC) isterse sana bütün bunları amelin olmaksızın
da bağı layabilir.
Beni dinleyin ve söylediklerimi anlayın. Ben daha önce gitmi olanların çocuğuyum,
kölesiyim.  Onların  huzûrundayım.  Onların  mallarını dağıtırım.  Onların  mallarını  korurum;
onlara ihânet etmem. Ben ebedî bir mülk iddiasında da değilim. Onları övüyorum. Allah(ü
Teâlâ  (CC),  Resûlüne  (SAV)  tâbi  olmamın  bereketi  ile  ve  anne  babama  (RA)  kar ı
gösterdiğim  güzel  davranı larım  vesîlesiyle  beni  ho   kar ılasın.  Babam  gücünün  yettiği
kadarıyla dünyâya kar ı zâhid birisi idi. Annem de bu konuda babama muvâfakat göstermi
ve ondan râzı idi. Her ikisi de salâh ve diyânet sâhibi idiler. Halka kar ı efkatli idiler. Onlar
için de, halk için de benim elimde bir ey yok. Ben Resûle (SAV) onlar sâyesinde geldim ve
hayır  adına  neyim  varsa,  hepsini  onlarla  berâber  veyâ  onların    yanında  elde  ettim.  Ben
halktan, Hz. Muhammed (SAV)’den ba ka hiç kimseyi istemem; ben Rabbimden (CC) ba ka
da herhangi bir rab istememem.
Ey  oğul!  Sözlerin  dilinden  çıkıyor,  kalbinden  değil;  sûretinden  çıkıyor,  mânândan
değil. Sağlam bir kalp, kalpten değil, dilden çıkan sözlerden kaçar. Onun böylesi konu maları
dinlemesi, ku ların kafeste kalması ve münâfıkların câmide bunalması gibidir. Sıddık birisi,
bir  toplulukta  münâfık  bir  âlim  ile  kar ıla tığında  onun  için  en  güvenli  hareket  orayı
terketmektir.
Sufîler, münâfık, deccal, bid’atçi, Allah (CC) dü manı, Resûl (SAV) dü manı olanları
yüzlerindeki i âretlerden tanırlar. Onların i âretleri yüzlerinde de olur, sözlerinde de. Onlar
sıddıklardan,  aslandan  kaçtıkları  gibi  kaçarlar.  Sıddıkların  kalp  ate leriyle  kendilerini
yakmalarından  korkarlar.  Melekler  onlara  kar ı  sıddıkları  ve  sâlihleri  müdâfaa  eder.  Onlar
halk  katında  büyük  olabilirler,  ama  sıddıkların  gözünde  hakîrdirler,  alçaktırlar.  Onlar  halk
nazarında âdemîdir, insandır, fakat sıddıkların gözünde onlar kedi gibidirler, hiçbir değerleri
yoktur.
Ey cemâat! Hüküm tabîbini bulun. O sizin hastalıklarınızı tedâvi eder. Ona tâbi olun,
onu kabul edin ki, sıhhate eri esiniz. Görevli ki iye tâbi olun ki, o sizi hikmet sâhibi olan bir
üstâda götürsün. Đlim kölesine, ilim çocuğuna tâbi olun; onun nereden girdiğine bakmayın,
onun arkasından siz de girin. Rabbinizin (CC) kapısını talep edin. Hükümle (dîn ile) aranızı
güzelle tirin;  çünkü  o  “kapı  görevlisi”dir.  Hüküme tâbi  olmazsanız  ilme  ula amazsınız.
Rabbinizin (CC): “Resûl (SAV) size neyi verirse onu alın ve sizi neyden nehyederse ondan
uzakla6ın”
227
 buyruğunu i itmediniz mi?
