1 Mayıs 2012 Salı
Cilaul Hatır
ESER HAKKINDA
Eserin tam adı “Cilâü’l hâtır fi’l bâtın ve’z zâhir” eklindedir. Hâtır ki inin, özellikle
de sûfînin gönül ve kalp dünyâsına ilâhî âlemden tecellî eden fikirler demektir. Bu durumda
eserin adını dilimize “Bâtınî ve zâhirî konularda gönül dünyâsına yansıyan fikirlerin cilâsı”
eklinde çevirmek mümkündür.
Eserin çe itli kütüphânelerde yazma nüshaları mevcuttur. Bunlar:
1( Kâhire Ünv. Merkez Ktp., Tasavvuf, nr.: 15741.
2( Süleymâniye Ktp., Bağdatlı Vehbî nr.: 685.
3( Süleymâniye Ktp., Re it Efendi, nr.: 369.
4( Süleymâniye Ktp., Hacı Selim Ağa, nr.: 586.
5( Đstanbul Ünv. Merkez Ktp., Arapça, nr.: 2325.
6( <am el(Esedü’l(Vataniyye Ktp., nr.: 4849.
7( <am el(Esedü’l(Vataniyye Ktp., nr.: 8417.
Daha önce hiçbir baskısına rastlayamadığımız Cilâü’l hâtır, yukarıdaki sıralamada yer
alan son iki yazma nüsha esas alınmak sûretiyle, Hâlid ez(Zer’î ve Abdünnâsır Sırrî tarafından
tahkikli olarak <am’da basılmı tır (1997, ikinci baskı, 232 s.).
Eser iki defâ Đngilizce’ye tercüme edilmi tir:
1( Jala al Khawatir (The Removal of Cares), terc.: Shaykh Muhtar Holland, Maktaba
Nabawiya, Lahore, târihsiz. Bu tercüme daha sonra Al(Baz Publishing tarafından
Hollywood(Florida’da 1997’de tekrar basılmı tır.
2( Jila al Khatir (Purification of the Mind), terc.: Shetha Al(Dargazelli(Louay
Fatoohi, Kuala Lumpur, Malaysia, 1999.
Cilâü’l hâtır, Abdulkâdir Geylânî’nin vaaazlarını bir araya getiren el Fethu’r rabbânî
gibi müstakil bir derlemedir ve el Fethu’r rabbânî’nin âdetâ devâmı niteliğindedir.
Meclislerden yâni sohbetlerden olu maktadır. Bu vaaz ve sohbetlerin tamâmı tasavvufla
ilgilidir. Đlk sohbetin târihi 9 Receb 546/1152, son meclisin târihi ise 24 Ramazan 546’dır.
Ba ka bir deyi le Cilâü’l hâtır Abdulkâdir Geylânî’nin yakla ık 2,5 aylık vaazlarını bir araya
getirmektedir. Vaazları derleyen ahsın kimliği belli değildir.
Tercümeye tahkikli nüshayı ve Đstanbul Ünv. Merkez Kütüphânesi, Arapça Yazmalar,
nr.: 2325’te kayıtlı olan 98 varaklık yazma nüshayı esas aldık. Tercümede kelimeleri mümkün
olduğunca günlük telaffuza uygun ekilde yazdık ve anla ılır bir Türkçe kullanmaya gayret
ettik. Herkesin kendine has bir hitâbet üslûbu, konu ma tarzı olduğu gibi, elbette büyük vâiz
ve hatip Abdulkâdir Geylânî Hazretlerinin de kendine has, oldukça tatlı ve tesir edici bir tarzı
var. Eseri tercüme ederken onun üslûbunun kaybolmamasına özen gösterdik ve bu üslûbu
okuyucuya hissettirmek istedik. Istılahların tercümesi üphesiz ki, bir tercümede en önemli
problemlerin ba ında gelir. Bu zorluğu biz de ya adık. Bu îtibarla zaman zaman ıstılahları ve
anlamı tam oturmayan bâzı kelimeleri tercüme etmek yerine, o kavram ile birlikte
Türkçe’deki yakın anlamını (…) eklinde verdik. Gerekli yerlerde dipnotta daha fazla
açıklamalarda bulunduk Âyetleri bold (kalın), hadîsleri italik (yatık) harf karaterleriyle
yazdık. Âyetlerin ve bulabildiğimiz hadîslerin kaynaklarını (ki, hadîslerin pek çoğunun
kaynağı tahkikli nüshada gösterilmi ti( dipnotlarda gösterdik. Metin arasında geçen ahısların
vefat târihlerini hem hicrî hem de mîlâdî olarak belirttik. Gerek tahkikli ne rin, gerekse bizim
kullandığımız yazma nüshanın meslic (sohbet) sayıları birbirine e it değildi ve sohbetlerin
ba langıç ve biti yerleri birbirinden farklılık gösteriyordu. Biz tercümemizdeki sohbet
sayılarını belirlerken her iki kaynağı da esas aldık; böylece ortaya toplam 52 adet sohbet çıktı.
Ancak bu sohbetlerin her birinin müstakil olduğunu ve birinin diğerinin devâmı olmadığını
iddia etmek zor. Yine her iki kaynakta da konu ba lıkları bulunmamakta. Konu ba lıklarını da
kendimiz koyduk. Bu ba lıkların konuya en uygun ba lık olduğu iddiâsında değiliz. Çünkü,
incelendiğinde, bir sohbette pek çok konudan bahsedildiği görülecektir. Bu îtibarla, ba lıkları
verirken, onların, (bize göre( o sohbette en fazla veyâ çok çarpıcı bir ekilde üzerinde durulan
konular olmasını dikkate aldık.
Yıllardan beri Abdulkâdir Geylânî’nin eserlerini, ifâdelerini okumakta, tercüme
etmekte ve üzerinde çalı maktayım. Bu cümleden olarak unu söyleyebilirim: Hazretin
gerçekten de insanı derinden etkileyen, çok tesirli, çok samîmî bir üslûbu var. Onun cümleleri
insana müthi keyif vermektedir. Bu îtibarla onun bu güzel ve kıymetli eserini, târih boyunca,
tasavvufu hayat damarlarından birisi hâline getirmi , evliyâyı her zaman büyük bir saygı ile
kar ılamı , “gönül” sâhibi milletimiz ile tanı tırmanın ahsıma ayrı bir haz verdiğini belirtmek
isterim. Yol büyüklerinin, dünyevî ve uhrevî saâdete götüren o kutlu insanların, Hak erlerinin
sohbetine, yakınlığına her zaman olduğu gibi bugün de bütün insanlığın, en ba ta da
Müslümanların ihtiyâcı olduğunu dü ünüyorum ve bu duygularla okuyucuyu Gavs(ı
A’zam’ın, gönül ve kalp hastalıklarının ilacı olan o nefis sohbetleriyle ba ba a bırakıyorum.
Gayret bizden, muvaffakiyet Yüce Mevlâ’dandır.
Doç. Dr. Dilâver Gürer
Aralık 2005 Konya
1. Sohbet: HASET SADAKAT (SAMĐMĐYET)
Ey oğul! Hasetten sakın. O ne kötü bir dosttur! Đblis’in evini harap eden, onu helak
eden, cehennemliklerden olmasına sebep olan ve onu Hakk’ın (CC), meleklerinin,
peygamberlerinin ve bütün halkının lanet ettiği bir kimse olmasına sebep olan ey hasettir.
Cenab(ı Hakk’ın (CC): “Onların rızklarını aralarında taksim ettik”
1
“Yoksa onlar
Allah’ın (CC) bir ikram olarak insanlara verdiği 6eylere mi haset ediyorlar?”
2
ayetlerini;
Hz. Peygamber’in (SAV): “Haset, ate'in odunu yediği gibi iyilikleri yer bitirir”
3
hadisi;
alimlerden birinin de: “Hasede aferin! Ne kadar adil: Öldürmeye önce sahibinden ba lıyor”
sözlerini i ittikten sonra, haset etmek akıllı ki iye hiç yakı ır mı? Hasetçi Allah’ın (CC)
dü manıdır. Sakın, fiilleri ve yarattıkları hakkında O’nunla (CC) çeki meyin, yoksa O (CC)
öldürücü darbeyi size indirir. Ben, konu mamı size, evlerinizdeki erzakınıza, mallarınıza ve
hediyelerinize değer vererek yapmıyorum. Bu ekilde olduğum müddetçe konu mamdan
istifade edersiniz, (in aAllah( Vaizin gözü sizin sarığınız, gömleğiniz ve cebinizde ise, sizin
dükkânınıza gelip(gittiği ve size kar ı tamahkâr olduğu müddetçe onun konu masından
faydalanamazsınız. Onun sözü, özü olmayan bo bir kabuktur. Eti olmayan bir kemiktir.
Tatlılığı olmayan acı bir yiyecektir. Manasız bir surettir. Onun konu ması menfaat
özleminden ve yağcılıktan uzak değildir. Onda sadakate yer yoktur. Tamahkârın konu ması
tıpkı tama’ (tamah) kelimesi gibi bo tur; çünkü onun harflerinin (tı, mim, ayn) hepsinin de
ortası bo tur.
Ey Allah’ın (CC) kulları”! Sadık (samimi) olunuz ki, felah bulasınız. Sadık asla
geriye, eski kötü haline dönmez. Allah(ü Teala’nın (CC) tevhidinde sadık olan kimse,
nefsinin, hevasının ve eytanının sözüyle geriye dönmez. Muhabbetullahta sadık olan kimse,
ne ayıp i itir, ne de ayıp onun kulağına girer. Allah Teala’nın (CC), Resulünün (SAV), Salih
kullarının muhabbetinde sadık olan kimse ise, alçak ve günahkâr bir münafığın sözüyle
yolundan dönmez. Sadık sadığı, yalancı da yalancıyı tanır. Sadığın himmeti semada
yücelerdedir; ona herhangi bir laf atan, onun hakkında ileri geri konu an kimsenin konu ması
zarar vermez. Allah (CC) her i6te galiptir, üstün gelendir.
4
O (CC) senin için bir ey isterse
sana o eyi kolayla tırır.
1
Zuhruf: 32.
2
Nisa:54.
3
Ebu Davud, es(Sünen, “Edeb” hadis no: 4903, (Daru Đhyai’s(Sünneti’(Nebeviyye)
4
Bak:Yusuf:21
Ey oğul! Eğer sende ilmin meyvesi ve bereketi olsaydı, nefsinin hazzı ve istekleri için
sultanların kapısına gitmezdin. Alimin, sultanların ve halkın kapısına götüren ayakları olmaz.
Zahidin, insanların mallarını almak için eli olmaz. Allah (CC) muhibbin de, O’ndan (CC)
ba kasına bakan gözleri olmaz. Sadık bir muhib, samimi bir a ık, halktan kiminle kar ıla ırsa
kar ıla sın, mahbubundan ba kasına nazar etmez. Onun “ba gözü’nde dünyanın, “kalp
gözü”nde ahiretin, “sır gözünde” de Mevla’sından (CC) gayrısının en küçük bir ehemmiyeti
yoktur.
Münafığın samimiyeti sadece dilindedir. Oysa sadığın sadakati ve samimiyeti
kalbinden ve sırrından gelir. Onun kalbi Rabbinin (CC) kapısındadır, sırrı ise kapıdan içeri
girmi tir. O, eve girinceye kadar, kapının önünde feryad(ü figana devam eder. Vallahi, sen
davranı larının tamamında yalancısın. Allah(ü Teala’nın (CC) kapısına götüren yolu
bilmiyorsun. Sen bir körsün, o yola nasıl rehberlik edersin? Heva ve hevesin, nefsin, dünyaya
muhabbetin, ba olma sevdan ve ehvetlerin seni kör etmi iken, nasıl olur da ba kasına yol
göstermeye kalkarsın? Yazıklar olsun sana! Dünyada ebedi kalmayı arzuluyorsun; hâlbuki bu
senin elinde olan bir ey değil. Rabbinin (CC) kapısına ne zaman geleceksin? Ne zaman
ahireti dünyaya tercih edeceksin? Halık’ı (CC) halka ne zaman tercih edeceksin? Namazı
dükkana ve karına ne zaman tercih edeceksin? Dilenciyi kendi nefsine kar ı ne zaman tercih
edeceksin? O’nun (CC) emrini tutmayı ve yasaklarından kesilmeyi ne zaman öne
geçireceksin? Heva ve hevesine uyman dolayısıyla ba ına gelen belalara sabretmeyi ne zaman
bileceksin? Halk yerine O’na (CC) icabet etmeyi ne zaman tercih edeceksin?
Ey oğul! Akıllı ol. Sen bo , batıl bir heves içerisindesin. Batını olmayan bir zahir, özü
olmayan bir görüntüsün. Masıyetlerin kalbine ula madan, daha henüz zahirinde iken bana gel;
aksi takdirde ısrarcılardan olursun ve bu ısrarın da küfre dönü ür! Emri tut. Kolayı muhafaza
et. Elinde olduğu müddetçe ipi bırakma. Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Günde
yetmi' defa günaha dönse de, tevbe eden kimse, günah i'lememi' gibidir”
5
Resulullahın (SAV) bir hadisini i itir, onunla amel ve onunla yakınlığını Ashabına
(RA) uymak yoluyla da güzelle tirirsen kalbin Rabbine (CC) doğru ilerler, O’nun (CC)
sözünü duyar. Allah’a (CC) taati ve ubudiyeti kamilen gerçekle tiren kimse, O’nun (CC)
kelamını duyma gücüne eri ir.
5
Đbn Mace, es(Süen, “Zühd” hadis no: 4250
Musa (AS) elinde Hakk’ın (CC) emir ve nehiylerini ihtiva eden Tevratla kavmine
geldi. Ona (AS) dediler ki: “Allah’ın (CC) vechini gösterinceye kadar senin getirdiklerini
kabul etmeyeceğiz ve seni dinlemeyeceğiz.” Onlara dedi ki: “Onun (CC) vechini ben
göremedim, size nasıl gösterebilirim” Dediler ki: “Madem ki O’nun (CC) vechini bize
gösteremiyorsun, o halde kelamını i ittir.” Bunun üzerine Allah(ü Teala (CC) ona öyle
vahyetti: “Onlara de ki: Eğer benim kelamımı i itmek istiyorlarsa üç gün oruç tutsunlar.
Dördüncü gün olduğunda temizlensinler ve yeni temiz elbiseler giysinler. Sonra onları getir,
ta ki, kelamımı i itsinler.” Hz. Musa bunu onlara haber verdi. Onlar da söyleneni yaptılar.
Sonra Musa (AS)’ın münacat ettiği yere geldiler –ki o, kavminden yetmi alim ve zahid
seçmi ti(. Cenab(ı Hakk (CC) onlara hitap etti. Hepsi de kendinden geçip bayıldı, Musa (AS)
tek ba ına kaldı. Ona (AS) dediler ki: “Ey Musa (AS), bizim Allah’ın (CC) kelamını i itecek
takatimiz yok! Sen O’nunla (CC) bizim aramızda vasıta ol.” Allah(ü Teala (CC) Hz. Musa
(AS) ile konu tu. O (AS) da O’nun (CC) kelamını onlara iletti. Gerçek u ki; Musa (AS)
Cenab(ı Hakk’ın (CC) kelamını ancak iman kuvveti ile O’na (CC) itaat ve kulluğundaki
sağlamlığı ile i itmi ti. Kavmi ise imanlarındaki zayıflık sebebiyle o kelamı i itmeye güç
yetirememi lerdi. Eğer onlar onun Tevrat’ta getirdiklerini kabul etselerdi, emir ve nehye itaat
etselerdi ve edepli davransalardı söyledikleri eye cüret edemezler ve Cenab(ı Hakkın (CC)
kelamını i itmeye de muktedir olurlardı.
Ey oğul! Rabbine (CC) itaatte bütün gayretinle çalı . Sana vermeyene sen ver. Sana
gelmeyene sen git. Sana zulmedeni sen affet. Niyetinde kullarla, kalbinde ise kulların Rabbi
(CC) ile beraber olmaya bak. Sadık olmaya, yalancı olmamaya gayret et. Đhlâslı olmaya,
münafık olmamaya çalı . Lokman Hekim öyle dermi : “Ey oğulcuğum! Kalbin fısk u fücur
içerisinde olduğu halde, insanların seni takva sahibi gibi görmelerinden sakın!” Vah sana!
Filan filan gibi iki yüzlü, iki dilli, iki fiilli olmayasın. Her münafık yalancı deccal, Allah(ü
Tealaya (CC) asi olan herkes bana musallat olur. Onların en büyüğü Đblis, en küçüğü ise
fasıktır. Batıla çağıran her sapık ve saptırıcı bana musallat olur ve ben “La havle vela kuvvete
illa billahi’l(aliyyi’l(azim (Güç ve kuvvet ancak yüce ve azim olan Allah(ü Teala’dandır CC.)
deyip, Allah(ü Teala’ya (CC) dayanarak onlarla muharebe ederim.
Allah’ım (CC)! Bizi razı olduğun eyde muvaffak kıl. “Bize dünyada da, ahirette de
güzellik ver ve cehennem azabından bizi koru.”
6
6
Bakara, 2(201. Bütün sohbetler bu ayetle bitmektedir.
2. Sohbet MÜ’MĐN MÜNAFIK
Yazık sana! Kalbinde nifak bitmi . Tevbeye ve teslimiyete muhtaçsın. Yakında toz
duman ortalığı kaplayınca gerçeği anlayacak ve uyanmanın ne demek olduğunu bileceksin.
Her kim ki, sözlerimi i itir, onunla amel eder ve amelinde de ihlaslı olursa “mukarreb”lerden
7
olur. Çünkü benim sözlerimde kabuk yoktur.
Yazıklar olsun sizlere ki, Allah’a (CC) kar ı muhabbet duyduğunuzu iddia
ediyorsunuz ama, kalbinizle ondan ba kasına yöneliyorsunuz. Mecnun Leyla’ya olan
muhabbetinde sadakat derecesine ula ınca kalbine Leyla’dan ba kasını sokmamı tı. Bir
keresinde bir topluluğa rastlamı tı. Ona dediler ki:
( Nereden geliyorsun?
( Leyla!
( Nereye gitmek istiyorsun?
( Leyla!
Kalp Allah(ü Teala’nın (CC) muhabbetinde sadık olursa, Musa (AS) gibi olur. Allah(ü
Teala (CC) O’nun hakkında öyle buyurmu tur: “Biz ba6kalarından süt emmesini daha
önceden O’na (AS) haram kılmı6tık.”
8
Yalan söyleme, çünkü senin iki kalbin yok; bir
kalbin var. Onu neyle dolduruyorsun? O ikinci bir eyi daha almaz ki! Allah(ü Teala (CC)
öyle buyurmu tur: “Allah (CC) hiç kimsenin göğsünde iki kalp yaratmamı6tır.”
9
Bir kalp
ki, hem Halık’ı (CC), hem de halkı sevecek: Bu mümkün değildir. Yine bir kalp ki, içinde
hem dünya, hem de ahiret olacak: Bu mümkün değildir. Hakk’ın (CC) cahili riyakarlık ve
münafıklık yapar; alim(billah olan, Hakk’ı (CC) bilen ise asla böyle yapmaz. Ahmak, Allah(ü
Teala’ya (CC) asi olur, akıllı kimse ise O’na (CC) itaatkâr olur. Hakka (CC) buğzeden O’na
(CC) isyan eder; O’nu (CC) seven ise itaat eder. Dünyalık mal toplama hırsında olan
riyakârlık ve münafıklık yapar; emeli kısa olan ise asla böyle yapmaz. Ölümü unutan riyakâr
olur; ölümü hatırda tutan ise riyakârlık yapamaz. Hakk’ın (CC) nazarını unutan riyakârlık
yapar; O’nun (CC) nazarını gözeten ise riyakârlık yapamaz. Gafil riyakarlık yapar; uyanık ise
asla.. Allah’ın (CC) evliyasının kendilerini gafletten uyandıran uyandırıcıları, onlara ilim
öğreten öğretmenleri vardır. Allah(ü Teala (CC) onlara ilim vasıtaları elde etmeleri hususunda
7
“Mukarreb”: Đbadet ve ihlas gibi eylerle Cenab(I Hakk’a (CC) yakınla mı kimse..
8
Kasas Suresi Ayet 12.
9
Ahzab Suresi Ayet 4.
yardım eder. Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Eğer bir mü’min bir dağın
tepesinde olsa Allah ü Teala (CC) ona ilim öğreten bir âlimi yine de gönderir.”
Menfaat kazanma uğruna Salihlerin kelimelerini satma. Onların sözlerini konu ma.
Onlarla nefsine destek çıkma. Kusur gizli kalmaz. Kendi malından giy, çıplak kalma. Pamuğu
kendi ellerinle ek, kendi ellerinle sula, gayretinle büyüt. Sonra ondan kuma yap, onu dik ve
giy. Ba kasının malıyla, ba kasının elbisesiyle ımarma. Eğer ba kasının sözünü kullanır,
konu ur ve ba kasının sözüyle iddiaya kalkı ırsan, ariflerin kalpleri senden iğrenir. Fiilin
olmazsa sözün de olamaz. Đ in zahirinin amelle alakası vardır. Allah(ü Teala (CC) öyle
buyurmu tur: “Amelleriniz dolayısıyla cennete girin.”
10
Mümin heva ve hevesi ve malayani
ile konu arak melekleri yormaz. Onun kalbi Hakk’tan (CC) ha yet duyar. Ho onun azaları da
Hakk’tan (CC) ha yet duyar ya! Onun kalbinin dili konu amaz, aslında onda olan hiçbir dil
konu amaz. Onun kalbinin ate i Rabbinin (CC) heybeti kar ısında hafifler, dolayısıyla
azalarının ate i de zayıflar ve melekler rahat içerisinde kalır.
Ey oğul! Senin birbirinden ağır, akıbeti mü kül, pek çok günahın var; i in zor. Onlar
ister lehine ister aleyhine olsun; ölümü hatırlama duygusuyla uyan. Ölümünü unutman hiç de
senin hayrına değildir. Kıyl(u kali bırak, malayani ile uğra mayı terk et. Emelini kısalt.
Hırsını azalt. Yakında öleceksin. Belki de sen bu hal üzere iken ölümün gerçekle iverecek.
Buraya ayaklarınla geldin ama belki de bir cenaze olarak evine ta ınacaksın. Mü’min nefsini
hastalıklarından kurtarır, ifa bulur. Hastalık eziyeti vaki olduğunda nefsine der ki: “Sana
nasihat ettim, beni dinlemedin. Bundan seni sakındırmı tım ey cahil, ey kâfir, ey Allah’ın
(CC) dü manı!” Nefsini hesaba çekmeyen ve onunla mücadele etmeyen kimse felah bulamaz.
Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Kendi kendinin vaizi olmayan kimseye
ba kalarının vaaz ve nasihati fayda vermez.”
11
Felah isteyen kimse, nefsine vaaz u nasihatta bulunsun, onu zühde alı tırsın, onunla
mücahede etsin. Zühd, önce haramları, sonra üphelileri, daha sonra mubahları, en sonunda da
bütün hallerde mutlak helalleri terk etmektir. Böylece terk edilmemi hiçbir ey kalmamı
olur. Hakiki zühd, dünyayı ve ahireti terktir; ehvetleri ve zevkleri terktir; varlığı terktir; hali,
dereceyi, kerameti, makamı talep etmeyi terktir; kâinatın Rabbinin (CC) dı ında her eyi
terktir. Böylece, her eyin kendisinde son bulduğu Halık’tan (CC) ba ka hiçbir ey kalmaz ki,
10
Nahl Suresi Ayet 32.
11
Bak: Abdullah b. mübarek, kitabü’z(zühd, hadis no:1103, (Beyrut(tsz)
O (CC) bütün emellerin nihayetidir. Bütün i ler O’na (CC) döner. Konu macılardan kimisi
kalbiyle konu ur, kimisi sırrıyla konu ur ve kimisi de nefsiyle, hevasıyla ve eytanıyla
konu ur. Mü’minin adeti önce tefekkür etmek, sonra konu maktır. Münafık ise önce konu ur,
sonra dü ünür. Mü’minin lisanı aklının ve kalbinin ötesindedir. Münafığın lisanı ise aklından
ve kalbinden öndedir.
Allah’ım (CC)! Bizi mü’minlerden eyle. Münafıklardan eyleme. “Bize dünyada da,
ahirette de güzellik ver ve cehennem azabından bizi koru.” (Amin)
3.Sohbet RIZA TEVBE
Ey oğul! Kalp kitap ve sünnet ile amel i lerse “kurbiyet”
12
kazanır. Kurbiyet
kazanınca da neyin lehine, neyin aleyhine, neyin Allah (CC) için, neyin gayrısı için, neyin
hak, neyin batıl olduğunu bilir ve görür. Mü’min, nura sahip olunca onunla bakar. Cenab(ı
Hakk’a (CC) yakınlık kazanmı ve sadık olan bir mü’minin böyle bir nuru nasıl olmaz ki? Đ te
bunun içindir ki, Hz. Peygamber (SAV) mü’minin bu nazarından sakındırarak öyle
buyurmu tur: “Mü’minin ferasetinden sakının, zira o Allah’ın (CC) nuru ile bakar.”
13
Mukarreb arife de bir nur ihsan edilir. Arif de kendisine bah edilen bu nur ile Rabbine
(CC) olan kurbiyetini görür. Arif kalp cihetinden Rabbinin (CC) yakınlığını görür.
Meleklerin, nebilerin ruhlarını görür. Sıdıkların ruhlarını ve kalplerini görür. Onların hal ve
makamlarını seyreder. Bütün bunlar onun kalbinin derinliklerinde ve sırrının safasında olur. O
Rabbi (CC) ile ebedi bir ferahlık içerisindedir. O artık Rabbinde (CC) alan ve O’nun (CC)
halkına dağıtan bir vasıtadır. Bunlardan kimi vardır ki, hem “kalp” hem de “dil” (hitabet
kabiliyeti) alimidir. Kimi de vardır ki, yalnızca kalp alimidir, hitabet alimi değildir. Münafığa
gelince, onun hitabeti süslüdür ama kalp alimi değildir. Bütün ilmi dilindedir onun. Bundan
dolayı Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Ümmetim için en çok korktuğum 'ey, dili
bilgin münafıktır.”
14
Ey oğul! Benim yanıma geldiğinde ilmini ve nefsini görmeyi bir kenara dür. Yanıma
hiçbir ey sahibi olmadan, bir müflis olarak gir. Eğer benim yanıma ilmini ve nefsini görerek
gelirsen, i aret ettiğim bu “tasavvuf” i i senden perdelenir. Vah sana ki, bana buğzediyorsun;
hâlbuki ben sadece gerçeği söylüyorum ve hakikati dile getiriyorum. Bana ancak Allah’ı (CC)
bilmeyen, sözü çok, ameli az cahil buğzeder ve benden cahil kalır. Buna kar ılık, Allah’ı (CC)
bilen, ameli çok, sözü az kimseler beni sever. Eğer bana muhabbet edersen, bunun menfaati
sana döner. Bana buğzedersen bunun zararı da yine sana döner. Ben halkın övmesi veya
yermesi ile ayakta duran birisi değilim. Yeryüzü üzerinde ne bir insan, ne de bir cin, hiç kimse
yoktur ki, ben ondan korkayım, bir ey umayım; ne bir hayvan, ne bir ha ere ve ne de
mahlûkattan herhangi birisi… Ben sadece Hakk’tan (CC) korkarım. Ne zaman aciz kalsam
12
“Kurbiyet” : Đbadet ve ihlas gibi eylerle Cenab(I Hakk’a (CC) yakınlık kesbetmek.
13
Tirmizi, es(sünen; “Tefsir” hadis no: 3133, (Medie tsz)
14
Ahmed b. hanbel, el(Müsned, I/22, (Đstanbul(1992)
“havfım” (korkum) artar. Zira O (CC) “Đstediğini yapandır”
15
“O (CC) yaptığından
sorumlu tutulmaz, bilakis onlar (insanlar) sorumludur.”
16
Ey oğul! Kalp elbisen kirli iken kalbinin üzerindeki elbiseyi temizlemekle uğra ma,
pis kalbinin üzerindeki elbiseyi bırak, önce kalbini sonra elbiseni temizle. Đki tarafı yıkamayı,
temizlemeyi birle tir. Elbiseni pislikten, kalbini de günahlardan temizle. Hiçbir eye aldırma,
zira Rabbin (CC) “istediğini yapan”dır. Bununla ilgili Salih bir zattan öyle rivayet edilmi tir:
O bir gün sırf Allah’ın (CC) rızası için karde lik yaptığı birini ziyaret eder ve öyle der: “Ey
karde im! Yakla , ta ki, Allah’ın (CC) bizim hakkımızdaki ilmine (hükmüne) ağlayalım!” Bu
Salih kulun sözü ne kadar da ho ! O arif(billahtır. O Hz. Peygamber’in (SAV) u sözünü
i itmi tir: “Sizden biriniz cennet ehlinin amelini i'ler; ta ki, onunla cennet arasında bir ar'ın
mesafe kalır…”
17
Ey oğul! Eğer bütün kalbin ve himmetinle O’na (CC) döner ve O’nun (CC) rahmet
kapısına yapı ırsan, kendin ile ehvetler arasına demirden bir set çekersen, kabri ve ölümü ba
ve kalp gözünün önüne dikersen, Hakk’ın (CC) seni gördüğü, senin her yaptığını bildiği ve
senin yanında olduğu uurunu gözetirsen, fakr ile yetinir, iflasa razı olur, hudud içerisindeki
aza kanaat edersen –ki bu, emirlere sarılmak ve nehiylerden kaçınmanın ta kendisidir( ve
kaderin getirdiğine sabredersen Allah’ın senin hakkındaki hükmü senin için ayan beyan olur.
Bu hal üzere devam edersen kalbin Rabbin (CC) ile mülaki olur. Sırrın O’nun (CC) katına
girer. Đ te o zaman e ya sana ke folunur. Gözün gözünü görürsün. Emirü’l(mü’minin Ali b.
Ebi Talib’in (KV) dediği gibi olursun: “Perde kaldırılsaydı dahi yakinim artmazdı.” Yine,
O’na (KV) derler ki: “Rabbini (CC) gördün mü?” öyle cevap verir: “Görmediğim Rabbe
(CC) kulluk etmem!”
Salih bir zata: “Rabbini (CC) gördün mü?” diye soruldu. Dedi ki: “Eğer O’nu (CC)
görmeseydim mekânımı paramparça ederdim.” Birisi: “Nasıl görürsün?” diye sorarsa derim
ki: “Halk kulun kalbinden çıkar ve orada Hakk’tan ba ka bir ey kalmazsa, i te o zaman O’nu
(CC) dilediği gibi görür, dilediği gibi O’na (CC) yakınla ır. Diğerlerine zahiren gösterildiği
gibi, O’na da “batınen” (iç aleminde) gösterilir. Tıpkı Peygamberimiz Hz. Muhammed’e
(SAV) Miraç Gecesi’nde gösterildiği gibi, bu kul da, O’nu (CC) rüyasında görür, O’na (CC)
yakınla ır, O’nunla (CC) konu ur. Onun kalbi ise yakaza halinde O’nun (CC) tarafına cezb
15
Büruc Suresi Ayet 16.
16
Enbiya Suresi Ayet 23.
17
Müslim, es(Sahih, “keyfiyyetü’l(halk” hadis no: 2643, (Mısır, tsz)
edilir; vücut gözlerini kapattığında kalp gözleri ile tıpkı zahirde olduğu gibi Hakk’ı (CC)
görür. Cenab(ı Hakk (CC) ona ba ka bir mana (meleke) daha verir, o da onunla O’nu (CC)
görür. O’nun (CC) sıfatlarını görür. O’nun (CC) “kerametlerini” (ikramlarını), fazlını,
ihsanını ve zaferini görür. O’nun (CC) iyiliğini ve desteğini görür. Hakk’a (CC) ubudiyeti,
mabudiyeti, marifetullahı gerçekle tiren kimse “bana görün(görünme, bana ver(verme” gibi
laflar etmez. Fani ve müstağrak olur. Bu makama ula an bir zat öyle der idi: “Bana senden
gelen her ey kabul!” onun en güzel sözü ise udur: “Ben O’nun (CC) kölesiyim; kölenin ise
efendisine kar ı ihtiyarı ve iradesi olmaz!.”
Adamın biri bir köle satın aldı. Bu köle din ve salah sahibi idi. Ona: “Ne yemek
istersin?” dedi. “Bana yedirdiğini” diye cevap verdi. “Ne giymek istersin?” diye sordu. “Bana
giydirdiğini” diye cevap verdi. “Nerede oturmak istersin?” dedi. “Senin beni oturttuğun
yerde” diye cevap verdi. “Neyle uğra mayı seversin?” diye sordu. “Bana neyi emredersen”
diye cevap verdi. Adam ağlamaya ba ladı ve öyle dedi: “Müjdeler olsun bana! Ne dersin?
Ke ke senin benimle olduğun gibi bende kendi sahibim (Rabbim) (CC) ile olabilseydim.”
Köle öyle kar ılık verdi: “Efendim! Kölenin efendisinin iradesi kar ısında iradesi ve ihtiyarı
olur mu?” Adam dedi ki: “Sen Allah (CC) rızası için hürsün. Fakat senin benimle beraber
kalmanı isterim ki, canımla ve malımla sana hizmet edeyim.” Arif olanın iradesi ve ihtiyarı
kalmaz. O “Senden gelen her ey ho tur” der. Ne kendi i lerinde, ne de ba kalarının i lerinde
ona zahmet vermez.
Beni dinleyin, ey itirazcılar, çeki6meciler! Beni dinleyin ey kötü edepliler! Ben
peygamberlerin huzurunda bir münadiyim, onların tabilerinden ve aracılarından biriyim. Ben
önce Kitap ve Sünnete göre sonra da kalbime göre hüküm veririm. Mukarreb bir kalbe sahip
olan kimseye benim söylediklerim gizli kalmaz. Allah’ın (CC) kullarından, halka kar ı zahid
olan, Kur’an tilaveti ve Resulullah’ın (SAV) sözlerini dinleyerek ünsiyet bulan çok az kimse
vardır. Ho , onlar Hakk (CC) ile ünsiyet, kurbiyet kesbetmi bir “kalp” de sahibidirler. Kendi
nefislerini de, ba kalarınınkini de bu kalp ile görürler. Onların kalpleri sağlamdır. Sizin hiçbir
eyiniz onlara gizli kalmaz. Onlar sizin batınlarınız hakkında konu ur, evlerinizde olanı
sizlere haber verirler.
Yazık sana! Akıllı ol! Cehaletinle sufilerle yarı ma. Kitaplardan bir eyler öğrenir
öğrenmez, hemen kürsüye çıkıp insanlara konu uyorsun; oysa elin ve elbisen kapkara! Bu
“i ” (tasavvuf) zahiri ve Batıni hükümlere birlikte riayet etmeyi ve sonra da her eyden fani
olmayı gerektirir.
Ey kendileri hakkında murad edilenden gafil olanlar! Kıyamet anını dü ünün! Özel
kıyameti dü ünün! Büyük kıyameti dü ünün! Özel kıyamet sizden birisinin ölmesidir. Büyük
kıyamet ise Allah(ü Teala’nın (CC) vaat ettiği kıyamettir. Allah(ü Teala’nın (CC) u
buyruğunu dü ünüp hatırlayın: “O gün muttakileri vefd olarak Rahman’ın (CC)
huzurunda ha6rederiz. Mücrimleri ise vird olarak cehenneme sevkederiz.”
18
“Vefd”
cemaat demektir. “Vird” ise susuz demektir. Muttakiler ha redilirler; mücrimler sevkedilirler.
Allah(ü Teala (CC) o günü dünya hayatında iken dü ünmü olan kuluna acır da, muttakiler
arasına katar ve onlar arasında ha reder.
Ey takvayı terk edenler! Kıyamet günü muttakiler Rahman’ın (CC) huzurunda
ha redilirler; onların etrafında melekler olur. Amelleri suret kazanır da, onlar o güzide
amellere binerler. Onların asaleti, güzelliği, önderi o gün amelleri olur. Amellerin sureti
vardır; kiminin güzeldir, kiminin çirkindir. Takvanın anahtarı tevbedir. Tevbede sebatkar
olmak ise Allah(ü Teala’ya (CC) yakınlığın anahtarıdır. Her asli ve fer’i hayrın anahtarı
tevbedir. Bu sebepledir ki, Salihler hiçbir hallerinde tevbeden müstağni durmazlar.
Ey günahkarlar, ey isyankarlar! Tevbe ediniz. Rabbinizle (CC) kendi aranızda
tevbe vasıtasıyla barı imzalayın. Bu kalp, içinde dünyadan, ahiretten, halktan zerrece bir ey
kaldığı müddetçe salah bulamaz, düzelemez. Eğer O’nun (CC) sohbetine, yakınlığına ula mak
istiyorsanız, dünyayı da, ahireti de kalbinizden çıkarın. Bu size zarar veremez. Eğer vuslatı
gerçekle tirirseniz, siz O’nun (CC) kapısında olduğunuz halde, O (CC) size dünyayı da, halkı
da verir. Bu tecrübe edilmi bir eydir. Dünyaya zahid olanlar, veda edenler ve onu terk etmi
olanlar bunu tecrübe etmi lerdir.
Ey oğul! Namazında, orucunda, haccında, zekâtında ve bütün fiillerinde Allah (CC)
rızası için ihlaslı ol. O’na (CC) sığın, senden öncekilerin yaptığı gibi sen de O’ndan (CC)
yardım iste. Ameli güzelle tir. Sonra Rabbine (CC) kar ı zannını hüsn(i zan ile güzelle tir.
O’na (CC) itaat et. Eğer O’na (CC) kar ı, peygamberlerine kar ı, Salih kullarına kar ı hüsn(i
zan beslersen, O da (CC) sana nice güzel eyler ihsan eder i te bol hayır bundadır.
Hayıf sana! “Sufi” (dupduru) olduğunu iddia ediyorsun, ama senin her tarafın
bulanık. Oysa sufi batınını ve zahirini Allah’ın (CC) Kitabına ve Resulünün sünnetine uymak
18
Meryem Suresi Ayet 85(86
yoluyla tertemiz arıtandır. O, safiyeti artarsa, vücut denizinden çıkar, iradesini, dileğini,
ihtiyarını terk eder. Resulullah (SAV), kalbini temizleyen kimse ile Rabbi (CC) arasında sefir
(elçi) olur. Hayrın esası, sözde ve fiilde Hz. Peygamber’e (SAV) uymaktır.
Bir kulun kalbi ne zaman saf, tertemiz olursa, o zaman Hz. Peygamber’i (SAV)
rüyasında görür; ona bir eyler emreder, onu bir eylerden nehyeder. Onun her eyi “kalp”
olur, niyetiyle ba ba a kalır. O, aleni olmayan bir “sır” ve bulanıklığı olmayan bir “safa”
olur. Her eyi kalpten çıkarmak dağların direklerini söküp atmak gibidir; mücahede
vasıtalarını, tuzaklara ve ba a gelen afetlere sabretmeyi gerektirir. Nasibiniz olmayan eye
dua etmeyin.
Müjdeler olsun sizlere ki, beyazlıktaki bu siyahlığı bildiniz ve Müslüman oldunuz.
Müjdeler olsun sizlere ki, kıyamet günü Müslümanlar arasında olacaksınız, kâfirler
güruhunda olmayacaksınız. Müjdeler olsun bize ki, cennet toprağında, ya da onun hemen
kapısında oturuyoruz; cehennemliklerden değiliz.
Tevazulu olun, kibirlenmeyin. Tevazu yüceltir, kibir alçaltır. Hz. Peygamber (SAV)
öyle buyurmu tur: “kim ki, Allah (CC) için tevazu sahibi olursa, Allah (CC) onu yüceltir.”
19
Allah(ü Teala’nın (CC), dağlar kadar hayır i leyen kulları vardır. Bunlar Allah (CC) için
tevazu gösterirler ve öyle derler: “Bizi cennete amellerimiz sokmaz; biz cennete ancak
Allah’ın (CC) rahmeti sayesinde gireriz. Eğer cennete giremezsek de, bu ancak O’nun (CC)
adaletin gereğidir.” Onlar bu ekilde, iflas ve yokluk hali üzerinde olmayı elden bırakmazlar.
Tevbe edin. Acziyetinizi ve kusurlarınızı itiraf edin. Tevbe Hakk’ın (CC), yeryüzünü
öldükten sonra suyla tekrar dirilttiği “hayat” sıfatıdır. Hak, kalpleri, öldükten sonra tekrar
tevbe ve uyanıklık ile diriltir. Ey isyankârlar! Tevbe edin; Rabbinizin (CC) rahmetinden
ümit kesmeyin. O’nun (CC) merhametinden ümitsizliğe kapılmayın. Ey ölü kalpliler!