Rabbinizin  (CC)  kapısındaki  hükümle  muâ eretiniz  güzel  olursa  ve  onun  edebiyle
edeplenirseniz, O (CC) sizden ho lanır ve size kurbiyet kapısını açar. Sizi fazîlet ve ikram
sofrasına  oturtur.  O’nun  (CC)  konuğu  olursunuz.  Kalplerinize  konu ur.  Sırlarınız  ünsiyet
bulur. Havâs (seçkin) kullarına öğrettiği ilmi size de öğretir. Böylece halk ile aranıza O’nun
(CC)  hükmü,  kendisi  ile  aranıza  ise  O’nun  (CC)  ilmi  girer.  Çünkü  hüküm  mü terek,  ilim
özeldir. Hüküm îman etmek, inanmaktır; ilim ise apaçık görmektir.
                                                
227
 Ha r S. A.59.
DUA
“Ey kul! Kulak ver. Çünkü sen  görensin, benim mürîdimsin. Kalp kulağınla dinle,
çünkü  ben  senden  uzak  değilim. Ey  kul!  Sen  daha  nefsin  için  olmadan  önce  ben  senin
“müdebbirin” (her eyi idâre edenin) idim. O halde, nefsin için olmaksızın onun için ol. Sen
daha zuhur etmeden önce ben onun yönetmini üstlenmi tim, u an da onun gözetimi bana âit.
Ey kul! Ben yaratmada ve sûret vermede tekim. Hükmetmede ve yönetmede tekim.
Yaratmamda  ve  sûret  vermemde  benim  ortağım  yok.  Hükmetmemde  ve  idâre  etmemde
erîkim yok. Ben mülkümün mâlikiyim, sâhibiyim, bunda nazîrim yok. Hükmetmekte tekim,
vezîre ihtiyâcım yok.
Ey kul! Sen yaratılmadan önce senin idârecin kimdi? O halde, istenen eyde O’nunla
(CC) çeki me. Seni güzel bakmaya kim alı tırdı? O halde O’na (CC) inatla kar ılık verme.
Seni bana güzel bakı a ben alı tırdım. O halde sen de tedbîri terkederek bana alı .
Ey kul! Tecrübeden sonra hâlâ üphe olur mu? Her ey apaçık belli olduktan sonra
hâlâ hayret ve zihin karı ıklığı olur mu? Đlmin seni bana yükseltir, çünkü senin benden ba ka
murâdın yok. Yaptığın bütün hayırlar seni benimle münâzaadan uzakla tırır. 
Ey kul! Varlığına, benim yarattığım nazarıyla bak, kendinin fânî olduğunu görürsün.
Fânî olan ey hakkında ne dersin? Otur, sen benim memleketimin idâresini bana teslim ettin.
Sen de benim memleketimden bir parçasın. O halde benim rabliğim husûsunda tartı ma, ilâhî
vücûdumdaki irâdemde bana zıt davranma.
Ey kul! Ben sana yeterim; bu sana yetmez mi? Benimle sükûnet bulman, sende bana
sevkeden alı kanlıklara vesîle olmuyor mu?
Ey kul! Ne zaman sana ihtiyaç duysam, sen bana sığınıyorsun. Memleketimden her
hangi bir eye bir vekil tâyin etsem, hep seni tâyin ederim.
Ey kul! Seni kendi varlığım için yaratmadan önce, senin için cömertliğimi hazırladım.
Bana kar ı nasıl inkâr sâhibi olabilirsin?
Ey  kul!  Benim  istediğim  ki i  ne  zaman  ba arısız  olur?  Benim  yardımcı  olduğum
kimse ne zaman yenilgiye uğrar?
Ey kul! Seni, benden bir eyler talep etmek değil, bana hizmet etmek me gul etsin.
Benim hakkımdaki hüsn(i zannın, rubûbiyetim ile ilgili üpheli dü üncelere engel olsun.
Ey kul! Đhsan sâhibini itham etmen, güç ve kuvvet sâhibi ile çeki men, kahhâra, ezip
geçene mukâvemet göstermen, hikmet sâhibinin hükmüne îtiraz etmen, lutuf sâhibini sıkıntıya
sokman aslâ uygun değildir.
Ey kul! Đrâdesini benim için terkeden ki i kurtulmu tur. Bana kurnazlık(!) yapan i ini
yoluna  koymu tur.  Bana  kar ı  fakirliğinde  samîmî  olan  kimse  zenginlik  hazînesine
kavu mu tur.  Bir  kulun  hareketi  sırf  benim  için  olursa  ona  yardımım  vâcip  olur.  Benim
vesîleme sarılan kimse en kuvvetli vesîleye sarılmı tır. Ben, tedbir ehlini (sırf kendi aklına
güvenen kimseleri) cezâlandıracağıma, onların binâlarını yerle bir edeceğime ve düğümlerini
çözeceğime dâir kendime söz verdim. Onları kendi kendilerine vekil yapacağıma, hîlelerini
kendi  aleyhlerine  çevireceğime,  onları  rızâ  rahatlığından,  i lerini  bana  havâle  etme
nîmetinden  mahrum  edeceğime  söz  verdim.  Eğer  onlar  bana  îtimat  etselerdi,  kendi
tedbirlerinden  ziyâde  benim  onlar  hakkındaki  tedbîrime  (idâreme),  kendi  riâyetlerinden
(gözetimlerinden) ziyâde benim kendileri hakkındaki riâyetime râzı olurlardı. O zaman onları
rızâ yoluma sokardım, hidâyet ehlinin usûlünü onlara verirdim, beyzâ (tertemiz olma) yoluna
onları koyardım. Đnâyetimi onların, her türlü korkularına kar ı onlar için yeterli ve istedikleri
her eyden daha çok celbedici kılardım. Bu benim için kolaydır.
Ey kul! Biz senin yalnızca bizi istemeni, yalnızca bizi tercih etmeni, yalnızca bizden
râzı olup, bizden ba ka hiçbir eyden râzı olmamanı istiyoruz.
Ey kul! Sana bir üstünlük de yazsam, bir belâ da takdir etsem, bunların hepsinde de
sana lutfumun sırlarının ula masını istemekteyim.
Ey  kul!  Senin  için  her  ne  nîmet  ızhar  edersem,  onun  kar ılığını  benimle  çeki me
yapma. Sana verdiğim akıl ihsânını da bana zıtla mada kullanma. 
Ey  kul!  Nasıl  ki,  göğümün  ve  yeryüzümün  idâresindeki  tekliğimi,  onlara
hükmetmedeki ve onları yönetmedeki tekliğimi bana teslim etmi sen, varlığını da öylece bana
teslim et. Sen benim içinsin; bana kar ı tedbir olmaz. Sen benimle berâbersin; o halde beni
vekil  tâyin  et.  Kefil  olarak  bana  sarıl.  Sana  öyle bağı larda  bulunur,  öyle  övünçler  ihsan
ederim ki!
Ey kul! “Kulumun kalbinde bana teslimiyet nûru ile benimle çeki me zulmeti birarada
bulunmaz” hükmünü ben ezelde koydum. Bunlardan birisi olursa diğeri olmaz. Kendin için
bu ikisinden birini seç!
Yazık  sana!  Kendi  i inle  uğra asın  diye  senin  kadrini  yücelttik;  ey  kıymetini
yükselttiğimiz ki i! Kıymetini alçaltma. Ey izzet ve 6eref verdiğimiz ki6i! Benden ba kasına
güvenerek küstahla ma. Yazık sana! Sen bizim katımızda bizden ba kasıyla uğra mayacak
kadar  yücesin.  Seni  kendi  huzûrum  için  yarattım  ve onun  için  sana  “hitap”ta  bulundum.
Yardımımın çeki iyle seni kendime cezbedip çektim. Eğer kendi nefsin ile me gul olursan
seni perdelerim. Nefsinin hevâsına uyarsan seni tardederim, kovarım. <âyet ondan çıkacak
olursan, i te o zaman seni desteklerim. Eğer benden ba ka her eyden yüzçevirmek sûretiyle
beni sevmeye çalı ırsan, ben de sana muhabbet ederim.
Ey  kul!  Sana  kifâyet  etsem,  bu  sana  kâfî  gelmez  mi?  Seni  hidâyete  erdirsem,  bu
hidâyet olmaz mı? Ben ki,  yaratıp ekil veren benim! Değer verip atâ ve ihsanda bulunan
benim!  Bunlar  seni,  takdir  ettiğim  hususlarda  münâzaadan  ve  yaptığım  eylerde  îtirazdan
engellemiyor mu?