Rabbinizi (CC) zikretmeye, O’nun (CC) kitabını okumaya, Nebisinin (SAV) sünnetine
uymaya devam edin ve zikir meclislerinde bulunmaya devam edin. O zaman yağmurun gelip
ölü toprağı dirilttiği gibi, sizin kalpleriniz de dirilecektir. Zikre devam etmek dünya ve
ahirette hayrın sürekliliğine vesiledir.
Allah’ım (CC)! Bizi, Seni razı eden ve bizden razı olacağın eye muvaffak kıl! Ey
alemlerin Rabbi (CC)! Bize dünyada da, ahirette de güzellik ver ve cehennem azabından
bizi koru.”
19
Bak: Acluni, Ke fü’l(hafa, II/216 (no:2443)
4.Sohbet ARĐFLERĐN UYKUSU
Kalp düzelince, sağlamla ınca onda zikir dâimî olur; onun etrâfına ve her tarafına zikir
yazılır. Böylesi bir kalbin sâhibinin gözleri uyuyabilir, ama onun kalbi Rabbini (CC) zikreder.
Bu hal o mü’mine peygamberi Muhammed’den (SAV) mîras kalmı tır.
Sâlih zatlardan birisinin bir tesbihi var idi. Bâzı geceler o tesbih elinde olduğu halde
uyur, sonra uyandığında kendisi döndürmediği halde tesbih elinde dönüyor ve dili Rabbini
(CC) tesbîh ediyor olurdu.
Sûfîler, uyku üzerlerine ağır basınca Peygamberlerinin (SAV) sünneti gereği uyurlar.
Bâzı sûfîler ise gecenin bir kısmını özellikle uyuyarak geçirirler. Böylece, hem seher vaktini
ibâdetle geçirmek için o uykudan istifâde etmi , hem de nefislerinin hakkını ödemi olurlar;
nefis de ikâyette bulunmaz ve eziyet vermez. Sâlihlerden kimileri de vardır ki, onlar bâzı
geceler hiç de ihtiyaçları olmadığı halde uykularını getirmeye çalı ırlar ve uyku için
hazırlanırlar. Bu durum kendilerine sorulduğunda: “Kalbim uykuda Rabbimi (CC) görüyor”
derler. Doğru da söylerler. Zîrâ sâdık rüyâ Allah’tan (CC) bir vahiydir. Sâlihin göz aydınlığı
uykusundadır.
Hakk’ın (CC) yakınlığını kazanmı olan ki i için özel melekler olur. O melekler ona
vekillik ederler. Her zaman onu korurlar. O uyuduğu zaman onun yanıba ında, ayaklarının
ucunda otururlar. Önünden ve arkasından onu muhâfaza ederler. <eytan ona yakla maya
cesâret bile edemez. O, Allah(ü Teâlâ’nın (CC) muhâfazası içinde uyur, O’nun (CC)
muhâfazası içinde uyanır, O’nun (CC) muhâfazası içinde yürür, oturur.
Allah’ım (CC)! Bizi her hâlimizde muhâfazan altına al. “Bize dünyâda da, âhirette de
güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
5.Sohbet SAFA HELAL LOKMA SABIR
Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Mâlâyânîyi terketmesi ki'inin Đslâm’ının
güzelliğindendir.”
20
Đslâm’ı güzel olan kimse kendisini ilgilendiren eye yönelir; mâlâyânîden,
kendisini ilgilendirmeyen eylerden yüzçevirir. Mâlâyânî ile i tigal etmek aptalların ve
hayâlperestlerin i idir. Mevlâ’sının (CC) emrettiğini yapmayıp, O’nun (CC) emretmedikleri
ile me gul olan kimse, O’nun (CC) rızâsından da mahrum kalır. Bu durum, mahrûmiyetin,
büyük günahkârlığın, tardedilmi liğin ta kendisidir. Yazık sana! Emre sarıl, nehiyden kaçın.
Âfetlere kar ı sağlam dur, sonra da nefsini, “niçinsiz” ve “nasılsız” bir ekilde kaderin ellerine
bırak. Allah(ü Teâlâ’nın (CC) sana senin hakkındaki ilmi ile bakı ı senin cehlinle kendine
bakı ından çok daha hayırlıdır. O’nun (CC) verdiğine kanaatkâr ol. O’na (CC) ükretmeye
çalı . O’ndan (CC) daha fazlasını isteme. Sen neyin daha hayırlı olduğunu bilemezsin.
Đtaatkâr zâhidlerin kalpleri için zühd bir rahatlıktır. Zühdün ağırlığı bünyede, mârifetin
ağırlığı kalpte, kurbiyetin ağırlığı ise sırda olur. Zâhid ol, kanaatkâr ol, ükret. Rabbinden
(CC) râzı ol, nefsinden râzı olma. Rabbine (CC) kar ı zannını güzelle tir, nefsine kar ı sû(i
zan besle. <ehvetleri terket. <ehvetleri terk kalp için ifa ve safâdır. Helâle açlık duymak kalbi
köreltir; artık, haramların durumunu sen dü ün! Bu sebeple Hz. Peygamber (SAV) öyle
buyurmu tur: “Perhiz devânın ba'ıdır, oburluk ise bütün dertlerin ba'ıdır. Bedeninizi dengeli
olmaya alı'tırın”
21
Hz. Peygamber (SAV) “beden ilmi”ni bu üç cümlede toplamı tır. Oburluk
zekâ keskinliğini, hikmet kandilini ve velâyet nûrunu söndürür. Dünyâ ve halk ile birlikte
olduğun müddetçe perhiz gerekir. Çünkü sen hastânedesin. Hakk’a (CC) vâsıl olduğunda i in
O’na (CC) âit olur. Senin i lerini O (CC) üstlenir, yürütür; çünkü sen kendinden
uzakla mı sındır artık. O (CC), senin i lerini niçin üstlenmesin ki, sen O’nunla (CC) sulh
etmi sin, O’na (CC) teslim olmu sun! Allah(ü Teâlâ (CC) öyle buyurmu tur: “Benim velîm
kitâbı indiren Allah’tır (CC); o sâlihlerin “velî”sidir (onların i6lerini üzerine alır).”
22
Ey oğul! Kaderin gelmesinden rahatsız olma; onu kimse geri döndüremez, kimse ona
engel olamaz. Takdir olunan ey gerçekle ir; râzı olan olsun, kızan da kızsın. Dünyâ ile
me gûliyetin ancak ve ancak sâlih bir niyet üzere olsun, aksi halde kesinlikle büyük günah
i leyenlerden olursun. Bütün i lerinde öyle de: Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l aliyyi’l
azîm.
23
Vaktinin bir kısmını dünyâya, bir kısmını âhirete, bir kısmını nefsine, bir kısmını
ailene, geri kalan zamânını da Rabbine (CC) ayır. Önce kalp temizliği ile uğra –ki, bu
20
Tirmizî, es Sünen, “Zühd” hadîs no: 2433.
21
Đbn Receb el(Hanbelî, Câmiu’l ulûm, I/426, (Beyrut(1408).
22
A’râf S. A.196
23
Güç ve kuvvet ancak ve ancak Yüce ve azîm olan Allâhü Teâlâ’dandır (CC).
farzdır( sonra mârifete yönel. Esâsı kaybedersen, teferruattan me gul olduğun ey kabul
edilmez. Kalp necâseti dururken beden temizliğinin sana ne faydası olabilir? Bedenini
Sünnet’e uymak, kalbini de Ku’ân’la amel etmek sûretiyle tertemiz yap. Kalbini koru ki,
bedenin de korunsun. Her kap içindekini sızdırır. Senin kalbinde ne varsa, bedeninden o sızar.
Tevâzu sâhibi ol! Tevâzu sâhibi olduğun müddetçe tertemiz olursun, büyürsün,
yücelirsin. Tevâzu göstermezsen sen Allah’ın (CC), Resûlünün (SAV), enbiyâsının,
evliyâsının O’nun (CC) hükmünün, ilminin, kaderinin, kudretinin, dünyâ ve âhiretin câhilisin,
onları bilmiyorsun demektir. Ne kadar çok dinliyor ama akletmiyorsun! Aklediyor ama amel
etmiyorsun! Amel ediyor ama ihlaslı olmuyorsun. Ha varlığın, ha yokluğun! Huzûruma
geliyorsun ama benim sözlerimle amel etmiyorsun; o halde bana niçin geliyorsun? Buradaki
insanları sıkı tırmaktan ba ka bir i e yaramıyorsun. Git dükkânında oturmaya, harap evinde
oturmaya devam et. Buraya bir eğlence olsun diye mi geliyorsun? Sanki sağır gibi
dinliyorsun. Ey mal sâhibi! Malını unut, yakla ve fukarâ arasında otur! Ey soy sop sâhibi!
Soyu sopu unut ve yakla . Gerçek nesep takvâ nesebidir. Hz. Peygamber’e (SAV): “Yâ
Muhammed (SAV)! Senin ailen kimdir?” diye soruldu. O (SAV) öyle buyurdu: “Her müttakî
benim âilemdendir.”
24
Bana soy sop üstünlüğü ile gelme. Bilakis tavkâ üstünlüğü ile gel.
Akıllı ol! Elinde ne var? Dikkat et! Allah (CC) katında soy sop i e yaramaz. Aksine orada
takvâ üstünlüğü i görür. Allah(ü Teâlâ (CC) öyle buyurmu tur: “Sizin Allah (CC) katında
en değerliniz en müttakî olanınızdır.”
25
Ey çocuk! Ey genç! Ey ya lı! Ey mürîd! Lokmanı
haramdan temizlemediğin müddetçe sende hayır olmaz.
Sizin çoğunuz, hattâ neredeyse hepiniz üpheli veyâ açık haram lokmalar yiyorsunuz.
Haram lokma yiyenin kalbi siyahla ır. <üpheli lokma yiyenin kalbi kirlenir. Nefisleriniz, hevâ
ve hevesleriniz size haram yemeyi önemsiz gösteriyor. Nefis ve hevâ ehvetleri arzulamada
iki ortaktırlar; onları elde etmede gözlerini budaktan sakınmazlar. Nefsin senden güzel güzel
buğday ekmekleri isterse, sen ona o güzel ekmeklere rağbet etmesinden emin oluncaya kadar
arpa ekmeği yedirmeye devam et. Eğer nefis yediğinde(içtiğinde vera sâhibi olmazsa, yâni
tavuk gibi çöplükte otlarsa, temiz eyler de yer, pis eyler de yer. Tavuk veyâ tavuk yumurtası
yemek isteyen onu önce hapsetsin ve ona güzel eyler yedirsin, ondan sonra onu veyâ
yumurtasını yesin. Nefsini pis, haram ve üpheli eyler yemeye kar ı hapset, sonra da onun
helâle hevâ ve heves ile yakla masını önle.
24
Taberânî, el Mu’cemü’l evsat, III/338, (Kâhire(1415).
25
Hucurât S. A.13.
Sizden birinize: “<u andaki hâlin ve amelin üzerine ölmek ister misin?” diye sorulsa,
“Hayır!” cevâbını verecektir. Fakat ona: “Tevbe et ve amellerini güzelle tir” denilse cevâbı:
“Allah (CC) beni muvaffak ederse yaparım” olacaktır. Tevbeye gelince kaderi delil getiriyor
da, ehvet ve arzularında getirmiyor! Bu “yapacağım”, “edeceğim”, “evet”, “hayır” içerisinde
güzel(!) ve rahat(!) bir hayat sürerken ölüm gelip onun boğazına çöktüğünde onu bu
saltanatından koparıp, dükkanından, kazancından çekip alacak; ölüm ona âniden gelecek;
oysa onun vasiyeti hazır değil; hesâbı kitâbı tutulmamı ; uzun uzun emelleri var!
<urası doğrudur ki, sâlihler ümran yerleri bırakıp harap yerlere kaçtılar; ferahlarını
bıraktılar, hüzünlerini devam ettirdiler. Allah(ü Teâlâ’yı (CC) bilen kimsenin hüznü ve havfi
çoğalır. O O’nunla (CC) konu ur, O’nunla (CC) me gul olur; ne halktan hiç kimsenin sesini
i itmek, ne de bir kimseyle kar ıla mak ister. E inden dostundan, malından mülkünden
kurtulmayı arzular. Hisselerini ba kalarına dağıtmak ister. Huyunun, karakterinin mülkün
sâhibi olan Hâlık’ı (CC) için deği mesini temennî eder. Ne var ki, her ne zaman bütün
bunlardan kurtulmak istese “hüküm” (kader) onu engeller. Ona, Hakk’ın (CC) ilminin ve
kazâsının mühürlediği eyi getirir. Bunun üzerine o da gecesini gündüzünü gözetler,
dünyâdan vazgeçerek Rabbine (CC) döner. Üzerinde mârifetullah hâkim olur; zâhiren ve
bâtınen o mârifetullâhı korumaya, gözetlemeye bakar.
Feth el(Mavsılî (v. 320/933) Rabbine (CC) münâcâtında hep öyle dermi : “Đlâhî
(CC)! Ne zamâna kadar beni dünyâda bırakacaksın ve hapsedeceksin! Ne zaman beni kendine
nakledeceksin! Artık dünyâdan da, halktan da rahata kavu ayım!” Senin durumun Nûh
(AS)’ın oğluna öyle demesine benziyor: “Oğulcuğum, bizimle berâber gemiye bin.” “Ben
dağa sığınırım, o beni sudan selden korur!”
26
Vâiz sana der ki: “Gel, bizimle birlikte
kurtulu gemisine bin!” Sen de dersin ki: “Ben dağa sığınırım, o beni selden korur!” Dağ
dediğin senin uzun emellerin, dünyâ hırsından ba ka bir ey değil. Yakın bir zamanda ölüm
meleği sana gelir ve seni o dağında suya gömer.
Ey Allah’ın kulları! Beni kabul edin. Cehil evlerinizden çıkın. Din duvarlarınızı
temel üzerine kurmamı sınız. Temel üzerinde olmayan duvarın yıkılacağını bilirsiniz; o halde
bu duvarın bir kere daha yıkılması arttır. Kalplerinizde dünyâ var. Kalplerinizde günahlar
var. Benim yanımda yer tutun, ben sizi temizleyeyim, tertemiz yapayım ve size erbetler
sunayım. Vera, takvâ
27
, zühd, îman, mârifet, ilim ile, her eyi unutturarak, ve her eyden fânî
26
Hûd S. A.42.
27
“Takvâ”: Đbâdetlere sıkı sıkıya bağlı olmak, Allâhü Teâlâ’nın (CC) emirlerini yerine getirmek ve
nehiylerinden kaçınmak konusunda sıkı davranmak demektir. Bununla bağlantılı olan “Vera” kavramını da:
ederek sizin susuzluğunuzu gidereyim, sizi suya kandırayım. Ancak o zaman size
Rabbinizden (CC) vücut gelir. O’na (CC) yakınla ır ve O’nu (CC) zikredersiniz. Böyle olan
kimse halk için bir güne , bir ay mesâbesindedir. Onlara rehber olur. Onların elinden tutar,
onları dünyâ sâhilinden atlatır, âhiret sâhiline ula tırır. Hz. Peygamber (SAV) öyle
buyurmu tur: “Her sanatta o i'in ustasından yardım isteyin.”
28
Yazık sana! Kendi görü üne güvenip, “Fakihlerin, âlimlerin yanında ne yapayım?”
diyorsun. Sâdece mal kazanmak, yemek, içmek ve nikahlanmak için yaratıldığını
zannediyorsun! Tevbe et ve ölüm sana gelip seni bu erli amelinin üzerinde bulmadan önce
dön. Hepiniz emir, nehiy ve kaderin getirdiğine sabretmekle sorumlusunuz. Halkın ve
kom uların eziyetlerine sabredin. Zîrâ sabırda çok hayır vardır. Sabırla yükümlüsünüz,
kendinizden ve aile efrâdınızdan sorumlusunuz. Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur:
“Hepiniz çobansınız ve güttüğünüzden sorumlusunuz!”
29
Kaderle gelen emre sabredin ki, “ akâvet” (mahrumluk) nîmete dönü sün. Sabır
hayrın temelidir. Melekler belâya uğradılar; sabrettiler. Peygamberlerin (AS) ba ına belâlar
geldi; sabrettiler. Sâlih kullar belâya uğradılar; sabrettiler. Siz de onların izlerini tâkip edin ve
onlar gibi sabredin.
Kalp sağlam olursa, kendisine muhâlefet edene de, muvâfakat edene de, övene de,
zemmedene de, verene de, mâni olana da, yakınla ana da, uzakla ana da, kabul edene de,
reddedene de aldırmaz. Çünkü sağlam bir kalp tevhîd, tevekkül, yakîn, tevfîk, ilim, îman ve
kurbiyet dolar. Halkın âciz, zavallı ve fakir olduğunu görür. Buna kar ılık onların ne
büyüğüne, ne de küçüğüne kar ı tekebbür eder. Kâfirlerle, münâfıklarla ve isyankârlarla
kar ıla tığında vah î hayvanlar gibidir; sâlih, müttakî ve vera sâhibi kimseleri gördüğünde de
tevâzu gösterir. Tıpkı Allah(ü Teâlâ’nın (CC) Kur’ân’da bu vasıftaki insanları zikrettiği u
âyetteki gibi: “Kâfirlere kar6ı sert, kendi aralarında ise merhametli.”
30
Bu kul bu ekilde
sapasağlam olursa, halkın akledebileceğinin ötesinde olur. O u âyet tarafından zuhur eder:
“O (CC) sizin bilmediğinizi yaratır.”
31
“Yemek, içmek, oturmak, kalkmak, konu mak gibi gündelik hayâtın teferruâtıyla ilgili hususlarda dînî hassâsiyet
göstermek” eklinde açıklayabiliriz.
28
Bak.: Aclûnî, Ke'fü’l hafâ, I/108 (no: 340).
29
Buhârî, es Sahîh, “Cum’a” hadîs no: 853, (Sûriye(tsz). Bu hadîs Türkçe’ye her ne kadar böyle tercüme edilmi
ve bu tercümesiyle öhret bulmu olsa da, ünlü mutasavvıf Muhâsibî’nin bu hadîsin anlamı ile ilgili açıklamaları
oldukça önemli görünmektedir O, bu hadîste geçen “riâyet” kavramına dikkat çeker ve bu hadîsin çobanlıktan
ziyâde Allâh’ın (CC) hükümlerini gözetmek anlamında anla ılması gerektiğini vurgular. (Bk.: Muhâsibî, er
Riâaye li hukûkıllâh, Beyrut(tsz., dördüncü baskı, s. 32 vd.)
30
Feth S. A.29
31
Nahl S. A.8.
Đ te bütün bunlar tevhîdin, ihlâsın ve sabrın meyveleridir. Hz. Peygamber (SAV) sabır
ve sebat gösterince yedinci kat göğe yükselmi , orada Rabbini (CC) görmü ve O’na (CC)
yapyakın olmu tur. Bu binâ, onun için ancak sabır temellerini sağlamla tırdıktan sonra
mümkün olmu tur. Hayrın tamâmı sabrın ayakları altındadır. Bundan dolayıdır ki, Allah(ü
Teâlâ (CC) u âyeti tekitli ve tekrarlı bir ekilde inzal buyurmu tur: “Yâ eyyühellezîne
âmenu’sbirû ve sâbirû ve râbitû vettekullâhe leallekküm tüflihûn.”
32
Allah’ım (CC)! Bizi söz ve fiil olarak, halvet veyâ celvet hâlinde, eklen ve mânâ
olarak, bütün ahvâlimizde sabredenlerden ve sabredenlere uyanlardan eyle. “Bize dünyada
da ahirette de güzellik ver ve cehennem azabından bizi koru.”
32
Âl(i Đmrân S. A.200, (Ey îman edenler! Sabredin, sebat edin, kenetlenin, Allâh’a (CC) kar6ı tavkâ sâhibi
olun ki, kurtulu6a eresiniz).
6.Sohbet ZÜHD ÇĐLE
Mürîd tevbesinin gölgesinde, murâd ise Rabbinin (CC) inâyetinin gölgesinde kâimdir.
Mürîd yürüyerek gider, murâd ise uçarak gider. Mürîd kapının önündedir; murâd ise kapının
ötesinde, Rabbine (CC) yakınlık mahzenindedir. Mürîd ameline gayretle devam ederse murâd
olur. Kurbiyet, öyle hayâlî, bo amellerle olmaz. Biz meseleyi genel durum üzerine açıkladık,
istisnâlardan bahsetmedik. Mûsâ (AS) ne zaman kurbiyete ula tı? <iddetli acılara,
mücâhedelere katlandıktan sonra değil mi? Firavun’un ülkesinden kaçtı, sıkıntılara katlandı,
senelerce koyun güttü… bunlardan sonra gördüğünü gördü… Nice nice sonra Cenâb(ı
Hakk’ın (CC) kurbiyetine mazhar oldu.
Açlığa, susuzluğa ve gurbete katlanınca cevheri ortaya çıktı ve <uayb (AS)’ın
kızlarına kar ı onun içindeki merhamet bilinince hayır ona “e ” oldu; <uayb (AS)’ın kızıyla
evlendi. Oysa Mûsâ (AS) onların koyunlarının hizmetinde idi, çünkü aç idi. Onların
koyunlarını suladıktan sonra utanarak ağacın altına gitti. Utancı onu yaptığı i e kar ılık bir
ücret istemekten alıkoydu. Kader onun önüne set çekti, utancı onun gözünü açtı. Hakk’ın
(CC) nazarı onu sapasağlam yaptı da, hâlini Rabbine (CC) u ekilde açmasına vesîle oldu:
“Rabbim (CC)! Ben üzerime indireceğin hayrın her zerresine muhtâcım.”
33
Đ te o bu hal
içinde iken <uayb (AS)’ın kızı O’nun (AS) yanına geldi. Onu babasına götürdü. O (AS),
Mûsâ’nın (AS) hâlini hatırını sordu. O da (AS) hikâyesini, ba ından geçenleri bir bir anlattı.
<uayb (AS) dedi ki: “Korkma, zâlim bir topluluktan kurtuldun.”
34
Sonra kızını onunla
evlendirdi. Koyunlarını gütmesi için onu çoban tuttu. Hz. Musa (AS), Firavun’un mülkünü de,
onun yanındaki ımarık hâlini de unuttu gitti; çobanlık hırkasını giydi. Gece gündüz
koyunlarla berâber oldu. Kıraç topraklarda otlayıp, konu mayan hayvanlarla birlikte oturdu!
Zühdü ve halktan halvet içinde olmayı öğrendi. Kalbini onlardan temizledi. Đ ini, hâlini
böylece senelerce sağlamla tırdı. Kalbinden Firavun’un mülkü gitti. Dünyâ her eyiyle onun
“sırrından” (iç dünyâsından) çekilip kayboldu.
Zamânı gelince verdiği ahidden zâhiren serbest kaldı; geriye sâdece, Allah’a (CC)
verilen ahid ve onun Mûsâ (AS)’ın kalbi ve sırrı üzerindeki hakkı kaldı. <uayb (AS) ile
vedâla tıktan sonra e ini yanına aldı. <ehirden üç fersah uzakla mı tı ki, ak am oldu. E i
hâmile idi. Doğum sancısı tuttu. Mûsâ (AS)’dan aydınlanabileceği, ı ık veren bir ey istedi.
Mûsâ (AS) çakmak ta ını çakmaya ba ladı, sonuç alamadı. Gecenin karanlığı iyice bastırdı.
Hiçbir yönü göremez oldu. Koca dünya ona dar geldi. Yolda tek ba ına, garip kaldı, ne tarafa
33
Kasas S. A.24.
34
Kasas S. A.25.
gideceğini bilemedi. E i de o acı ve ızdırap içerisinde idi. Yüksek bir yere çıktı, çaresizce,
sağa sola, öne arkaya bakmaya ba ladı. Tûr Dağı tarafından bir ses duydu ve bir ate gördü.
E ine, “Sen burada dur; ben bir ate gördüm. Belki ondan bir parça getiririm ve oradakilerden
doğru yolu öğrenirim” dedi. Oraya geldiğinde ona nidâ edildi; iyice yakla ıp o ate ten bir
parça almak isteyince, i deği ti! Âdet gitti, hakîkat geldi. Ailesini ve onların durumunu
unuttu. E ine geldiğinde ona ikramla birlikte, sıkıntısına çâre bulmu olarak geldi. Bir münâdî
ona seslendi; bir muhâtap ona hitap etti; onunla birisi konu tu; o Hakk (CC) idi. Bu i
vâsıtasız, vâdinin sağ tarafında, mübârek bir mevkide ve ağaçtan gerçekle ti. Ağaç O’nun
(AS) kıblesi oldu. O’na (AS) dedi ki: “Ey Mûsâ (AS)! “Ben Âlemlerin Rabbi olan Allah’ım
(CC)!”
35
Yâni, ne bir meleğim, ne bir insanım, ne bir cinim, bilakis âlemlerin Rabbiyim (CC).
Yâni, Firavun “Ben sizin en büyük rabbinizim”
36
sözünde ve dolayısıyla benden ba ka ilah
olduğu iddiâsında yalancıdır. Allah (CC) sâdece benim. Đster Firavun, isterse insan, cin, melek
veya ar tan yerin dibine kadar hangi mahluk olursa olsun, hiç kimse ilah olamaz! Ben senin
u ânını da, sonrasını da, kıyâmete kadar her eyini bilirim…”
Yazık sana, ey bidatçi! Allah’tan (CC) ba ka hiçbir varlık “Ben Allah’ım (CC)”
diyemez. Rabbimiz (CC) konu andır; O (CC) ahras ve dilsiz değildir. Bundan dolayıdır ki,
Mûsâ (AS)’a yaptığı konu mada bu noktayı tekit ederek öyle buyurmu tur: “Allah (CC),
Mûsâ ile konu6mu6tur!”
37
O (CC) i itilen ve anla ılan söz sâhibidir! Mûsâ (AS) Allah(ü
Teâlâ’nın (CC) kelâmını i itince canı çıkacakmı gibi oldu. O’nun (CC) heybetinden dolayı
yüzükoyun dü tü. Öyle bir kelam i itmi ti ki, önceden hiç benzerini i itmemi ti. Be erin aczi
üzerine gelen ve onun elini ayağını tutmaz bırakan bir kelam… Allah(ü Teâlâ (CC) bir melek
gönderdi. O melek Mûsâ (AS)’ı oturttu. Elinin birini onun göğsüne, diğerini sırtına koydu.
Böylece, Mûsâ (AS) ayağa kalkabildi, kalbi sâkinle ti, aklı yerine geldi ve Allah(ü Teâlâ’nın
(CC) kelâmını dü ünebildi, anlayabildi. Bu ancak, onun kıyâmeti koptuktan sonra, bütün
geni liğine rağmen dünya ba ına dar geldikten sonra gerçekle ebilmi tir.
Allah(ü Teâlâ (CC), Musâ (AS)’a elçisi olarak Firavun’a ve kavmine gitmesini
emretti. O (AS) öyle duâ etti: “Yâ Rabbi (CC)! Dilimdeki kekemeliği gider ki, onlar benim
konu mamı anlayabilsinler ve beni karde im ile kuvvetlendir.” Onun konu masında
kekemelik vardı. Çocukluğunda Firavun ile aralarında geçen bir olaydan dolayı fasih bir
ekilde konu amaz idi. Bir kelimeyi söylemek istediğinde dura dura konu ur, kelimenin bir
harfini söylemeye çalı ır ve ancak sonra kelimenin diğer harfini çıkarabilirdi. Buna sebep olan
35
Kasas S. A.30.
36
Nâziât S. A.24.
37
Nisâ S. A.164.
hâdise u idi: O küçükken ve Firavun’un evinde iken, Firavun’un karısı Mûsâ’yı (AS) onun
kucağına verdi: “Bu bizim gözümüzün aydınlığı, onu öldürme” dedi. Firavun öpmek için onu
kendisine doğru yakla tırdığında Mûsâ onun sakalını tuttu ve çeki tirdi. Firavun: “Bu, benim
saltanatımı yıkacak olan çocuk! Onu öldürmeliyim” dedi. Bunun üzerine Âsiye öyle dedi:
“Bu daha bir çocuk, ne yaptığını bilmiyor.” Hizmetçilere, biri ate koru, diğeri de inci ile dolu
olan iki kap getirmeleri emredildi. Âsiye: “Bu iki kabı çocuğun önüne koyalım, eğer o,
ikisinin arasındaki farkı anlar, elini inciye uzatır ve ate ten sakınırsa onu öldür; fakat onlar
arasındaki farkı anlamaz, elini ate e uzatırsa o zaman onu öldürme” dedi. Bu ekilde
anla tılar. Mûsâ’nın (AS) önüne kapları koydular. O (AS) elini ate e uzattı, bir parça kor aldı,
ağzına götürdü. Ağzı yanınca, ağlamaya ba ladı. Âsiye dedi ki: “Sana demedim mi, o senin
sakalını bilerek çekmemi tir diye?” Firavun onu öldürmekten vazgeçti. Allah(ü Teâlâ (CC)
Mûsâ’yı (AS) onun evinde büyüttü. Onun dilini çözen, ona her türlü dert, gam ve sıkıntıdan
bir kurtulu yolu gösteren Allah (CC) ne yücedir! Allah(ü Teâlâ (CC) öyle buyurmu tur:
“Kim Allah’a (CC) kar6ı takvâ sâhibi olursa, O (CC) ona bir kurtulu6 yolu gösterir, onu
ummadığı yerden rızıklandırır. Allah’a (CC) tevekkül edene O (CC) yeter.”
38
Bu kalp safâ ve sıhhat bulursa altı cihetten de Hakk’ın (CC) sesini i itir. Her nebînin,
her resûlün, her velînin, her sıddîkın sesini de i itir. O zaman Hakk’a (CC) yakınla ır. Hakk’a
(CC) kurbiyet onun için hayat, O’ndan (CC) uzaklık ise onun için ölüm olur. O’na (CC)
münâcâtında O’nun (CC) rızâsı olur. Böylece her eye kanaatkâr olur. Dünyânın elinden
gitmesine aldırmaz. Açlıkla, susuzlukla ilgilenmez. Bir eylere iltifat, bir eylerden
yüzçevirme onu ilgilendirmez.
Hâkim’in (hüküm ve hikmet sâhibi olna Allah’ın CC.) hükümlerine sabredin. “Đlim”
(kader) üzerindeki örtü sizin için kalkmı tır. Hakk (CC) size sabretmenizi emretmi tir; o halde
sabredin. O (CC) husûsî olarak Nebîsine, umûmî olarak da hepinize sabrı emretmi tir: “Ulü’l
azm peygamberler nasıl sabrettiyse sen de öylece sabret!”
39
Ey Muhammed (SAV)! Aile,
evlat, mal, halkın eziyeti sıkıntılarından, kazâ ve kader olarak, onların ba ına getirdiğim
eylere, onlar nasıl benim için sabrettilerse sen de öylece sabret!
Bütün bunlara onlar tahammül gösterdiler. Sizin tahammülünüz ne kadar az!
Bakıyorum da, içinizden bir kimse bile, arkada ının bir kelimesine dahi tahammül edemiyor.
Onun bir özrünü dahi çekemiyor. Resûlullah’tan (SAV) ahlak ve davranı öğrenin. O’na
(SAV) uyun, onun ayak izini tâkip edin. Ba langıcın zorluğuna sabredin ki, nihâyetin rahatına
38
Talâk S. A.2(3.
39
Ahkâf S. A.35
ula abilesiniz. Ba langıç sıkıntıdır, nihâyet ise sükûn. Peygamber (SAV) Efendimiz
ba langıçta halktan uzakla mayı tercih etti, sevdi. O (SAV), bâzı günler birisinin kendisine
“Ey Muhammed (SAV)!” diye seslendiğini i itir de, bu sesten korkup kaçardı. O senin
mâhiyetini bilemedi. Bu hal bir müddet böyle devam etti. Sonra onun ne olduğunu anladı da,
ondan kaçmadı. Daha sonra bu ses gelmez oldu; o, sıkıntıladı, rûhu daraldı ve dağlara çıktı.
Neredeyse kendini dağlardan atacak duruma geldi. Önceleri kaçıyordu; sonra onu ister oldu.
Ba langıçta sıkıntı, sonrasında sükûn…
Mürîd “tâlip”tir; murâd “matlup”tur. Mûsâ (AS) mürîd, Hz. Peygamber (SAV) murâd
idi. Mûsâ (AS) Tûr(i Sinâ’da rü’yetullah husûsunda varlığının ve talebinin gölgesinde idi; Hz.
Peygamber (SAV) ise murâd olduğu için O’na (SAV) rü’yet talep olmaksızın ihsan edildi. O
(SAV) her hangi bir i tiyak ve istek olmaksızın yakınla tı. O (SAV) “mülâkat”
40
talebi
olmadığı halde çokça mülâkî oldu. Ba kasına gösterilmeyen O’na (SAV) gösterildi. Mûsâ
(AS)’ın talebi kendisine verilmedi. Dünyâda nasîbi olmadığı eyi talep etmi olarak vefat etti.
Peygamber (SAV) Efendimiz ise edebini güzelle tirdi, gücünü kuvvetini (acziyetini) bildi,
mücâhede etti, tevâzu gösterdi; gev emedi. Hakk’tan (CC) gayrısını unuttuğu ve Hakk’ın
(CC) takdîrine muvâfakat gösterdiği için, ba kasına verilmeyen ey O’na (SAV) bah edildi.
Açgözlülük ve hırs kötüdür. Allah(ü Teâlâ’nın (CC) size taksim ettiğine kanaatkâr ve
râzı olun. Sabreden erer. Sabredenin kalbi zenginle ir, fakirliği kaybolur. Halktan halvet et,
uzakla . Allah (CC) seni böylesi bir ibâdete ve onda ihlaslı olmaya muktedir kılsın. Yalnızlık
kötü arkada lardan iyidir.
Sâlihlerden birinin yanında köpek gördüler. Ona, “Bunu niçin yanında gezdiriyorsun?”
denince, “O kötü arkada tan iyidir” diye cevap verdi. Sâlihler nasıl halveti sevmesinler ki,
onların kalpleri Rabbeleriyle (CC) ünsiyet ve O’nunla (CC) ba ba a kalmanın hazzı ile
dolmu tur. Onlar nasıl halktan kaçmasınlar ki, kalpleri ne faydada, ne zararda halkı
görmekten uzakla mı tır. Onların kalpleri faydayı da, zararı da Rablerinden (CC) görür ve
bilir. Kurbiyet arabı onların içecekleri, lutuf uykuları, kalplerinin Hakk (CC) ile konu ması
ve Hakk’ın (CC) esrârına muttali olması ise onların cenneti olmu tur. Onlar halka nisbetle
deli gibidirler; fakat Hakk’a (CC) nisbetle gerçek akıl sâhibi, gerçek hikmet ehli, gerçek
âlimler onlardır. Zâhid olmak isteyen böyle olsun, yoksa bo a yorulmasın!
Ey kendi kendine bo6u bo6una sıkıntı çıkaran ve ey yapmacıklı sahtekâr! Nedir
bu hâlin? Sende nefis, hevâ, heves, cehâlet ve inat olduğu müddetçe, ne kadar gündüz oruç
tutsan, geceyi ibâdetle geçirsen de, ne kadar kuru yemekler yesen, kaba elbiseler giysen de bu
40
Mülâkât: Cenâb(ı Hakk (CC) ile mülâkî olma, güzel bir sûrette kar ıla ma.
i i tamamlayamazsın. Böyle bir ey elde edemezsin. Yazık sana! Đhlaslı ol ki, kurtulu a
eresin. Sâdık ol ki, maksadına ula asın, yücelesin. Teslim ol ki, selâmet bulasın. Muvâfakat et
ki, sana da muvâfakat edilsin. Râzı ol ki, râzı olunasın. Hızlan ki, gerisini Hakk (CC)
tamamlasın.
Allah’ım (CC)! Dünyâ ve âhiret i lerimizi Sen yürüt. Bizi ne nefislerimize, ne de
mahlûkatından ba ka birisinin eline bırak. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve
cehennem azâbından bizi koru.”
7.Sohbet MUHABBET SADAKAT
Allah(ü Teâlâ (CC) bir vahyinde (hadîs(i kudsîde) öyle buyurmu tur: “Beni sevdiğini
söyleyip de geceyi benden habersiz bir ekilde uykuyla geçiren kimse muhabbet iddiasında
yalancıdır.” Eğer sen Allah’a (CC) kar ı gerçekten muhabbet dolu olsaydın, sabaha kadar
zevk için uyumaz, onu ibâdet ile bölerdin. “Muhib” (Hakk CC. â ığı) zorluklara katlanır;
“mahbûb” (Allah CC. tarafından sevilen kimse) ise rahatlık içerisinde olur. Muhib talep eden,
mahbub talep edilendir.
Hz. Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet edilmi tir: “Allah ü Teâlâ (CC), Cebrâil
(AS)’a buyurur ki: ‘Ey Cebrâil (AS)! Falan ki'iyi uyut, falan ki'iyi de kaldır’.” Bu sözün iki
anlamı vardır: Falan ki iyi kaldır, çünkü o muhibdir. Falan ki iyi de uyut, zîrâ o mahbubdur.
Muhib, beni sevdiğini iddia etmekte, bana muhabbet dâvâsında bulunmakta; dolayısıyla
onunla bu muhabbet iddiasını tartı malı ve vücûdundaki benden gayrı yaprakları dü ürerek
onu muhabbet makâmına yerle tirmeliyim. Onu kaldır, tâ ki, onun muhabbet dâvâsındaki
burhânı apaçık olsun ve hakîkî muhabbete ula sın. Falancayı da uyut. Çünkü o mahbubdur. O
birçok sıkıntıya katlanmı , onda benden gayrı bir ey kalmamı tır. Onun muhabbetini
kendime ayırdım. Onun iddiasını, burhânını, bana olan vefâsını tahkik ettim. Tevbesini kabul
etme ve ahdine vefâ gösterme zamânı geldi. O benim konuğumdur. Konuğa hizmet ettirilmez.
Ona yorgunluk çıkarılmaz. Onu lutuf odamda uyuturum. Fazîlet soframa oturturum. Onunla
kurbiyet yoluyla ünsiyet ederim. Onun muhabbeti, sevgisi gerçektir. “Muhabbet” gerçek
olunca tekellüf, zorluk çıkarma olmaz.
Bu rivâyetin ikinci mânâsı da udur: Falancayı uyut, çünkü o bana yaptığı ibâdetle
halkın ho nutluğunu kazanmak istiyor. Falancayı kaldır, çünkü o ibâdet ile yalnızca benim
rızâmı umuyor. Falancayı uyut, çünkü o namazdan ho lanmıyor. Falancayı kaldır, çünkü ben
onun sesini duymaktan ho lanıyorum.
Mürîd, kalbini mâsivâdan temizlerse “mahbub” olur. Hakk’tan (CC) gayrısına geri
dönmeyi istemez. Kalbin bu makâma ula ması ancak, farzları edâ etmekle, harâmdan ve
üphelilerden sakınmaya sabretmekle, helâl ve mübah eyler yemekle, hevâ, ehvet ve
“varlığı” (enâniyeti) terketmekle, kalbe ifâ veren veraya sarılmakla ve kâmil bir zühd sâhibi
olmakla gerçekle ebilir ki, kâmil bir zühd Allah(ü Teâlâ’nın (CC) gayrısı her eyi terketmek,
nefis, hevâ ve eytana muhâlefet ve halkı, onların övgüsü ve yergisi, yardımı ve engeli, ta ve
çamur tamâmen onun nazarında e it oluncaya kadar onları kalpten temizlemektir.
Bu i in (tasavvufun, dînin) ilk basamağı “Lâ ilâhe illallah”a ehâdet etmektir. Nihâyeti
ise ta ve çamurun, yâni altın ve gümü ün e it olmasıdır. Kalbi sıhhat bulup Rabbine (CC)
vâsıl olan ki inin nazarında ta ve çamur, övgü ve yergi, hastalık ve âfiyet, zenginlik ve
fakirlik, dünyâ mutluluğu veyâ mutsuzluğu birdir. Böyle olan ki inin nefsi ve hevâsı
ölmü tür. Cibilliyet ate ini söndürmü tür o. <eytanını zelil etmi tir. Onun kalbinde dünyâ ve
erbâbı önemsizle mi tir. Sonra o, bütün bunların hepsinden de yüzçevirir, Mevlâ’sına (CC)
yönelir; kendisine halkın arasında bir patika yol bulur, onunla Hâlık’ına (CC) ula ır. Sağından
ve solundan onu o yolda rahat bırakırlar, ona yol açarlar… Sadâkatinin ate i ve sırrının
heybetinden dolayı ondan uzakla ırlar. Đ te o zaman melekût âleminde o “azîm” diye çağırılır.
Halkın tamâmı onun kalbinin ayaklarının altında olur. Onun gölgesiyle gölgelenirler. Sakın
heveslenme! Sen kendinde olmayan eyi iddia ediyorsun. Nefsin seni istilâ etmi . Kalbinde
dünyâ ve halk var. Kalbinde halk ve dünyâ Allah(ü Teâlâ’dan (CC) daha büyük yer etmi . Sen
sûfîlerin sınırları içerisinde değilsin. Eğer i âret ettiğim makâma ula mak istiyorsan kalbini
e yâdan tamâmiyle temizlemekle me gul ol.