Ey kul! Benimle çeki en kimse bana inanmamı tır. Bana kar ı tedbir alan kimse beni
tevhîd  etmemi tir.  Ba kasına  verdiğim  eyler  hakkında  ikâyet  eden  kimse  benden  râzı
olmamı tır. Bana kar ı tercihi olan kimse beni tercih etmemi tir. Kahrıma katlanmayan kimse
benim  emirlerime  bağlanmamı tır.  Đ ini  bana  bırakmayan  kimse  beni  ârif  değildir,  beni
tanımamı tır. Bana tevekkül etmeyen kimse benim câhilimdir, beni bilmeyendir.
Ey kul! Benim elimdekiyle değil de, kendi elindekinle yetinmen cehâlet olarak sana
yeter. Ben senin beni tercih etmeni tercih ediyorum; o halde beni tercih et. Vah sana! Kulluk,
tercih ve zulüm biraraya gelmez; bana ve ba ka eylere teveccühün biraraya gelmez. Senin
için ya ben varım, ya da nefsin var. Bilerek seç. Hevâyı hayrât ile deği tiremezsin.
Ey  kul!  Eğer  sen  kendin  için  benim  tedbir  almamı  talep  edersen,  câhillik  etmi
olursun; kendi kendine tedbir alman nasıl olur? artık sen dü ün! Benimle birlikte ba ka bir
eyi de tercih edersen insafsızlık etmi olursun; bana kar ı bir eyi tercih edersen nasıl olur?
Ey kul!  Eğer  ben  senin  tedbir  almana  izin  verseydim,  tedbir  almaktan  senin  utanç
duyman gerekirdi; oysa sana tedbir almama emri verdim, bu nasıl olur? bir dü ün! Ey nefsine
değer  veren!  Eğer  onu  bize  bıraksaydın  rahat  ederdin. Yazık  sana!  Tedbîr  yükünü  ancak
rubûbiyet  ta ıyabilir,  onu  be eriyet  zaafı  ta ıyamaz. Yazık sana!  Sen  ta ınan  yüksün,  yük
ta ıyan  olma.  Senin  rahat  olmanı  murâd  ettik,  nefsin  için  bo a  kendini  yorma.  Seni  anne
karnındaki karanlıklar içinde idâre eden ve sana vücut verdikten sonra istediği eyleri veren
kim? O’nun (CC) dileğinde O’nunla (CC) çeki me.
Ey kul!  Sana  benim  için  hizmet  etmeni  emrettim  ve  kısmetimi  sana  garanti  ettim.
Oysa sen benim emrimi ihmal ettin ve garanti verdiğim ey hakkında üpheye dü tün. Garanti
etmekle  de  yetinmedin,  yemin  ettim.  Yeminle  de  yetinmedim,  misaller  verdim;  anlayan
kullarıma öyle hitap ettim: “Rızkınız ve size vâdedilen 6eyler göktedir. Göğün ve yerin
Rabbine (CC) andolsun ki, bu, sizin (kendi aranızdaki) konu6manız gibi gerçektir.”
228

Ârifler benim sıfatımla yetindiler. Yakîn sâhipleri de keremimi ve cömertliğimi bana
kar ı hîle yaptılar. Eğer vaadim olmasaydı, benim onlara olan ihsanlarımı hiç kesmeyeceğimi
                                                
228
 Zâriyât S. A.22(23.
bilirlerdi. Eğer garantim olmasaydı, onlar ihsan ve bağı vücûduma sarılırlardı. Ben benden
gâfil olanı ve bana isyan edeni bile rızıklandırırken, bana itâat edeni ve bana duâ edeni nasıl
rızıklandırmam? Yazık sana! Fidanı diken onu sular. Mahlûkunu yaratan onun imdâdına da
yeti ir.  O  ona  her  eyiyle  yeter.  Yaratma  olduğu  müddetçe  imdâdım  da  devam  edecektir.
Yaratma olduğu müddetçe rızık da benim üzerimedir.
Yazık sana! Evine, yemek yedirmek istemediğin kimseyi çağırır mısın? Đkram etmek
istemediğin ve sevmediğin kimseye yakınlık duyar mısın?
Ey  kul!  Himmetini  fânî  rızkına  yoğunla tıracağına  bana  yoğunla tır.  Onu  senden
kaldırmam,  bo una  onun  için  yorulma.  Sana  ne  yüklenirse  onu  kabul  et.  Seni  evin  içine
alacağım ve ikramımdan mahrum edeceğim! Senden hakkımı yerine getirmeni isteyeceğim ve
ikramımdan  seni  mahrum  edeceğim!  Ben  senden  bana  hizmet  etmeni  istiyorum,  kısmetini
istemeni  değil.  Senin  kısmetin  benim  katımdadır;  o  orada  bâkî  kalacak  değildir.  Sana
iyiliklerimi hazırladım, rahmetimi senin için ızhar ettim, ortaya çıkardım. Senin için sâdece
dünyâ  ile  kanaat  etmedim,  cennetimi  de  senin  için  donattım.  Senin  için  bununla  da
yetinmedim,  sana  rü’yetimi  verdim.  Bunlar  benim  fiillerim  iken,  sen  nasıl  olur  da  benim
fazîletlerimden, ikramlarımdan üphelenirsin?
Ey  kul!  Nîmetimi  elde  eden,  fazîletlerime  ula an  birileri  mutlakâ  olur.  Benim
bunlardan  her  hangi  bir  ekilde  menfaatlenmekten  müstağnîyim.  Bu,  kat’î  deliller  ile
ispatlanmı bir husustur. <âyet sen benden seni rızıklandırmamamı talep etsen dahi, sin bu
isteğini kabul etmem. Benden kendini benim fazlımdan mahrum etmeni dilesen dahi, ben seni
mahrum etmem. Öyleyse, sen bana dâimâ duâ edersen, benden her zaman talepte bulunursan
nasıl  olur?  Eğer  ba kalarından  utanmıyor  isen,  bâri  benden  utan.  Beni  iyi  anla.  Beni
anlayanlar bütün atâ ve ihsanlara nâil olmu tur.
Ey kul! Beni tercih et, bana kar ı tercihte bulunma. Kalbin sadâkatle bana yönelsin.
Eğer böyle yaparsan, sana acâip lutuflar ve müthi ikramlar gösteririm. Sırrını beni mü âhede
etme nîmetiyle nîmetlendiririm. “Tahkîk” (hakîkat) ehli için yolu ızhar ettim, ortaya koydum.
“Tevfîk”  (ba arı)  sâhipleri  içinse  hidâyet  kaynaklarını  açıkladım.  Yakînen  inananlar  bana
hakkıyla teslim oldular. Mü’minler de bana apaçık tevekkül ettiler. Benim onlar için kendi
nefislerinden  daha  hayırlı  olduğumu  ve  tedbîrimin  onların  kendi  tedbirlerinden  daha  güzel
olduğunu bildiler. Rubûbiyetime teslim oldular ve kendilerini huzûruma attılar. Buna kar ılık
olarak  ben  de  onların  içlerine  bir  rahatlık,  akıllarına  bir  nur  ve  kalplerine  de  bir  mârifet
verdim. Onların makamlarını, mevkîlerini ve anlı bayraklarını yükseltmek benim üzerimde
bir hak oldu. Ayrıca, benim evime girdiklerinde onlar için, hiçbir gözün görmediği, hiçbir
kulağın i tmediği ve hiçbir be er kalbine gelmeyen eyler vardır.