Yazıklar olsun sana! Eğer bir lokman eksik olsa, bir buğday tânen gitse, ya da bir
isteğin kırılsa kıyâmetleri koparıyorsun! Rabbine (CC) îtiraz üstüne îtiraz ediyorsun. Öfkeni
hanımını ve çocuklarını dövmekten, dînine ve peygamberine sövmekten çıkarıyorsun. Oysa,
murâkabe ehlinden, akıllı ve uyanık biri olsaydın Rabbinin (CC) huzûrunda olmayı gözetler,
onun bütün fiillerinin senin hayrına olduğunu, onların, Rabbinin (CC) sana birer nazarı
olduğunu bilirdin.
Yazık sana! Açların açlığını hatırla. Hatırla, çıplakların çıplaklığını; hastaların
hastalığını, mahbusların hapsini… Sana verilen belâ sana az gelmi ! Kıyâmet deh eti
içerisindeki kabir ehlini hatırla. Allah’ın (CC) senin hakkındaki hükmünü, O’nun (CC) sana
baktığını, kazâ ve kaderini hatırla ki, O’ndan (CC) utanasın. Eğer hayâtın zorla ırsa
günahlarını hatırla. Onlara tevbe et. Nefine de ki: “Cenâb(ı Hakk (CC), günâhın dolayısıyla
seni sıkıntıya uğrattı. Eğer günâhından tevbe eder ve Hakk’a (CC) kar ı takvâ sâhibi olursan
O (CC) sana her zorluktan kurtulacak bir kolaylık verir ve her sıkıntını giderecek bir çıkı
yolu gösterir.” Allah(ü Teâlâ (CC) öyle buyurmu tur: “Kim ki, Allah’a (CC) kar6ı takvâ
sâhibi olursa, O (CC) ona bir kurtulu6 yolu gösterir, onu ummadığı yerden rızıklandırır.
Allah’a (CC) tevekkül edene O (CC) yeter.”
41
Akıllı ki i sadâkat sâhibi olur ve sadâkati ile yalancılardan ayrılır. Sadâkati yalana
bedel yap; sebâtı kaçmaya, ikbâli idbâra, sabrı sızlanmaya, ükrü küfrân(ı nîmete, rızâyı
ho nutsuzluğa, muvâfakati münâzaaya, yakîni üpheye bedel yap. Eğer, Hakk’ın (CC) emrine
uyar ve O’nunla (CC) çeki mezsen, küfrân(ı nîmet etmez ükredersen, ho nutsuzluğu bırakır
41
Talâk S. A.2(3.
râzı olursan, sükûnet gösterir üphe göstermezsen sana öyle denir: “Allah (CC) kuluna
yetmez mi?”
42
Yazık sana! Neyin varsa hepsi heves içinde heves. Allah (CC) onlara nazar etmez. Bu
i (tasavvuf) sâdece beden amelleri ile ba arılamaz, bilakis o önce kalp amelleri, sonra da
beden amelleri ile gerçekle ir. Hz. Peygamber (SAV) kalbine i âret ederek öyle
buyururmu tur: “Zühd i'te buradadır! Takvâ i'te buradadır! Đhlâs i'te buradadır!”
43
Felâha ermek istiyen kimse, tasavvuf rehberlerinin ayaklarının altına toprak olsun!
Onların vasıfları nedir? Onlar dünyâyı da halkı da terketmi kimselerdir. Ar tan yerin dibine
kadar, göklerde ve yerlerde dünyâya ve dünyâ ehline âit ne varsa, onlar hepsiyle
vedâla mı lardır. Onlar öyle bir vedâ etmi lerdir ki, bir daha aslâ geri dönmezler. Halkın
tamâmıyla, nefislerinin her eyiyle vedâla mı lardır. Çünkü onlar her hallerinde Rableri (CC)
ile varlık bulmu lardır. Hakk’ın (CC) sohbetini nefsi ile isteyen kimse bo bir heves ve
hezeyan içindedir. Zühdü ve tevhîdi sağlam olan ki i halkın elini ve varlığını görmez.
Allah’tan (CC) ba ka veren ve O’ndan (CC) ba ka üstün kılan da görmez.
Ey dünyâ ehli! Bu sözleri duymaya ne kadar da ihtiyâcınız var! Ey câhil zâhidler!
Bu sözleri duymaya ne kadar da ihtiyâcınız var! Zâhidlerin ve âbidlerin çoğu halkın kölesidir,
onları irk ko arlar.
Ey ihlas sâhibi! <irkten, Rabbinin (CC) kapısına kaç. Orada dur, âfetlerin
gelmesinden çekinme. Eğer O’nun (CC) kapısında durursan ve sana da halktan âfetler, belâlar
gelirse, i te o zaman, kapıya daha sıkı yapı . O (CC), tevhîdin ve sadâkatinin heybeti ile
belâları senden defeder. Âfetler geldiğinde sebat göster. <u âyetleri oku: “Allah (CC) sâbit,
sağlam bir söz ile îman edenlerin ayaklarını dünyâda da, âhirette de sâbit kılar.”
44
“Onlara kar6ı sana Allah (CC) yeter. O (CC) i6itendir, bilendir.”
45
“Allah (CC) kuluna
yetmez mi?”
46
“Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l(aliyyi’l(azîm” i çok çok söyle. Đstiğfârı,
tesbîhâtı artır. Hakk’ı (CC) bolca zikret. Belâdan, nefis, hevâ ve eytan ordusundan ancak
sadâkat ile emin olunur.
Size ne çok ey öğretiyorum, ama siz öğrenmiyorsunuz! “Allah’ın (CC) hidâyet
bah6ettiği ki6idir hidâyete eren”
47
“Allah’ın (CC) saptırdığı kimseyi hidâyete erdirecek
ba6ka bir kimse yoktur.”
48
42
Zümer S. A.36.
43
bak.: Müslim, es Sahîh, “el(Birr” hadîs no: 2564.
44
Đbrâhîm S. A.27.
45
Bakara S. A.137.
46
Zümer S. A.36.
47
Đsrâ S. A.97.
Hz. Peygamber (SAV) sapıkların hidâyete ermesini ister ve arzulardı, bunun üzerine
Allah(ü Teâlâ (CC) O’na (SAV) u âyeti vahyetti: “Sen istediğini hidâyete erdiremezsin,
fakat Allah (CC) dilediğine hidâyet bah6eder.”
49
O zaman Hz. Peygamber (SAV) öyle
buyurdu: “Hidâyet ile gönderildim ancak, hidâyete erdirme husûsunda benim elimde bir 'ey
yok!”
<eytanın iğvâsı, kandırması dalâletin sebebi kılınmı tır, fakat onun elinde de dalâlete
dü ürme husûsunda bir ey yoktur. Allah’ın (CC) kitâbına ve Resûlünün (SAV) sünnetine
ittibâ edenler inanırlar ki: Kılıç tabîati îtibâriyle kesmez, aksine onunla Allah (CC) keser. Ate
bizâtihî yakmaz, onunla Allah (CC) yakar. Yemek bizâtihî doyurmaz, onunla Allah (CC)
doyurur. Su bizâtihî kandırmaz, onunla Allah (CC) susuzluğu giderir. Bütün sebepler çe it
çe it ve birbirine zıt olmasına rağmen böyledir. Onlarda ve onlarla mutasarrıf olan Allah(ü
Teâlâ’dır (CC). Onlar Allah(ü Teâlâ’nın (CC) elinde birer âlettir, onlarla istediğini yapar.
Đbrâhîm Halîlullah (AS) ate e atılıp Cenâb(ı Hakk (CC) O’nu (AS) yakmamayı dileyince,
ate i O’nun (AS) için serin ve selâmetli yapıverdi.
Sahih bir hadîste Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Kıyâmet günü cehennem
mü’mine 'öyle seslenir: Ey mü’min! Çabuk geç; nûrun nârımı söndürüyor!”
50
“Köleye sopa
ile vurulur, hür olana ise bir i âret yeter.”
Ey Allah’ın (CC) kulları! Be vakit namazı vaktinde kılın. Namazları âdâb ve erkânı
üzere edâ edin. Sakın namazı gafletle kılmayın. Allah(ü Teâlâ’nın (CC), “Namazlarından
gâfil olanlara yazıklar olsun!”
51
buyruğunu i itmediniz mi?
Đbn Abbâs (RA) da öyle demi tir: “Namazı vaktinden dü ürmeniz, vaktinde
kılmamanız, namazı terketmeniz demektir.”
Allah (CC) size rahmet etsin! Tevbe edin. Tevbenizde “Tevvâb”a (tevbeleri kabul
edene) muvâfakat edin. Ey isyankârlar! Tevbe edin. Ey namazı geciktirenler! Tevbe edin.
Ey 6eytanın teviline uyup tevil edenler, ey 6eytanın tuzağına dü6enler! Đsyan etmeyin;
isyânın sonu ate tir. Dünyâda körlükle, sağırlıkla, müzmin hastalıkla ve fakirlikle kar ıla ıp
da sabretmeyen, halka muhtaç kılınıp kalbi katıla an ve âhirette de bu yüzden ate e dü en
kimselerden de mi ibret almıyorsunuz? Bütün bunlar isyanların ve günahların felâketidir.
Đntikâmından, yakalamasından, muâhezesinden ve gazabından Allah(ü Teâlâ’ya (CC)
sığınırız.
48
A’râf S. A.186.
49
Kasas S. A.56.
50
Heysemî, Mecmau’z zevâid, VII/360, (Lübnan(1967).
51
Mâûn S. A.5.
Allah’ım (CC)! Bizi affet. Bize affınla muâmele et. Bize hilminle, kereminle muâmele
et. Senden uzakla tırma. Sana muvâfakat ile bizi rızıklandır. “Bize dünyâda da, âhirette de
güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.” (Âmin)
8.Sohbet GERÇEK FAKĐRLĐK KASRI EMEL
Hz. Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet olunmu tur: “Allah ü Teâlâ (CC)
cehennemde bir zebânî grubu yaratmı'tır. Onlarla dü'manı olan kâfirlerden intikam alır. Bir
kâfiri muâheze etmek istediğinde onlara 'öyle der: ‘Bunu alın.’ Yetmi' bin zebânî beliriverir.
O ki'i o zebânîlerden birisinin eline dü'ünce, yağın ate'te eridiği gibi erir. Zebânînin elinde
yağdan ba'ka bir 'ey kalmaz. Allah ü Teâlâ (CC) ona tekrar eski vücûdunu verir. Zebânîler
daha da a'ırıla'ırlar. Onu ate' ile bağlarlar. Ayaklarını ve ba'ını da ate'le bağlarlar. Sonra
da öylece ate'e fırlatırlar.”
Birisi “havâtır”ı (ilhâmı) sordu. Dedim ki: Havâtırın ne olduğunu sen ne bilirsin ki?
Senin havâtırın eytandan, kendinden, hevandan ve dünyandan. Senin himmetin hep değersiz
eylere. Havâtırın da o cinsten. Ne yapıyorsun? Hakk’tan (CC) gelen “hâtır” (ilham) sâdece
ve sâdece mâsivâdan bo almı olan bir kalbe gelir. Allah(ü Teâlâ’nın (CC) tıpkı öyle
buyurduğu gibi: “…Allah (CC) korusun! Biz sâdece malımızı yanında bulduğumuz ki6iyi
alıkoyarız.”
52
Eğer Allah(ü Teâlâ (CC) ve O’nun (CC) zikri seninle berâber ise, korkma; kalbin
O’nun (CC) kurbiyeti ile dolar. <eytandan, hevâdan ve dünyâdan gelen havâtır senden kaçar.
Eğer nefisten gelen hâtırdan, hevâdan gelen hâtırdan, eytandan gelen hâtırdan ve dünyâdan
gelen hâtırdan yüz çevirirsen âhiret hâtırı sana gelir. Sonra melekten sana hâtır gelir. Son
olarak da Hakk’tan (CC) sana hâtır gelir ki, i te bu hedeftir.
Ey sûfîler! Allah(ü Teâlâ (CC) “ ükür mü edeceksiniz, yoksa küfür mü edeceksiniz
diye, O’nu (CC) tanıyacak mısınız yoksa inkâr mı edeceksiniz” diye, “O’na (CC) itâat mi
edeceksiniz yoksa isyan mı edeceksiniz” diye size nîmetler verir. Ne “me hur bir medh u
senâ” (yalakaca medhedilen kimseler) olun, ne de “gizli ayıp” (ayıbı gizli i leyenlerden) olun.
Fazla ımarmayın, zîrâ rüsvaylık er veyâ geç gelir.
Bi r(i Hâfî (RA) (v. 227/841) öyle duâ ederdi: “Allah’ım (CC)! Bana gücümün
üstünde bir yük verdin. Adımı yücelttin, insanlar arasında öhret oldum. Allah’ım (CC)! Beni
kıyâmet günü rüsvay eyleme. Çünkü ben ‘me hur bir medh u senâ ve gizli bir ayıp’ olduğumu
biliyorum.”
Ey oğul! Nifâkın, güzel konu man, belâğatin sebebiyle yüzünün sararması, belinin
bükülmesi ve bütün lutufların gitmesi… i te bütün bunlar nefsinden, eytanından, halkı irk
ko mandan ve onlardan dünyâlık istemenden dolayıdır. Kendin dı ındaki herkes hakkında
zannını güzelle tir. Nefsine ise kötü zan besle. Nefsini a ağıla, yaptıklarını gizle, ortaya
52
Yûsuf S. A.79.
dökme. Sana: “Allah(ü Teâlâ’nın (CC) sana verdiği nîmetleri artık anlat!” denilinceye kadar
böyle ol. Đbn Sem’ûn (v. 387/998) kendisine bir “kerâmet” (ikram) geldiğinde öyle dermi :
“Bu bir tuzak. Bu eytandan.” Kendisine “Sen kimsin? Baban kim? Sana verdiğimiz nîmeti
anlat!” denilinceye kadar böyle söylermi .
Ey muhibler! Ey mürîdler! Hakk’ı (CC) kaybetmekten sakının. O’nu (CC)
kaybettiğiniz zaman her eyi kaybetmi sinizdir. Allah(ü Teâlâ (CC) Îsâ (AS)’a öyle vahyetti:
“Ey Îsâ (AS)! Beni kaybetmekten sakın! Beni kaybedersen her eyi kaybetmi sindir.” Îsâ
(AS) da Rabbine (CC) münâcâtında öyle duâ etti: “Yâ Rabbi (CC)! Bana tavsiyede bulun.”
Bunun üzerine Cenâb(ı Hakk (CC) öyle buyurdu: “Sana beni ve beni talep etmeni tavsiye
ederim.” Bu konu ma dört defâ tekrar etti. Her defâsında Îsâ (AS) böyle duâ etti ve her
defâsında böyle cevap verildi. O’na (AS), “Dünyâyı talep et, âhireti talep et” diye
buyurulmadı. Sanki O’na (AS) Cenâb(ı Hakk (CC) öyle buyuruyordu: “Sana, bana itâat
etmeni, bana isyan etmemeni tavsiye ederim. Yakınlığımı talep etmeni, tevhîdimi talep
etmeni, benim için amel i lemeni tavsiye ederim. Benden ba ka her eyden yüz çevirmeni
tavsiye ederim.”
Ey fukarâlar! Fakirliğinize sabredin ki, dünyâda da âhirette de size zenginlik gelsin.
Hz. Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet olunmu tur: “Sabreden fakirler kıyâmet günü Allah
ü Teâlâ’nın (CC) yanında otururlar.”
53
Fakirler Rahmân’ın (CC) yanında otururlar; bugün
kalpleri ile, yarın bedenleri ile. Fakirlik Hakk’ın (CC) fakîri olmaktır, O’na (CC) muhtaç
olmaktır. Sabır O’nunla (CC) birlikte gayrısına sabretmektir. Onların Rableri (CC) katındaki
kalpleri bir ho buhardır. O’ndan(CC) ba kasını kabul etmezler. Tıpkı Mûsâ (AS) hakkında
öyle buyurduğu gibi: “Biz önceden, ba6kasından süt emmeyi O’na (AS) haram
kılmı6tık.”
54
Kalp düzelince ve Hakk’ı (CC) tanıyınca O’ndan (CC) ba kasını reddeder;
O’nunla (CC) ünsiyet bulur; ba kasından uzakla ır; O’nunla (CC) rahatlığa erer; ba kasıyla
yorulur.
Ey cemâat! Ölümü ve daha sonrasını hatırlayın. Fânî dünyâyı toplama hırsına vedâ
edin. Emellerinizi kısaltın. Hırsınızı azaltın. Sizin için en zararlı ey tûl(i emel (uzun emel) ve
a ırı hırstır. Hz. Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet olunmu tur: “Đnsanoğlu ölüp kabrine
konulduğu zaman oraya dört melek gelir. Biri ba'ında, biri sağında, biri solunda ve biri de
ayak ucunda durur. Ba'ında duran 'öyle der: ‘Ey Âdemoğlu! Ecel geldi, emeller yarım kaldı.’
Sağında duran 'öyle der: ‘Ey Âdemoğlu! Mal mülk gitti, ameller kaldı.’ Solunda duran 'öyle
53
bak.: Hindî, Kenzü’l ummâl, hadîs no: 10256, (Beyrut(1979).
54
Kasas S. A.12.
der: ‘Ey Âdemoğlu! Jehvetler gitti, yorgunluklar kaldı.’ Ayak ucunda duran da 'öyle der: ‘Ey
Âdemoğlu! Eğer helâl kazandın ve “Cebbâr” olan Allah’a (CC) itâat ettin ise ne mutlu sana!’
”
Ey camâat! Bu nasîhatlerden öğüt alın, özellikle de Allah(ü Teâlâ’nın (CC)
nasîhatlerini, resullerinin (AS) nasîhatlerini iyi dinleyin. Allah’ım (CC)! Bana âhit ol ki, ben
kullarına bol bol vaaz u nasîhatte bulunuyor, onların ıslâhı için çabalıyorum.
Ey tekkede, savmaada, zâviyede oturanlar! Gelin. Sözlerimden bir harf bile olsa
zevk alın. Bir gün, ya da bir hafta olsun benim sohbetime katılın, umarım ki, size faydası
dokunacak bir eyler öğrenirsiniz.
Vahlar size! Çoğunuz bo hevesler içindesiniz. Dergahlarınızda Hâlık’a (CC) ibâdet
etmeye mi çalı ıyorsunuz? Bu i öyle halvete çekilip câhilce oturmakla olmaz. Yuh sana!
Tâkâtin tükenip, topukların güçten kesilinceye kadar, ilmi ve ulemâyı bulma talebi pe inde
ko . <âyet âciz kalırsan, o zaman otur. Önce zâhirinle, sonra kalbinle ve mânân ile yürü. Zâhir
ve bâtınınla yürümeye muvaffak olduğun zaman, Allah(ü Teâlâ’ya (CC) kurbiyeti elde
edersin ve O’na (CC) vâsıl olursun.
Ey evlat! Sen daha yumurtada civcivsin, horozlanma! Bedenin olu up yumurtadan
ayrılıncaya kadar sana söz hakkı yok. Annenin kanatları altında, Peygamberinin (SAV)
erîatinin kanatları altında annenin ağzındaki ile beslenip îmânın kuvvetleninceye kadar sana
konu ma hakkı yok! Salâh senin içinde yerle ince Rabbinin (CC) fazîlet tânelerini toplarsın.
O zaman tavukların ba ına horoz kesilirsin, onları muhabbetle idâre edersin. Onlara bekçi
olursun, onlara gelecek âfetleri sen kar ılarsın, kendini onlara fedâ edersin. Kul, sapasağlam
olunca halkın yükünü ta ır ve onlara kutub ve direk olur. Hz. Peygamber’den (SAV) öyle
rivâyet olunmu tur: “Đlim öğrenen, öğreten ve onunla amel eden kimse melekût âleminde
“azîm” (büyük) diye çağırılır.”
55
Ben de Emîrü’l(mü’minîn Alî b. Ebî Tâlib (KV)’nin dediği
gibi diyorum: “Benim koltuğumun altında ta ıdığım bir ilmim var; eğer sizden o ilme ehil
kimseler bulsaydım esrâr (sırlar) kapısını kapalı tutmaz ve anahtarlarıyla o kapıyı açardım.
Fakat ben o esrârı gizlemekle ehli gelinceye kadar muhâfaza ediyorum.”
Sâhip olduğun eyleri muhâfaza et. Senden istenince de açıkla. Benim her eyimi
açıklamam mümkün değil. Çünkü gizlenmesi gereken haller vardır. Đbn Sem’ûn öyle dermi :
“Söylediğime inanmak velâyettir. Onda “kıdem”i olan varsa, o da onun için ziyâdedir.”
Ancak dinlediği bu sözleri destekleyen, ona inanan, onunla amel eden, onda ihlaslı olan kimse
Kitap ve Sünnetin hidâyetine ula ır. Allah’a (CC) yemin olsun ki, Kitap ve Sünnet ile terbiye
55
Azîm(Âbâdî, Avnü’l Ma’bûd, IV/229, (Beyrut(1415).
olan, onlarla ne v ü nemâ bulan ve onların belirlediği hudûdu a mayanlar felâha ermi lerdir.
Korkarım ki, senin îmânın da, islâmın da iğreti ve utanç verici. Bu sebeple havfini (korkunu)
artır, orucunu, namazını ve seher vakti uyanık olmayı çoğalt. Sûfîlerin yüzleri üstünde uyuyup
kalmaları bu yüzdendir. Bu yüzdendir ki, onlar vah î hayvanlara karı mı lar, onların yediği
otlardan yemi ler, onların içtiği sudan içmi lerdir. Böylece onların gölgeleri, korunakları
güne , lambaları ise ay ve yıldızlar olmu tur. O’na (CC) vuslattan önce tâate ve kurbiyete çok
çok özen gösterin. O’na (CC) kar ı cüretlenme ve isyanlar ile nefislerinizi karartmayın.
Allah’ım (CC)! Bizi sana tâatte muvaffak kıl. Sana isyan etmekten uzak tut. “Bize
dünyâda da, ahrette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
9.Sohbet ÖLÜME HAZIRLIK
Saçmalıkları, kıyl(u kâli bırakın. Malı zâyi etmekten sakının. Yakınlarla, kom ularla,
dost ve ahbaplarla sebepsiz yere çokça oturmayı terkedin. Bu bo bir hevestir. O gibi yerlerde
genellikle yalan, gıybet ve günah olan konu malar geçer. Günah iki ki i arasında tamamlanır.
Evinizden dı arı çıktığınızda yegâne maksadınız gerek kendiniz, gerekse âilenizin menfaati
olsun.
Her i te söze önce ba layan sen olmayasın. Bilakis sözün cevap olsun. Birisi sana bir
ey sorduğunda o soruya cevâbın senin ve soruyu soranın hayrına ise cevapla, yoksa
cevaplama. Müslüman karde ine rastladığında ona “nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?”
gibi sorular sorma. Ola ki, o sana nereden gelip, nereye gittiğini bildirmek istemez de, sana
yalan söyler; sen de onu yalana itmi olursun.
Kirâmen kâtibîn meleklerinden utan! Onların elindeki defteri ancak ve ancak seni
kıyâmet günü sevindirecek ve ferahlatacak mallar ile doldur. O defteri tesbîhat ile, Kur’ân
tilâveti ile, senin ve halkın hayrına olan sözler ile doldur. Onların mürekkebi senin gözya ın
olsun. Tevhîdin ile onların kalemlerini kuvvetlendir. Sonra onlarla birlikte “kapı”nın önüne
gel ve Rabbinin (CC) katına yalnızca sen gir.
Emellerinizi kısaltın! Ölümü gözünüzün önüne dikin. Bir karde inizi gördüğünüzde
ona vedâ edin. Ona vedâ selâmı ile selam verin. O kimse tıpkı bu ekilde, evinden çıktığı
zaman da ailesiyle gönülden vedâla sın; ola ki, ölüm meleği onu çağırır ve onlara dönmek
mümkün olmaz. Ola ki, ecel onu yolda kar ılar. Bundan dolayı Hz. Peygamber (SAV) öyle
buyurmu tur: “Sizden hiç kimse, vasiyeti ba'ının altında olmadan uyumasın.”
56
Birinizin
üzerinde borç varsa ve ödemeye de gücü yetiyorsa ödesin. Onu ödemeyi geciktirmesin. Onu
daha sonra ödeyip ödeyemeyeceğini bilemez ki!… Borcunu ödemeye gücü yetip de onu
ödemeyen nefsine zulmetmi tir. Zîrâ Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Zenginin
(gücü yetenin) borcunu ödemeyip uzatması zulümdür.”
57
Kavim (sûfîler) belâya sabır konusunda direnç gösterirler, sizin gibi sızlanmazlar.
Onlardan birisi her gün bir belâya uğrar; bir gün belâ gelmezse: “Đlâhî (CC)! Bugün ne günah
i ledim de “belâm”ı vermedin?” diye duâ eder. Belâlar çe it çe ittir. Bâzısı bedende olur.
Bâzısı kalpte olur. Bâzısı halktan gelir. Bâzısı Hâlık’tan (CC) gelir. Çile çekmemi kimsede
hayır yoktur. Belâlar Hakk’ın (CC) çengelleridir. Âbidin ve zâhidin dünyâda “himmet”e (ilâhî
yardıma) nâil olması dünyâda Hakk’ın (CC) ikramları ve âhirette de cennetlerdir. Ârifin
56
Buhârî, es Sahîh, “Vasâyâ” hadîs no: 2587.
57
Buhârî, es Sahîh, “Havâle” hadîs no: 2166; Müslim, es Sahîh, “Havâle” hadîs no: 1564.
dünyâdaki himmeti îmânının bâkî kalması, âhiretteki himmeti ise Allah’ın (CC) ate inden
kurtulmasıdır. Ona kalbinden öyle denilinceye kadar onun isteği ve arzusu bitmez: “Ne
oluyor! Sâkin ol. Dur! Sende îman sâbittir. Mü’minler îmanları için senin nûrundan
nurlanıyorlar. Ve sen yarın da efâatçi, sözü makbul biri olacaksın. Halktan pek çoğunun
cehennemden kurtulu una vesîle olacaksın. <efâatçilerin önderi olan peygamberinin (SAV)
yanında olacaksın. Ba ka bir eyle me gul ol!” Đ te bu, sonunda îmânın, mârifetin, selâmetin
altına mühürün basılmasıdır, imzâlanmasıdır. Halkın havâssı olan nebîlerle (AS), resullerle
(AS), sıddıklarla birlikte yürümektir.
Ey münâfık! Nifakla, yapmacık davranı larla eline ne geçer? Sen izzet ve erefini
dü ünüyorsun. Halkın kalbinde yer tutmayı dü ünüyorsun. Elinin öpülmesini dü ünüyorsun.
Sen kendini de, besleyip büyüttüğün kimseleri de, kendine tâbi kıldığın kimseleri de hem
dünyâda, hem de âhirette ancak felâkete sürüklersin. Sen riyâkârsın, deccalsin, halkın malının
üzerine oturan zorbasın. Ho , senin makbul bir duan olmadığı gibi, sıddıkların kalplerinde de
senin bir yerin yok! Allah (CC) seni bir ilim üzerine saptırmı tır. Toz toprak kalktığında
altındakinin at mı, e ek mi olduğunu göreceksin! Toz toprak kalkınca “ricâl(i Hakk’ın” (Hak
erlerinin) asil atlar üzerinde ve kendinin de topal e ek üzerinde olduğunu göreceksin.
<eytanların ve iblislerin panikçileri seni alıp götürecekler.
Sûfîler, öyle bir dereceye ula ırlar ki, orada onlar ne duâ ederler, ne de bir ey isterler.
Ne her eyin iyi gitmesi, ne de zararın defedilmesi gibi bir arzuları olmaz. Onlar ancak
kalplerinden gelen bir emir üzerine duâ ederler; bâzan kendileri için, bâzan halk için. Dilleri
duâ eder, ama onlar yaptıkları duâdan haberleri olmaz.
Allah’ım (CC)! Her hâlimizde sana kar ı güzel edeple bizi rızıklandır. “Bize dünyâda
da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
10.Sohbet NEFĐS TERBĐYESĐ
Allah(ü Teâlâ’nın (CC) birtakım kulları vardır ki, onları âfiyet içinde ya atır, âfiyet
içinde öldürür, kıyâmet günü âfiyet içinde ha reder; onlar kazâya râzı olanlar, O’nun (CC)
cennetiyle huzûra erenler ve cehennemden de korku duyanlardır. Allah’ım (CC)! Bizleri de
onlardan eyle, (AMĐN).
Sûfîler Hakk’a (CC) ibâdette, karanlığa ı ığı getiren kimselerdir. Onlar “havf ve
hazer” (korku ve endi e) ayağı üzerinde dururlar. Kötü âkıbetten korkarlar. Zîrâ Allah(ü
Teâlâ’nın (CC) kendileri hakkındaki ilmini ve sonlarının ne olacağını bilmezler. Bu sebeple,
karanlığa ı ığı hüzünlü olarak, ağlayarak ula tırırlar. Namazda, oruçta, hacda ve diğer bütün
ibâdetlerde bu hal üzeredirler. Kalpleriyle de, dilleriyle de Rablerini (CC) zikrederler. Âhirete
vardıklarında da cennete girerler. Orada Hakk’ın (CC) vechini (rızâsını) ve O’nun (CC)
kendilerine bah ettiği ikramları görürler. Bunun için: “Üzerimizden hüzünü gideren Allah’a
(CC) hamdolsun”
58
diye O’na (CC) hamd ü senâ ederler.
Ey oğul! Îmânı sağlamla tırırsan mârifet vâdisine, sonra ilim vâdisine, sonra nefisten
ve halktan fânî olma vâdisine, sonra ne nefis ne de halkın yer almadığı “vücut” vâdisine
ula ırsın. O zaman hüznün gider. Hakk’ın (CC) muhâfazası sana hizmet eder; himâyesi seni
ku atır; muvaffakiyeti her tarafını sarar. Melekler etrâfında yürür. Ruhlar sana gelerek selam
verir. Cenâb(ı Hakk (CC) seninle halka övünür. O’nun (CC) nazarı seni gözetip kollar,
kurbiyetine, ünsiyetine ve münâcâtına çeker.
Ey âsîler! Günahlarınızdan tevbe edin. Rabbiniz “Gafûr” (çok affedici) ve “Rahîm”
(çok merhametli)dir. O (CC) kullarının tevbesini kabul edicidir. Günahları affeder ve yok
eder.
Allah’ım (CC)! Bizler her türlü günahtan, her türlü hatâdan sana tevbe ederiz. Bir daha
onlara aslâ dönmeyeceğiz. “Rabbimiz (CC)! Unuttuğumuz ve hatâ yaptığımızda bizi
sorguya çekme.
59
“Rabbimiz (CC)! Hidâyete erdikten sonra kalbimizi saptırma.”
60
Ey
günahları bağı6layan! Bizi bağı la. Ey ayıpları örten! Ayıplarımızı ört.
O’na (CC) istiğfârda bulunun, zîrâ O (CC) günahları bağı layandır. Çok az amele dahi
kar ılık verir. Hayırlı ameller üzerinde sâbit kılar. Zîrâ O (CC) “Kerîm” (çok çok ikram ve
ihsân edici) ve “Cevvâd” (çok çok cömert)tir. Hiçbir sebep ve kar ılık olmaksızın bağı ta
bulunur. Sebep olursa nasıl olur? Sen dü ün! O’na (CC) tevhîd ile, sâlih ameller ile, dünyâyı
58
Fâtır S. A.24.
59
Bakara S. A.286.
60
Âl(i Đmrân S. A.8.
terk ederek, dünyâdan yüz çevirerek, âhireti alarak, âhirete yönelmek sûretiyle, âhirete rağbet
göstererek, küçük ve büyük günahları terketmek sûretiyle kar ılık verin.
Hakk’ı (CC) isteyen, O’nu (CC) murad edinen ki i Hakk’tan (CC) ne cennetini ister,
ne de O’nun (CC) cehenneminden korkar; bilakis o yalnızca O’nun (CC) rızâsını ister. O’nun
(CC) yakınlığını umar. O’ndan (CC) uzakla maktan korkar. Sen eytanın, hevânın, dünyânın
ve ehvetlerinin (arzularının) esirisin. Sende hayır yok! Kalbinin ayakları bağlı. Sende hayır
yok! Allah’ım (CC)! Onu esâretinden kurtar. Bizi de kurtar. Bize “esrâr”ından (sırlarından)
bir elbise giydir. (Âmin)
Be vakit namazı vaktinde kılın. <erîatin bütün hudutlarını koruyun. Farzı edâ edince
nâfileye geçin. Azîmete yâni tercih hakkı olmayan eylere yapı ın, ruhsattan yâni tercih hakkı
olan eylerden yüz çevirin. Ruhsata yapı ıp, azîmeti terkeden kimsenin dîninin yıkılmasından
korkulur. Âzîmet “ricâl” (tasavvuf erleri) içindir; çünkü o zor ve me akkatlidir. Emir ve
ruhsat çocuklar ve kadınlar içindir; çünkü o kolaydır.
Ey oğul! Đlk safta dur. Zîrâ o cesur erlerin safıdır. Son saftan ayrıl. O da korkakların
safıdır. Bu nefsi kullan ve onu azîmete alı tır. Çünkü nefis kendisine ne yüklenirse onu ta ır.
Ondan sopayı eksik etme; edersen uyur ve üzerindeki yükü atar. Ona di inin ve gözünün
beyazını gösterme. O kötülüğün kuludur; ona ancak sopa ile muâmele edilir. Çalı tığında onu
tam doyurma, tokluk onu azdırır. O tokluğu kar ılığında çalı ır.
Süfyân(ı Sevrî (v. 161/777) çok ibâdet eder ve tok olurdu. Doyduğu zaman öyle
derdi: “Karayı doyur ve döv; çünkü kara e ektir.” Sonra ibâdete kalkardı. Bundan büyük bir
zevk alırdı. Birisinin öyle dediği söylenir: “Bir keresinde Süfyân(ı Sevrî’yi gördüm. O kadar
çok yemek yedi ki, ondan nefret ettim. Sonra kalkıp o kadar çok namaz kılıp ağladı ki, ona
acıdım.” Çok yeme husûsunda Süfyân’a uyma. Ona çok ibâdet husûsunda uy. Sen Süfyân
değilsin. Nefsini onun doyurduğu gibi doyurma; onun nefsine hâkim olduğu gibi sen nefsine
hâkim olamazsın.
Kalp sapasağlam olunca, dalları, yaprakları ve meyveleri olan bir ağaç olur. Onun
insan, cin ve melekten her türlü mahlûka birçok faydası dokunur. Sağlam olmayan bir kalp
hayvanların kalbidir. Sûreti olur ama mânâsı olmaz. Đçinde su olmayan kaptır o. Meyvesiz
ağaçtır. Ku u olmayan kafestir. Oturanı olmayan evdir. Cevherler, altınlar, dinarlardan olu an,
ancak, harcayanı olmayan bir hazînedir. Ruhsuz cesettir. Etinden sıyırılmı ceset yâni iskelet
gibidir. Onun sûreti vardır ama rûhu yoktur. Allah(ü Teâlâ’dan (CC) yüz çeviren, onu inkâr
eden bir kalp sıyırılmı tır, eti sıyırılmı kemiktir.
Bundan dolayıdır ki, Allah(ü Teâlâ (CC) onu ta a benzeterek öyle buyurmu tur:
“Bundan sonra kalpleriniz ta6 gibi, ya da ondan daha sert bir 6ekilde katıla6tı.”
61
Đsrâîl
Oğulları Tevrat ile amel etmeyince Hakk Teâlâ (CC) onların ta kalplerini sıyırdı ve ind(i
ilâhîsinden onları kovdu. Ey Muhammedîler! Sizler de aynen böylesiniz; eğer Kur’ân(ı
Kerîm ile amel etmez, onun ahkâmı ile hükmetmezseniz, Hakk Teâlâ (CC) sizin de kalbinizi
sıyırır ve ilâhî kapısından sizleri de tardeder.
Allah(ü Teâlâ’nın (CC) kendisini bir ilim üzerine saptırdığı kimselerden olmayın. Đlmi
halk için öğrenirsen onunla amel ettiğinde halk için etmi olursun. Fakat ilmi Allah(ü
Teâlâ’nın (CC) rızâsı için öğrenirsen amelin de O’nun (CC) için olur. Tâat cennet ibâdetidir.
Mâsiyet cehennem ibâdetidir. Bundan sonra i (takdîr) O’na (CC) âittir. O (CC) isterse
istediğine ameli olmaksızın da sevap verebilir, cennetini verebilir. Buna kar ılık, ameli
olmasına rağmen istediğine kimseye de cezâ verebilir. Bu hüküm O’na (CC) âittir. “O (CC)
istediğini yapandır.”
62
“O (CC) yaptığından sorumlu tutulamaz, halbuki onlar (insanlar)
sorumludurlar.”
63
“Sıddık”
64
, Allah’ın (CC) nûru ile bakar. O ne gözünün, ne güne in, ne de ayın ı ığı ile
bakar. Bunlar Allah’ın (CC) genel nûrudur, ı ığıdır. Sıddîk’ın nûru ise özeldir. Allah(ü Teâlâ
(CC) bu nûru ona “ikinci “ilmin (mârifetullah) nûrununun hükümlerini gerçekle tirdikten
sonra bah etmi tir.
Allah’ım (CC)! Bizi hilminle, ilminle, kurbiyetinle rızıklandır. “Bize dünyâda da,
âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
61
Bakara S. A.74.
62
Bürûc S. A.16.
63
Enbiyâ S. A.23.
64
“Sıddîk”: Sadâkat mertebesinde temekkün etmi kimse.
11.Sohbet ĐHLAS HURU
Hz. Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet edilmi tir: “Hayâ (utanma) îmandandır.”
65
Ey Allah’ın (CC) kulları! Sizi Rabbinize (CC) kar ı arsız davranmaya itemem, O’na
(CC) kar ı sizi cür’etlendiremem. Hayâ yaratılı tan gelir. Hakk’a (CC) kar ı arsız davranmak
ise bo bir hevestir. Hayânın hakîkati halvette ve celvette Rabb’den (CC) utanmaktır. Hayâ
yaratılı ın aslından değil, teferruatındandır. Mü’min Hâlık’tan (CC), münâfık ise halktan
utanır.
Allah sizi ıslah etsin, ey münâfıklar! Bütün i iniz kendiniz ile halkın arasını
düzeltmek ve Hakk (CC) ile aranızı tahrip etmekten ibâret. Eğer bana dü manlık ederseniz,
Allah’a (CC) ve Resûlüne (SAV) dü manlık etmi olursunuz. Zîrâ ben sâdece onların yardımı
ile ayaktayım. Bo una yorulmayın, “Muhakkakki, Allah (CC) emrini (yapacağını) yerine
getirmekte gâliptir (üstünlük sâhibidir).”
66
Yûsuf (AS)’ın karde leri O’nu (AS) öldürmek istediler, ama buna güçleri yetmedi.
Onların güçleri buna nasıl yetsin ki, O (AS) Allah (CC) katında bir meliktir, pâdi ahtır!.
Nebîlerinden bir nebîdir. “Asfiyâ”sından (temizleyip kendisine seçtiği kullarından) bir
sıddıktır. Allah(ü Teâlâ (CC), O’nun (AS) hakkında “O’nun (AS) eliyle halkın sulh ve
selâmetini icrâ edeceği” hükmünü vermi tir. Yahudîler hep böyledir; Meryem oğlu Îsâ’yı
(AS) bile öldürmek istediler. O’na (AS) verilen mûcizeleri görünce ona haset ettiler. Bunun
üzerine Allah(ü Teâlâ (CC) O’na (AS) memleketinden ayrılarak Mısır’a gitmesini vahyetti. 13
ya ında iken memleketini terketti. Bir müddet böylece memleketinden uzak kaldı. Sonra
Mısır’da ismi yayıldı, me hur oldu. Bunun üzerine Yahudiler yine O’nu (AS) öldürmek için
toplandılar, ama yine ba aramadılar. Çünkü Allah(ü Teâlâ (CC) emrini, dilediğini yerine
getirmekte üstünlük sâhibidir.
Ey bu zamânın münâfıkları! Đ te durum böyle… Beni öldürmek istiyorsunuz. Bunda
size imkan yok. Kollarınız kısa, bunu ba aramazsınız. Đtâat etmeye, günahları ve yanlı ları
terketmeye çalı sanıza. Halbuki bunlara çalı mak insanın tabîatinde vardır. Rabbinizin (CC)
kelâmını anlamaya çalı ın. Onunla amel edin ve amellerinizde ihlaslı olun. Rabbimiz (CC)
i itilen ve anla ılan bir kelam ile konu andır. Mûsâ (AS) olsun, Hz. Peygamber (SAV) olsun
O’nun (CC) kelâmını dünyâda iken i itmi lerdir. Âhirette ise O’nun (CC) kelâmını mü’min
kulları i itecektir. Rabbimiz (CC) görülür. Bugün güne i ve ayı nasıl görüyorsak, hiç üphe
yok ki, yarın kıyâmet gününde de Rabbimizi (CC) öyle göreceğiz.
65
Buhârî, es Sahîh, “Hayâ” hadîs no: 69.
66
Yûsuf S. A.21.
Allah(ü Teâlâ’nın (CC) öyle kulları vardır ki, O’na (CC) bir kere nazar etmek
mukâbilinde cenneti verirler. Fakat onların niyetlerindeki bu sadâkat ortaya çıkınca, bir kere
nazar için cennetten vazgeçtikleri halde nazar onlar için sürekli kılınır. Onlar dâimî bir
yakınlığa kavu urlar. Cennet lezzetlerine kar ılık onlara Rablerinin (CC) yakınlığı bah edilir.
Ey Allah ü Teâlâ’yı (CC), Resûlünü (SAV) ve O’nun (CC) adamlarını
(ricâlullâh) tanımayanlar! Sizlere yazıklar olsun! Kalp adımlarınızla Allah(ü Teâlâ (CC)
fazlından ikram ettiği yemeğe yürüyün. Onu sizin önünüze nasıl bıraktığımı görmüyor
musunuz? Beni yalanlayanın ben de elbisesini, evini ve etrâfındaki meleklerini yalanlarım,
tanımam. Ey münâfık! Ey deccâl! Senin beni yalanlaman beni hiç ilgilendirmez.
Ey oğul! Sen bir nefis, bir hevâ ve bo bir hevessin. Kadınlarla, yabancılarla ve
çocuklarla oturup kalkıyorsun, sonra da diyorsun ki: “Ben onlarla ilgilenmiyorum.” Yalancı!
Ne erîat, ne de akıl bunu sana uygun görür. Ate üstüne ate , odun üstüne odun atıyorsun.
Ho , din ve îman evini yakıyorsun ya! Halkın erîati inkârı böyle olur; bundan hiç kimse
müstesnâ değildir.
Îman, mârifetullah ve kurbiyet kuvveti tahsil etmeye çalı . Sonra Hakk’a (CC)
niyâbeten halkın tabîbi ol. Yazık! Yılanları elinde nasıl tutarsın! Sen ne bir yılan oynatıcısın,
ne de panzehir içtin! Sen körsün; insanların gözünü nasıl iyile tirebilirsin! Câhil! Sen dîni
nasıl ikâme edebilir, ayağa kaldırabilirsin! Kapı muhâfızı olmayan kimse insanları pâdi âhın
huzûruna nasıl götürebilir! Kıyâmet günü olup acâiplikleri görünceye kadar sus, konu ma!
Amellerinizde ihlaslı olun, yoksa bo a yorulmayın. Eğer alâka duyduğun eyler
senden kesilir ve yüzüne kapılar kapatılırsa sana Hakk’ın (CC) tarafı, O’nun (CC) kurbiyet
kapısı açılır. O’na (CC) giden yol sana gösterilir. Her eyin en kıymetlisi, en ho u, en güzeli
sana gelir.
Bu dünyâ geçicidir, gidicidir, pisliktir. Âfetler, belâlar ve sıkıntılar mekânıdır. Orada
ya amak hiç kimseye ho gelmez, hele de “hikmet ehli” birisi ise. Ölümü dü ünen hikmet ehli
birinin gözleri dünyâda karar kılmaz, onunla mutlu olamaz. Hemen kar ısında ağzını açmı
bir yırtıcı ve vah î hayvan duran kimse nasıl sâkin olabilir ve gözleri nasıl uyuyabilir? Ey
gâfiller! kabir ağzını açmı bekliyor. Ölüm yırtıcı hayvanı ve yılanı ağızını açmı ! Kader
sultânı celladının kılıç elinde, emir bekliyor. Böyle olmasına rağmen ancak milyonda bir ki i
uyanık oluyor! Uyanık, her eye kar ı zâhid olan, Rabbinden (CC) ba ka hiçbir eye değer
vermeyendir. O öyle duâ eder: “Đlâhî (CC)! Ne istediğimi sen biliyorsun. Halk sofraları tercih
etti. Ben ise senin kurbiyet sofrandan bir lokma istiyorum. Ben sana âit olandan istiyorum.”
Ey sebebi, vâsıtayı irk ko an! Eğer tevekkül yemeğinden tatsa idin, sebebi irk ko maz ve
O’nun (CC) kapısında sapasağlam bir tevekkül sâhibi olarak otururdun.
Đki türlü yeme ekli biliyorum. <erîate uygun bir kazanç yoluyla veyâ tevekkül
yoluyla. Allah’tan (CC) utanmıyor musun ki, kazanmayı terkediyor ve insanlardan
dileniyorsun? Kazanç ba langıçtır, tevekkül ise nihâyettir. Ben sana gerçeği söylüyorum;
senden de utanmıyorum. Dinle, kabul et, tartı ma! Benimle tartı an Cenâb(ı Hakk (CC) ile
tartı mı olur.
Namazları muhâfaza edin. Onlar sizinle Rabbiniz (CC) arasındaki sıladır, bağdır. Hz.
Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet olunmu tur: “Bir kul namaza durduğu ve kalbiyle
Rabbinin (CC) huzûrunda bulunduğu zaman onun etrâfına nurdan otağlar kurulur; etrâfında
melekler döner; gökten onun üzerine iyilikler iner; Cenâb ı Hakk (CC) onunla övünür.”
Namaz kılıp da kalbini Hakk’a (CC) veren kimse, tıpkı ku un kafesten uçtuğu, bebeğin anne
kucağından kurtulduğu gibi, ülfet ettiği eylerden, oturup kalktığı kimselerden, evinden
barkından, sıyrılıp alınır; onlar onun gönlünden kaybolur; velev ki, ilmi yutmu , parçalamı
olsa dahi.
Hz. Peygamber’in (SAV) Sahâbesinin tâbiîlerinin ileri gelenlerinden Urve b. ez(
Zübeyr b. el(Avvâm b. Uhti Âi e (RA) hakkında öyle bir kıssa anlatılır: Ayağında bir çıban
çıkar. Ona: “Bu çıbanı kesmelisin, yoksa bütün bedeninin yok olmasına sebep olacak” denir.
O, tedâvi esnâsında doktora öyle der: “Namaza ba ladığımda o çıbanı kes.” O secdede iken
doktor çıbanı keser, yarayı sarar, fakat o hiç acı hissetmez.
Sizler öncekilere göre bo birer hevessiniz. Siz sâdece konu ursunuz, amel yok!
Mânâsız sûretler gibisiniz. Bekliyorsunuz ama size haber getiren kimse yok. Dikkat et!
Đnsanların lakırdıları seni aldatmasın. Nasıl olduğunu sen daha iyi bilirsin. Allah(ü Teâlâ (CC)
öyle buyurmu tur: “Bilakis insan kendisi üzerine “basîrettir” (6âhittir).”
67
Avâmın elindekini güzel görme, havâssın elindekini de çirkin görme. Bir eyh
müridlerine öyle dermi : “Zulme uğradığınızda zulüm yapmayın. Övüldüğünüzde
ımarmayın. Zemmedildiğinizde hüzünlenmeyin. Yalanlandığınızda gazaplanmayın. Đhânete
uğradığınızda ihânet etmeyin.” Ne güzel bir söz! Müridlerine nefsi ve hevâyı boğazlamayı
emretmi . Bu söz Hz. Peygamber’in (SAV) u hadîsinden alınmadır: “Cebrâîl (AS) bana geldi
ve dedi ki: ‘Cenâb ı Hakk (CC) Sana 'öyle buyuruyor: Sana zulmedeni sen affet. Sana
67
Kıyâmet S. A.14.
gelmeyene sen git. Sana vermeyene sen ver. Allah’ın (CC) nîmetlerini, sanatını ve halkı
üzerindeki tasarrufunu dü'ün!”
68
Dünyâya değer vermez, ona kar ı zâhid olursan ve bu zühdünde belli bir seviyeye
gelirsen, dünyâ rüyâda sana kadın sûretinde görünür, sana boyun eğer gösterir ve: “Ben senin
hizmetçinim. Yanımda emânetlerin var, onları al” diyerek, az çok ne varsa sana kendisindeki
nasîbini verir. Mârifetin kuvvetlendiği zaman ise bu durum sana yakaza hâlinde vâki olur.
Peygamberlerin (RA) ilk hâlleri ilham, ikinci hâlleri ise rüyâdır. Onların bu durumları
kuvvetlenince Cebrâîl (AS) açık bir sûrette gelerek onlara: “Cenâb(ı Hakk (CC) size unu
unu unu buyuruyor” diye vahiy getirmi tir.
Akıllı ol! Ba olma sevdâsını at, yakla ve cemâatten biri gibi uraya otur; tâ ki,
sözlerim kalp toprağına ekin eksin. Eğer aklın olsaydı sohbetime gelir ve benden her gün bir
lokmaya bile râzı olurdun. Sözlerimin sertliğine tahammül ederdin. Îmânı olan herkes
sapasağlam durur ve meyve alır. Îmânı olmayan ise benden kaçar. Yazık! Ey ba kasının gizli
hâllerine muttalî olduğunu iddiâ eden: Biz seni nasıl tasdik edelim ki, sen kendi hâline bile
muttalî değilsin? Her tarafın yalan. Yalanından tevbe et.
Allah’ım (CC)! Bizi bütün hâlimizde sadâkat ile rızıklandır. “Bize dünyâda da,
âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
68
Bk.: Ahmed b. Hanbel, el Müsned, “Müsnedü’ ( âmiyyîn”, hadîs no: 17457, (Mısır(tsz.); Deylemî, el Firdevs,
V/318, (Beyrut(1986).
12.Sohbet MUCAHEDE (NEFSE KARRI SAVARMAK)
Ey oğul! Nefsini dünyâya, kalbini ukbâya, sırrını ise Mevlâ’ya (CC) bırak. Dünyâ ile
mütmain olma, huzur duyma. O süslü bir yılandır. Süsü ile insanları kendine çeker, sonra da
helak eder. Kesin bir biçimde ondan yüz çevir. Rabbine (CC) ibâdette, sâlih arkada larla
sohbette, ihvâna hizmettte ve ehvetlerden yüzçevirmede samîmi ol. Hakk’ı (CC) öylesine
tevhîd et ki, kalbinde mahlûkattan bir zerre dahi kalmasın. O zaman evi, barkı da gözün
görmezsin. Tevhîd her eyi öldürür. Bütün devâ Hakk’ı (CC) tevhîdde ve dünyâ yılanından
yüzçevirmektedir. Nefsini bilinceye, onu hazlarından men edinceye ve onun müstehakkını
verinceye kadar sende hayır olmaz. O zaman kalb sırdan, sır da Hak’tan (CC) huzur duyar.
Mücâhede sopasını nefis üzerinden kaldırmayın! Onun tilkiliklerine aldanmayın. Onun
uyuması sizi aldatmasın. Vah î hayvanın uyuması sizi aldatmasın; o sizi gözetler, uyuyor
görünür ama aslında bir fırsatını bekliyordur. Uyanıkken ondan nasıl sakınırsanız, uyurken de
ondan öylece sakının. Nefislerinizden sakının! Silahlarınızı kalp boyunlarınızdan indirmeyin.
Bu nefis hayır için rızâ, tevâzu ve ho nutluk gösterir ama aslında o içinde bunun tersini saklar.
Daha sonra ondan ne çıkacak? Sen ona dikkat et.
Hüznü artırın. Rahatlığı azaltın. Bu i (tasavvuf) hüzün ve tasa üzerine binâ edilmi tir.
Nebîler (AS), resuller (AS) ve sâlihler (RA) hep bu hal üzerine ya amı lardır. Hz.
Peygamber’in (SAV) hüznü uzun ve tefekkürü sürekli idi. Ancak tebessümle gülerdi. Rahat
görünmek için kendini zorlardı. Akıllı olan kimse, dünyâlıklar ile, evlâd(ü ıyâl, mal mülk,
elbise, araba, hanım gibi eylerle ımarmaz. Bunların hepsi bo tur. Mü’minin ferahı, îmânının
kuvveti sebebiyle olur, “yakîn”i (sağlam bilgi ve inancı ile), kalbinin Rabbinin (CC) kurbiyet
kapısına yakla mı olmasından dolayı olur.
Nefsinin gözünü aç ve ona öyle de: “Rabbinin (CC) seni gördüğü gibi, sen de O’nu
(CC) gör! O (CC), zenginleri, pâdi ahları nasıl helâk etti? Bir bak! Öncekilerin nasıl yok olup
gittiklerinden ibret al! Onlar ki, bu dünyânın hükmünü sürmü ler ve nîmetlerini ya amı lardı.
Sonra onların ellerinden dünyâ alındı. <imdi ise onlar azap hapishânelerinde esir bir ekilde
ya ıyorlar. Kâ âneleri harâbe oldu, malları mülkleri kayboldu gitti; geride yaptıkları kaldı.
<ehvetler gitti, yorgunluklar kaldı! Rahat yok, rahatlık vaktinde değiliz.”
E inin ve çocuklarının güzelliği, mal mülk çokluğu seni ımartmasın. Nebîleri (AS),
resulleri (AS)ve sâlihleri (RA) ımartmayan ey seni de ımartmasın. Allah(ü Teâlâ (CC) öyle
buyurmu tur: “Muhakkakki, Allah (CC) 6ımarıkları sevmez.”
69
Yâni dünyâlık ile, mâsivâ
ile ımaranı sevmez. Oysa kendisiyle feraha kavu anı, kendine yakınlık duyarak rahatlayanı
69
Kasas S. A.76.
sever. Sûfîlerin özelliği, seciyesi onların isteklerinin âhirete müteallık olmasıdır; ehvetlere,
zevklere ve saçmalıklara değil.
Ey hevesi pe6inde ko6an! Arzuladığın eyden sana hayır yok. Ey gâfiller! Allah(ü
Teâlâ’ya (CC) itâat etmeyenler için âhirette iddetli bir azap vardır. Kulun kalbi istikâmet
sâhibi olunca her eye vedâ eder. Her eyi kalbinin arkasına atar. Âhiret mülküne kar ılık
dünyâsının helâk olmasını önemsemez. Ate üzerinde yürür, vah î hayvanlara karı ır, halktan
kaçar. Kendini çöllerin susuzluğuna, açlığına bırakır da, öyle der: “Ey a kınlara yol
gösteren! Bana senin yolunu göster!” Allah’ım (CC)! Bütün gayretlerimizi, himmetlerimizi
tek bir gayret, tek bir himmet yap.
Bu hâl ancak ve ancak, önce haramlara, sonra mübahlara ve sonra da helâllere kar ı
zâhid olmakla, onlardan yüzçevirmekle tamâmlanabilir. Kalbinde halktan bir zerre bile
olmaksızın ak amlamaya ve sabahlamaya bak. Ben seni ehvetlerle, zevklerle, halkla,
dünyayla, sebeplere güvenmekle dopdolu görüyorum. O halde niçin sâlihlerin ahvâlinden
bahsediyorsun? Niçin onların hâlinin sende de olduğunu iddiâ ediyorsun? Bize ba kalarının
hâlini haber veriyorsun, bize ba kalarının kesesinden ikramda bulunuyorsun! Ba kalarının
kitaplarını kurcalıyor, sözlerini çıkarıyor ve onlardan konu uyorsun; seni dinleyen de o
konu maların sana gelen ilhamlar olduğunu, senin ne kadar “ahvâl” sâhibi olduğunu, onları
kendi kalbinden konu tuğunu vehmediyor.
Yazıklar olsun sana! Evvelâ, onların dedikleriyle amel et, sonra konu . Kelâmın
amelinin yavrusu olsun. Bu i (tasavvuf) sâdece sâlihleri görüp onların sözlerini ezberlemekle
olmaz. Aksine, onların dedikleriyle amel ederek, sohbetlerinde güzel edepli olmakla, onlara
hüsn(i zan beslemekle ve bu hâli dâimâ korumakla gerçekle ir.
Sıradan insanlar ayaklarıyla attığı adımlar kadar sevap kazanırlar; “havâs” (özel
kimseler) ise himmetleri kadar sevap alırlar. Kimin himmeti, gayreti bir tek olursa Cenâb(ı
Hakk (CC) da onun için bir tek olur; kul O’ndan (CC) gayri her eyden kalbiyle yüzçevirirse
O (CC) da ona yüzünü döner.
Allah(ü Teâlâ (CC) Kur’ân(ı Kerîm’inde öyle buyurmu tur: “Benim velîm kitâbı
indiren Allah’tır (CC); O (CC) sâlihlerin velîsidir (onların i6lerini üzerine alır).”
70
Böyle
bir kulun kalbi Rabbine (CC) vâsıl olduğunda O (CC) onun tabîbi ve enîsi olur. O kul O’ndan
(CC) ba kasından devâ bulamaz, O’ndan (CC) ba kasıyla ünsiyet edemez. Dâvûd (AS) öyle
dermi : “Yâ Đlâhî (CC)! Tabip kullarına gittim, hepsi de beni Sana gönderdiler; ey a kınların
delîli, rehberi, bana Sen delillik, rehberlik et!”
70
A’râf S. A.196.
Allah(ü Teâlâ’yı (CC) seven ki inin kalbi tamâmen evk olur, tam bir yüzçevirme
dolar, her eyiyle fenâ bulur, yok olur. Ho , onun bütün gayreti de tek bir gayret olur ya.
Hakîkî bir ke if ancak hicaptan (perdeden) kurtulunca olur. Vuslat istersen dünyâyı,
âhireti ve yerin dibinden ar a kadar ne varsa her eyi terket. Resûlullah (SAV) hâriç, her
mahluk hicaptır, Hakk’a (CC) perdedir; Resûlullâh (SAV) ise Hakk’ın (CC) kapısıdır. Allah(ü
Teâlâ (CC) O’nun (SAV) hakkında öyle buyurmu tur: “Resûl (SAV) size ne verirse onu
alın, neyden nehyederse ondan da uzak durun.”
71
O’nâ (SAV) ittibâ etmek Hakk’tan (CC)
perde değildir, aksine vuslata vesîledir.
Ey oğul! Kalbin ne zaman gerçek hakîkati anlayacak? Sırrın ne zaman tertemiz
olacak? Sen halkı Hakk’a (CC) irk ko uyorsun. Kalbin tavkâdan hâlî iken, kalbinde zerre
kadar takvâ yokken nasıl felah bulursun? Sen her gece i ini gördürecek birini gözlüyorsun,
ikâyetini ona yapıyorsun, ondan dileniyorsun; tevhîdden yoksun olan kalbin nasıl saf ve
tertemiz olacak? Tevhîd nurdur, aydınlıktır; halkı irk ko mak ise zulümdür, karanlıktır. Sen
Hakk’tan (CC) halk ile perdelenmektesin. Sebepler ile sebepleri yaratandan perdelenmektesin.
Halka tevekkül edip güvendiğin, îtimat ettiğin için perdelenmektesin. Sen sırf iddiâsın. Hiçbir
delilin olmaksızın, bombo iddiân ile seni kim kabul eder?
Tasavvuf yolu ancak iki ekilde katedilir:
1 Mücâhede etmek, sava ıp didinmek, me akkate alı mak ve yorulmak ile (sâlihler
arasında mâruf olan ve yaygın olan yol budur(.
2 Hakk’ın (CC) mevhibesi, kar ılıksız bağı ı olarak (bu da nâdir olur ve çok az ki iye
nasip olur(.
Ey oğul! Îmânın zayıf olduğu zaman nefsini kısıtlamaya bakmalısın; e i dostu,
konuyu kom uyu, ahâliyi milleti dü ünmek senin neyine? Îmânın kuvvetlendiği zaman e ine
dostuna, çoluğuna çocuğuna, halka bak. Takvâ zırhını giyinmeden, kalbinin ba ına îman
miğferini takmadan, eline tevhîd kılıcını almadan, ok torbana kabul olan duâ oklarını
koymadan, tevfîk atına binmeden, sava oyunlarını öğrenmeden onlara gitme.
Ondan sonra Hâlık’ın (CC) dü manlarına kar ı hamle yap. Đ te o zaman sana Hakk’ın
(CC) yardımı ve zaferi altı yönden, sağdan, soldan, yukarıdan, a ağıdan, önden, arkadan… O
zaman halkı eytanın elinden kurtarır ve onları Hakk’ın (CC) kapısına götürürsün. Bu
makâma ula anın kalp gözünden perde kaldırılır. Altı yönden hangisine yönelirse yönelsin,
onun nazarı perdeyi yırtar. Ona bir ey gizli kalmaz. Kalbinin ba ını kaldırınca ar ı ve gökleri
görür. Nazarını yeryüzüne yönelttiğinde onun katmanlarını ve oralarda oturan cinleri görür.
71
Ha r S. A.7.
Bu makâma ula tığında halkı Hakk’ın (CC) kapısına getir. Buna ula madan senden
hiçbir ey olmaz. Halkı Hakk’a (CC) dâvet edersen ve sen de Hakk’ın (CC) kapısında
değilsen, bu çağrın ancak senin için bir vebal olur; kımıldadıkça a ağı inersin, yükselmek
istedikçe alçalırsın. Sâlihlerden haberin yok! Sırf laklaksın. Gönlü olmayan bir dilsin. Đçi
olmayan dı sın. Halvetsiz bir celvetsin. Özsüz bir kabuksun. Kılıcın tahtadan. Okun kibrit
çöpünden. Sen bir korkaksın, cesâret sende ne gezer! Seni en basit ok bile öldürür. Küçücük
bir hücum senin kıyâmetini koparmaya yeter.
Allah’ım (CC)! Dînimizi, îmânımızı ve bedenimizi kurbiyetin ile koru. “Bize
dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
13.Sohbet SALĐH AMEL VELAYET
Kul nefsinden, hevâsından, irâdesinden ve halkı görmekten fânî olunca görüntüsü
(bedeni) ile dünyâda olsa da mânâsı ile âhirette olur. Allah’ın (CC) ilminde (takdîrinde) ve
onun elinin içinde olur. O’nun (CC) kudret denizinde yüzer. Hakk’tan (CC) korkanın korkusu
iddetlenince kalbi ona korkuyu unutmayı öğretir. Onu Hakk’a (CC) yakınla tırır. Nefsini ona
öğretir. Ona mu tular verir. Yûsuf (AS)’ın karde i Bünyamin’e yaptığı gibi onun korkusunu
sâkinle tirir:
Yûsuf (AS) karde lerine baktı. Bünyâmîn’i onlardan ayrılmı , tek ba ına yemek
yerken gördü. Ona kar ı rikkati (duygusallığı) arttı. Onları biraraya oturttu. Bünyâmin’in
yanına yakla tı. Onunla berâber yemek yedi. Yemek bitince ona gizlice:
(( Ben senin karde in Yûsuf’um, dedi.
Bünyamin (AS) sevindi. Sonra Yûsuf (AS) ilâve etti:
(( Seni hırsızlıkla suçlamak istiyorum. Bu imtihana sabret!
O ikisi arasındaki duruma diğer karde leri a ırdılar. Daha önceden Yûsuf’u (AS)
kıskandıkları gibi, Bünyâmin’i de kıskandılar. Hırsızlık ayıbının(!) ortaya çıkmasından
sonradır ki, Bünyâmin’e ikram geldi, karde ine yakınla tı.
Mü’min de böyledir; Allah(ü Teâlâ (CC) onu velî edinince, onu belâlarla ve türlü
âfetlerle imtihan eder. Eğer sabır gösterirse onu ikramlarla, kendine yakınlık ile diğer
insanlardan ayırır.
Ey oğul! Emirler kar ısında tam bir vefâ örneği göster. Nehiyler kar ısında ise hasta
gibi ol. Belâ ve takdir kar ısında ise sus ve kaybol! Fayda sana geri dönüp, zarar senden
defedilinceye kadar ölü gibi ol. Muhib, Hakk’a (CC) nisbetle duyan ve görendir, fakat halka
nisbetle sağır ve dilsizdir. <evk ve i tiyak be duyuyu kapladığında onun kalıbı halk ile olur,
fakat mânâsı Hakk (CC) iledir. Ayakları yeryüzündedir, fakat himmeti semâdadır. Niyeti ve
tasası kalbindedir onun; halk onun kalbini göremez. Onun ayaklarını görebilirler, ama
“himmet”ini (niyetini) ve “hümûm”unu (tasasını) göremezler. Çünkü onlar aynı zamanda
Hakk’ın (CC) hazînesi olan kalp hazînesindedir.
Bu hâl nerede, sen neredesin, ey yalancı? Sen ancak malınla, çoluk çocuğunla, makam
ve mevkin ile, halkı ve sebepleri irk ko arak ayakta durabiliyorsun. Buna rağmen Hakk’a
(CC) yakın olduğunu iddiâ ediyorsun! Yalan zulümdür; çünkü aslında zulüm bir eyi asıl
mevkiinden ba ka bir yere koymaktır. Yalancılığının felâketi sana dönmeden önce
yalancılıktan tevbe et. Sûfîlerle otur; zîrâ onlar bir kimseye nazar ederler ve himmetlerini ona
yöneltirlerse o kimseyi severler. Bu kimse ister bir Yahudî, ister bir Hıristiyân, isterse bir
Mecûsî olsun. Eğer o, müslüman ise onun îmânı, yakîni ve sebâtı daha da artar; müslüman
değilse, Allah(ü Teâlâ (CC) onun sadrını Đslâm’a açar.
Ey Hakk’tan (CC) ve sâlihlerden gâfil kullar! Mal mülk, çoluk çocuk sizi Hakk’a
(CC) yakınla tırmaz. Sizi O’na (CC) yakınla tıran ancak takvâ ve sâlih ameldir. Kâfirler
malları ve yakınları vâsıtasıyla sultanlara ve hükümdarlara yakınla ıyorlar ve öyle diyorlardı:
“Eğer Allah(ü Teâlâ (CC) dilerse, kıyâmet günü bu yaptığımız gibi mallarımız ve
çocuklarımızla O’na (CC) yakınla ırız.” Bunun üzerine u âyet indi: “Halbuki sizi bize
yakınla6tıran ne mallarınız, ne de çoluk çocuğunuzdur; ancak îman edip sâlih amel
i6leyenlerin bu amellerine kar6ılık kat kat mükâfat vardır. Onlar yüksek kö6klerde
güven içindedirler.”
72
Mallarınızla dünyâda iken Cenâb(ı Hakk’a (CC) yakınla ırsanız bu sizin için
faydalıdır. Çocuklarınıza yazı yazmayı, Kur’ân okumayı ve ibâdeti öğretirseniz ve bu
amellerinizle de Allah(ü Teâlâ’ya (CC) yakınla mayı kasdederseniz bunlar da sizin için
faydalıdır. Bütün bunların sevâbını öldükten sonra göreceksiniz. Ben size faydasız olan
neyiniz varsa onu haber veriyorum! Size ancak iman, sâlih amel, sadâkat, Hakk’ı (CC) tasdîk
fayda sağlar. Rabbine (CC) yakınla mak için kalbine izin çıkması için, sâlih(ârif bir mü’min
i lediği ameller ile Hz. Peygamber’in (SAV) rızâsını gütmekten hiç geri durmaz. O, Hz.
Peygamber’in (SAV) huzûrunda bir çocuk gibi olur. Epey bir hizmet ettikten sonra ona öyle
der: “Ey üstad! Melik’in kapısını bana göster. Beni O’nunla (CC) me gul et. Beni O’nu (CC)
görebileceğim mevkîde tut. Elimi halktan çek, O’nun (CC) kurbiyet kapısına götür.” O da
(SAV) onu alır, o kapıya götürür. O’na (SAV) denir ki: “Yâ Muhammed (SAV)! Yanındaki
kim? Bir elçi mi? Bir rehber mi? Bir ilim öğreticisi mi?” O da (SAV) öyle cevap verir:
“Aslında Sen biliyorsun. O kendi ellerimle büyüttüğüm bir minik yavrudur. Ben onun bu
kapıya hizmetinden râzıyım.” Sonra, Cebrâîl (AS)’ın, Hz. Peygamber’le (SAV) birlikte
semâyı geçip Rabbine (CC) yakla tığında “Đ te Rabbin (CC), i te sen!” dediği gibi ona
kalbinde öyle hitap edilir: “Đ te Rabbin (CC), i te sen!”
Ey oğul! Sâlih amel getir ve âlemlerin Rabbine (CC) yakınlığı al. O yüksek
kö klerdeki cennet ehli dünyâ âfetlerinden, fakr u zarûrete sabretmekten, çoluk çocuğun
rızkını çıkarmaktan, hastalık ve sakatlıktan, gam ve kederden uzaktırlar, emniyet içindedirler.
Ölümden, onun kâsesini ikinci kere içmekten, Münker ve Nekir’in sorgulamasından emniyet
içindedirler. Cennete girerler ve arkalarından kapılar kapatılır. Oradan bir daha aslâ
çıkmazlar.
72
Sebe S. A.37.
Cennet ehli cennete girmekle rahata kavu ur, ama muhiblerin gönülleri mahbuplarını
görmedikçe, binlerce defâ cennete girseler dahi bir türlü rahata kavu amazlar. Onlar mahluk
istemezler; onlar sâdece Hâlık’ı (CC) isterler. Onlar nîmeti istemezler, bilakis nîmeti
bah edeni isterler. Aslı isterler, fer’i değil… Onlar a îretlerinden ayrılmı lardır. Malı mülkü
terk etmi lerdir. Bütün geni liğine rağmen onların kalp arzları, dünyâları onlara dar gelir.
Onlar halktan alıkoyan ey ile me guldürler. Onlar cenneti gördükleri zaman ona göz ucuyla
bile bakmazlar; ona vah î hayvanlarına, prangalara, hapishâneye bakar gibi bakarlar. Derler
ki: “Bunun hepsi perdedir, engeldir, sıkıntıdır, azaptır.” Halkın yırtıcı hayvandan, prangadan,
hapisten kaçtığı gibi, onlar da ondan kaçarlar.
Ey oğul! Emelini kısalt. Hırsını azalt. Namazını vedâ ediyormu gibi kıl. Benim
huzûruma her eyiyle vedâla mı birisi gibi gel. Son kez geldiğinde kader eri irse bu da senin
hesâbında olan bir ey değil. Bir mü’minin, vasiyetini ba ının altına koymadan uyuması doğru
değildir. Cenâb(ı Hakk (CC) onu bir âfiyet içerisinde uyandırırsa bu ona mübârek olsun; aksi
halde ailesi onun vasiyetini bulsun, ona göre i lerini yapsınlar ve ona merhamet dilesinler.
Yemeğin vedâ edenin yemeği olsun. Ailen ile vedâ eden bir kimsenin oturması gibi otur.
Arkada larınla, dostlarınla kar ıla man vedâ edenin kar ıla ması gibi olsun. Fermânı
ba kasının elinde olan kimse böyle nasıl yapmaz ki!
Đnsanlardan çok az kimse kendisine ne olacağını ve kendisinden ne vâki olacağını, ya
da ne zaman öleceğine muttalî olur. Bu bilgi onların kalplerinde gizli kalır. Sizin u güne i
gördüğünüz gibi, onlar da bu bilgiyi görürler, ama dilleriyle o bilgiyi açıklamazlar. Bu bilgiye
ilk muttalî olan “sır”dır. Sır bu bilgiyi kalbe, kalp nefs(i mutmainneye aktarır. Bu bilgi orada
gizlenir. Nefs(i mutmainne, bu bilgiye ancak tedip ve terbiyeden, kalbe hizmet ettikten ve
onunla birlikte kâim olduktan sonra muttalî olabilir. Bu duruma ancak mücâhedelerden,
ma akkatlere katlanmalardan sonra ula ılabilir. Bu makâma ula an ki i yeryüzünde Cenâb(ı
Hakk’ın (CC) nâibi ve halîfesi olur. O artık sırların kapısıdır. Hakk’ın (CC) hazîneleri olan
kalp hazînelerinin anahtarları onun yanındadır. Bunlar halkın anlayacağı eylerin ötesindedir.
Bu bilgilerden açıklananlar, sâdece dağdan bir zerre, denizden bir katre mesâbesindedir.
Güne e göre bir lamba gibidir.
Allah’ım (CC)! Bu esrâr üzerindeki kelamdan dolayı sana özür beyan ederim; Sen
biliyorsun ki, ben bunda mağlûbum, mecbûrum. Bâzıları bundan özür dilemem gerekmediğini
söylediler, ancak ben kürsüye çıkınca, sizler benim gözümden kayboluyorsunuz, gözümün
önünde çekinilecek, sakınılacak kimse kalmıyor.
Bu kalp sapasağlam olunca, düzelince Cenâb(ı Hakk’ın (CC) kapısının önünde
kımıldamadan durur. Onun “tekvîn” (yaratma) çölüne, tekvîn vâdisine, tekvîn denizine dü er.
Bâzan onun kelâmıyla, bâzan himmetiyle, bâzan da nazarıyla mü erref olur. Allah’ın (CC)
fiili olur, nefsini terkeder. O fânî olur, Hakk (CC) bâkî olur. Sizden çok azınız buna inanır,
çoğu da bunu yalanlar. Buna inanmak “velâyet”tir, bununla amel etmek nihâyete ula tırır.
Sâlihlerin ahvâlini ancak münâfık ve hevâsına binmi deccâl inkâr eder. Bu i ancak, önce
sağlam bir îtikat, sonra mârifetullâha (Allah’ı CC. bilmeye) ula tıran hükümlerin zâhiriyle
amel etme esâsı üzerine kurulmu tur. Hüküm onunla halk arasında olur, amel ise onunla
Rabbi (CC) arasında olur. Onun zâhirî amelleri bâtınî amellerine nisbetle dağda br zerre
misâlidir. Onun bütün uzuvları sükûna kavu sa da kalbi huzur bulamaz; ba gözü uyuyabilir,
ancak, kalp gözü uyuyamaz. O uyuduğu halde onun kalbi amel i lemeye, zikretmeye devam
eder.
Dünyâyı ne zaman tanıyacak, terkedecek ve bo ayacaksınız? Ne zaman karde inize
kar ı hasedi, onun elindekini ele geçirme kuruntularını bırakacaksınız? Yazık sana! E i,
çocukları, evi ve elindeki dünyâlık husûsunda müslüman karde ine haset ediyorsun! Oysa
onlar onun için yaratılmı tır, sana onlardan bir nasip yok! Karde in için yaratılmı olan e in
dünyâda da âhirette de senin olmasını arzuluyorsun! Rızık bolluğu istiyorsun ama bu konuda
rızkının kıt olacağına dâir kalem geçti, kader yazıldı. Sen ancak bo eyin pe inden giden,
mahrum birisin. Çünkü sen payın olmayan eyi talep ediyorsun. Dünyâ talebi pe inde ne
kadar ko acak ve daha ne kadar hırs göstereceksin? Dünyâdan nasîbin ancak sana taksim
edilen kadardır.
Allah’ım (CC)! Kalplerimizi gafletlerinden uyandır. Bizi sana uyandır. Sana hizmet
etmeyi bizlere muvaffak eyle. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem
azâbından bizi koru.”
14.Sohbet SUFĐLER
Hz. Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet olunmu tur: “Her sanat için ehlinden yardım
isteyiniz.”
73
Đbâdet bir sanattır. Onun sâlih, gerçek, iyi bilen ehilleri ise amellerinde ihlâslı,
Allah’ın (CC) hükmünü bilen ve uygulayan, halk ile vedâla mı , nefsinden, malından,
yakınlarından ve bütün mâsivâdan kalp ve sır ayaklarıyla uzakla mı kimselerdir. Onların
bünyeleri ehirde halk arasında olsa da, kalpleri çöllerde ve ıssız yerlerdedir. Onlar kalpleri
terbiye oluncaya ve kalp kanatları kuvvetlenip semâya uçabilir bir hâle gelinceye kadar bu
halden vazgeçmezler. Böylece kaygıları azalır, kalpleri uçar ve Hakk (CC) katında olurlar.
Allah’ın (CC) u âyette belirtmi olduğu kimselerden olurlar: “Onlar bizim indimizde
“mustafâ” (temizlenmi6, seçilmi6) imselerden ve “ahyâr”ndırlar (hayırlı, iyi
kimselerdendirler).”
74
Sırrına “emân” (emniyet) kitabı verilip, kalbiyle kurtulu a erinceye
kadar mü’minin korkusu gitmez. Bu çok az kimsenin bileceği bir eydir, halk i lerinden
değildir.
Yazık sana, ey halkı 6irk ko6an! Arkasında oturanı olmayan kapıları daha ne kadar
çalacaksın? Kızgın olmayan, soğuk demiri daha ne kadar döveceksin? Aklın yok! Fikrin yok!
Tedbîrin yok! Yazık, yazık! Bana yakla , benim yemeğimden bir lokma ye. Benim
yemeğimden tatmı olsaydın, ba kalarının yemeğine itlifat etmezdin. Hâlık’ın (CC)
yemeğinden tatsaydın, kalbin ve sırrın halkın yemeğinden ho lanmazdı. Bu i kalplerde olur;
elbisenin, derinin, kemiğin ötesindedir. Đçerisinde halktan birileri dola tıkça, kalp sıhhat
bulamaz, düzelemez. Kalpte zerre kadar dahi dünyâ sevgisi bulunduğu müddetçe îman sıhhat
bulamaz. Îman yakîne (kesin bilgiye), yakîn mârifete, mârifet de ilme dönü ürse, i te o zaman
sen Allah(ü Teâlâ (CC) için çabalayan bir kimse olursun. Zenginlerin elinden alır, fakirlere
verirsin. Mutfağın sâhibi olursun, rızıklar senin sır ve kalp elinden geçer.
Böyle olduğun müddetçe sana “kerâmet (ikram) yok, ey münâfık! Sen vera sâhibi,
zâhid, Allah(ü Teâlâ’nın (CC) hükmünü ve ilmini bilen bir eyh eliyle temizlenmedin. Yazık
sana! Hiçbir eyin yok, ama bir ey istiyorsun! Eline hiçbir ey geçmez. Dünyâ bile
yorgunluklarla, çabalarla elde edilirken, Allah(ü Teâlâ’nın (CC) indindekini elde etmek nasıl
olur? Sen nerdesin, Allah(ü Teâlâ’nın (CC) kitâbında kendilerini “Geceleri çok az uyurlar ve
seher vakitlerini de istiğfar ile geçirirler”
75
eklinde çok ibâdetle vasfettiği kimseler
nerede? Đbâdetteki sadâkatleri gerçekle ince onların ba larına “uyandırıcılar” konur;
uyandırıcılar, onları yataklarından kaldırırlar. Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur:
73
bak.: Aclûnî, Ke'fü’l hafâ, I/108 (no: 340).
74
Sâd Sûresi, S. 47.
75
Zâriyât S. A.17(18.
“Allah ü Teâlâ (CC), Cebrâîl’e (AS) 'öyle buyurur: ‘Ey Cibrîl (AS)! Falancayı kaldır,
falancayı da uyut’.”
Sûfîlerin Allah(ü Teâlâ’ya (CC) giden kalp adımları uyanınca, rüyâlarında uyanıkken
görmedikleri eyleri görürler. Onların kalpleri ve sırları uyanıkken görmedikleri eyleri görür.
Oruç tutarlar, namaz kılarlar, nefislerini aç bırakarak mücâhede ederler ve dünyevî
hedeflerden yüzçevirirler. Her türlü ibâdette karanlıkları gider, aydınlığa ula ırlar. Böylece
cenneti kazanırlar. Cenneti kazanınca onlara öyle denir: “Bundan sonra Hakk’ı (CC) talep
etmekten ba ka yol yok!” Artık amelleri kalpleriyle i lemeye ba larlar. Kalpleri O’na vâsıl
olduğunda ise orada sapasağlam durur, hayat bulur. Ne istediğini bilen kimse için Rabbine
(CC) itâat yolunda harcadığı gayret ve enerjinin bir önemi olmaz.
Mü’min, Rabbiyle (CC) mülâkî oluncaya kadar dâimâ yorgun olur. Bundan dolayı Hz.
Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Rabbiyle (CC) kar'ıla'ıncaya kadar mü’min için
rahat yoktur.”
76
Yine O’ndan (SAV) öyle rivâyet edilmi tir: “Mü’min vefat edip kabrine
konulduğu zaman Münker (AS) ve Nekir (AS) ona sorular sorar, o da cevap verir. Rûhuna,
Cenâb ı Hakk’a (CC) yükselmesi ve O’na (CC) secde etmesi için izin verilir. Onunla birlikte
bir grup melek de bulunur. O Rabbine (CC) mülâkî olur. Ondan perdeli olan 'eyler ona
açılır. Sonra cennette sâlihlerin ruhlarının toplandığı yere götürülür. Onu kar'ılarlar, ondan
kendi hâlini ve dünyâyı sorarlar. Bildiklerini söyler. Sonra ona derler ki: ‘Filanca ne
yapıyor?’ Der ki: ‘O benden önce öldü!’ Derler ki: ‘O bizim yanımıza gelmedi! Lâ hevle ve lâ
kuvvete illâ billâhi’l aliyyi’l azîm! O, Cehenneme atılmı' olmasın?’ Sonra o cennette otlayan
ve ar'ın altında asılı bir kandile konan ye'il bir ku'un kursağına konur.”
77
Đ te bu,
mü’minlerin çoğunun kar ılanma eklidir. Allah’ın (CC) selâmı ve selâmeti onların üzerine
olsun ve Cenâb(ı Hakk (CC) bizleri de onlardan eylesin, onlar gibi ya atsın, onlar gibi
öldürsün. (Âmin)
Ey fakîrler! Ey türlü türlü musîbetlere mübtelâ olmu lar! Ölümü ve ölümden
sonrasını dü ünün. O zaman fakirliğiniz ve müsîbetleriniz size hafif gelir. Dünyâya ve
içindekilere vedâ etmek kolayla ır. Söylediklerimi dinleyin, çünkü bunu ben tecrübe ettim ve
bu yoldan ben geçtim. Sûfîler Rablerinin (CC) rızâsından ba ka bir ey gözetmezler. Onlar
cennetten kalktılar ve cennetin Hâlık’ının (CC) huzûrunda durdular.
Sâdece Rablerinin (CC) rızâsını ve ho nutluğunu istedikleri için, onların yanları
yatakta uzanmaktan nefret eder. Onların kalpleri ile ailelerinin arası ayrılmı tır. Onların
76
Ahmed b. Hanbel, el Müsned, “Zühd” hadîs no: 194.
77
Zebîdî, Đthâfü’s sâde, X/393, Lübnan(tsz.
ba ına deli(divâne eden i gelmi tir. Dükkanlarını kapatmı lardır. Çölleri ve sahrâları mesken
tutmu lardır. Sükûnları yoktur. Onların geceleri gece değildir, gündüzleri gündüz değildir.
Yanları yataktan nefret eder. Kalpleri kızgın tavadaki tâne gibidir. Kalpleri ondan nefret eder
ve kaçar. Tefekkür tavasındaki tâne… Muhâsebede, münâka ada, münâzaada olan tâne… Đ te
akıllı, zekî ve uyanık olanlar bunlardır. Onlar dünyâyı da, içindekileri de tanımı olan
kimselerdir. Onun hîlelerini, büyülerini, sıkıntılarını ve onun kendi çocuğunu bile
boğazladığını bilmi lerdir.
Sûfîlere kalplerinden nidâ edilmi ve onların yanları da yataktan uzakla mı tır.
Sûretleri duyduktan sonra, mânâları da duymu tur onların. Kafeslerle birlikte ku lar da
duymu tur. Onlar Hakk’ın (CC) u kelâmını i itmi lerdir: “Bana muhabbet duyduğunu iddiâ
edip de gece olunca uyuyan kimse yalancıdır!” Đ te bu yoklamadan, onlar utanıp mahcup
olmu lardır da, gecenin karanlığında Rablerinin (CC) huzûrunda dikilmi lerdir. O’nun (CC)
huzûrunda ayaklarıyla saf tutmu lardır. Gözya larını yanaklarına doğru akıtmı lardır. Kalp
adımlarıyla O’nun (CC) yanına girmi lerdir. O’nun (CC) huzûrunda havf(u recâ ayaklarıyla
durmu lardır; reddedilmekten korkarak, kabul edilme emniyetini umarak.
Ey kavim! Ey Sûfîler! Bu açık hükme hizmet edin. Allah’ın (CC) kitâbı ve Nebîsinin
(SAV) sünneti ile amel edin. Amellerinizde ihlaslı olun. Sonra O’nun (CC) lutuflarından,
ikramlarından, kurtulu larından göreceklerinizi bekleyin. Ey mahrumlar! Ey firârîler! Ey
sırtını dönmü6 gidenler! Buraya gelin. Ey kaçaklar! Geri dönün. Âfet oklarından kaçmayın.
Onlar vehimden ba ka bir ey değil. Sebatkâr olun! Onlara er olarak sizler yetersiniz. Sizin
ba ınıza sizden ba ka bir ey dü mez! Sıddıkların göğüsleri onlara kar ı kalkandır! Siz bu i in
ehli değilsiniz. Ne siz o âfetler içinsiniz, ne de onlar sizin için. Sizler seyircisiniz. Sizler
tebeasınız. Sizler sâdece bu topluluğun kalabalığını artırıyorsunuz. Bir topluluğu
kalabalıklığını artıran onlardandır.
Mü’minin üç gözü vardır:
1 Ba6 gözü: Onunla dünyâya bakar.
2 Kalp gözü: Onunla âhirete bakar.
3 Sır gözü: Onunla da Cenâb(ı Hakk’a (CC) bakar.
Ba gözü dünyâ ile biter.
Kalp gözü âhiret ile biter.
Sır gözü ise hem dünyâda hem de âhirette Cenâb(ı Hak (CC) ile berâberdir. Çünkü o
dünyâda da, âhirette de O’na (CC) bakar.
Bu vasıfları hâiz bir mü’min ümran bir bölgede olursa, o bölge halkı için o bir
rahmettir. <âyet orada böyle bir mü’min olmazsa, üzerine yukarıdan ip sarkıtsalar bile, orası
bölge yerle bir olur. Bunu doğru bilin ve buna inanın. Nebîleri (AS) ve Resûlleri (AS)
katleden, onlara ve Rablerine (CC) dü manlık eden câhiller gibi olmayın. Onlar rahmetten
uzakla tırılmı , perdelenmi , kovulmu kimselerdir.
Allah’ım (CC)! Benim ve u cemâ’atin tevbesini kabul eyle. Beni ve onları hidâyete
ula tır. (Âmin)
Ey dünyâ nîmetleri ile nîmetlenenler! Çok yakında nîmetlerinizden ayrılacaksınız.
<öyle diyen âir ne gizel demi : Ey Oğul:
***
Söz dinle mümkün olduğunca.
Bunu anlamazsan i te bu kayıptır, fevttir.
Đstediğin kadar ye, istediğin gibi ya a,
Her eyin sonu ölümdür, mevttir.
***
Çok yakın zamanda malın da bitecek, gözün görmez olacak, aklına halel gelecek,
yemen içmen azalacak. Gözlerin can çeken eyler görecek, ama sen onları yiyemeyeceksin.
E in dostun, çoluğun çocuğun sana kızacak ve ölmeni isteyecekler. Üzerine gamlar, kederler
atılacak. Dünyâ senden uzakla acak, âhiret sana yakla acak. <âyet senin sâlih amellerin
olursa, o seni kar ılayacak ve seni bağrına basacak. Eğer böyle değilsen yerin kabir çukuru,
barınağın cehennem olacak. Bunlar bo değil! Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur:
“Gerçek hayat âhiret hayâtıdır”
78
ve bu sözü hem kendi kendine hem de Ashâbına (RA) kar ı
tekrar edip durmu tur.
Önümde ilim öğrenin, ey câhiller! Bana uyun, çünkü ben doğru yola götürürüm.
Beni istediğini iddiâ ediyorsun ama neyin var neyin yoksa benden gizliyorsun; iddianda
yalancısın! Mürîdin, eyhinin kar ısında gömleği, külâhı, altını ve malı mülkü olmaz. Onun
sofrasından yer. Ne emrederse onu yer. O onda fânî olmu tur. Onun emrini ve nehyini
gözetler. Çünkü mürîd bilir ki, eyhi eliyle olan her ey Allah(ü Teâlâ’dandır (CC), onun
lehinedir ve cesâretini artırmak içindir. Eğer eyhini itham edersen, onun sohbetine gitme.
Onun sohbetinin sana bir faydası dokunmaz. Hasta, doktora güvenmezse onun tedâvisinden
ifâ bulamaz.
78
Buhârî, es Sahîh, “Fazâilü’s(Sahâbe” hadîs no: 3584.
Ey oğul! Mâlâyânî ile me gul olma; ilgilenmen gereken eyi kaçırırsın. Ba kalarının
hallerini, ayıplarını konu man mâlâyânîdir. Seni ilgilendirmesi gereken kendi hallerini
dü ünmektir. Nefis, hevâ ve heves sâhibinin bütün konu ması kendi aleyhinedir, lehine
değildir. Tıpkı gece odun toplayan kimse gibi: Eline ne geçtiğini bilemez. Nefis mutmain
olur, hevâ ve hevesin heyecânı dü erse, o zaman akıl ye erir, îman kuvvetlenir, sükûn gelir.
Hak ile bâtılı temyîz gücü gelir. O kimse bâtılı tutup atar, hakkı, gerçeği konu ur. Sonra
hüküm gelir, o da onunla amel eder. O’na (CC) tam “kul” olur. Emrinde ve nehyinde Resûle
(SAV) itâat eder. Çünkü O (SAV) Hakk’ın (CC): “O (Peygamber) (SAV) sizi neyden
nehyederse ondan uzak durun”
79
buyruğunu i itmi tir. Bil ki, Resûlullâh (SAV) emirden ve
nehiyden ne getirdi ise bunlar umûma âmildir. Resûlullâh’ın (SAV) tâatlerdeki emirlerine
yapı ıp, hatâlardaki nehiylerinden kaçınan kimse “müslim” ve “müttakî” olur. Böyle bir ki i
daha da ileri giderse ârif(billâh, âlim(billâh olur. O sessiz, sâkin ve dikkat kesilmi tir, kalbine
gelen hitâbı dinlemektedir. Onun yanında dâimâ bir konu an vardır. O dâimî bir suskunluk ve
ferah içerisindedir.
Allah’ım (CC)! Bize kurbiyetinin lezzetini tattır. Sana güzel duâlar etmeyi, seninle
sevinmeyi nasip et. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından
bizi koru.”
79
Ha r S. A.7.
15.Sohbet ĐBADET TESLĐMĐYET NEFSĐ EMMARE
Halka kar ı zâhitliği sağlam olan ki iye halkın rağbeti de sağlam olur, düzgün olur.
Halk o ki inin kelâmından ve ona bakmaktan istifâde eder. Eğer bu kalbin halka kar ı ve
sırrın da kurbiyet hâriç Hakk (CC) katındaki her eye kar ı zühdü sağlam olursa, kurbiyet
öylesi kimselerin dünyâda dostu ve âhirette de arkada ı olur.
Eğer sen halka Allah’ın (CC) ilmini ve O’nun (CC) mârifetini öğretirsen, onların
sıfatlarını görmezsin. Gözünde cin de, insan da, melek de kaybolur. Kalbin ba ka bir sıfatla
donanır. Böylece, sırrın da Âdemoğlunun özelliği olan vücût kabuklarından kurtulur. Hüküm
(ilim) gelir, üzerinde gömlek olur. Yeryüzünde sen kendi i lerinle, Rabbinin (CC) ve O’nun
(CC) halkının i leriyle karı ır gidersin. Đlâhî, rabbânî bir ilim gelir, sırrının ve kalbinin
üzerinde bir gömlek olur.
Manastırında, zâviyende cehâletle uzlete çekilme. Cehâlet ile uzlete çekilmek tam bir
fesattır. Bunun için Hz. Peygamber (SAV): “Önce dînîni iyice öğren, sonra uzlete çekil”
80
buyurmu tur. Yeryüzünde kendisinden bir eyler beklediğin, ya da bir eylerinden koktuğun
kimseler olduğu halde senin zâviyende inzivâya çekilmen uygun değildir. Allah(ü Teâlâ’dan
(CC) ba ka bir varlıktan korkman aslâ doğru değildir. Đbâdet âdeti terketmektir. Âdet ibâdete
dönü melidir. Dünyâ, âhiret ve halk ile alâkadar olmayı talep etmeyin. Cenâb(ı Hakk (CC) ile
alâkadar olun. Kendinize bo una süs vermeyin! “Tenkitçi” görüyor! Sizden sâdece huysuzluk
ve tartı ma çıkıyor. Siz ancak kendinize süs vermeyi biliyorsunuz; bunu bırakın. Bunu bir ey
sanmayın. Sizden ancak körüğe girmi ve fesattan temizlenmi ameller kabul edilir. Bu i i
kolay sanmayın!
Sizden pek çok kimse ihlaslı olduğunu iddiâ eder, halbuki onlar münâfıktır. Đmtihan
olmasaydı iddiâcılar çoğalırdı. “Hilim” (yumu aklık) iddiâ edeni biz gazap ile imtihan ederiz.
Cömertlik iddiâ edeni biz ondan bir eyler isteyerek imtihan ederiz. Her kim bir eyi iddiâ
ederse, biz onun zıddıyla o kimseyi imtihan ederiz.
Kul dünyâyı ve âhireti terkeder ve mâsivâdan çıkarsa, onun kalbi Rabbinin (CC)
kurbiyetini, ihsânını ve lutfunu kazanır. Onu yeme, içme, giyinme derdi veyâ dünyâlık her
hangi bir sıkıntı almaz. Onun kalbi bunlarla i tigal etmekten uzaktır.
Yazık size, bedelsiz olarak bir 6eyler almayı istiyorsunuz! Böyle, elinize bir ey
geçmez; bedelini ödeyin, malı alın. “Yorulan kazanır”. Dünyânın hüznüne ve sıkıntısına
katlanın ki, âhiret farahlığını elde edesiniz. Peygamberiniz Hz. Muhammed (SAV) çok
hüzünlü idi. Dâimâ tefekkür hâlinde olurdu. Çok çok ibâdet etti de geçmi ve gelecek bütün
80
bak.: Aclûnî, Ke'fü’l hafâ, I/278 (no: 1001)
hatâları affedildi. O, bâzan halk üzerinde, bâzan Hâlık (CC) üzerinde, bâzan da kendisinden
sonra ümmetinin ba ına gelecekler üzerinde tefekkür ederdi.
Hasan(ı Basrî (RA) (v. 110/728) evinden dı arı çıktığında kabirden fırlamı gibi
görünürdü, yüzünde hüzün ve mücâhede eseri olurdu. Mü’min, Rabbiyle (CC) mülâkî
oluncaya kadar hüznü kendisine huy edinir. Sûfîler, kendilerine halka konu ma izni
verilinceye kadar dilsizliği elden bırakmazlar. Bundan sonra halkın ve sâlih müridlerin arasına
karı arak onlarla sohbet ederler ve muratlarına ula mada onlara rehberlik ederler. Onlar tam
bir nâtık, hatip olurlar. Kalpleri halka meyledecek olursa, onlara Hakk’ın (CC) kıskançlığı,
kabzası ve yuları gelir. Özür dileyip tevbe edinceye kadar onların ardından kapılar kapatılır.
Tevbeleri gerçekle ince kapı onlara tekrar açılır ve kalpleri ile tekrar yakınla ırlar.
Ey kalpleri ölü olanlar! Ey dünyânın ve sultanları köleleri! Ey zenginlerin, pahalının,
değerlinin kulları! Benim yanımda ne i iniz var? Yazık sizlere! Bir buğday tânesinin değeri
bir dinar olsa bile beni ilgilendirmez. Mü’min, yakîni ve Rabbine (CC) tevekkülü kuvvetli
olduğu için rızık sıkıntısı çekmez. Kendini mü’minlerden saymayasın, onlardan ayrıl. Beni
sizin aranızda tutan ne yücedir! Ne zaman kanatlarım uzasa, kudret eli gelir ve onları budar.
Đlim kanadı ne zaman uzasa, hüküm makası gelir ve onu keser.
Sözlerimi ve nasîhatlerimi dinleyin; onlar tevhîde götürür. Evliyânın ve sıddıkların
sözüne kulak kesilin. Onların sözü Allah(ü Teâlâ’dan (CC) gelen vahiy gibidir. Onların
konu ması O’ndandır (CC). O’ndan (CC) emir alırlar. Onlar âleme ve câhiller üzerine
memurdurlar. Sen bo bir hevessin. Sözlerini kitaplardan çıkarıyor ve konu manda onları
kullanıyorsun. Kitapların kaybolsa ne yaparsın? Ya da onlar yansa? Ya da o kitabı ı ığında
okuduğun lamba sönse? Ya da testin kırılsa ve ondaki su dökülse? Çakmakta ın, kibritin,
pınarın hani nerede? Kim ilim öğrenir, öğrendikleriyle amel eder ve amellerinde de ihlaslı
olursa onun çakmağı da, pınarı da kalbinde olur. Onun kalbine Allah’tan (CC) bir nur olur.
Kendisini de, etrâfındakileri de onunla aydınlatır. Ey laklakın çocukları, ey telif edilmi kitaba
bağlı olanlar, ey ellerinde nefis ve hevâyı tutanlar! Bundan vazgeçin!
Yazık sizlere! Kaderle çarpı ıyorsunuz ama öldürücü darbeyi siz yiyorsunuz.
Tehlikeye giriyorsunuz ama yazı deği miyor! Sizin çabalamanızla kader ve hüküm nasıl
deği ir ki! Müslüman ve “müsellem” (selâmette) olun. Allah(ü Teâlâ’nın (CC): “Onlar ki,
âyetlerimize îman ettiler ve “müslüman” (teslim) oldular”
81
buyruğunu i itmediniz mi?
Đslâm’ın hakîkati “istislâm”dır, yâni kendini teslim etmeye çalı maktır. Sûfîler, “niçin(nasıl”ı,
“yap(yapma”yı unutarak, kendilerini Rablerinin (CC) önüne atmı lardır. “Havf” (korku)
81
Zuhruf S. A.69.
ayakları üzerinde dikildikleri halde her çe it tâati yerine getirirler. Bu sebepledir ki, Allah(ü
Teâlâ (CC) onları öyle vasıflandırmı tır: “Verdiklerini kalpleri ürpererek verirler.”
82
Emirlerime yapı ırlar, nehyettiklerimden uzak dururlar, belâlarıma sabrederler, ihsanlarıma
ükrederler ve kalpleri benden ürperti ve korku içindedir.
Ey dünyâya ve sıfatlarına aldanmı6! Yakında safân kedere (sevincin hüzüne),
zenginliğin fakirliğe, kuvvetin zaafa dönü ür. Hiçbir eyine aldanma. Zikir meclislerine
sürekli gitmeyi ihmal etme. Đlmiyle amel eden eyhlere kar ı hüsn(i zan besle. Onların
dediklerine kulak ver. Mürîdin eyhi ile birlikteliği sağlam olursa, eyh kalbindeki mârifet
taâmından ve arabından onu, ku un yavrusunu beslediği gibi besler.
Ey mürîdler! Kalbinizden halkı çıkarıp temizleyin ki, acâiplikleri göresiniz. Yarın
cennet ehline öyle denecek: “Cennete girin!” Bugün ise, Allah(ü Teâlâ (CC) hâs kullarının
kalbini dünyâdan, cennetten ve mâsivâdan fâriğ olduğunu görünce onlara öyle hitap eder:
“Kurbiyet cennetime istediğiniz zaman girin!”
Yazık sizlere! Rabbinize (CC) kar ı çeki mesi husûsunda nefislerinize muvâfakat
etmeyin. Sizin en azılı dü manınız içinizdeki nefislerinizdir. Onu ne zaman doyurmaya,
sulamaya, beslemeye kalkarsanız sizi yer, açgözlü, yırtıcı bir hayvan olur. Onun hazlarını ve
isteklerini kesin. Ona hakkını verin: Ona bir dilim ekmek parçası ve önünü arkasını kapatması
için bir elbise yeter. Bu zâten Allah(ü Teâlâ’ya (CC) itâatin de gereğidir. Ona de ki: “Allah(ü
Teâlâ’ya (CC) itâat edinceye, oruç tutuncaya, namaz kılıncaya ve tâat ve ibâdet husûsunda
emrettiğim eyleri yapıncaya kadar sana hakkını vermeyeceğim.” Onunla sıkı sıkı münâzara
et. Bu duruma devam edersen onun erri ölür, hayrı kalır. Đ te o zaman ona helalînden ve kâfî
miktarda yedir. Ondan sakın emin olma; nifâk onun merâkı ve zevkidir. O insanların
övgüsünü duymak için namaz kılar, oruç tutar, me akkatlere katlanır, mahfillerde zikir yapar.
Đyi bilin ki, felâha erdireni göremeyen felah bulamaz. Mü’min kulun kalbi riyâ ve nifâk
pisliğinden temizlenince, onun iki rekatlik namazı, kalbini bunlardan temizlememi kimsenin
binlerce rekatlik namazından daha hayırlı olur.
Ey münâfık! Bütün nifâkın nefsindendir. Nefsini gıdâlarından kes ki, Hâlık’ına (CC)
boyun eğsin ve erri gitsin. Nefis, salah bulabilmek ve kendisine yükleneni ta ıyabilmek için
terbiye ve eğitim ister. O satın aldığın küçük bir taya benzer; küçük tay ne seni, ne de yükünü
ta ıyabilir. Onu terbiye edip, yava yava yük ta ımaya alı tırırsan, bir müddet sonra yükünü
de ta ır, seni de dağlarda, çöllerde gezdirir.
82
Mü’minûn S. A.60.
Sen nefsine â ıksın. Ona muhâlefet edemiyorsun. Maamâfih, ölümün gelinceye kadar
o seni her gün istediği her yere götürür. Đtâat ve ibâdet etmeyi hep ileriye attın. “Bugün tevbe
edeceğim, yarın tevbe edeceğim, Rabbime (CC) ibâdet etmek için ileride zaman ayıracağım,
üzerimdeki hakları ileride ödeyeceğim, ileride öyle yapacağım, böyle yapacağım…” dedin
durdun. Sen bu ba ıbo aldatmacalar içerisinde iken ya ölüm gelirse? Ansızın gelip seni
götürürse? Ondan kurtulamazsın ki! Aleyhine yük olarak günahların, borçların ve
mâsiyetlerin kalmaz mı?
Yazık sana! Dinar üstüne dinar biriktiriyorsun. Biriktirmenin sonu yok! Bütün bunlar
senin için birer akreptir, seni sokan yılandır. Dinar “dâr(ı nârdır (cehennemdir), dirhem dâr(ı
hemdir (sıkıntı kaynağıdır)”. Dünyâ me gûliyet yeridir, âhiret ise korku yeridir. Kul âhirete
gittiğinde ya cennete gidecektir, ya da cehenneme!
Ey oğul! Ne olduğunu bilmediğin eyi yeme. Haram lokma kalbi siyahla tırır. Harama
sabredemeyen helâli nasıl yemez? Ancak, nefsi, hevâsı ve eytanı ile sava an muhârip
sabırlılar helal yer.
Allah’ım (CC)! Bize helal rızık ver. Haram ile bizim aramızı uzak et. Bize fazlından,
hayırından ve kurbyetinden rızık ver. Kalplerimizi, sırlarımızı ve bütün uzuvlarımızı helal ile
rızıklandır. (Âmin) “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından
bizi koru.”
16.Sohbet SUFĐLERE ZULMETMEK
Sûfîler âhirete nisbetle akıllı, dünyâya nisbetle delidirler. Kalp açısından akıllı, nefis
açısından delidirler. Onları hakir görmeyin. Onlara eziyet etmeyin. Onlara zulmetmeyin.
Onlara yardım eden onlardandır.
Mü’minin zaferi geç gelir. Mü’min kendisine zulmedeni yere sermedikçe, ona kar ı
zafer kazanmadıkça, onun cenâzesini, malının talan edildiğini, mevkîsinin dü manlarının
eline geçtiğini, yasaklarının câiz olduğunu (nâmusunun çiğnendiğini) görmedikçe ölmez.
Hz. Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet edilmi tir: “Allah ü Teâlâ’dan (CC) ba'ka
yardımcısı olmayan ki'iye zulmedildiğinde Allah ü Teâlâ (CC) 'öyle buyurur: ‘Đzzetim ve
celâlim hakkı için, daha sonra da olsa, sana mutlakâ yardım edeceğim’.”
83
Hakk’ı (CC) bulursan e yâyı ondan görürsün. Ne dü manın kalır, ne üzerinde hakkın
olan biri. Hakkını aramada Allah(ü Teâlâ’ya (CC) sığınırsan, kalbin cevher olur, sırrın da safâ
bulur. Allah(ü Teâlâ (CC) için amel, O’na (CC) itâat ve O’nu (CC) hakîkî tevhîd eden
kimseyi O (CC), amelde sebeplere sarılmaktan ve sebeplerle ilgilenmekten kurtarır. Bütün
ahvâlinde hayırdan ba ka bir eyle kar ıla maz.
Allah’ım (CC)! Đ lerimizi üstlen! Bizi ne nefsimize, ne de yarattıklarından her hangi
birisine dayandır. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi
koru.”
83
bak.: Tirmizî, es Sünen, “Cennet” 2, (Đstanbul(1992).
17.Sohbet FAKĐRLERE YARDIM
Ey Allah’ın (CC) kulları! Akıllı olun. Ölmeden önce, mâbudunuzu tanımaya çalı ın.
Gece ve gündüz bütün ihtiyaçlarınızda O’nu (CC) kendinize vesîle edinin. Verse de, vermese
de O’ndan (CC) istemek bir ibâdettir. O’nu (CC) itham etmeyin. Đsteklerinizde aceleci
olmayın. O’ndan (CC) istemekten usanmayın. O’ndan (CC) zül kademi üzerine (tevâzu ile)
isteyin. Đsteğinize cevap gecikirse O’na (CC) îtiraz etmeyin. O (CC) neyin hayrınıza olduğunu
sizden daha iyi bilir. Bu sözü dinleyin ve anlayın. Bu söz ile amel edin. Bu söz dosdoğru
yolun sözüdür. Tecrübe edilmi bir sözdür.
Siz yüzünüzden çektiğim hüzünlere vâh! Rabbinizi (CC) tanımadan nasıl ölürsünüz?
Yazık size! Kendisini tanımadığınız, kendisiyle münâsebetiniz bulunmayan, konuk
etmediğiniz kimseye nasıl misâfir gidersiniz? Onun ziyâfetine nasıl katılırsınız? O’nunla (CC)
alı (veri te bulunun; kazançlı çıkarsınız. O’na (CC) gitmeden önce O’nun(CC) yanında bir
eliniz (mevkîniz) olsun. Fakirlere ve dü künlere ikramda bulunun. Mallarınızdan fakirlere
verip onlara yardım edin ki, O’nun (CC) katında bir mevki edinesiniz. Eğer böyle yaparsanız
O (CC) size daha da cömert davranır, dünyâda ve âhirette daha güzelini verir.
Elinizdeki mallar sizin değil; onlar size birer emânettir. O (CC) sizinle fakirler
arasında ortak. Sâhibi varken emâneti mülkiyetinize geçirmeye kalkı mayın. Sonra onu
elinizden alır. Biriniz bir tencere bir yemek pi irdiğinde onu tek ba ına yemesin; ya
kom usuyla, ya evine gelen bir misâfir ile veyâ bir dilenci ile birlikte yesin.
Gücünüz bir eyler vermeye yetiyorsa, dilenciyi bo çevirmeyin. Onları bo
çevirmeniz nîmetin elden gitmesine sebep olur. Hz. Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet
olunmu tur: “Hiçbir özür olmaksızın dilenciyi kapısından bo' çeviren kimsenin kapısına
hafaza melekleri kırk gün uğramaz.” Yanınıza bir dilenci geldiğinde ona: “Allah (CC) sana
kolaylık versin. Allah (CC) sana yardım etsin…” gibi sözlerle duâ edin. Gücünüzün yettiği
kadar bir eyler vererek onu gönderin. Allah(ü Teâlâ’nın (CC) bir gün onun rızkını geni letip
sizin rızkınızı daraltacağından kim emin olabilir?
Yazık sana! Zerrece malı olmayan bir fakir değil miydin? Allah(ü Teâlâ (CC) sana
zenginlik verdi, hiç ummadığın kadar sana rızık ihsan etti. Sonra sana bir fakir gönderdi, sana
bah ettiğinden ona bir eyler veresin diye. Ve sen onu bo çeviriyorsun! Sana verdiği her eyi
çok yakında elinden alır. Sana tekrar fakirlik verir. Đnsanların kalbine senin hakkında katılık
ve sana sabretmeme duygusu ilkâ eder.
Allah’ım (CC)! Ölümden önce uyanıklık ile, ölümden önce tevbe ve hidâyet ile,
ölümden önce mârifet ile, ölümden önce kapına dönmek ile, ölümden önce kurbiyet evine
girmek ile bizleri rızıklandır. (Âmin) “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve
cehennem azâbından bizi koru.”
18.Sohbet MUHABBET TAKVA
Ey oğul! Tevhîd kılıcını eline al. Vera zırhını ku an. Sıdk ve irâde atına bin. Đhlâs
hamlen ile nefis, hevâ, heves, irk, eytan ve dünyâ üzerine hamleni yap. Zafer ve yardım
sana Allah (CC) katından mutlakâ gelecektir.
Sûfîler nefislerini hapsettiler. Az ile yetindiler de, çoğa ula tılar. Kendileri için
hazırlanmı elbisenin kader direkleri üzerinde asılı olduğunu gördüler. Dünyevî ve uhrevî
nasipleri kendilerine gelinceye kadar eski elbise giymeye sabrettiler. Eğer kalp, Hakk’tan
(CC) gayrı her eye zâhid olursa mârifet sahrâlarına, ilim çöllerine dü er. Emân ve emniyet
evine girer. Âsîlerin tasallutundan, eytanın tâkibâtından ve Rahmân’a (CC) muhâlefet
etmekten kurtulur.
Ey aceleciler! Sebat edin. Ey isteklerinin zamânından önce gelmesini isteyenler!
Böyle yapmayın. Hz. Peygamber (SAV)’in: “Acelecilik 'eytandan, sükûnet Rahmân’dandır
(CC).”
84
buyruğunu i itmediniz mi? <eytan, durumları bilmediği için insana aceleci
davranmayı ve Rahmân’a (CC) isyan etmeyi emreder. Teennî (sükûnet) ise Rahmân’dandır
(CC), çünkü O (CC) kulun hayrına olan eyleri bilir. Allah(ü Teâlâ’yı (CC) seven kimsenin
O’na (CC) kar ı irâdesi kalmaz. Zîrâ muhibbin mahbûbuna kar ı irâdesi olmaz. Muhabbet
yemeğinden yiyen her muhib bunu bilir. Muhib, mahbûbunun yanında, efendisinin yanındaki
köle gibidir. Akıllı ve itaatkâr bir köle hiçbir eyde efendisine îtiraz ve muhâlefet etmez.
Yazık sana! Sen ne muhibsin, ne de mahbubsun. Ne muhabbet, ne de mahbubluk
yemeğinden yemi sin. Muhib sakınma ve sıkıntı içerisinde olur, mahbub ise sâkin olur.
Muhib acı içerisinde olur, mahbub sükûnet. Muhabbet iddiâsındasın ama mahbûbundan
gâfilsin, uykudasın. Allah(ü Teâlâ (CC) bir kelâmında öyle buyurmu tur: “Bana muhabbet
iddiâsında bulunup da gece gelince uyuyan kimse yalancıdır.” Oysa muhibler ancak mecbur
kaldıkları için veyâ sünnet olduğu için uyurlar. Hattâ secdede uyuyakalırlar. Hz.
Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet olunmu tur: “Kul secdede uyuyakaldığı zaman Allah ü
Teâlâ (CC) meleklerine onunla övünür ve 'öyle der: Kulumu gördünüz mü? Rûhu benim
yanımda, bedeni huzûrumda bana itâatte.”
85
O namazda iken uyku ona gâlip gelmi . O hâlâ
namazdadır; çünkü niyeti namazda olmaktı, ama uykuya yenik dü mü tür. Cenâb(ı Hakk
(CC) sûrete, ekle bakmaz, o niyete ve mânâya bakar.
Ârif âhirete kar ı zâhid olunca ona öyle der: “Benden uzak dur. Ben Cenâb(ı Hakk’ın
(CC) kapısının tâlibiyim. Seninle dünyâ benim nazarımda aynı. Dünyâ benim için sana kar ı
84
Tirmizî, es Sünen, “el(Birru ve’s(Sıla” hadîs no: 2013.
85
Đbn Hacer el(Askalânî, Telhîsu’l habîr, I/120, (Beyrut(1986).
perde idi, sen de Rabbime (CC) kar ı perdesin. Beni O’ndan (CC) perdeleyen hiçbir eye
acımam.”
Bu sözü duyun; bu söz “ilmullâh”ın (Allah’ı CC. bilmenin) ve O’nun (CC)
mahlûkâtından istediğinin özüdür –ki, bu Nebîlerin (AS), Resullerin (AS), Evliyânın (RA)ve
sâlihlerin hâlidir(.
Ey dünyânın ve âhiretin köleleri! Sizler ne Allah(ü Teâlâ’yı (CC), ne O’nun (CC)
dünyâsını, ne de âhiretini biliyorsunuz. Sizler duvar gibisiniz. Senin putun dünyâ. Senin putun
âhiret. Senin putun ehvetler ve zevkler. Senin putun halkın seni övmesi, methetmesi ve seni
benimsemesi. Allah(ü Teâlâ’dan (CC) gayrı her ey puttur. Sûfîler sâdece O’nun (CC) rızâsını
isterler.
Yazıklar olsun size! Kıyâmet size çok yakın. O med ve cezirdir. O biraz uyku, biraz
uyanıklıktır. O kabul veyâ reddir. “Sabah yakın değil mi?”
86
Kıyâmet günü müttakîlerin
günüdür. O gün müttakîlere yardım günüdür. Müttakîlerin “ferah” (düğün, sevinç) günüdür.
Müttakîler, halvetlerinde ve celvetlerinde, darlık ve bolluk anlarında, sevdikleri ve
sevmedikleri eylerde Allah(ü Teâlâ’ya (CC) kar ı takvâ sâhibi olan, O’ndan (CC) sakınan
kimselerdir. Onlar Allah (CC) kulu ve erleridir. Onlar erler ve kahramanlardır. Onlar
önderlerdir, reislerdir. Îmânın temeli ve binâsına onlardır sâhip olan. Açık olsun, gizli olsun
irkten ve nifaktan sakınırlar. Dünyâdan ve halktan yüzçevirirler. Nefsânî arzulardan nefret
ederler.
Allah(ü Teâlâ’ya (CC), O’dan (CC) gayrı her eyi terkeden kimseler ancak kurbiyet
kesbedelidir. Sen dünyâyı istiyor ve onun için çabalıyorsun, O’nun (CC) indindekine nasıl
ula acaksın? Bir ey infak edince elindekinin en değersizini veriyorsun. Oysa sâlihlerin önde
gelenlerinden birisine güzel bir yemek gelince, hizmetçisine: “Bunu falanca fakirin evine
götür” dermi .
Yazık sana! Zekat borcun olunca cebindeki en değersiz altını (parayı) çıkarıyorsun:
Bundan utanmıyor musun? Veyâ böyle gerçek altını değil de, parçacıklarını çıkarıyorsun!
Yanında cevherler varken, gümü çıkarıyorsun! Yanında bir dinar varsa onu birbuçuk
yapmaya çabalıyor, ama i fakirlere gelince azaltmaya çalı ıyorsun! Yanında yemek olsa,
onun lezzetsizini fakirlere veriyorsun, fakat kendine gelince en güzel yemekleri yiyorsun! Sen
nefsinin kölesinin; ona muhâlefet edemiyorsun, sen hevâna, eytanına ve kötü akrânına
tâbisin.
86
Hûd S. A.81.
Müttakîler, a îretlerini (yakınlarını) binlerce defâ terketmi lerdir. Bo a yorulmayın,
Allah(ü Teâlâ (CC) sizden sâflık, tertemizlik dı ında bir ey kabul etmez! Müttakîler,
sâhibinin eliyle hazırlanmamı bir sofraya icâbet etmezler; onlar murdarı kabul etmezler.
Dünyâyı ve halkı talep eden kimse murdardır, kirlenmi tir, sert ve pis çamurdur. Halkı ve
sebepleri irk ko mak necâsettir. Rabbimiz (CC) ancak ve ancak rızâsı için olanı kabul eder.
O (CC) irk ko anlardan müstağnîdir.
Akıllı olun ve sizi ilgilendirmeyen eyi konu mayın. Emrolunduğunuz eyle me gul
olun. Zamânınızı bo a harcamayın. Rabbinize (CC) kar ı takvâ sâhibi olun. O’na (CC) kar ı
takvâ sâhibi olanı O (CC) korur ve yüceltir; onu kurbiyet kapısına ve ebedî güzel hayâta
yüceltir. Onu perdelenmi likten yüce derecelere ve yıldızlardan yedinci kat semâya yüceltir.
Yakında kıyâmeti göreceksiniz. Allah(ü Teâlâ’nın (CC), diğer insanlar sıcaktan ve
terden boğulurken, müttakîlerini ar ının gölgesinde nasıl ha rettiğini, onları üzerinde beyaz
balların bulunduğu sofralara nasıl oturttuğunu göreceksiniz. Oysa bu sofralara oturmu
müttakîler halkın bu durumlarına da âhit olurlar: Bir topluluk cennete götürülür, bir topluluk
da cehenneme götürülür. Cennetlikler orada otururlarken, cennetteki evleri de tam
kar ılarında durur. Hûrileriyle, gılmanlarıyla onlara görünür. Onlar cennete kavu madan önce
kendileri için hazırlanmı eyleri görürler.
Hiçbir mü’min yoktur ki, ölümü ânında basîreti açılmasın; o cennette kendisi için
hazırlanmı eyleri görür, hûrilerin ve vildanların kendisine i âret ettiğini görür. Cennetin
güzellikleri ona ula ır. Sekerât ve ölüm hâli güzelle ir. Allah(ü Teâlâ (CC), Firavun’un
hanımı Âsiye’ye yaptığını onlara da yapar. Firavun ona türlü türlü azaplar etmi ti. Ellerini ve
ayaklarını demir halkalarla bağlamı tı. Basîretinden (gözlerinden) perde kaldırıldı ve göğün
kapıları ona açıldı. Cenneti, içindekileri ve orada kendisi için bir binâ yapan melekleri gördü
de öyle dedi: “Rabbim (CC)! Benim için cennette bir binâ yap.”
87
Ona denildi ki: “Đ te bu
senin için.” Gülüverdi. Bunun üzerine Firavun öyle konu tu: “Ben size dememi miydim, o
delidir, diye… Bakın, bu azap içerisindeyken bile nasıl gülüyor?”
Đ te bütün mü’minler böyledir; ölüm ânında Allah(ü Teâlâ (CC) katında kendileri için
olan eyleri görürler. Onlardan bâzıları da ölümden önce bunu bilirler. Bunlar “müferrid”
(ibâdette öne geçmi ) murâd mukarreblerdir.
Cennet için amel eden kimsenin ameli amel sayılmaz, kabul edilmez. Allah rızâsı
(CC) için amel edin. Oruçtan, namazdan ve bütün hayırlı fiillerden geri durmayın, ama ihlasla
birlikte… Bu zâhirî emirleri sapasağlam yapın. Đhlaslı amel sizi ilim vâdisine götürür.
87
Tahrîm S. A.11.
Rabbinizin (CC) kapısına îman ve îkân (yakîn) ayaklarıyla ko un. Đ te o zaman, gözlerin
görmediği, kulakların i itmediği ve hiçbir be erin kalbine gelmeyen eyi görürsünüz.
Ey kalpler! Beni dinleyin. Ey güzel konu6anlar! Beni duyun. Ey akıllılar! Beni
i6itin! Cenâb(ı Hakk (CC) çocuklara hitap etmez; O (CC) ancak akıllılara ve büyüklere hitap
eder. Nefislere hitap etmez; mü’minlerin kalplerine hitap eder. O’nun (CC) kelâmını ve
hitâbını dinleyin. Mü rikler O’nun (CC) hitâbına kar ı sağırdırlar.
Allah’ım (CC)! Gaflet uykularımızdan bizi uyandır. Bütün ahvâlimizde bizim
üstümüzü ört; hayırda da, erde de üstümüzü ört. Bizimle Senin gayrın arasında bir muâmele
(alı veri ) olmasın. Ne övgü, ne yergi. Ne bir medih bizim gönlümüzü çelsin, ne de bir ayıp
bizi rezil etsin. Ne bundan, ne ondan, yâ Rabbi (CC)! (Âmin) “Bize dünyâda da, âhirette de
güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
19.Sohbet ĐNAYET (HAKKIN YARDIMI)
Ben sizlerin çoğunu, er gördüğünde onu etrâfına yayıyor, hayır gördüğünde ise onu
gizliyor görüyorum; böyle yapmayın. Siz insanların vekili değilsiniz. Bırakın insanlar
Allah’ın (CC) “setri” (gizlemesi) altında kalsın. Đnsanları ellerinizden serbest bırakın. Onların
hesâbı Rabblerine (CC) âittir. Eğer Allah’ı (CC) bilseydiniz halka merhamet eder, ayıplarını
örterdiniz. Eğer O’nu (CC) bilseydiniz ba kalarını inkâr eder, sonra da O’nun (CC) gayrısını
O’nun (CC) vâsıtasıyla bilirdiniz. Eğer O’nunla (CC) muâmelede bulunsaydınız ba kasıyla
muâmelede bulunmaktan tiksinirdiniz. Eğer kalbiniz O’nun (CC) kapısını bilseydi, ba kasının
kapısından dönerdi. Nîmeti O’ndan (CC) bilseydiniz, O’na (CC) te ekkür eder, ba kasına
te ekkür etmeyi unuturdunuz. O’ndan (CC) isteyin, ba kasından istemeyin. O’nu (CC)
“tevhîd edin” (birleyin) ki, birlenesiniz. Birleyen birlenir. Talep eden ve cehdeden bulur.
Teslim olan ve teslîmiyet isteyen selâmet bulur. Muvâfakat eden muvâfakat bulur. Kaderle
münâzaaya giren kırılır, ölür.
Firavun kaderle münâzaa edip Allah(ü Teâlâ’nın (CC) ilmini (hükmünü) deği tirmek
isteyince, onu kırdı geçirdi. Onu denizde boğdu. Mûsâ (AS) ve Hârûn’u (AS) ona vâris kıldı.
Mûsâ’nın (AS) annesi, Firavun’un her doğan çocuğu öldürmekle görevlendirdiği cellatlardan
korkunca, Allah(ü Teâlâ (CC) ona çocuğunu denize bırakmasını ilham etti. Annesi Mûsâ (AS)
için çok korkuyordu. Ona öyle hitap edildi: “Üzülme, mahzun olma; biz onu sana tekrar
döndüreceğiz ve O’nu (AS) peygamberlerden biri yapacağız.”
88
Korkma, kalbin güvensin,
sırrın sükûnet bulsun. Boğulacak ve ölecek diye korkma. Biz onu sana iâde edeceğiz. Onunla
senin fakirliğini zenginliğe çevireceğiz.
Bu i için bir sandık buldu, onun içine çocuğunu koydu, suya bıraktı. Sandık suyun
üzerinde, Firavun’un evine ula ıncaya kadar gitti. Oraya ula ınca onu Firavun’un câriyeleri ve
kızı buldular. Sandığı açtılar, içinde küçük bir çocuk olduğunu gördüler. Ondan hepsi de
ho landılar; onların kalplerine ona kar ı merhamet duygusu konuldu. Ba ına güzel kokular
sürdüler, giysilerini deği tirdiler. O câriyeler ve Firavun’un kızı için insanların en sevimlisi
oldu. Firavun’un yakınlarından onu kim gördüyse sevdi. Bu Allah(ü Teâlâ’nın (CC): “Onun
üzerine benden bir muhabbet ilkâ ettim (bağı6ladım)”
89
buyruğunun mânâsıdır. Denir ki:
Mûsâ’nın (AS) gözüne kim baksa O’na (AS) muhabbet duyardı. Sonra Allah(ü Teâlâ (CC)
onu annesine iâde etti. Mûsâ’yı (AS) Firavun’un evinde ona rağmen yeti tirdi. Firavun’un
O’nu (AS) öldürmeye gücü yetmedi.
88
Kasas S. A.7.
89
Tâ(Hâ S. A.39.
Rabbin (CC) kendisi için seçtiğini kim kesebilir? Kim öldürebilir? O’nun (CC)
koruması altında ve O’nun (CC) muhâtabı olan kimseyi kim boğabilir ki? Cenâb(ı Hakk’ın
(CC) muhabbet ettiği kimseye kim buğzedebilir? Hakk’ın (CC) yardım ettiği kimseyi bozguna
uğratmaya kimin gücü yetebilir? O’nun (CC) yücelttiğini yere çalmaya kimin kudreti vardır?
Allah(ü Teâlâ’nın(CC) tâyin ettiğini azletmeye kim güç yetirebilir? O’nun (CC) kurbiyetine
aldığı kimseyi oradan kim uzakla tırabilir?
Allah’ım (CC)! Kurb kapını bize aç. Bizi “mukarrebler”den (sana yakınla mı lardan)
eyle. Bizi sana itâat ve çokça ibâdet eden kimselerden eyle. Bizi senin askerlerinden eyle. Bizi
fazîlet sofrana oturt. Ünsiyet arâbından bize içir. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik
ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
20.Sohbet KADERE RIZA BELAYA SABIR
Ey Allah’ın (CC) kulları! Zulümden kaçının. Çünkü o kıyâmet günü karanlık getirir.
Zulüm yüzü ve kalbi siyahla tırır. Mazlumun bedduâsından, ağıtından sakının. Mazlumun
kalbinin yanmasından sakının. Zîrâ mü’min kendisine zulmedeni yere serinceye, onun
ölümünü, ocağının söndüğünü, evlâdının tükendiğini, malının elinden alınıp velâyetinin
ba kasına intikal ettiğini görmedikçe ölmez.
Mü’min “kalp” olduğu zaman, ekseriyetle onun aleyhine hüküm vermemek gerekir.
Bilakis onun lehine hüküm verilir. Đ ler onun aleyhine değil tersine, lehine kolayla tırılır.
Yükü ağırla tırılmaz, aksine, kolayla tırılır. Mahremiyeti mubahla tırılmaz. Küçük
dü ürülmez. Zâlimlerin eline teslim edilmez.
Đçinizden üzerinde günah kalıntıları olan çok az kimse vardır ki, onlar türlü âfetler,
türlü belâlar ile temizlenirler. Bu durum onları âhirette ula ılamayan derecelere ula tırır. Size
dü en kazâya rızâ göstermek, hükümleri yerine getirmek ve sıkıntıda, rahatlıkta, her
hâlükârda sâlih amele sarılmaktır. Đ te o zaman nefret ettiğiniz eyi seversiniz. Sâlihlerden biri
öyle demi tir: “Allah(ü Teâlâ’nın (CC) kazâsına rızâ göstermeyenin ahmaklığına devâ
yoktur: Đstese de istemese de kader gerçekle ecektir!”
Yazık sana! Ey kaderinden dolayı Allah(ü Teâlâ’ya (CC) îtiraz eden, bo u bo una
hezeyanlar, saçmalıklar yapma! Kaderi deği tirecek bir kimse yoktur. Onu bertaraf edecek
kimse yoktur. Teslim ol ki, rahat edesin. <u geceyi ve gündüzü geri döndürmen mümkün mü?
Gece geldiği zaman gelir; sen istesen de, istemesen de. Gündüz de aynen böyle. Her ikisi de
sana rağmen gelir. Fakirlik gecesi geldiği zaman teslim ol ve zenginlik gündüzünü bekle.
Hastalık gecesi geldiği zaman teslim ol ve sıhhat gündüzünü bekle. Sevmediğin bir gece
geldiğinde teslim ol ve sevdiğin gündüzün gelmesini bekle. Hastalık, rahatsızlık, fakirlik ve
hayal kırıklığı gecelerini müsterih bir kalp ile kar ıla. Allah(ü Teâlâ’nın (CC) takdîrini,
kazâsını ve kaderini reddetme, sonra helâk olursun, îmânın gider, kalbin kederlenir, bulanır ve
sırrın ölür.
Allah(ü Teâlâ (CC) bir vahyinde öyle buyurmu tur: “Ben o Allah’ım ki (CC), benden
ba'ka ilah yoktur. Kaderime teslim olan, belâma sabreden ve verdiğim nîmetlere 'ükredenin
ismini indimde ‘sıddık’ diye yazarım ve onu sıddıklarla berâber ha'rederim. Kaderime teslim
olmayan, belâmâ sabretmeyen ve verdiğim nîmetlere 'ükretmeyen kimse benden ba'ka bir rab
arasın!”
90
Kadere râzı olmazsan, belâya sabretmezsen, nîmetlere ükretmezsen, senin rabbin
yoktur! O’ndan (CC) ba ka rab ara. O’ndan (CC) ba ka Rab yoktur ki!
90
Heysemî, Mecmau’z zevâid, VI/207.
Kaderi kabullenirsen, acısıyla tatlısıyla kaderi, hayrın ve errin Allah’tan (CC)
olduğuna inandığın vakit, senin ba ına ne gelirse gelsin, endi elenme; gayretin ve
taleplerinden dolayı dü tüğün hatâlar sana musîbet getirmez. Îmanda tahkîke ula tığın zaman
velâyet kapısına gelirsin. Đ te o zaman O’na(CC) kulluğu sapasağlam gerçekle tirmi olan
“ricâlullâh”tan (Allah CC. erlerinden) olursun.
Velîliğin alâmeti, her hâlinde Allah(ü Teâlâ’ya (CC) muvâfakat göstermektir. Velînin
muvâfakatı, emirleri edâ etmek ve nehiylerden kaçınmakla birlikte “niçin”siz ve “nasıl”sız
olur. Ho , dâimâ O’nun (CC) sohbetinde (yakınlığında) olursun. Böyle birisi sırtı olmayan bir
göğüs olur. Uzaklığı olmayan yakınlık olur. Bulanıklığı olmayan bir “safâ” (uruluk) olur.
<erri olmayan bir hayır olur.
Ey oğul! “Müslim” (müslüman) olmayı sağlamla tırmadan, ibâdet ve emirleri yerine
getirmeden nasıl “mü’min” (îmanı kalbine iyice yerle mi kimse) olursun? Îmânı
sağlamla tırmadan nasıl “îkân” (tereddütsüz îman) sâhibi olursun? Îkânı sağlamla tırmadan
nasıl bir ârif, bir velî ve bir bedel olursun? Mârifet, velâyet ve bedel olma ilmini
sağlamla tırmadan nasıl nefsinden fânî ve O’nunla (CC) vücut, varlık bulmu bir muhib
olursun? Kitap ve sünnetle emrolunduğun ve sen de onların ahkâmını yerine getirmediğin,
onlara ittibâ etmediğin halde kendini nasıl “müslim” (müslüman) diye adlandırabilirsin?
Allah(ü Teâlâ’yı (CC) talep eden O’nu (CC) bulur. O’nun (CC) uğrunda mücâhede edene O
(CC) hidâyet yolunu gösterir. Zîrâ O (CC) Kitâb(ı Kerîm’inde öyle buyurmu tur: “Bizim
uğrumuzda mücâhede edenlere, biz hidâyet yollarımızı gösteririz. Muhakkakki, Allah
(CC) ihsan
91
sâhipleri ile berâberdir.”
92
O (CC) zâlim de değildir, zulmü de sevmez. Hele hele kullarına hiç de zulmetmez. O
(CC) kar ılıksız olarak ihsân eder, bağı ta bulunur. Kar ılık olunca kimbilir ne yapar? O (CC)
ânı yüce olan Allah(ü Teâlâ (CC) öyle buyurmu tur: “Đyiliğin kar6ılığı iyilik değil
midir?”
93
Dünyâda amelini güzel yapana Allah (CC) dünyâda da, âhirette de ihsanda bulunur.
Sizi O’na (CC) itâatten ve tevhidden alıkoyan ancak günahlarınız, cehâletiniz,
dindarlığınızın haraplığı ve mahrûmiyetinizdir. Yakında pi man olursunuz. Kur’ân’ın
âyetlerini kalp kulaklarınızla dinleyin. Her kapıdan O’na (CC) ko un. Bütün kapıları terkedin,
O’nun (CC) kapısına sarılın. O (CC) zararları defeder. O (CC) muztarip kimse duâ ettiğinde
icâbet eder, kar ılık verir. O’na (CC) kar ı sabırlı olun ki, hayrı göresiniz. Size icâbet
91
Sözlük anlamı iyilik etmek, yardımda bulunmak, bir i i güzelce yapmak anlamlarına gelen “ihsân” kavramı,
Hz. Peygamber (SAV) tarafından “Allâh’ı (CC) görüyormu' gibi O’na (CC) kulluk etmek” eklinde
açıklanmı tır. (Bk.: Buhârî, es Sahîh, “Îmân” 37, Đstanbul(1992; Müslim, es Sahîh, “Îmân” 5, 7, (Đstanbul(1992)
92
Ankebût S. A.69.
93
Rahmân S. A.60.
ettiğinde O’na (CC) ükredin. Đcâbet geciktiğinde ise O’na (CC) kar ı sabırlı davranın. Cesur
olmak sabretmektir.
Ey zararları ve belâları defeden! Zararlarımızı ve belâlarımızı defet. Muhakkak ki,
Sen muztarip biri Sana duâ ettiğinde ona icâbet edersin. Ey istediğini yapan! Ey her eye
kâdir ve kadîr olan! Ey her eyi bilen! Sen muhtaç olduğumuz eyleri en iyi bilensin.
Đhtiyaçlarımızı gidermeye kâdir olan da Sensin. Ayıplarımızı ve günahlarımızı Sen biliyorsun.
Onları setretmeye ve affetmeye kâdir olan yine Sensin. Bizi senden ba kasına gönderme. Bizi
ba kasına bırakma. Bizi Senin kapından ba ka kapıya yöneltme. Bizi Senden ba kasına
yollama. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
(Âmin)
21.Sohbet ZĐKĐR (CENABI HAKKI UNUTMAMAK)
Ey cemâat! Rabbinize (CC) ibâdetinizi artırın, uzatın. Çünkü O (CC) kendisine
samîmiyetle, çokça ibâdet edenleri övmü tür. Hz. Peygamber (SAV)’den öyle rivâyet
edilmi tir: “Kulun Rabbi için namaz kılarken kıyâmı uzadığında, kurumu' yaprakların 'iddetli
rüzgârın estiği günde ağaçtan yere serpildiği gibi günahları kendisinden dökülür.”
94
Kul,
Allah’a (CC) itâatinde ne kadar samîmî olursa günahları o derecede zâhirinden ve bâtınından
dökülür. Kalbi nurlanır. Sırrı safâ bulur.
Ey oğul! Sahih ol ki, fasih olasın. Halvetinde sahih ol ki, celvetinde fasih olasın.
Dünyâda sahih olursan, âhirette Allah’ın (CC) huzûrunda konu mada fasih olursun. <efaat
eder ve efaat edilirsin. Seni yarattıklarından istediğine kendi izni ve emriyle efaatçi kılar.
Senin ba kalarına efaat etmeni sana bir ikram olsun diye ve indindeki değerini göstermek
açısından kabul eder. Rabbin (CC) ile arandaki i lerde sahih ol ki, halkını eğitmede fasih
olasın. Halka bir terbiyeci, bir öğretici olasın.
Yazık sana! Bu makamda oturuyorsun, insanlara vaaz ediyorsun ve sonra da onlarla
berâber gülüyorsun, komik fıkralar anlatıyorsun; zararı yok, ne sen felah bulursun, ne de
onlar! Vâiz bir ilim öğreticisidir, bir edep öğreticisidir, vâiz bir öğretmen ve bir eğitmendir.
Dinleyiciler çocuk gibidir. Çocuklar kendilerine sert davranılırsa, asık surat gösterilirse
öğrenirler. Ama onlardan çok az kimse de vardır ki, Allah(ü Teâlâ’nın (CC) kendilerine bir
mevhibesi, bir mevhibesi (bağı ı) olarak bunun tersi metotla öğrenirler.
Ey sûfîler! Dünyâ fânîdir. Dünyâ ayak bağı, hüzün, sıkıntı ve Rabbinize (CC) bir
perdedir. O’na (CC) ba gözlerinizle değil, kalp gözlerinizle bakın. Kalp gözü mânâya bakar,
ba gözü ise sûrete bakar. Mü’min her eyiyle Allah(ü Teâlâ (CC) içindir, onda halk için bir
zerre dahi olamaz. O zâhiriyle de, bâtınıyla da O’nunla (CC) berâberdir. Hareketi O’nadır
(CC), sükûnu O’nun (CC) içindir. Ancak O’nunla (CC) hareket eder, ancak O’nunla (CC)
sükûn eder. Mü’min O’ndandır (CC), O’nunladır (CC), O’nun (CC) içindir. Mü’mini kısmeti,
o habersiz olduğu halde gelir ve onun kapısını bulur. Ona gelir ve onun hizmetini bekler.
Sizin ise bütün me gûliyetiniz kısmetinizin sırtına atlamak ve ona kar ı harîs olmak.
Ölümü ve sonrasını unuttunuz. Cenâb(ı Hakk’ı (CC) unuttunuz. O’nu (CC) sırtınızın
arkasına attınız. O’dan (CC) yüzçevirdiniz ve dünyâya, halka ve sebeplere sarıldınız. Sizden
pek çok kimse dünyâya ve dirheme tapıyor. Hâlık’a (CC) ve Rezzâk’a (CC) kulluğu
terkediyor. Bütün bu hastalıklar nefislerinizdendir. Onu, kuru yiyeceklere ve bir yudum suya
râzı olup, ondan emin oluncaya kadar mücâhede hapishânesinde hapsetmeli ve gıdâlarından
94
bak.: Ahmed b. Hanbel, el Müsned, V/179.
mahrum bırakmalısınız. Bunlar bile onun zevkleridir. Eğer onu türlü zevkleriyle beslerseniz o
zaman sizi de yer. Tıpkı u sözdeki gibi olur: “Köpeğini beslersen seni yer.” Allah(ü Teâlâ
(CC) onun hakkında: “Muhakkakki, nefis kötülüğü emrecidir, Rabbimin (CC) merhamet
ettiği müstesnâ”
95
diye buyurmu ken, nefisten ne hayır beklenir?
Ey sûfîler! Hakk’ı hatırlayın ve zikredin. Zîrâ ancak “lüb” (gönül) sâhipleri O’nu
(CC) hatırlar. Sûfîler gönül sâhibidirler. Onlar dünyâyı anlamı lardır da, ona kar ı zâhid
olmu lardır. Sonra da âhireti anlamı lar ve ona dalmı lardır, tâ ki, âhiret ağaçları onlar için
bitmi , büyümü tür. Âhiretin nehirleri onlar için akmı tır. Uyku hâlinde olsun, uyanıklık
hâlinde olsun onda yer edinmi lerdir. Cenâb(ı Hakk’ın (CC) mubabbeti onlara gelince,
âhiretten kalkmı lar, oradan sefer etmi ler ve oradan göçmü lerdir. Kalplerini kuvvetlendirip,
Rablerinin(CC) kapısına doğru yönelmi lerdir. Ba ka bir ey değil, sâdece O’nun (CC)
rızâsını umanlardan olmu lardır. Bu topluluğu tebrik edin. Onlara kar ı samîmî olun. Onlara
hizmet edin. Onları iyi tanıyın. Onların sohbetinde edepli olun.
Allah’ım (CC)! Bizi her hâlimizde, sana ve sâlih kularına kar ı güzel edeple
rızıklandır. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi
koru.”
95
Yûsuf S. A.53.
22.Sohbet ÖLÜMÜ DÜRÜNMEK
Kahrolasın, ey dünyânın kulu, ey halkın kulu! Ey gömleğin, sarığın, dinarın,
dirhemin, övgünün ve yerginin kulu! Yuh sana! Her eyin dünyâ için. Her eyin
Rabbinden (CC) ba kası için. Halvette ve celvette O’nunla (CC) berâber olma zevkin nerede?
Halbuki, O (CC) seni sâdece kendisine ibâdet etmen için yaratmı tır. Aklı, gönlü, kalbi ve
bilgisi olan kimse Rabbine (CC) ibâdet eder. Önemli i lerinde O’na (CC) yönelir. Aklı
olmayan kimse ise böyle davranmaz; onun kalbini dünyâ sevgisi ve halk kaplar.
Sizden çoğu zâhiriyle müslüman olduğunu iddiâ eder, fakat kâfirlerin u sözlerini
söyler: “Bizim için hayat sâdece bu dünyâ hayâtından ibârettir; ölürüz ve diriliriz. Bizi
“dehrden” (zamandan) ba6ka bir 6ey de öldürücü değildir.”
96
Kâfirlerin çoğu bu sözü
söyler, sizden de böyle söyleyenler çoktur. Onlar bunu gizlerler, ama kendilerinden sâdır olan
fiillerle böyle söylerler. Onların benim katımda bile sivrisinek kadar değerleri, kıymetleri
yokken Hakk (CC) katında nasıl olur? Akılsızdır onlar. Zararı ve faydayı ayırdedecek
kâbiliyetleri yoktur onların.
Ey Allah’ın (CC) kulları! Ölümü ve ölümden sonrasını dü ünün. Cenâb(ı Hakk’ı
(CC), halkı üzerindeki tasarrufunu, rubûbiyetini ve azametini dü ünün. Ailenizden yalnız
kaldığınızda, gözler uyuduğunda siz bunları dü ünün. Kalp, Allah(ü Teâlâ (CC) için düzelip
sapasağlam olunca, Allah(ü Teâlâ (CC) o kalbi alı veri le, sebeplere sarılmayla uğra tırmaz.
Onu diğerlerinden ayırır, kurtarır. Dü tüğü yerden kaldırır. Kapısının önüne oturtur. Lutuf
denizinde uyutur.
Ey Rabbinden (CC) yüzçeviren! Toz duman kalktığında göreceksin. Eğer O’na (CC)
dönmez, O’na (CC) yönelmez ve uyanmazsan, evinin haraplığını, Hakk’ın (CC) seni tutup
yakalayıvermesini yakında göreceksin.
Yazık sana! Đslâm gömleğin paramparça. Îman gömleğin pislik içinde. Îmânın çıplak.
Kalbin câhil. Sırrın bulanık. Sadrın Đslâm’a açılmamı . Bâtının harap, ama zâhirin mâmur.
Sayfaların simsiyah. Sevdiğin dünyâ seni terkediyor. Kabir ve âhiretin yakla ıyor. Uyan, çok
yakında gideceğin yer konusunda dikkatli ol! Sonra bu mümkün olmayabilir. Belki de ölümün
bugün, hattâ imdi gerçekle ecek. Seninle emellerin arasına duvar konacak.
Ne istediğini bilene, harcadığı az ve hafif gelir. Muhabbette sâdık olan, mahbûbundan
ba kasıyla berâber duramaz. Halktan biri: “Biz “Orada nefislerin çektiği ve gözlerin zevk
aldığı 6eyler vardır”
97
âyeti ile cennet hakkında haberdâr olduk, bunun bedeli nedir?” diye
96
Câsiye S. A.24.
97
Zuhruf S. A.71.
sorarsa ona deriz ki: “Allah (CC), mü’minlerden canlarını cennet mukâbilinde satın
aldı.”
98
Nefsi ve malı teslim et ki, onlar senin için olsun.
Ba ka biri de öyle diyebilir: “Ben sâdece O’nun (CC) rızâsını gözetleyenlerden
olmak istiyorum. Kalbim kurbiyet kapısını gördü. O kapıdan içeri giren ve dı arıda olan
muhibler bana gösterildi. Onların üzerinde Melik’in elbisesi var. O kapıdan içeri giri in bedeli
nedir?” Ona deriz ki: “Her eyini harca, ver. Zevklerini, istek ve arzularını terket. Bu i te
kendinden fâni ol. Cenneti ve içindekini terket. Nefsi, hevâyı, hevesi bırak. Dünyevî ve uhrevî
arzu ve isteklerde yüzçevir. Her eyi terket ve kalbinin arkasına at. Sonra içeri gir. Đ te o
zaman gözlerin görmediği, kulakların i itmediği ve hiçbir be erin kalbine gelmeyen eyi
göreceksin.
[Allah’ım (CC)! “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem
azâbından bizi koru.” (Âmin)
98
Tevbe S. A.111.
23.Sohbet TEVECCÜH (HAKKA YÖNELMEK)
Ey oğul! “ ‘Allah (CC)’, de, sonra da onları terket.”
99
De ki: “Beni yaratan beni
hidâyete eri tirir.” Ey dünyâya kar6ı zâhid olan! Eğer kalbin âhirete tâlip olarak dünyâdan
ayrılmı sa, de ki: “Beni yaratan beni hidâyete eri tirir.” Ve sen de, ey Cenâb(ı Hakk’ı (CC)
dileyen, O’na (CC) yönelen, O’ndan (CC) ba ka her eye zâhid olan kimse! Eğer senin de
kalbin Mevlâ’yı (CC) tâlip olarak cennet kapısından çıkarılırsa sen de de ki: “Beni yaratan
beni hidâyete eri tirir.” Yol harâmîlerinden onun hidâyetine sığın.
Ey sûfîler! Bana icâbet ediniz. Zîrâ ben Allah(ü Teâlâ’nın (CC) dâvetçisiyim.
Kalbinizle yaratıcınıza dönün. Çok yakında hepiniz öleceksiniz. O’na (CC) giden tevbe ve
özür kapılarını aralayın. O’nu (CC) gözetleyin. Bilin ki, O (CC) sizin her eyinize muttalîdir.
O (CC) gözetleyendir, yakındır, âhiddir, mü âhiddir. O’nun (CC): “Üç ki6inin kendi
aralarında gizli konu6ması olmasın ki, O (CC) onların dördüncüsü veyâ be6 ki6inin
altıncısı olmasın. Veyâ bundan çok veyâ az olsun, nerede olurlarla olsunlar O (CC)
onlarla berâberdir”
1
buyruğunu i itmediniz mi?
O’nun (CC) zikir yemeğinden yeyin. O’nun (CC) ünsiyet arâbından için. O’nun (CC)
kurbiyeti ile zenginle in. Ey kalpleri ölüler! Ey “ribâ” (fâiz) üzerinde oturanlar!
Boğulmadan önce kalkın. Helâk olmadan önce kalkın. Ey “med” (ileri gelme) yerinde
oturanlar! “Cezir” (geri çekilme) gelmeden önce kalkın. Kalkın! Su ayaklarınızın altına ula tı.
<irk bölgesinden tevhîd bölgesine gidin.
Ey Rabbimiz (CC)! Bizi râzı olduğun caddede tut. “Hidâyet bulduktan sonra
kalplerimizi saptırma.”
1
Kalplerimizi Hak’tan ba ka eye meylettirme. Onları senin kitâbına
ve nebîn Muhammed (SAV)’in sünnetine ittibâdan ve onlarla amel etmekten çıkarma. Bizi,
daha önce geçmi olan Nebîlerin (AS), Resullerin (AS), ehitlerin ve sâlihlerin yolundan
çıkarma. Ruhlarımızı onların ruhlarıyla berâber eyle. Bizi âhiretten önce, dünyâda iken
kurbiyet evine al. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi
koru.”
102
En’âm S. A.91.
103
Mücâdele S. A.7.
104
Âl(i Đmrân S. A.8.
24.Sohbet KURBĐYET (CENABI HAKKA YAKINLIK)
Ey oğul! Muhibler, eğer kıyâmet günü cennete girmekten kaçınmanın bir yolunu
bulsalar, oraya girmezler. Çünkü onlar derler ki: “Biz cenneti ne yapalım? Biz Hâlık’ı (CC)
isteriz. Biz sun’u (e yâyı) ne yapalım? Biz Sâni’i (Yaratıcıyı) isteriz. Biz tekvîni (varlığı) ne
yapalım? Biz Mükevvin’i (Vareden’i) isteriz. Biz hâdisi (sonradan olanı) ne yapalım? Biz
Kadîm’i (Evveli Olmayan’ı) isteriz.
Đ te bu kalp, eğer sahih, sapasağlam olursa, böylesi sıfatlarla mücehhez olursa, Cenâb(
ı Hakk’a (CC) kurbiyet de kazanır. Kalbin dünyâyı ve halkı terketmesi sağlam olursa, onun
kurbiyeti de o derece sahih ve sağlam olur.
Sana yazıklar olsun! Ben küçüklüğümden u ânıma kadar Hakk (CC) kapısında
duruyorum. Oysa sen onu bir kere olsun görmedin. Kalbin ne o kapıyı, ne de o kapının
sâhibini bir kere olsun görmedi. Bu i âret ettiğim mağribde ise sen ma rıktasın.
Nasıl terbiye edildiğimi, nasıl yeti tirildiğimi iyi anla! Aklım yettiğinden beri ben
seçkin kulları ile birlikte O’nun (CC) kapısındayım. “Emir doğru söylüyor” de, yoksa boynun
uçurulur.
Ey Yûsuf’u satan!
105
Yanında neyin var? söyle. Arkada neyin var? haber ver. Ey
oğul! Kalbinden ve sadâkatinden bahset; yoksa sus! Mâdeninden, hazînenden, evinden infak
et; yoksa hırsızlık etme, infak etme! Đnsanlara sofrandan yedir. Kendi kaynağından su içir.
Ârif bir mü’min suyunu, aslâ kurumayan kaynaktan, mücâhede ve sadâkat kazmaları ile
kazdığı kaynaktan içer ve içirir.
Ey oğul! Dünyâ tarafında cennet yoktur. O cennete de yakla tırmaz. Kul, dünyâya
yakla ır ve onu ister. Sonra onun ayıplarını ve kusurlarını görür; ona kar ı zâhid, isteksiz olur.
Ya atacak kadar dünyâlığa kanaat gösterir. Onu da erîat, takvâ ve vera eliyle alır. Zühd eliyle
alır. Kalp eliyle alır, nefis, hevâ ve eytan eliyle değil. Bu tamam olunca ona cennet gelir.
Çünkü onun dünyâya kar ı zâhid olması cennetin bedeli ve anahtarıdır. O zaman kalbiyle
cennete girer, ayaklarıyla orada karar kılar; sırrı oraya yerle ir; oranın i leri ona kolayla ır. Bu
durumda iken kendisine doğru gelen Hakk (CC) erlerini görür. Onlara: “Nereye?” der. <öyle
cevap verirler: “Biz Allah(ü Teâlâ’nın (CC), haklarında: “Ancak O’nun (CC) rızâsını
umarlar”
106
buyurduğu kimseleriz. Cennet bütün geni liğine rağmen ona dar gelir.
Rabbinden (CC) bağı lamasını ister ve unları okur: “Bana hayırlı kapıyı göster ki, çıkayım.
Burada kafeste mahkum ku gibi kaldım. Kalbim senin hapishânende. Çünkü dünyâ
105
bak.: Yûsuf S. A.20.
106
Kehf S. A.28.
mü’minin, sen de ârifin hapishânesisin.” Oradan ko arak çıkar ve o geçmi olan topluluğa
katılır. Bu sâliklerin yoludur. Meczûbların yoluna gelince, kurbiyet im eği, ne bir a ama, ne
de bir vâsıta olmaksızın daha ilk adımda onları avlar.
Allah’ım (CC)! Kalplerimizi kendine cezbet, çek. “Bize dünyâda da, âhirette de
güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
25.Sohbet VELĐLER
Ey oğul! Sûfîlerin dağlar kadar hayırlı amelleri olur. Ama onlar onu amelden
saymazlar. Bu amelleriyle onlar ancak tevâzu ve tezellül gösterirler. Đ te sen de akıllı ol; zül
ve tevâzu ayakların üzerinde dur. Tevâzu üzere, sakınma üzere, mahvolma ve sırrını
temizleme kederinden ve darlığından doğan korku üzere ol. Eğer bu hal üzere devam edersen
Allah (CC) tarafından sana bir emniyet gelir. Kalbine ve sırrına mührünü vurur. Halvet
duvarına yazısını yazar. Orada ve bütün uzuvlarında i âretler, diller, tesbîhler ve zikirler olur.
Kalbin acâip eyler i itir; halbuki senden bir kelime bile çıkmaz. Zâhirin ve halk senden bir
kelime bile i itmezler. O senden dı arı çıkmayan bir eydir. Senin için tanıdığın bir bildik
olur. Kendi kendine onunla konu ursun.
“Rabbinin (CC) nîmetini anlat.”
107
Ey velî! Bu gizli nîmeti anlat! Sen, sen, bizzat
sen ey oğul! Rabbinin (CC) celvette bile sana bah ettiği nîmetini anlat. Zîrâ velîliğin
artlarından birisi de kitmândır (saklamak ve saklanmaktır). Nebîliğin artı ise ızhârdır
(açıklık ve açıklamaktır). Velî durumunu Allah(ü Teâlâ’ya (CC) ızhar eder. Eğer o durumunu
halka ızhar edecek olursa belâya dûçar olur ve hâli kendisinden alınır. Eğer onun durumu
kendisi tarafından değil de, Allah(ü Teâlâ (CC) tarafından, O’nun (CC) bir fiili vesîlesiyle
ortaya çıkacak olsa, o zaman velî için bir muâhaze (sorgulanma) veyâ bir ayıp sözkonusu
olmaz. Çünkü fâil ba kasıdır, o değil.
Biri bana öyle dedi: “Bu i ba ına gelenlerin hepsi gizliyor, ama sen ızhar
ediyorsun?” Ona dedim ki: “Vah sana! Bir ey ızhar etmiyoruz; galebe ile ve kasıtsız olarak
ortaya çıkıyor.” Havuzum ne zaman dolsa onu azaltırım. Ama sel gelince havuz etrâfına gayr(
i ihtiyârî ta ıyor. Buna ben ne yapabilirim?”
Yazık sana! “Fütûhat” (ilâhî feyizler) için zâviyeye çekiliyorsun ama kalbin halkla
dolu! Sahrâlara git, çöllere dü . Oralara dü tüğünde kurb hazînesini elde edersin. Sonra halk
arasına oturur ve o zaman halka devâ olursun. Söylediklerime inanana, söylediklerimden zevk
alana, “halvette ve celvette” (yalnızken ve halkın içinde iken) söylediklerimle amel edene
Allah (CC) merhamet etsin.
Ey cemâat! Mücâhede edin, çabalayın ve ümitsizliğe dü meyin; çok yakın bir
zamanda kurtulacaksınız. Đ itmediniz mi, Allah(ü Teâlâ (CC) nasıl buyuruyor: “Umulur ki,
Allah (CC) ondan sonra yeni bir i6 (uygun bir durum) ortaya çıkarır!”
108
Rabbinizden
(CC) korkun ve O’ndan (CC) ümitvâr olun. O’nun (CC) nasıl buyurduğunu i itmediniz mi:
107
Duhâ S. A.11.
108
Talâk S. A.1.
“Allah (CC) sizi kendisinden çekindirir.”
109
“Havf u hazer”iniz (korku ve çekinme
duygunuz) kadar emân ve emniyet görürsünüz. Rabbinize (CC) tevekkül edin ve O’na (CC)
kar ı takvâ sâhibi olun. O’nun (CC): “Allah’a (CC) tevekkül edene O (CC) yeter”
110
buyruğunu i itmediniz mi?
Allah’ım (CC)! Bizi yarattıklarından müstağnî kıl, onlara muhtaç etme. Bizi, halkın
malını minderlerinin altında toplayıp saklayanlara ve o mallarıyla halka kar ı böbürlenenlere
muhtaç etme. Onlar ucüp ve kibir çöllerine dalmı lar; fakirler onlardan dileniyorlar, onlardan
yardım istiyorlar da onlar duymazdan geliyorlar. Allah’ım (CC)! Bizi ihtiyaçları senden gelen,
sıkıntılarında da senden yardım dileyen kimselerden eyle.
Süfyân(ı Sevrî’ye (v. 161/777), “câhil kimdir?” diye sorulduğunda o öyle cevap
verdi: “Câhil, ihtiyaçlarını Allah(ü Teâlâ’dan (CC) isteyinceye kadar O’nu (CC) tanımayan
kimsedir.” Câhilin durumu, bir hükümdarın evinde bir i le me gul olan bir adamın durumuna
benzer: Hükümdar ona bir i buyurur, o da o i i bırakır, hükümdarın kom ularından birisinin
kapısına gider. Ondan, yemek için bir dilim ekmek parçası ister. Hükümdar bu yaptığını
bilseydi onu öldürmez miydi? Ona sarayına girmeyi yasaklamaz mıydı?
Ey kalpleri ölüler! Beni iyi dinleyin. Ben, o adamın sıfatını sizde görüyorum.
Rabbinizi (CC) tanımadan nasıl ölürsünüz!
Allah’ım (CC)! Bizi mârifetinle, amellerimizde sana kar ı ihlaslı olmakla, senden
ba kası için amel etmemekle rızıklandır. Bizi zâhir ve bâtın hükümlerinin ilmi ile rızıklandır.
Bize sabır ver, rızâ ver. Đlminin ve kaderinin gereği olan belâların acılarını bizlere tatlıla tır.
Kalp etlerimizi erit ki, kudretinin gereği olan elemleri hissetmeyelim ve Seninle sohbetimiz
dâim olsun. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi
koru.” (Âmin)
109
Âl(i Đmrân S. A.28.
110
Talâk S. A.3.
26.Sohbet SIHHATĐN VE BOR ZAMANIN KIYMETĐ
Ey oğul! Nasîbin olan eyi kaybetmezsin; onu senden ba kası yiyemez; o ba kasının
nasibi değildir. Nasibin olan eyi ona rağbet veyâ hırs göstermekle de elde edemezsin. O dün
gibi geçmi tir. Đçinde bulunduğun an bugünün, gelecek ise yarındır. Dünün senin için bir
ibret, bugünün amel, yarının da ücrettir. Yarın ise sen belki olacaksın, belki de olmayacaksın.
Sen yarın adının ne olacağını (ba ına ne geleceğini) bile bilmiyorsun. Size söylediklerimi
hatırlayacak ve pi manlık duyacaksınız.
Yazıklar olsun! Huzûrumda bulunmayı bir veyâ birkaç buğday tânesine kar ılık
satıyorsun. Kendini benden kesmen, ancak benim durumumu ve ne söylediğimi
bilmemendendir. Söylediklerimin ne aslını, ne de teferruatını biliyorsun. Onun kaynağını da
bir türlü göremedin; eğer bilseydin ve tanısaydın benden kesilmezdin. Bir süre sonra size
yaptığım nasîhatleri anlayacaksınız. Sözümün sonucunu öldükten sonra göreceksiniz. “Siz
benim söylediklerimi sonra anlayacaksınız. Ben i6imi Allah’a (CC) havâle ediyorum.”
111
Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l(aliyyi’l(azîm.
Mü’mine en sevimli gelen ey ibâdettir. Ona en sevimli gelen ey namaza durmaktır.
O evinde oturur ama kalbi Hakk’a (CC) dâvet eden müezzindedir. Ezanı duyunca kalbini
sevinç kaplar. Mescitlere ve câmilere uçarak gider. Yanında verecek bir ey olduğunda dilenci
gelirse sevinir. Çünkü o Hz. Peygamber’in (SAV): “Dilenci, Allah ü Teâlâ’nın (CC) kuluna
hediyesidir”
112
sözünü i itmi tir. Nasıl sevinç duymasın ki, dilenci vâsıtasıyla Rabbinin (CC)
emrini yerine getirmi ve O’na (CC) borç vermi olur!
Hz. Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet olunmu tur: “Allah ü Teâlâ (CC) kıyâmet
günü mü’min kullarına 'öyle hitap eder: ‘Sizler âhiretinizi dünyânıza tercih ettiniz. Bana
ibâdet etmeyi 'ehvetlerinize, istek ve arzularınıza tercih ettiniz. Đzzetim ve celâlime yemin
ederim ki, cenneti sizden ba'kası için yaratmadım’.” Đ te bu O’nun (CC) mü’minlere hitâbıdır.
Muhiblere hitâbına gelince, o da udur: “Siz dünyâya, âhirete ve bütün yarattıklarıma kar ı
beni tercih ettiniz. Yâni halkı kalbinizden çıkardınız, sırlarınızdan uzakla tırdınız. Đ te
cemâlim sizin için. Kurbiyetim sizin için. Ünsiyetim sizin için. Sizler gerçek kullarımsınız.”
Evliyâdan bâzısı uykularında cennet yiyecekleri yer, cennet içecekleri içerler, oradaki
her eyi görürler. Bâzıları da yemeden, içmeden kesilirler, halktan soyutlanıp perdelenerek
yeryüzünde Hızır ve Đlyâs gibi ölümsüz ya arlar. Allah(ü Teâlâ’nın (CC) yeryüzünde böyle,
halkın kendilerini görmediği ama kendilerinin halkı gördüğü gizli kulları pek çoktur. Onlar
111
Mü’min S. A.44.
112
Hindî, Kenzü’l ummâl, hadîs no: 16078.
arasında “velî” olanlar pek çoktur; “a’yân” olan ise az mı azdır. Her ey onlara gelir, onlara
yakla ır. Yeryüzü onlar vesîlesiyle ye erir; gökten yağmur onlar vesîlesiyle yağar; halk
üzerinden belâlar onlar vesîlesiyle uzakla tırılır.
Meleklerin yiyeceği Hakk’ı (CC) zikretmek, tesbîh ve tehlîl etmektir. Evliyâdan çok
az kimsenin yiyeceği de onlarınki gibidir. Ey sıhhatli ve bo6 zamânı bol ki6i! Ne kadar çok
adanmı sın! Hz. Peygamber'den (SAV) öyle rivâyet olunmu tur: “Đki nîmet vardır ki,
insanların çoğu onda aldanmı'tır: Sıhhat ve bo' zaman.”
113
Bir hastalık gelip sıhhatini bozmadan ve bir me gûliyet gelip bo zamânını
doldurmadan, sıhhatini ve bo zamânını Allah(ü Teâlâ’ya (CC) tâatte kullan. Fakirlik
gelmeden önce zenginliğinin kıymetini bil; zenginlik sürekli olmayabilir. Fakirlere ikramda
bulun ve elindekini onlarla payla . Onlara verdiğin eyi Rabbinin (CC) yanında bulacaksın ve
onlar sana âhirette fayda sağlayacak.
Yazık size! Ölümden önce, hayâtınızın kıymetini bilin. Ölümden ibret alın. Hz.
Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Vâiz olarak ölüm yeter.”
114
Ölüm yeni olan her eyi
eskitir. Uzağı yakın eder. Duru olanı bulandırır. Ölümden kaçı yok: Belki de imdi gelecek,
veyâ bugün… Hüküm ba kasının elinde, sizin elinizde değil. Neyiniz varsa hepsi iğretidir,
aslî değildir, geçicidir. Çocuklarınız, sıhhatiniz, bo zamânınız, hayâtınız geçicidir; i lerin en
önemlisi ile uğra ın.
Vah sana! Kendin sabırsızın biri iken, ba kasına sabırlı olmasıyı nasıl söylersin? Sen
ükrü bırakmı iken, ba kasına ükretmesiyi nasıl öğütlersin? Sen ho nutsuzluk içerisinde
iken, ba kasından kadere râzı olmasını nasıl beklersin? Sen dünyâya meyletmi ve âhirete
kar ı isteksiz iken, ba kasına dünyâya kar ı zâhid olmasını ve âhirete yönelmesini nasıl
emredersin? Allah’a (CC) mütevekkil olmayı emrediyorsun, ama kendin O’ndan (CC)
ba kasına mütevekkilsin! Ve sen Cenâb(ı Hakk (CC) ve melekler indinde iğrençsin. Sâlih ve
sıddık kulların kalpleri de senden iğrenmekte!
***
Bir o kadar yanında olur, saklanma halktan
Büyük günah i lersen, i te o zaman utan!
***
sözünü duymadınız mı?
113
Buhârî, es Sahîh, “Zühd” hadîs no: 2305.
114
Heysemî, Mecmau’z zevâid, 10/308.
Her tarafın iftirâ! Her eyin nifak! Zarar yok, Allah (CC) katında sivrisineğin kanadı
kadar dahi değerin yok ya! Cehennemin en a ağı derekesinde münâfıklarla berâbersin.
Sözlerimi, sohbetimi dinlemeye devam etmek îman alâmetidir. Sözlerimden kaçı ise nifak
alâmetidir.
Allah’ım (CC)! Bize tevbe nasip et. Bize ne dünyâda, ne de âhirette felâket ver. “Bize
dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
27.Sohbet SADAKA VERMEK
Ey cemaat! Kıyl(u kâli terkedin. Dünyâlık biriktirmeyi ve o hususta birbirinize destek
olmayı bırakın. Fakir ve yardıma muhtaçların haklarını ödeyip, geri kalanını da Allah’a Kıyl(
u itaat ve ibâdet yolunda sarfetmedikçe, dünyâlıktan elinizde ne varsa hepsinden hesâba
çekileceksiniz. Size de, bütün bu mallarınıza da yazıklar olsun! Yakınlarınızdan ve
kom ularınızdan utanmıyor musunuz ki, onlar aç olarak ölüyorlar da, siz onları hiç
görmüyorsunuz, onlardan yüzçeviriyorsunuz? Rabbinizin (CC): “O’nun (CC) sizi, ‘üzerinde
tasarrufa yetkili kıldığı’ 6eylerden (mallarınızdan) infâk edin”
115
buyruğunu duymadınız
mı? Onlar üzerinde sizi “sâdece tasarrufa yetkili” kıldığını bildirdiği halde siz onları
kendinize “mülk edindiniz.” Bir sürü harcama kalemi ürettiniz. O (CC) size malınızın
tamâmını elinizden çıkarmanızı emretmedi; yalnızca, fakirler için onun üzerine belli bir
miktar hak koydu. O hak da; zekat, keffâret ve adaklardır. Fakirlerin haklarını ödeyin!
Ailenizin ve akrabâlarınızın da haklarını ödeyin. Zekatı da çıkardıktan sonra hayır hasenâtta
bulunmak: Đ te mü’minin ahlâkı! Allah(ü Teâlâ (CC) ile alı (veri te bulunan kazançlı çıkar.
En doğru sözü söyleyen Rabbimiz (CC) muhkem (sağlam) Kitabında öyle buyurmu tur:
“Allah (CC) size onun (infâkınızın, sadakanızın) devâmını nasip eder.”
116
Ey oğul! Elindekinden kalbinle soyun, her eyinden ayrıl ki, bütün bunların bedeli
sana verilsin. Yazık sana! Halk sana ne zarar, ne de fayda verebilir; yeter ki, kalplerine
Allah’tan (CC) bir mühür gelmesin. Halk O’nun (CC) elindedir, onları istediği gibi hareket
ettirir. Bâzan sana musahhar kılar, emrine verir, bâzan musallat eder. O’nun (CC): “Allah’ın
(CC) insanlara açtığı rahmeti tutacak, engelleyecek kimse yoktur”
117
buyurduğunu
i itmediniz mi?
Belâ geldiğinde, onu îman, sabır ve teslîmiyet ile kar ıla. Zamânı geçip, devri
doluncaya kadar ona sabret. Ey mürîd! Belâ okları sebebiyle murâdının kapısından kaçma.
Sebat göster ki, murâdına eresin. Mürîd, mübtelâ olduğunda kendisini sabır ve ükür erbetleri
ile tedâvi eden, iyile tiren bir üstâda, bir tabîbe ihtiyaç duyar. Tabip ona bir eyleri almasını
ve bir eyleri de almamasını söyler. Nefsinden yüzçevirmeyi ve belâyı kabullenmesini
emreder. Allah(ü Teâlâ (CC), eyhi ile yakınlığında sâdık ve samîmî olan kimseye eyhini ya
hemen ânında, ya da daha sonra yararlı kılar.
Ey acı ve tatlı su arasında duvar koyan Rabbimiz (CC)! Bizimle Sana kar ı nefret veyâ
ho nutsuzluk göstermenin arasına duvar koy. Bizimle Senin takdîrinle çeki menin arasına
115
Hadîd S. A.7.
116
Sebe S. A.39.
117
Fâtır S. A.2.
perde koy. Bizimle günahlar, isyanlar arasına rahmetinden bir perde çek. “Bize dünyâda da,
âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.” (Âmin)
28.Sohbet ZĐKR Đ DAĐM EDEB
Ey oğul! Ben seni eytanın arkada ı ve halefi görüyorum. Nefsine kar ı ondan
emniyet içerisindesin. Onun sözüne güvenilir biri olduğuna inanıyorsun. O senin din ve takvâ
etlerini yer. Sermâyeni bitirir. Oysa bundan senin haberin yok.
Vah sana! <eytanı zikr(i dâim ile yanından defet ve kaçır. Zikr(i dâimi bırakma. O
dü manı helâk eder, hezîmete uğratır ve kırar. Cenâb(ı Hakk’ı (CC) dilinle bir kere
zikredersen, kalbinle bir çok kere zikret. Yiyeceğini ve içeceğini deği tir. Her hâlinde vera
sâhibi ol. “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l aliyyi’l azîm. Mâ 'âAllah ü kân. Lâ ilâhe
illAllah ü’l melikü’l hakku’l mübîn. SübhânAllahi ve bi hamdih. SübhânAllahi’l azîm ve bi
hamdih”
118
diyerek eytanı hezîmete uğratmak için yardım al. Đ te bu söz ile eytan yenilgiye
uğrar, hezîmete uğrar, gücü kırılır, ordusu dağılır. Đblis’in kürsüsü deniz üzerindedir, ama
ordusunu kara tarafına gönderir. Onun gözünde hürmete en lâyık olan kimse Âdemoğlunun en
fitne olanıdır.
Sıradan birisi için tevbe nasıl farz ise, ârif için de edep öylece farzdır. O nasıl edepli
olmasın ki, o halkın Hâlık’a (CC) en yakın olanıdır. Hükümdarlarla cehâlet üzere dü üp
kalkanlar onların îdam fermânına da yakındırlar. Her kim ki, edep sâhibi değildir, o, halkın da
Hâlık’ın da (CC) nefret ettiği kimsedir. Hangi vakit ki, onda edep gözetilmemi tir, o vakit
ölümdür. Allah(ü Teâlâ’ya (CC) kar ı güzel edep üzere olmak îcap eder.
Ey oğul! Beni tanısaydın yanımdan ayrılmaz, nereye gidersem gideyim, bana tâbi
olurdun. Yanıma gelmemenin ne demek olduğunu bilmiyorsun. Halbuki, seni bir i te istihdam
edeyim veyâ etmeyeyim, senden bir ey alayım veyâ sana bir ey vereyim, seni
fakirle tireyim veyâ zenginle tireyim, seni yorayım veyâ dinlendireyim… bunların hepsi
e ittir. Bütün bunlarda asıl olan hüsn(i zan ve hâlis niyettir. Bunların ikisi de sende yok. O
halde benim sohbetimle nasıl felah bulacaksın ve benim sözlerimden nasıl istifâde edeceksin?
Allah’ım (CC)! Bu sözleri duymalarını onlar aleyhine bir hüccet, bir delil yapma.
“Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
118
Güç ve kuvvet ancak, Yüce ve Azîm olan Allah’tandır (CC). Allâh’ın (CC) dilediği olur. “Melik” (mülkün
sâhibi), “Hakk” (gerçek) ve “Mübîn” (apaçık) olan Allah’tan (CC) ba ka ilah yoktur. Allah (CC)
noksanlıklardan münezzehtir, uzaktır, “hamd” (övgü) yalnıza O’nadır (CC). “Azîm” (yüce) olan Allah (CC) her
türlü noksanlıktan uzaktır ve hamd yalnızca O’nadır (CC).
29.Sohbet SALĐH AMEL
Sâlih amel i leyen kimsenin o ameli, onun önünü aydınlatan bir nur, altında bindiği bir
vâsıta olur. Onun kalp amelleri yüzünde görünür. Yüzü ayın ondördü gibi olur. Kalbi, Allah(ü
Teâlâ’nın (CC) kendisine bağı ladığı ikramları görmekten dolayı sevinç duyan bir melek gibi
olur. Ameli ona Allah(ü Teâlâ’nın (CC) kendisi için cennette hazırladığı nîmetleri müjdeler.
Sâlih amel bir sûret kazanarak ona öyle der: “Ben senin ağlamanım, sabrınım, takvânım,
îmânınım, yakîninim, namazınım, orucunum, mücâhedenim, Rabbine (CC) i tiyâkınım,
mârifetullâhınım, ilmullâhınım, güzel amellerinim, Rabbine (CC) kar ı gösterdiğin
edebinim.” Bunun üzerine ondan ağırlık gider, korkusu sâkinle ir; endi esi emniyete,
tedirginliği rehâvete döner.
Her kim de sâlih amel i lemez ve Rabbine (CC) büyük günahlarla, sırtında mâsiyet
yükleriyle gelirse: Açlık, susuzluk, içinde bir korku ve önünde rüsvaylık… Melekler
arkasından sürükleyip götürüyorlar… Ona öyle bir cezâ veriyorlar, öyle bir çekerek
götürüyorlar ki.. Nihâyet, Arasat’a kadar gelir; ba larlar münâka aya, muhâsebeye, hesâba…
Onu öyle iddetli bir hesâba çekerler ki.. Sonunda onun hakkında cehennem kaydı konur ve
orada azâba çekilir. Eğer tevhîd ehlinden ise suçu kadar cezâsını çeker, sonra Allah(ü Teâlâ
(CC) rahmeti gereği onu cehennemden alır. Fakat kâfirlerden olan kimse kendi cinsleriyle
birlikte, cehennemde sonsuza kadar kalır.
“Rabbimiz! Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından
bizi koru.”
30.Sohbet KURAN DĐNLEMEK
Ey oğul! Sağlam bir tevbe ve tefekkür üzerinde olduğun müddetçe dünyâlığı terkeder,
âhiret ameli ile me gul olursun; halk için olanı terkeder, Hâlık (CC) için olanla me gul
olursun; erri terkeder, hayır ile amel edersin.
Ey tevbe ve tefekkürü terkeden! Sen ziyanlardasın da haberin yok. Kazançlı değil,
zararlısın. Senin misâlin, bir eyler alıp satan, fakat harcanması gereken ve gerekmeyen
yerlerin hesâbını tutmayıp para biriktiremeyen kimse gibidir. Bir müddet sonra bakar ki,
sermâyesi bitmi , yanında sâdece sahte gümü ler kalmı !
Eyvahlar olsun sana! Sermâyen olan ömrün tükendi de haberin yok! Bütün kazancın
süs. Oysa diğer mü’minlerin kazancı hep cevher. Mü’minler yakında amellerinin kar ılığını
alacak; sen de elinde tuttuğunun kar ılığını alırsın! Seninle berâber olan Hakk (CC), senden
ancak ihlâs kabul eder. Hz. Peygamber’in (SAV): “Hesâba çekilmeden önce kendinizi hesâba
çekin. Ölçüye çekilmeden önce kendinizi ölçün. En büyük satı', en büyük fuar için kendinizi
süsleyin, hazırlayın”
119
buyruğunu i itmedinmiz mi?
Denir ki: Allah(ü Teâlâ (CC) bir kimseyi âriflerinden bir ârif, velîlerinden bir velî,
muhiblerinden bir muhib, muradlarından bir murâd yapmak istediğinde, onun ba ına
halvetinde de celvetinde de bir melek koyar. Nebîsini (SAV) terbiye ettiği gibi onun kalbini
terbiye eder. Ona hayrı ilham eder, erden ona yüzçevirtir. Tıpkı Yûsuf (AS) hakkında: “…
O’nu (AS) kötülüklerden ve çirkinliklerden korumak için. Çünkü O (AS) “muhlas”
(kendisine ihlas verilmi6) kullarımızdandır”
120
dendiği gibi. Đ te bu O’nun (CC) Nebîlerine
(AS), Resullerine (AS), Velîlerine (RA), sâlihlerine ve sâdıklarına muâmelesidir. Îsâ (AS)
çocuklara rastladı. O’na (AS) dediler ki: “Gel, oynayalım.” Dedi ki: “SübhânAllah, biz oyun
oynamak için yaratılmadık!”
Sûfîlerin nefisleri erri değil, hayırı çokça emredicidir. Mücâhededen sonra onlar
kalplere karı mı , kalp olmu tur. O ne zaman ki, mücâhedeye alınsa mutmain olmu ve Refîk(
i A’lâ’nın hasretini çekmi tir. Onun Kur’ân dinleyi i her eyiyle birlikte olur; daha önce o
sûreten dinlerdi, mânâ olarak dinlemez idi. Hezeyanları ve bo lafları sakın dinlemeyin.
Muhakkakki, Kur’ân dinlemekle kalpler hayat, sırlar da safâ bulur. Cennette Rahmân’ın (CC)
kom uluğunu kazanmanın esâsı da Kur’ân dinlemektir.
Mü’min halkı bilir, onların alâmetlerini tanır. Kalbi hassastır, Allah’ın (CC) nûru ile
bakar. Çünkü kalbinde O’nun (CC) nûru vardır, kalplerin nûru... “Tahâret” (temizlik) kalp, sır
119
Ahmed b. Hanbel, el Müsned, “Zühd” hadîs no: 149.
120
Yûsuf S. A.24.
ve halvet tahâretidir. Kalbin temiz olmadıktan sonra, halvetin temiz olmadıktan sonra, zâhirini
temizlemenin sana ne faydası vardır? Zâhirini günde bin kere temizlesen bile kalbinin
kirlerinden bir tânesi dahi gitmez. Günahların kötü bir kokusu vardır. Allah’ın (CC) nûru ile
bakanlar onu bilirler, fakat bunu halktan gizlerler ve onları rüsvay etmezler.
Yazık sana! Sen tembelsin. <üphesiz, bu ekilde eline bir ey geçmez! Kom uların,
arkada ların ve akranların yollara dü tüler, ara tırıp incelediler, istedikleri yere vardılar ve
hazînelere kavu tular. Bire on, bire yirmi aldılar. Zengin olarak geri döndüler. Sen ise yerinde
oturuyorsun. Çok yakında bu gücü ve elindeki bu kolaylığı da kaybedersin. Ondan sonra da
insanlardan dilenirsin.
Yazık sana! Hakk (CC) yolunda çalı , didin. Kaderine güvenme. “Bizim uğrumuzda
mücâhede edenleri hidayet yolarımıza erdiririz”
121
buyruğunu duymadın mı? Çabala ki,
sana hidâyet gelsin. Böyle tembel olduğun müddetçe sana bir ey gelmez. Tek ba ına bir ey
elde edemezsin. Haydi! Gayrete gel, i ini tamamla. Her ey Allah(ü Teâlâ’nın (CC) elindedir,
ba kasından bir ey isteme. O (CC) Kelâm(ı Kadîm’inde: “Hiçbir 6ey yoktur ki, hazîneleri
bizim yanımızda olmasın; ancak biz onu belli bir ölçüde indiririz”
122
buyuruyor, i itmedin
mi? Bu âyetten sonra söz olur mu?
Ey dünyânın ve dirhemin tâlibi! Bunların ikisi de birdir. Đkisi de Allah(ü Teâlâ’nın
(CC) elindedir. Öyleyse niçin halktan istiyorsun? Niçin dünyâyı ve dirhemi, dilinle irk
ko arak ve sebeplere güvenerek halktan talep ediyorsun?
Allah’ım (CC)! Ey Halkın Yaratıcısı (CC)! Ey sebeplerin müsebbibi (CC)! Bizi halkı
ve sebepleri irk ko mak bağından koru. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve
cehennem azâbından bizi koru.”
121
Ankebût S. A.69.
122
Hıcr S. A.21.
31.Sohbet DÜNYANIN GEÇĐCĐLĐĞĐ FAKR
Ey Allah’ın (CC) kulları! Hikmet dünyâsında bulunmaktasınız; vâsıtasız bir ey
yapamazsınız. O halde, Mâbudunuzdan, kalp hastalıklarınızı tedâvi edecek bir tabip, size yol
gösterecek bir delil, bir rehber isteyin. O ki i elinizden tutsun da sizi Hakk’a (CC)
yakınla tırsın. O’nun (CC) co kunluğuna götürsün. O’nun (CC) kurbiyetinin perdesine,
kapısının bekçilerine ula tırsın.
Sizler nefislerinize, hevâ ve heveslerinize hizmet etmeye râzı oldunuz. Nefislerinizi
râzı etmeye, onu dünyâ ile doyurmaya çabalıyorsunuz. Oysa, saatler geçtikçe, günler
ilerledikçe, aylar tükendikçe, yıllar geride kaldıkça elinizde dünyâdan hiçbir ey
kalmayacaktır. Ölüm size gelecektir. Onun elinden kurtulmaya ise gücünüz yetmeyecek.
O (CC) sizi gözetlemekte de haberiniz yok! O’nun (CC) bakı larını göremiyorsunuz;
oysa O (CC) tam kar ınızda duruyor. O (CC) çok yakında sizin sâhanıza iner: Cezâlarınızın,
hayâtınızın kar ılığının verildiği sâhaya. Rûhun âhirete göçer, fakat cesedin koyun ölüsü gibi
kalır. Birileri sana acır da, senin cesedini, sürüngenler ve ha erât yemeden önce toprağın
altına koyar. Sonra ailen, e in dostun senin malını mülkünü yeyip içer, nîmetlenir; arkandan
ya merhamet okurlar, ya da okumazlar!
Birçok hükümdarı dü manları öldürüp, cesedini defnetmeksizin, köpekler ve ha ereler
yesin diye, kasden arâziye bırakmı lardır. Sonu böyle olan mülkten daha kötü bir mülk
olabilir mi? Ne güzel demi ler: “Ölümle yok olan mülk mülk değildir; mülk o mülktür ki,
ölümle zâil olmaya.” Akıllı kimse ölümü dü ünen ve kaderin getirdiğine râzı olandır. Sevdiği
eylere ükreden, sevmediği eylere sabredendir. <ehvetlerinizi ve zevklerinizi dü ündüğünüz
kadar dinle ilgili hususları, ölümü ve sonrasını da tefekkür edin.
Allah(ü Teâlâ (CC) kısmetlerin taksîmini bitirmi tir. Kısmette ne zerre miktârı bir
artma, ne de zerre miktârı bir azalma olur. Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Allah
ü Teâlâ (CC) yaratma, rızık ve ecel husûsunda i'leri bitirmi'tir; kıyâmete kadar olacaklar
husûsunda kalem kurumu'tur.”
123
Taksim edilmi eyle me gul olmayın. Böyle bir me gûliyet
oyun ve ahmaklıktır. Bütün i lerinizi O (CC) düzenlemi ve belli olan vakitlerine göre
yazmı tır. Nefis mücâhedeye râzı olmadığı müddetçe bu söylenenlere inanmaz. Mutmain
olmadan önce hırsı ve inadı bırakmaz. Buna ancak dille, yâni kuru bir dâvâ olarak inanır.
Akıllı olun! Size söylediğim eylerle süslenin. Takdir olunan, mukadder olan eyleri
taleple i tigâl etmeyin; onlar size zâten gelecek. Allah(ü Teâlâ’nın (CC) takdir ettiği ve
yazdığı belli vakitte gelecek. Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Bir kul: ‘Allah’ım
123
Hindî, Kenzü’l ummâl, hadîs no: 496.
(CC), beni rızıklandırma!’ dese dahi Allah ü Teâlâ (CC) onu rızıklandırır.”
124
Sivrisineğin
ısırması da Allah’tandır (CC), bakla da Allah’tan (CC) gelir. Bunların hiçbirisi mahluktan
değildir.
Ey mü6rik! Tevhîd nerede, sen neredesin?
Ey pis bulanık! Safâ nerede, sen neredesin?
Ey ho6nutsuz! Rızâ nerede, sen neredesin?
Ey halka 6ikâyette bulunan! Sabır nerede, sen neredesin?
Senin bu dînin daha önce geçmi olan sâlihlerin dîni değil!
Birisinin ba kasını gördüğü halde “Allah, Allah” dediğini i ittiğimde kupkuru
kesiliyorum. Ey Allah’ı (CC) zikreden kimse! Sen O’nun (CC) yanındasın. O’nu (CC)
ba kasının yanında ne dilinle, ne de kalbinle zikret. Halktan O’nun (CC) kapısına kaç.
Kalbinden dünyâyı, âhireti ve O’ndan (CC) gayrı her eyi çıkar. Sonra kalp, sır ve mânâ
dilinle O’nu (CC) zikret. Daha sonra da zâhir dilinle O’nu (CC) zikret.
Yazık sana! Ne de çok “Allah(ü Ekber” diyerek yalan söyleyeceksin? Halbuki senin
indinde “ekber” (en büyük, en önemli) olan ey ekmek! Senin indinde ekber olan, katıklı
ekmek ve et! Senin indinde ekber olan, yakınlarının zenginliği! Senin indinde ekber olan,
sokağının bekçisi, ehrinin vâlisi! Senin indinde ekber olan, memleketin sultânı, idârecisi! Đ te
bütün bunlardan korkuyor ve bunlardan bir eyler umuyorsun. Onlara yağcılık yapıyorsun.
Onlardan saklanıyorsun. Elbisen seni örtüyor ama bütün kabahatlerin Rabbine (CC) açık ve
seçik görünüyor. Önemli i lerinde onlara îtimat ediyorsun. Faydada ve zararda, atâda ve
ihsanda hep onları görüyorsun. Bu konularda sizinle çeki ecek, iddiâla acak olsaydım dinde
iflas ederdiniz; ne müslümanlığınız kalırdı, ne mü’minliğiniz.
Uzaklık perde olur, yakınlık ise perdeyi çekip yırtar. Mukarreb her eyi bilir, fakat
gizler. Kendisinde galebe hâli olmadığı müddetçe gizli eylerden bahsetmez. Kulları üzerine
“Settâr” (örtücü) olan Allah(ü Teâlâ’yı (CC) tenzih ederim. Diğer kullarının ahvâlini
(hallerini) “havâs” kullarına bildirip, sonra onları örtmeyi ve gizlemeyi emreden Allah(ü
Teâlâ’yı (CC) tenzih ederim.
Ey cemâat! Gücünüz yettiğince dünyâ i lerini bırakın. Yakında ayrılacağınız eylere
rağbet etmeyin. Mü’min, elinden gelse yemek, içmek ve giyinmek gibi hususlarda bile zâhid
olur; elinden gelse nefsinden, hevâ ve hevesinden soyunup sıyrılır: O Rabbinden (CC) ba ka
hiçbir eyi talep etmez. Mâlâyânî konu maktan dilinizi tutun. Rabbini (CC) zikretmeyi
artırmaya bakın. Evlerinize girin, zarûret dı ında, mecbur olmadıkça vayâ cemâatle namaz
124
bak.: Đsfehânî, Hilyetü’l evliyâ, VII/90, (Beyrut(tsz).
kılmak, zikir meclisine katılmak gibi durumlar dı ında dı arıya çıkmayın. Mesleğini evinde
icrâ etme imkânı olanlar öyle yapsın.
Vah sana! Đtaat etmediğin halde, Allah(ü Teâlâ’ya (CC) muhabbet dâvâsında
bulunuyorsun! O’nun (CC) muhabbeti, emirlerine sarılıp nehiylerinden kaçtıktan, verdiğine
kanaatkâr, kaderine râzı olduktan sonra gerçekle ir. Ancak bunları yaptıktan sonra O’na (CC),
verdiği nîmetler dolayısıyla muhabbet duyarsın. O’nu (CC) kar ılıksız seversin. O’na i tiyak
duyarsın. Muhib, Cenâb(ı Hakk’ı (CC) dili, uzuvları, kalbi ve sırrı ile zikreder. Muhib bu
zikirde fânî olunca Cenâb(ı Hakk (CC) onunla halka kar ı övünür, onu halktan seçip ayırır. O
Hakk’ta (CC) hak olur. Kul gider, “Evvel, Âhir, Zâhir ve Bâtın” olan kalır. Hem O’na (CC)
muhabbet iddiâsında bulunuyorsun, hem de O’nu (CC) halka ikâyet ediyorsun! O’na (CC)
muhabbet iddiânda yalancısın. O’nu (CC) bolluk hâlinde iken seven, darlık hâlinde O’ndan
(CC) ikâyette bulunmaz!
Fakirlik koku mu , ham bir kalbe girdiği zaman onu ne îman ne de îkan eksiltebilir.
Ho , onun sohbetinde küfür de olur ya! Fakirlik ancak sabırlı, vera sâhibi mü’min için uygun
olabilir. O nasıl sabırlı olmasın ki, dünyâ onun zindanıdır. Siz hiç zindanda olup da zindanda
kalmayı isteyen kimse gördünüz mü? Mü’min dünyâdan çıkmak ister. Ondan kurtulmak ister.
Onunla nefsi arasında dü manlık vardır. Nefsinin aç, susuz, çıplak kalmasını, zelil olmasını
arzu eder, tâ ki, nefis, itâatte ona yardımcı olsun. Dolayısıyla fakirlik mü’mine uygun dü er ve
ve ona kar ı ancak o sabırlı olabilir. Ey hurmacı! Hurmanı sakla ki, daha sonra bulabilesin.
Yazık sana! Beni istediğini iddiâ ediyorsun ama benden kaçıyorsun! Daha böyle ne
kadar zaman geçireceksin? Duvarı terbiye edebilir misin? Đhlassız amelleri ıslah edebilir
misin? Yarım kalmı i leri, bâtını olmayan zâhiri, Hâlık tanımayan halkı, âhireti olmayan
dünyâyı, ilimden yoksun ibâdet gayretlerini ıslah edebilir misin? Birçok âbid “ilmi” (hükmü)
kazâ ve kaderi bilmeden, gece gündüz ibâdet ediyor, erîatten habersizce hakîkatten
bahsediyor da zındıkla ıyor! Bundan dolayı denmi tir ki: “<erîatin âhitlik etmediği her
hakîkat zındıklıktır.” Bu sözün esâsı, temeli bu “Kelâm”ın (Kur’ân’ın) hükümlerini yerine
getirmektir. Binâ ancak o zaman kurulabilir.
Đstiğfârı ve tevbeyi çokça yapın! Bu ikisi, hem dünyâ, hem de âhiret i lerinin iki büyük
aslıdır. Bundan dolayıdır ki, Nûh (AS) kavmine istiğfâr etmelerini emretti, bunun kar ılığında
da onlara “mağfireti” (bağı lanmayı) ve dünyânın onların emirleri altına, hizmetlerine
verilmesini vaad etti. O (AS) kavmine öyle demi ti: “Ey kavmim! Rabbinize (CC) tevbe
edin. O (CC) “Gaffâr”dır (çok çok bağı6layıcıdır). Gökten size bol bol yağmur yağdırır.
Mal mülk ve çocuklarla sizi destekler. Size “cennetler” (bahçeler) ve nehirler verir.”
125
Günahlarınızdan tevbe edin. Ko tuğunuz irklerden vazgeçerseniz, O (CC) sizi dünyevî ve
uhrevî bütün muratlarınıza erdirir.
Babanız Âdem (AS)’ın günâha dü tüğü gibi siz de günâha dü tünüz; o halde O’nun
(AS) tevbe ettiği gibi siz de tevbe edin. O (AS) ve zevcesi Havvâ (AS) Rablerinin (CC)
yemelerini yasakladığı ağacın meyvesini yediklerinde, cezâları O’ndan (CC) uzak kalma oldu.
Onlara bah ettiği ikram elbiselerini onların üzerinden soydu aldı; onları çırılçıplak bıraktı.
Onlar cennet ağaçlarının yapraklarından kendilerine örtü yaptılar. Fakat yapraklar kuruyup
döküldü, yine çırılçıplak kaldılar. Sonra yeryüzüne indirildiler, kovuldular. Đ te bütün bunlar
günahın ve muhâlefetin getirdiği felâketler sebebiyle oldu. Günah oku onların bedenlerine
battı ve onları uzaklara dü ürdü. Allah(ü Teâlâ (CC) onlara tevbe ve istiğfârı telkin ve ilham
etti. Bunun üzerine tevbe ve istiğfâr ettiler. Allah(ü Teâlâ (CC) da onların tevbesini kabul etti
ve onları bağı ladı.
Bana dü manlık eden de, bana muhabbet besleyen de benim nazarımda birdir. Benim
için yeryüzünde ne bir dost, ne de bir dü man kalmı tır. Đ te bu durum ancak tevhîd
sapasağlam olduğunda ve halkı acziyet nazarıyla gördüğünde olur. Ancak yine de Allah(ü
Teâlâ’ya (CC) kar ı takvâ sâhibi olan kimse benim dostum ve ahbâbım, O’na (CC) âsî olan
kimse de benim dü manımdır. Bu îmanımın dostudur, o da îmanımın dü manıdır.
Allah’ım (CC)! Beni bu hâle ehil kıl. Beni bu halde ve bu hâli de bende sâbit(kadem
kıl. Bu hâli bana bir mevhibe ve bağı kıl, onu benim için iğreti ve geçici bir durum yapma.
Sen biliyorsun ki, ben Senin dîninin ve irâdenin ipini eğiriyorum. Ben sâdece Senin rızân için
Muhammedîlere, sırf Senin rızânı umarak Senden ba ka her eyden yüzçevirmi zâhidlere
hizmet ediyorum. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi
koru.”
125
Nûh S. A.10(12.
32.Sohbet ĐNFAK MÜCAHEDE
Yazıklar olsun sana ey zengin! Zenginliğin ükrünün sâdece “el(hamdü lillâhi
Rabbi’l(âlemîn” demek olduğunu zannetme. Zenginliğin ükrü fakirlere ondan haklarını
dağıtman ve farz olan zekatı fakirlere ödemendir. Sonra mümkün olduğunca yine onlara
yardım et. Malından onlara kar ılıksız ve minnetsiz bir ekilde dağıt; çünkü minnet kalplere
eziyet verir ve iyiliği kirletir. Fakirlerin çoğu fakirlik ate ine katlanır, fakat minnete tahammül
edemez. Vereceksen minnetsiz bir ekilde ver, aksi halde verme. Allah(ü Teâlâ’nın (CC): “Ey
îman edenler! Sadakalarınızı minnet ve eziyet ile bâtıl (geçersiz) hâle getirmeyin”
126
buyruğunu i itmedin mi? Sadakanın bâtıl hâle gelmesi demek, onda sevâbın kalmaması
demektir. Minnet altında bırakan ki i malını da, sevâbını da kaybeder. Kalbini karartır. Zîrâ
minnet irktir. Mü’min verir ve minnet altında bırakmaz. Aksine, ba kalarına vermeyi
kendisine nasip ettiği için Allah’a (CC) ükreder. Hakîkatte verenin kendisi değil, Allah(ü
Teâlâ (CC) olduğuna inanır. Đnanır ki, Allah(ü Teâlâ (CC) “Vâhid”dir (birtektir), erîki ve
ortağı yoktur. O’ndan (CC) alır ve verir. Đnanır ki, elindeki malı mülkü kendisine veren O’dur
(CC); kendisi de O’ndan (CC) alan ve ba kalarına dağıtan bir vâsıtadır.
Ey zenginler! Ey bolluk içindekiler! Zenginliğiniz sizi aldatmasın. <ımarmayın ve
zenginliğinizle fakirlere kar ı kibirlenmeyin. Aksi takdirde bu sizin fakirliğe dü me sebebiniz
olur. Ve sizler ey gençler! Gençliğiniz, güç ve kuvvetiniz sizi aldatmasın. Gençliğiniz
Rabbinize (CC) kar ı günah i lemenize desteğiniz olmasın. Günahlar sizin “din bedeni”niz
için birer oktur. Günahlar sizin “din etleri”nizi, sağlığınızı ve zenginliğinizi yeyip bitiren
vah î hayvanlardır. Ne güzel demi ler:
***
Bir nîmet içindeysen, onu koruyup gözet,
Zîrâ günahlar sebebiyle kaybolur nîmet.
***
Benim yanımda hüsn(i zanla ve töhmeti bırakmı bir ekilde bulunun. Evinize
döndüğünüzde de bu sözü hatırlayın ve unutmayın. Ölümü ve sonrasını tezekkür edin. Geceyi
ibâdetle geçirin ve kalbinizle Rabbinizin (CC) huzûruna durun. Oruç tutun, zîrâ oruç kalbin
nûrudur; özellikle iftarınız helâl lokma ile olursa. Bir ey vermedikçe bir eye
kavu amazsınız. Đlim ve hikmet erbâbı nîmeti terketmeden nîmete kavu ulamayacağı
husûsunda hemfikirdirler.
126
Bakara S. A.264.
Sâlih bir kimsenin kırk sene boyunca sâdece secde hâlinde iken uyuduğu, secdesinin
(seccâdesinin) onun yatağı, yorganı ve yastığı olduğu anlatılır. Đ te bu, dünyâya kar ı “zâhid”
(isteksiz), âhirete kar ı “râgıp” (istekli) olanın, ölümden ve hesaptan korkanın, halka ve
onların elindekine kar ı zâhid ve Hâlık’a (CC) kar ı râgıp olanın, Hakk’ın (CC) indinde olanı
takdir edenin, O’na (CC) ibâdeti bilenin ve O’nun (CC) uğrunda nefsiyle mücâhede edenin
hâlidir. Allah(ü Teâlâ’yı (CC) tanıyan O’nu (CC) sever. O’nu (CC) seven O’na (CC)
muvâfakat gösterir.
Ey oğul! Bu dünyâyı ne yapacaksın? Ona yönelirsen onunla me gul olursun, sırt
çevirirsen onu özlersin; ondan aç kalırsan zayıflarsın, doyarsan ağırla ırsın. Sizden onunla en
iyi olanınıza bile hastalıklar, dertler, gamlar ve sıkıntılar gelir. Allah(ü Teâlâ’ya (CC) itâat
yolunda harcamanın dı ında dünyâda hayır yoktur.
Nefis câhildir; onu eğitin. O kötü edeplidir; ona edep öğretin. Dert ile devâyı, helâl ile
haramı, kendisine faydalı olanla zararlı olanı ayırt edemez. Rabbi (CC) ile çeki mekten de
geri durmaz. Ona ehvet ve zevkten bir lokma bile yedirmeyin. Ona hakkı olan kuru ekmeğin
dı ında bir ey vermeyin, yâni devamlı vermeyin. Buna râzı olduğu zaman ona dağlardaki
otlardan yedirin; böylece o ekmeği her eyiyle kabullensin ve ona gönül ho nutluğu ile
dönsün. Eğer râzı olur ve sükûnete ererse erri gitmi tir; rızkı, kısmeti ona verilir. Zîrâ size
Rabbinizden (CC) ferman gelmi tir: “Nefislerinizi öldürmeyin; Allah (CC) size kar6ı
merhametlidir.”
127
Đ te o zaman o nefse öyle denir: “Ey “mutmain” (huzura ermi6) nefis!
Râzı olmu6 ve râzı olunmu6 olarak Rabbine (CC) dön.”
128
Böyle olan bir kimseye kısmeti
iâde edilir. “Đlim” (kader) ona nasîbinden istifâde etmesini emreder. Kısmeti ona
kesilmeksizin verilir. Đ te o zaman nîmetlere karı ması ona zarar vermez. Bu faydalanma
onun için sadrında (iç dünyâsında) bir “in irâha” (iç rahatlamasına), kalbinin aydınlanmasına
ve safâ bulmasına vesîle olur. O, doktorun kendisini yemekten koruyup, âfiyet buluncaya
kadar faydalı gıdâ ve içeceklerle beslediği hasta gibi olur. Hasta iyile tikten sonra doktor ona
çe it çe it yemekler yemesini söyler, onu bir yemekten diğer yemeğe gönderir. O zaman
yediği yemekler onun için devâ olur ve bedenini kuvvetlendirir. Đ te bunun gibi, bu zâhid i in
sonunda kısmeti olan nîmetlerden istifâde ettiğinde, bu onun dîni için bir âfiyet, bir sıhhat ve
kalbinde ve sırrında bir nur olur.
127
Nisâ S. A.29.
128
Fecr S. A.27(28.
Allah’ım (CC)! Bizi senden ba ka her eye kar ı zâhid ve her hâlinde sana kar ı istekli
olanlardan eyle. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi
koru.” (Âmin)
33.Sohbet ÖLÜME HAZIRLIK
Allah(ü Teâlâ (CC) öyle buyurmu tur: “Allah (CC) katında din Đslâm’dır.”
129
Đslâm’ın yâni “islâm” kelimesinin hakîkati “istislâm”dır (teslim olmak ve teslimiyettir). Önce
“Đslâm’ı (Đslâm Dînini) kabul edin, sonra da istislâmı (teslîmiyeti) nefislerinizde
gerçekle tirin. Dı ınızı Đslâm ile, içinizi de “istislâm” (teslîmiyet) ile temizleyin. Kendinizi
Rabbinize (CC) teslim edin. O’nun (CC) tedbîrine ve takdîrine râzı olun. Bırakın, hakkınızda
O’nun (CC) takdîri hüküm versin. Kaderin getirdiği her eyi makbul kar ılayın. Rabbiniz
(CC) sizi sizden daha iyi bilir. “Müdebbir” (her eyi idâre ve takdîr eden) ve “Hâkim” (hüküm
ve hikmet sâhibi) olarak O’ndan (CC) râzı olun. Yakın bir dost olarak O’nun (CC)
Kelâm’ından (Kur’ân’dan) râzı olun. O’nun (CC) emirlerini de, yasaklarını da “kabul eli”yle
kar ılayın. O’nun (CC) dînini bütün kalbinizle kar ılayın. Kendinize o dîni iar ve örtü edinin.
Ölüm gelmeden önce, Allah’tan (CC) dönü ün mümkün olmadığı o gün, yâni kıyâmet
günü gelmeden önce hayâtınızı ganîmet bilin. Emellerinizi kısaltın. Çünkü felah bulan kimse,
ancak emelini kısaltmak sûretiyle felah bulmu tur. Dünyâya kar ı hırsınızı azaltın. Harîs
olmasanız bile kısmetleriniz size gelecektir. Bu dünyâdan, nasiplerinizi elde etmeden
ayrılmayacaksınız.
Vah sana! Hevesi kov. Ölümün elinden kurtulu yok. Nereye gidersen git, nereye
dönersen dön, o senin önünde ve etrâfında. Kıyâmetten kurtulamazsın. Ölüm günün senin
hakkında özel bir kıyâmettir. Kıyâmet günü de hem senin için, hem de senin dı ındakiler için
genel bir kıyâmettir. Đlk kıyâmet ikinci kıyâmeti getirir: O zaman ölüm meleğini görürsün;
sana güler yüzle, mütebessim bir çehreyle gelir. Yanındakiler de öyledir. Sana selam verirler.
Tıpkı enbiyânın, ühedânın ve sâlihlerin ruhlarını aldığı gibi senin rûhunu da yumu aklıkla
alır. Kıyâmet gününün senin hakkında hayırlı geçeceğini müjdeler. Đlk gün ikinci günü getirir:
Eğer hayır görürsen hayırdır; er görürsen erdir.
Ölüm meleği Mûsâ (AS)’a geldi, elinde bir elma vardı. Elmayı Mûsâ (AS)’a koklattı.
Bu koklama esnâsında O’nun (AS) rûhunu aldı. Hepsi böyledir: Allah (CC) katında derecesi
yüksek olanın rûhu en kolay ve en güzel bir sûrette alınır.
Ey cemâat! Ölmeden önce nefislerinizden ve irâdelerinizden ölün. Ölümü çokça
zikredin ve gelmeden önce ona hazırlanın. Ölmeden önce ölürseniz, ölüm size kolayla ır. Ona
kar ı ne bir ağırlık olur, ne de bir endi e. Ölüm ve kıyâmet günü mutlakâ gelecektir. Onları
bekleyin. Bu iki gün husûsunda Allah’tan (CC) bir kaçı yolu yoktur. Akıllı olun! Ben sizde
ne kalp görüyorum, ne de kalplerinizde bir mârifet!
129
Âl(i Đmrân S. A.19.
Yazık sana! Zâhidlik iddiâsında bulunuyorsun, zâhidlerin elbisesini giyiniyorsun, ama
dünyânın çocukları (kulları) olan zenginlerin ve yöneticilerin kapısına da gidiyorsun! Nefsine
dönüyorsun ve dünyâyı talep ediyorsun! Onda olanı istiyorsun! Hz. Peygamber’in (SAV):
“Bir çukurun etrâfında dolanan kimse oraya dü'ebilir”
130
buyurduğunu i itmedin mi?
Dünyâ ile me gul olmak, Allah (CC) yoluna dü mü kimselerin yolunu keser bitirir;
onları büyüler, akıllarını ba larından alır. Bu genel bir kâidedir; Allah’ın (CC) dilediği
müstesnâdır. Çok az kimse vardır ki, Allah(ü Teâlâ (CC) onların kalplerine ve i lerine sâhip
çıkar, onları halvetlerinde ve celvetlerinde muhâfaza eder. Kudret eliyle onların yiyeceklerini,
içeceklerini ve giyeceklerini tertemiz eder.
Sûfîler, Resûl’ün (SAV) getirdiği ile amel etmi lerdir; böylece Resûl (SAV) onlardan
râzı olmu , onlara sâhip çıkmı ve onları sevmi tir. “Ev almadan önce kom u al!” “Yol’a
girmeden önce yolda edin.” Bu kom u ancak Allah(ü Teâlâ’ya (CC) yakınlıktır,
mârifetullahtır, îmandır, O’na (CC) tevekkül etmektir, O’nun vaadine bağlanmaktır. Sûfîlerin
kalpleri i e vâkıf olduklarından dolayı onlar, dünyâdan da, âhiretten de uzakla mı lardır.
Diğer eylerden hep uzakta durmu lardır.
Ey gâfiller! Size açıkladığım bu hususlara ancak amel ile, bâzan beden ve bâzan da
kalp ile, bâzan kalp bâzan fiil ile amele dalmak sûretiyle, yâni bâzan konu ma bâzan susma,
bâzan amel bâzan talebi terk etmek metotlarıyla ula ılabilir. Amel ve utanma ile ula ılabilir.
Kalp gözünün amelini görmemesi, onun amelleri görmeye kar ı bir süre kapatılması yoluyla
olur. Bu tamam olunca Allah(ü Teâlâ (CC) tarafından bir hareket gelir ve ona öyle seslenilir:
“Hareket et ve yürü! Gözlerini aç. Ba gözlerinle de kalp gözlerinle de bak.” Allah(ü
Teâlâ’dan (CC) gelen ey ancak O’nun (CC) kudret eliyle gelir.
Sûfîler dâimâ alçak gönüllü ve mütevâzi davranırlar. Bu davranı ı hiç elden
bırakmazlar. Bunu da sırf Allah (CC) rızâsı için yaparlar. Mü’min, elindekini çıkarmak ve
“îsâr”
131
etmek için didinir durur. Çünkü o ihtiyaç ânında onu bulacağını bilir. Vera sâhibidir
ve bulduğu her eyi tertemiz yapmaktan geri durmaz. Aslını ve teferruatını bildiği “bir ey”
bulmak için o her eyi terkeder. Babasından ve annesinden kendisine mîras olarak kalan
elindeki her eyi çıkarmak için çalı ır. “Belki onlar bu malı vera yoluyla kazanmamı lardır”
diyerek, elindeki mîrası fakirlere ve dü künlere dağıtır.
130
Buhârî, es Sahîh, “Îmân” hadîs no: 52.
131
“Îsâr”: Ki inin ihtiyâcı olmasına rağmen, elindekini ba ka birisine infak etmek demektir.
Allah’ım (CC)! Bize doğru yolu ilham et. Sevdiğin ve râzı olduğun ameli i lemeye
bizi muvaffak kıl. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi
koru.”
34.Sohbet MUHABBET MARĐFET (CENABI HAKKI TANIMAK)
Ey “irâde” (mürîdlik, Hakk’ı CC. isteme) iddiâsında bulunan! Đrâden düzgün
değil. Sana murâdından gelen eye “benim” ve “benim malım” diyorsun. Muhibbin
mahbûbuna izâfetle ne bir malı, ne bir maksadı, ne bir hazînesi, ne de bir evi olur. Her eyi
murâdı ve mahbûbu içindir. Seven sevdiğinin kuludur, onun elinde zelildir. Kulun mâlik
olduğu her ey Mevlâ’sınındır (CC).
Sevenin sevdiğine teslîmiyeti tam olunca, seven sevdiğinden teslim aldığı her eyi ona
geri verir. Teslim aldığı her eyi ona bırakır. Đ deği ir! Köle hür olur. Zelil aziz olur. Uzak
yakın olur. Seven sevilen olur. Mecnûn Leylâ’ya olan muhabbetinde sabredince, muhabbet
tersine dönmü , Leylâ Mecnun, Mecnun da Leylâ olmu tur. Allah(ü Teâlâ’ya (CC)
muhabbette sabırlı ve sâdık olan kimse, üzerine gelen oklar sebebiyle O’nun (CC) kapısından
kaçmaz. Kendisine gelen okları kalbinin göğsü ile kar ılar. Böyle davranırsa mahbûb olur,
murâd olur, matlûb olur. Bu zevki tadan mârifete ula mı demektir. Bu anlatılabilecek bir ey
değildir. Bu halkın anlayabileceğinin dı ında bir eydir. Bunu çok çok az kimse dı ında
anlayan olmaz. Onlar halkın anlayı ı en kuvvetli olanlarıdır. Halkın ilminin ötesinde bir ilme
sâhiptir onlar. Hakîkati bir göz kırpmasıyla, en küçük bir i âretle anlayabilirler. Kendilerinden
istenene dönerler, onunla edeplenirler ve onu öğrenirler.
Ey cemâat! Îman elbisesini giyin ve nefislerinize mücâhede sopasıyla vurun. Onu
îman hocasına, öğretmenine teslim edin. O eğitilmemi , kötü bir kısraktır. Nefisleriniz
eğitimsizdir. O kibir ve büyüklenme doludur. Hak yolunda değildir. “Ben” “benim” ve
“benimle”den ba ka bir ey bilmez. Bu yolun tamâmı mahv ve yokluktur. Ba langıçta îman
zayıf olduğu için “Lâ ilâhe ilAllah” (Allah’tan CC. ba ka ilah yoktur) denir. Nihâyette, îman
kuvvetlendiği zaman ise “Lâ ilâhe illâ ente” (Senden ba ka ilah yoktur) denir. Çünkü O’na
(CC) hâzır ve âhid olarak hitap edilir. Bu bâtınî bir durumdur. Sır içinde bir sırdır. Nefes
içinde bir nefestir. Bundan dolayıdır ki, Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Sizin 'u
günlerinizde Allah ü Teâlâ’nın (CC) nefesleri, solukları vardır; dikkat edin, O’nun (CC)
nefeslerine taarruz etmeyesiniz!”
132
Ey münâfık! Söylediğimi anlamamayı hakediyorsun; çünkü sen benim söylediklerimi
yalanlıyorsun! Eğer söylediklerimi akletmek ve anlamak istiyorsan, münâfıklığından tevbe et,
amelinde ihlaslı ol, dünyâya ve Mevlâ’nın (CC) dı ındaki her eye kar ı zâhid ol. Bu i in
ba langıcı “Lâ ilâhe illAllah Muhammedün resûlullâh”tır. Sonu ise ta ve çamurun ki inin
nararında e it olmasıdır. Ta ile halkın sevgilisi olan altını ve paralarını kasdediyorum.
132
Beyhakî, Kitâbü’z zühdi’l kebîr, hadîs no: 733, (Kuveyt(1983).
Allah’ın (CC) ismi ile ayağa kalk ve azmet. Ben senin için ne bidâyet, ne de nihâyet
görüyorum. “Lâ ilâhe illAllah Muhammedün Resûlullâh”ı gerçekle tirememi sin. Onun
artlarını da yerine getirememi sin. “Havâs” (özel kullar) ile berâber de değilsin ki, senin
gözünde ta ile çamur bir olsun. O halde sen nesin? Biz seni nasıl anıp sayalım? Senin ne
evvelin var, ne âhirin var! Benden seni sende olmayan eylerle övmemi istiyorsun ki, nefsin
ımarsın, benden râzı olasın ve bana hediyeler getiresin! Sana “kerâmet” (ikram) yok! Ben
hakîkati söylerim ve kınayanın kınamasından da korkmam. Ben halk ile Hâlık (CC) arasında,
amel edenle etmeyen arasında, güçlü ve kuvvetli duranla durmayan arasında “kerru ferr”
(sava oyunları) içerisindeyim, sava taktikleri ile davranmaktayım. Sen câhilsin. Bana senden
yana bir ey yok. Bana dü manlığa kalkarsan helâk olursun. Bilmediğine dü man olanlardan
olma. Bana kar ı câhil oldun ve bu sebeple bana dü manlık ettin. Hakkımda hiçbir fikrin yok,
dü manlığının sebebini de bilmiyorsun.
Ey oğul! Allah(ü Teâlâ (CC) eğer sana bir zarar dokundurur veyâ bir musîbet verirse,
onu yine O’ndan (CC) ba ka giderecek ba ka biri yoktur. O halde niçin senin gibi âciz birine
gidip de: “<u içine dü tüğüm belâyı benden gider” diyorsun? Bunu O’ndan (CC) ba ka
giderecek kimse yoktur! Eğer mal kaybedersen veyâ aç kalırsan veyâ arkada larından
dostlarından uzak kalırsan, kimse sana bir lokma veyâ bir zerre bir ey vermezse ve dünyâ da
bütün geni liğine rağmen sana dar gelirse, i te o zaman bütün kalbinle her eyden kesil; zîrâ
bunların hepsi Allah(ü Teâlâ’dandır (CC) ve bu musîbetlerin hiçbirini, O’ndan (CC) ba ka
izâle edecek kimse yoktur. Onu ancak oraya koyan kaldırır. Onu kim atmı sa kaldıracak da
ancak odur. Bu elbiseyi senin üzerinden çıkaracak olan, onu sana giydirendir.
Akıllı olun! Halkı ve sebepleri irk ko mayın. Bir tek Rab edinin, birçok değil. Bir
eyi ki inin emrine veren de, ba ına musallat eden de, hâkim olan da, ferman veren de, fâil
olan da ancak O’dur (CC). O’nun (CC) kaderi, takdîri elinde hastalık olduğu halde gelir ve
senin âfiyet kapını çalar! Elinde sıkıntı, darlık olduğu halde gelir ve senin bolluk kapını çalar!
O’nun (CC) takdîri elinde gam ve hüzün olduğu halde gelir ve senin ferahlık kapını çalar!
O’nun (CC) takdîri elinde korku olduğu halde gelir ve senin güven kapını çalar! Bütün bunlar
O’ndandır (CC) ve bunları O’ndan (CC) ba kası da gideremez.
Dünyâ mü’minin zindanıdır; eğer mü’min ondan kesilir, ayakları gideceği yere
varırsa, mârifete ula ırsa, o zaman zindanın duvarı yıkılır ve önünde kapılar açılır. Kalbi
palazlanır. Rabbinin (CC) ilim semâsında uçar. Oradaki ruhlara katılır. Bu sizin
anlayabileceğiniz bir ey değildir. Sûfîler dünyâda oldukları halde, onların kalpleri ve ruhları,
tıpkı ehitlerin cennette yemek yedikleri gibi, Rablerinin (CC) fazl ve ikram sofrasında yemek
yer. Đ te bu durumda onların halka ihtiyaçları kalkar. Bu duruma ula an kimse “kalp meliği”
olur. Onlar dünyâda da, âhirette de meliktirler. Dünyâda da, âhirette de reistirler.
Ey câhil! Ey dinarın ve dirhemin münâfığı! Ey halkın övmesi ve yüceltmesi ile
ımaran! Sen övgünün, yüceltmenin ve bağı ın kulusun. Eğer kalbin olsaydı hâline ağlardın.
“Đnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn.”
133
Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l(aliyyi’l(
azîm. Allah’ım (CC)! Sana kulluğu hakkıyla yerine getirme rızkıyla bizi rızıklandır. Seni
talep etmede sadâkatle bizi rızıklandır. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve
cehennem azâbından bizi koru.”
133
“Muhakkakki, biz Allah’tan (CC) geldik ve yine O’na (CC) döneceğiz.” (Bakara S. A.156)
35.Sohbet ZÜHD DÜNYAYA DEĞER VERMEMEK
Sâdık ki i için geri yoktur, o geriye bakmaz; ilerlemekten, ileri gitmekten geri durmaz.
Onun göğsü vardır ama sırtı yoktur. Talebinde sâdık olmaktan geri durmaz, böylece, onun
zerresi dağ, damlası deniz, azı çok, lambaları güne ve kabuğu öz olur.
Sâdık birini ele geçirirsen ona yapı . Yanında senin derdinin devâsı bulunan ki iyi ele
geçirirsen ona yapı . Seni suyun kaynağına götüren ki iyi ele geçirirsen ona yapı .
Kaybettiğin eye seni götüren ki iyi ele geçirirsen ona yapı . Onları bilmemeyi, tanımamayı
hakediyorsunuz. Bilenler ise çok çok az. Kabuk çok, oysa öz az. Kabuk çöplüklerde olur, oysa
öz pâdi ahların hazînelerinde bulunur.
Dünyâ, ehvet ve lezzetlerle dolu olan her kalp kabuktur. O ancak ate te i e yarar.
Kalbinde mahlûkattan bir eyler olduğu müddetçe cezâlandırılacağını bil! Zîrâ, Allah(ü Teâlâ
(CC) öyle buyurmu tur: “Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibâdet etsinler diye
yarattım. Onlardan ne bir rızık istiyorum, ne de Beni doyurmalarını. Muhakkakki,
Allah (CC) rezzâktır, güç ve kuvvet sâhibidir.”
134
Sizin çoğunuz perdelisiniz; Müslüman
olduğunuzu iddiâ ediyorsunuz fakat hakîkat husûsunda hiçbir eye sâhip değilsiniz.
Yazık size! “Müslüman” ismi size onun artları ile amel etmedikçe hiçbir fayda
vermez. Böyle kimselerin “zâhir”i (dı ı) vardır ama “bâtın”ı (içi, özü) yoktur. Amelleriniz
size hiçbir ey katmıyor. Zâhirin mihrapta, bâtının ise riyâ ve münâfıklık yapıyor. Zâhirin
dindar, bâtının ise haramlarla dolu. Evinde dostun bekliyor! <erîat zâhiren senden cezâyı
dü ürüyor; çünkü senden zâhiren ona aykırı bir ey zuhur etmiyor. Đlim ise bâtınen, onun
üzerine ölüm ve cezâlandırılma hükmünü vuruyor. Đyi dü ün! Bugün cezâdan kurtuldun, ama
yarın kim kurtaracak? Đyi dü ün! Hüküm erbâbı nazarında gizlendin ama, O’nun (CC) nûru ile
bakan ve halkı ta ıdıkları i âretlere göre tanıyan “ilim erbâbı” katında nasıl gizleneceksin?
Avam katında sen namaz kılan, oruç tutan, itâatte bulunan, tezkiye olan, hacca giden, veraya
önem veren, müttakî ve zâhid birisin; “ilim ehli” indinde ise münâfık, deccal ve cehennemlik
birisin!
Onların yanına gidersen din evinin harap olduğunu ve yüzündeki nifak alâmetlerini
görürler. Seni sîmandan tanırlar, fakat konu mazlar. Cenâb(ı Hakk’a (CC) kurbiyet mührü
onların ağızlarındadır; O’nun (CC) günahları örtme, gizleme sıfatı ve O’nun (CC) “setr”
(örtü) eli onların dillerini tutar; kerem, cömertlik ve yumu aklık dilleri onları konu maktan
engeller. Eğer böyle olmasaydı örtüleriniz yırtılırdı. Ey münâfıklar! Đslâm’ı hakkıyla yerine
getirin ki, îman da, îkan da, mârifet de, münâcât da size gelsin, hitâp ve konu ma gelsin.
134
Zâriyât S. A.56(58.
Akıllı olun! Mânâsı olmayan kabuklarla yetinmeyin. Amel i leyin ve ihlaslı olun ki,
kurtulasınız. Đlmiyle âmil olan âlimlere hizmet edin. Hizmet eden hizmet görür. Tevâzu
gösteren yücelik bulur. Hizmet et ki, efendi olasın. Duymadın mı?: “Topluma hizmet eden
onların efendisidir.”
135
Sen nefsine, e ine, çoluk(çocuğuna güzel hizmet ediyorsun ama malını fakirlerden
gizliyorsun; malını hevâ ve hevesin ve hîleli maksatların uğrunda harcıyorsun. Yakında
haberini alırsın! Sen Rabbinden (CC) korktuğundan çok, sokağının bekçisinden, bölgenin
yöneticisinden korkuyorsun. Onlara hediyeler veriyorsun. Çünkü onlar evinin harâplığına ve
rezilliklerine muttalîler. Yakında malın bitecek. O kötü arkada ların seni terkedecek. Bekçi ve
yönetici, hediyeler kesildiği için senin kirli çama ırlarını ortaya dökecekler. Sen O’nun (CC)
nîmetlerini O’na (CC) kar ı isyanlarda kullanırken, Allah(ü Teâlâ (CC) seni nasıl kutlar!
Yakında sen dileneceksin, senden dilenilmeyecek! Kalacağın yer de çöplükler ve pislik yerler
olacak. Ve kimbilir, belki de sen bu hal üzere iken ölüm sana gelecek ve ıztıraptan ıztıraba
dü eceksin…
Akıllı ol ve Allah’tan (CC) utan! Dünyâ fânîdir, ama âhiret bâkîdir. Dünyevî istekler
arzular devam etmez, uhrevî istekler ise süreklidir. Mü’min âhiret kar ılığında dünyâyı, Hâlık
(CC) kar ılığında halkı satar. Sûfîlerden bâzıları vardır ki, Allah(ü Teâlâ (CC) ile halktan ve
yeryüzündeki her eyden müstağnî olup, onlara muhtaçlığı gidince, Hâlık’a (CC) dönmesi ve
halktan bir eyler istemesi, bir eyler dilenmesi için, geçim ve maî et temini derdi ona geri
verilir. Onun halktan istemesi halka rahmet olur. Onun fakirliği zâhirdedir. Bâtında ise o
zengindir. Onun zenginliği gizli, fakirliği açık olur. O, onlar üzerinde istediği gibi galebe
eder, hâkim olur da onlar edeplerini bozmadan sükûnet içinde dururlar.
Onları ilk terbiye eden Kitap ve Sünnettir. Onlarla amel ederler ve müttakî olurlar.
Sonra onları Hz. Peygamber (SAV) terbiye eder. Rüyâlarında onlara öyle der: “<unu unu
yapın, unu unu yapmayın…” Sonra Rablerini (CC) rüyâlarında görürler. Onlara çe itli
emirler verir, çe itli nehiylerde bulunur. Bir dereceden diğer bir dereceye, bir kitaptan diğer
bir kitaba, bir âlemden diğer bir âleme, bir zikirden diğer bir zikire sürekli yükselir giderler.
Mü’minin gözünde halk bir tek ahıs gibidir. Bu ahıs ise hasta, âciz, fakir, kendine
zerre kadar bir fayda çelbedemeyen, bir zararı defedemeyen, kendine ters davranana
buğzeden, kendine uyandan ho lanan biridir. Mü’min ise buğzunda da, muhabbetinde de
Rabbine (CC) muvâfakat eder. Halkı, kendisine bir eyler verdikleri için sevmediği gibi, bir
ey vermediklerinde de onlara buğzetmez. Muhabbetini de, buğzunu da hevâ ve hevesi uğruna
135
bak.: Aclûnî, Ke'fü’l hafâ, I/409(410 (no: 1513).
yapmaz. O sonsuza kadar nefsinden ayrılmı tır; ona ancak Rabbine (CC) itâati durumunda
muvâfakat gösterir. Dünyâ onun kalbinden uzakla mı tır. O, Rabbinin (CC) dînini yerine
getirmekten, onu gözetmekten ve ona yardım etmekten aslâ geri durmaz.
Yazık sana! Zâhid olan kalptir, ceset değil. Ey zâhiri ile zâhidlik taslayan! Zühdün
merduttur (reddedilmi tir). Çünkü sen sarığını, gömleğini sakladın, altınını yerin altına
gizledin ve dervi elbisesi giydin; bütün pislikleri topladın… Eğer tevbe etmezsen Allah (CC)
senin derini yüzsün, boynunu vursun. Bir dükkân açtın, orada nifak satıyorsun! Eğer O’ndan
(CC) önce kendin o dükkânı yıkmazsan, Allah (CC) o dükkânı ba ına yıksın da altında seni
helâk etsin. Tevbe et ve zünnârı (küfür alâmeti ku ağı) kes.
Vah sana! Mü’minin zühdü kalbindedir. Rabbine (CC) olan kurbiyeti sırrındadır.
Dünyâ ve âhiret ise onun kapısında ve kasasındadır, kalbinde değil! Onun kalbi Mevlâ’sından
(CC) ba ka her eyden bo tur. Rabbinden (CC) ba kası onun kalbine nasıl girsin ki, orayı
tamâmen O (CC), O’nun (CC) zikri ve O’nun (CC) kurbiyeti doldurmu tur. Kalbi,
Mevlâ’sının (CC) rızâsı uğruna her eye vedâ etmi tir, o kırıktır. Ho Rabbi (CC) dâimâ onun
yanındadır ya! Zîrâ O (CC) öyle buyurmu tur: “Ben kalpleri benim için kırılmı' olanların
yanındayım.”
136
Onların nefisleri dünyâyı terketmek sûretiyle ve kalpleri de Mevlâ’larının
(CC) rızâsı uğruna kırılmı tır. Đ te onlar inkisârı, kalp kırıklığını hakkıyla yerine getirince, O
(CC) onların yanında olur, kırıklıklarını düzeltir. Onları tedâvi eden tabiptir, onlara gelen. Đ te
nîmet budur! Ne dünyâ, ne de âhiret nîmeti nîmet değildir.
Sûfîler hastadırlar; tâbipleri ise yanlarındadır. Onlar tabiplerinin huzûrundadır. O’nun
(CC) kerem ve lutuf hücrelerinde uyku hâlindedirler. Onları iyilik, yumu aklık ve merhamet
eliyle döndürür. Felâha vereni görmeyen felah bulamaz. Sûfîlerle berâber oturun, onların
konu malarını ve sohbetlerini dünyâ için değil, Allah (CC) rızâsı için dinleyin ki, ondan
yararlanasınız.
Đlim öğrenin! Zîrâ ilimde çok büyük hayır vardır. Đlim öğrenin ve amel edin. Böylece,
ilimden istifâde edesiniz. Đlim kılıç, amel el gibidir. El olmadan kılıç kesmez. Kılıç olmadan
da el kesmez. Zâhiren ilim öğrenin ve bâtınen ihlaslı olun. Đhlas olmadan zerre kadar sevap
kazanamazsınız.
Kur’ân’ı dinleyin ve onunla amel edin. Onu Cenâb(ı Hakk (CC) kendisine ula asınız
diye indirmi tir. Kur’ân’ın iki yönü vardır: O’nun (CC) elinde olan tarafı, bizim elimizde olan
tarafı. Eğer onunla amel ederseniz kalpleriniz Cenâb(ı Hakk’a (CC) yükselir. Ve daha
dünyâda iken, âhiretten önce kalpleriniz O’nun (CC) kurbiyet evine girer. Eğer O’na (CC)
136
Zebîdî, Đthâfü’s sâde, VI/290.
vâsıl olmak istiyorsan dünyâya ve halka kar ı zâhid ol. Nefsine, evine, malına, isteklerine,
arzularına, halkın övgüsünden ve yüceltmesinden ho lanmaya, sana teveccüh göstermelerine
kar ı zâhid ol. Eğer bunu gerçekle tirebilirsen onlara muhtaçlığın gider. Bütün sıkıntın kalkar.
Bâtının ve halvetin mâmur olur. Kalbin ve sırrın aydınlanır. Nefsin mutmain olur. Đ te bütün
bunlar Kur’ân ile amel etmenin bereketi sâyesindedir. Bu Kur’ân güne tir; o halde onu kalp
evlerinize bırakın ki, sizi aydınlatsın.
Yazık sana! Lambayı söndürürsen gecenin karanlığında elinde olanın ne olduğunu
nasıl göreceksin? Size hayat veren eye dâvet eden Resûle (SAV) icâbet edin. Ölü kalp neyi
duyar ki? Dünyâ ve dünyâ sevgisi ile ve halkı sevmek ve onlardan bir eyler ummak sûretiyle
ölmü olan kalp nasıl görebilir? Nasıl duyar ve görür? Dünyâyı bil ki, ona kar ı zâhid olasın;
nefsi bil ki, ona muhâlefet edesin; halkı bil ki, onlara buğzedesin…
Ey ölü kalpliler! Siz dünyâyı talep ediyor, ona rağbet gösteriyor ve ona muhabbet
duyuyorsunuz. Ve sizler de ey zâhidler! Cennet talebiniz sizi Rabbinizden (CC) alıkoydu,
engelledi. Yazık size! Yolu a ırdınız. “Dârdan önce câr” (evden önce kom u) “tarîkten önce
refîk” (yoldan önce yolda ) edinin. Ve siz ey vâizler! Hiçbir sanatınız olmadığı halde, ehil
olmadığınız halde peygamberlerin kürsülerine oturdunuz! Kerr u ferri (sava taktiklerini) ve
dövü meyi beceremediğiniz halde en ön safa geçtiniz. Đnin oradan! Đlim öğrenin, amel edin,
ihlaslı olun ve ondan sonra oraya çıkın. Bu i nefisle, hevâ ve hevesle, eytanla, dünyâ ile,
ehvetlerle, zevklerle, halkı terk ile, zararda ve faydada onları görmek ile dövü mekten
ibârettir. Bütün bunların hepsine îman, yakîn ve tevhîd kuvvetinle gâlip gelir, onları
kahredersen, i te o zaman Hakk (CC) senin kalbine ve sırrına “hil’at” (saltanat elbisesi)
giydirir. Cenâb(ı Hakk (CC) bu gibileri kurbiyet evine yerle tirir, halkına emir tâyin eder,
onlara geri gönderir. O zaman halka kar ı verdiğin sava taki taktikleri de güzel yaparsın.
Allah’ım (CC)! Bizi, seni bizden râzı eden eylerde kullan. “Bize dünyâda da,
âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
36.Sohbet RAMAZAN VE ORUÇ
“Ramazân” be harften olu an bir kelimedir (Arapça’ya göre): Râ (ra)(mîm (ma)(dâd
(z)(elif (â)(nûn (n). Râ harfi (ra) “rahmet” ve “re’fet”ten ( efkatten) gelir. Mîm harfi (ma)
“mücâzât” (bir eyin kar ılığını verme) “muhabbet” ve “minnet”ten (iyilikten) gelir. Dâd harfi
(z) sevâbı “dımân” etmekten (garanti altına almaktan) gelir. Elif harfi (â) “ülfet” ve
“kurbiyet”ten gelir. “Nûn harfî (n)” ise “nûr” ve “nevâl”den (cömertlikten) gelir.
Bu ayı hakkıyla tamamlar ve onda gerekli olan ibâdetleri doğru bir ekilde yaparsanız,
bu sayılan eyler de Hakk (CC) katından sizlere gelir. Böyle yaparsanız dünyâda iken
kalplerinizle ona yakınla ır, kalplerinizi nurlandırırsınız. Hakk’ın (CC) cömertliğine, açık ve
gizli nîmetlerine nâil olursunuz. Âhirette ise, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın
duymadığı ve hiçbir be erin kalbine gelmeyen nîmetlere kavu ursunuz.
Çoğunuzun oruçtan haberi yok! Emre gösterilen saygı ve ihtiram âmire yâni
emredene gösterilen saygı ve ihtiramdır. Allah’tan (CC), Nebîlerinden (AS), Resullerinden
(AS) ve sâlih kullarından haberi olmayanın bu aydan haberi nereden olacak? Çoğunuz
babasını, annesini ve kom ularını oruç tutarken görmesi üzerine onlarla berâber oruç tutar
oldu; yâni âdet üzere oruç tuttu, ibâdet olarak değil. Orucu sâdece yemekten ve içmekten
kesilmek zannediyorlar. <artlarını ve erkânını yerine getirmiyorlar.
Ey cemâat! Âdeti terkedin, ibâdete yapı ın. Allah(ü Teâlâ (CC) için oruç tutun. Ne bu
aydaki oruç, ne de bu ay içerisinde yapılan ibâdetler, sakın canınızı sıkmasın. Bu ayı amelle
geçirin. Amellerinizde de ihlaslı olun. Terâvih namazlarına devam edin. Mescitlerinizi,
câmilerinizi aydınlatın, zîrâ bu aydınlatmanız kıyâmet günü size nur olacaktır. Eğer bu ayı
Allah(ü Teâlâ’ya (CC) ibâdât ve tâât ile geçirirseniz ve ona gerekli hürmeti gösterirseniz, bu
size kıyâmet günü efâatçi olur. Orucu hakkını vererek tutun ki, size de hakkınız ödensin. Onu
eksiksiz yapın ki, kar ılığını eksiksiz alasınız. Rabbiniz (CC) katında size ehâdet edilsin ve
sizi övsünler. Bu vesîle ile, O’nun (CC) fazlından, kereminden, nîmetinden, iyiliğinden,
rahmetinden, lutfundan, hıfzından, himâyesinden ve korumasından sizin için talep edilsin.
Yazık sana! Sana ne fayda verir ki: Oruca ba lıyorsun haramla, oruç bozuyorsun
haramla! Bu mübârek gecelerde günahlar ile uyuyorsun! Yine yazık sana ki, halk arasında
bulunduğun zaman riyâkârlıkla ve bozgunculukla, oruç tutuyor görünüyorsun; fakat kendi
ba ına kaldığında ise bir eyler yiyor, sonra tekrar onlar arasına katılıyorsun ve onlara: “Ben
oruçluyum” diyorsun. Uzun günlere sövüyorsun, hakâretler yağdırıyorsun, yalan yeminlerle
yemin ediyorsun! Pintilikle, hîleyle, gaspla insanların mallarını ele geçiriyorsun.
Orucun sana fayda vermez. Sen oruçlu da sayılmazsın. Çünkü Hz. Peygamber (SAV)
öyle buyurmu tur: “Nice oruçlu vardır ki, aç ve susuz kalmak dı'ında oruçtan elde ettiği bir
'ey yoktur. Ve nice ibâdet eden vardır ki, ibâdetinden kendisine yorgunluk ve uykusuzluktan
ba'ka bir 'ey kalmaz.”
137
Kimileri var ki, zâhiren, görüntü olarak müslüman, fakat bâtınen
sanki puta tapanlar gibi! Vah sizlere! Müslümanlığınızı, tevbenizi, özürünüzü ve ihlâsınızı
sürekli yenileyin, tâ ki, Rabbiniz (CC) sizi kabul etsin ve i lediğiniz günahları affetsin.
Ey oruçlular! Rabbinize ükredin, te ekkür edin. Çünkü o sizi oruca ehil kıldı ve oruç
tutmanız için size güç verdi. Oruç tutan kimsenin kulağı da, gözü de, elleri de, ayakları da,
yâni bütün uzuvları da oruç tutsun. Bütün zâhiri ve bâtını ile oruç tutsun. Oruç tuttuğunuz
zaman yalanı terkedin; yalancı âhitlik yapmayın; gıybeti, koğuculuğu, insanlara iftirâ atmayı
ve onların mallarını almayı (gasbetmeyi) terkedin. Öyle oruç tutun ki, günahlardan tertemiz
ve pâk olun. Eğer günaha dü erseniz, böyle orucun size ne faydası olacak? Hz. Peygamber’in
(SAV): “Oruç cünnettir (sığınaktır)”
138
sözünü i itmediniz mi? Buradaki “cünnet”
kelimesinin anlamı, sâhibini örten ve üzerini kapatan ey demektir. Bundan dolayıdır ki,
kalkana “mücenne” yâni sığınak da denir. Çünkü kalkan sâhibini kaplar ve onu oklardan
korur. Aklını kaybetmi ki iye de “mecnûn” denir. Çünkü onun da aklının üzeri örtülmü tür.
Oruç vera, takvâ ve ihlas sâhibi olan oruçlu için bir sığınaktır. Çünkü sığınak onu dünyâ ve
âhiret belâlarından korur. Ey oruçlular! Đftar vakti fakirlere ve dü künlere yiyeceklerinizden
bir eyler ikram edin. Zîrâ bu sizin sevâbınızı artırır ve orucunuzun kabul edildiğine de bir
i ârettir.
Her ey biter; âhiretiniz için önceden gönderdiğiniz, gücünüz yettiğince
hazırlayabildiğiniz eylerden ba ka hiçbir ey bâkî kalmaz. Kıyâmet günü aç, susuz, çıplak,
korkulu, ürkek ve titreyen bir halde ha rolunacaksınız: Đ te o gün, bu dünyâda yemek yedirene
yemek verilecektir. Bu dünyâda iken su ikram edene o gün su ikram edilecektir. Bu dünyâda
birilerini giydirene o gün elbise giydirilecektir. Bu dünyâda iken Cenâb(ı Hakk’tan (CC)
korkan ve utanan kimse o gün emniyet içinde olacaktır. Bu dünyâda merhamet edene o gün
Allah(ü Teâlâ (CC) merhamet edecektir.
Ramazan ayında Kadir Gecesi vardır. O gece yılın en büyük gecesidir ki, onun
alâmetlerini sâlihler bilir. Allah(ü Teâlâ’nın (CC) bâzı kullarının gözlerinden perdeyi kaldırılır
ve onlar meleklerin yüzlerindeki nûru, ellerinde ta ıdığı o ilâhî nûru, göklerin kapılarının
137
Taberânî, el Mu’cemü’l kebîr, XII/382, (Musul(1983).
138
Buhârî, es Sahîh, “Savm” hadîs no: 1795.
nûrunu ve Hakk’ın (CC) vechinin nûrunu görürler, zîrâ O (CC) bu gece yeryüzü ahâlîsi için
tecellî eder.
Ey cemâat! Himmetlerinizi (gayretlerinizi) yemeye içmeye yoğunla tırmayın. Bu
dü ük bir gayrettir, himmettir. Yemeye içmeye mübtelâ oldunuz; halbuki rızık konusunda
garantiniz var. O halde niçin ona yoğunla ıyorsunuz. Yemeyen ve içmeyen, “Samed” (her ey
kendisine muhtaç) olan Allah(ü Teâlâ (CC) ne yücedir! O (CC) Rızık verendir, rızık verilen
değil; O (CC) yedirendir, yedirilen değil. O (CC) “samed”dir, O’nun (CC) karnı yoktur; O
(CC) yemez, içmez, uyumaz. Hırsınız arttı, veranız ve “emânınız” (emniyetiniz) azaldı.
Yazık sana! Dünyâ bir saattir, onu itâatle geçir. Ey oğul! Dünyevî olsun, uhrevî olsun
bütün i lerinde vera sâhibi ol ki, felah bulasın, kurtulasın. Vera sâhibi olursan aleyhine hiçbir
delil kalmaz. Allah(ü Teâlâ’nın (CC) rızâsına ula ırsın.
Sâlihlerden birini rüyâda gördüler; kendisine Allah(ü Teâlâ’nın (CC) ne yaptığını
sordular: “Affedildim” diye cevap verdi. “Ne ile?” dediler. Dedi ki: “Bir gün hamamda abdest
almı , mescide doğru gidiyordum. Oraya yakla tığımda ayağımda bir dirhemlik bir yere
suyun değmediğini farkettim. Döndüm ve tekrar gusül abdesti aldım. Allah(ü Teâlâ (CC) bana
buyurdu ki: Ben seni erîatime saygın sebebiyle affettim!”
Sen neredesin, uyuyamayıp, yanları yataklardan uzak kalan kimseler nerede! Onlar
nasıl uyusunlar ki: Onları korku basmı ve gözlerinden uykuyu kaçırmı tır! Ünsiyet (Hakk’ın
CC. sıcaklığı) ise onların kıyamda buldukları ve ihtiyaç duydukları eydir. Onlar ancak secde
hâlinde iken uyku ağır basarsa uyurlar. Onlara bu secde hâlinde ağır basan uykuyu verip,
onların bedenlerini bu ekilde ihtirahat etmeyi nasip eden Allah(ü Teâlâ (CC) ne yücedir! Bu
kısa süre içinde dahi onların yanları yatak yüzü görmez. Çünkü gâh “havft”en dolayı, gâh
“recâ”dan dolayı, gâh “hayâ”dan dolayı ve gâh “i tiyak”tan dolayı yatağa uzanıp uyuyamaz
onlar.
Rabbinizden (CC) “havf”iniz ne kadar da az! Tâatiniz ne kadar da az! Oysa çok
çok ibâdet ve itâat etmelerine rağmen sâlihlerin Allah(ü Teâlâ’dan (CC) “havf”i ne kadar da
çok! Hz. Peygamber (SAV) namazda olduğu zaman göğsünden kaynayan tencerenin sesine
benzer bir ses duyulurdu! Hz. Đbrâhîm’in (AS) namaz kıldığı zaman göğsünden çıkan ses üç
fersah öteden duyulurdu! Onlar sıddık, halîl, muhib ve duâsı kabul olunan kimseler
olmalarına rağmen “havf” (korku) sâhibi idiler. <imdi bana söyleyin: Sizin bu hâliniz nedir?
Görüyorum ki, orta yoldan çıktınız. Sayının dı ında kaldınız. Đtâate ünsiyetiniz çok az;
buna kar ılık ona soğuk mu soğuksunuz? Kolay olan hayırlarla ve çoğunlukla da sizi doyuran
dünyâlıklarla yetindiniz. Bu amel ölecek olanın, Rabbi (CC) ile kar ıla acak olanın ameli
değil! Böyle ameller kıyâmet günü sâhibine geri verilir. Bu amel muhâsebeden (hesâba
çekilmekten) ve münâka adan korkan kimsenin ameli değil! Bu amel, kabrine indirilmeyi
isteyen, ancak oranın cehennem çukurlarından bir çukur mu, yoksa cennet bahçelerinden bir
bahçe mi olduğunu bilmeyen kimsenin ameli değil!
Sûfîler gündüzü oruçla, geceyi kıyâm ile yâni ayakta geçirirler. Yorulduklarında yere
dü üverirler ve ancak öyle ihtirahat ederler. Yanları yataktan uzak kalır. Biraz oturduktan
sonra, Rablerine (CC) korku ve ümit ile duâ ettikleri yere tekrar dönerler. Reddedilmekten
korkarlar. Kabul edilmeyi umarlar. Derler ki: “Rabbimiz (CC)! Biz ihlaslı, doğru dürüst,
mükemmel, nefisten ve ucübden uzak bir amel i leyemedik.” Reddedilmekten korkarlar.
Sonra da, Hakk Teâlâ (CC) cömert olduğu için, azı kabul edip kar ılığında bol bol ihsân eden,
yapmacık ve değersiz eyleri kabul edip, tâze ve güzel olanı bağı layan olduğu için onlar
O’nun (CC) nezdinde kabul edilmeyi umarlar. O (CC) eksik yükü kabul eder, ama kar ılığını
yine de tam verir.
“Havf” azîmettir, “recâ” ise ruhsattır. Sûfîler “havf u recâ” arasındadır. Bâzan
bundadırlar, bâzan onda. Bâzan zâhire, bâzan da bâtına göre davranırlar. Bâzan sâf ve
dupduru olurlar, bâzan kederli ve bulanık. Bâzan izzet ve celâl sâhibi olurlar, bâzan zillet ve
tevâzu. Bâzan ihsanlara ula ırlar, bâzan ula amazlar. Ecelleri gelinceye kadar hep böyle
olurlar. Ve kalpleri Hâlık’larına (CC) ula ır; o zaman onlar için ne ruhsat kalır, ne keder…
Bilakis tamâmen azîmet ve safâ olur.
Mal seni kapıya kadar, ailen ise kabre