Ey kul! Đçinde bulunduğun her vakitte ben senden, kısmetini talep etmeni değil, bana
hizmet  etmeni  isterim.  Çünkü  zâten  ben  kısmetini  sana  garanti  etttim.  Seni  bir  hizmette
kullanırsam,  seni  doyururum.  Bil  ki,  sen  beni  unutsan  bile  ben  seni  unutmam.  Sen  beni
zikretmeden  önce  ben  seni  zikrederim.  Bana  isyan  etsen  bile  benim  sana  verdiğim  rızık
süreklidir.  Sen  böyle  benden  yüzçevirmi   olduğun  halde  bile  ben  böyle  iken,  bana
yöneldiğinde  nasıl  olurum?  Buna  ne  dersin?  Beni  hakkıyla  takdir  edemedin.  Kahrımı
görünceye  kadar  teslim  olmadın  ve  bana  rağbet  etmedin.  Emirlerimi  tutmasan  da  benden
yüzçevirme.  Benden  ba ka  dayanacak  bir  ey  bulamazsın.  Benden  ba kasından  zenginlik
bekleme.  Seni  benden  ba ka  bir  kimse  zengin  edemez.  Ben  seni  kudretimle  yaratanım.
Đyiliklerimi önüne serenim. Benden ba ka “Hâlık” olmadığı gibi, benden ba ka “Râzık” da
yoktur.  Yaratırım  ve  sonra  da  ba kasına  (mı)  gönderirim?  Đzzet  ve  ikram  veren  benim;
kullarımı hayır vücûdumdan men (mi) ederim? O halde, ey kul! Güven, çünkü ben kulların
Rabbiyim  (CC).  Seni  kendi  murâdından  çıkarır,  onun kaynağına  ula tırırım.  Geçmi
lutuflarımı hatırla. Sevginin hakkını unutma.”
Biz bu kitabı onun mevzûsuna uygun u duâ ile bitirmek istedik:
229

“Allah’ım (CC)! Biz Senin Efendimiz Muhammed’e (SAV) ve O’nun (SAV) âilesine
(RA), tıpkı Đbrâhîm’e (AS) ve O’nun (AS) âilesine (RA) yaptığın gibi, her iki âlemde de salât
etmeni, onların ânını yüceltmeni dileriz. Hamde, övgüye lâyık olan ancak Sensin, ânı yüce
olan ancak Sensin.
Allah’ım  (CC)!  Bizi  Sana  teslim  olmaya  çalı anlardan,  dâimâ  Senin  huzûrunda
duranlardan eyle. Sana kar ı tedbir almaktan bizi uzakla tır. Bizi, i lerini Sana bırakanlardan
eyle. Biz kendimiz için olmadan önce Sen bizim içindin. Nasıl ki, bizden önce bizim için
idiysen, bizden sonra da  yine bizim için ol. Bize lutfunun elbiselerini giydir. Bize Senden
hayâ  etme  duygusu  ver.  Tedbir  karanlıklarını  kalplerimizden  çıkar.  Sırlarımızda  tefvîz
nurlarını aydınlat. Bize Senin güzel tercîhini göster, tâ ki, onun gerekleri içimize yerle sin ve
Senin bizim için tercîhin bizim kendi tercihlerimizden bize daha ho gelsin.
Allah’ım (CC)! Nefislerimize acı. Bize emrettiğin eyler dururken, bize garanti ettiğin
eylerle bizi me gul etme. Bizden tâlibi olduğun eyler dururken, bizden talep ettiğin eylerle
bizi me gul etme.
                                                
229
 Kanaatimizce bu sözler müstensihlere âittir.
Allah’ım  (CC)!  Sen  bizi  Sana  bağlanmaya  ve  sürekli Senin  huzûrunda    olmaya
çağırıyorsun;  Sen  bizi  muvaffak  etmedikçe  biz  bundan  âciziz,  bize  kuvvet  vermediğin
müddetçe buna gücümüz yok. Sen yapmadığın sürece, bizim bir ey olmamız mümkün mü?
Sen bizi ula tırmadıkça, biz bir eye nasıl ula ırız? Senin yardımın olmadıkça, bizim bir eye
güç yetirmemiz mümkün mü hiç? Emrettiğin eylerde bizi muvaffak kıl; menettiğin eyleri
terketme husûsunda da bize yardım et.
Allah’ım (CC)! Bizleri tefvîz bahçelerine, teslîmiyet cennetlerine koy. Bizi onlarla ve
onların içinde nîmetlendir; sırlarımızı ise, onların nîmetleri ve lezzetleri ile değil, kendinle
berâber et.
Allah’ım (CC)! Sana teslim olma ve Sana yönelme nûruyla bizi aydınlat ki, sırlarımız
onunla  sevinç  duysun  ve  nurlarımız  onunla  kemal  bulsun.  Bir  eyi  yaratmadan  önce  onun
tedbîrini  alan  Sensin.  Biz  biliriz  ki,  ancak  Senin  dilediğin  ey  gerçekle ir.  Sen  murad
etmedikçe  bu  ilmin  bize  bir  faydası  olmaz.  Biz  Senin  iyiliklerini  istiyoruz.  Fazlına  teslim
olduk. Đnâyetinle bize ula . Riâyetinle bizi ku at. Bizi himâye vücûduna dâhil et. Muhakkak
ki, Sen her eye kâdirsin.
Allah’ım (CC)! Biz biliriz ki, Senin hükmüne kar ı konulmaz. Kaderinle zıtla ılmaz.
Senin koyduğun hükmü bozmaya bizim gücümüz yetmez. Hükmünde Senden lutuf ve destek
bekliyoruz.  Ey  âlemlerin  Rabbi  (CC)!  Bizi,  hükmünde  riâyet  ettiğin,  koruyup  gözettiğin
kimselerden eyle.
Allah’ım (CC)! Bize kısmetlerimizi ayıran Sensin, onları bize ula tıran Sensin; onları
bize  tatlılıkla,  kolaylıkla  cehennemden  korunmu   ve  vuslat  nûruyla  etrâfı  çevrilmi   olarak
ula tır. Onları senden bilelim. Onlar için ükredenlerden olalım. Onları sana izâfe edelim; hiç
mahlûka izâfe etmeyelim.
Allah’ım (CC)! Dünyâ rızkı olsun, âhiret rızkı olsun, rızkın tamâmı Senin elindedir.
Bize, hakkımızda hayırlı bildiğin rızkı ver ve ondan hayırlısıyla faydalanmayı nasip et.
Allah’ım (CC)! Bizi, Senin için seçilmi lerden eyle, Sana kar ı seçilmi lerden eyleme.
Đ lerini Sana teslim edenlerden eyle, Sana îtiraz edenlerden eyleme.
Allah’ım (CC)! Bizler Sana muhtâcız; bize atâ ve ihsanda bulun. Sana tâattten âciziz;
bize  güç  ver.  Bize,  Sana  itâat  etme  kuvveti  bağı la.  Sana  isyan  etmede  bize  acziyet  ver.
Rubûbiyetine  (CC)  teslîmiyet  ver.  Ulûhiyetinin  hükümlerine  kar ı  bize  sabır  ver.  Sana
mensup  olma  erefi  ver.  Kalplerimizde  Sana  tevekkül  etme  rahatlığı  ver.  Bizi  rızâ
meydanlarına  girenlerden  eyle.  Teslîmiyet  kokusunu koklayanlardan  eyle.  Mârifet
meyvelerini  toplayanlardan  eyle.  Bize  tahsîs  (özel olma)  elbiselerini  giydir.  Kurbiyet  ve
muhabbet  mertebesi  ile  bizi  hediyelendir.  Dâimâ  senin  hizmetinde  olanlardan,  mârifetine
erenlerden  eyle.  Bizi,  Resûlüne  (SAV)  tâbi  ve  vâris  olanlardan,  O’ndan  (SAV)  aldıklarını
hakkıyla yerine getirenlerden ve O’nun (SAV) makâmına niyâbeten geçenlerden eyle.
Ey âlemlerin Rabbi (CC)! Bize katından hayırlı bir son nasip eyle.
Allah(ü  Teâlâ  (CC),  Efendimiz  Muhammed’e  salât  etsin  (O’nun  SAV.  ânını
yüceltsin). O’ndan da (SAV), bütün Ashâbından da (RA) râzı olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder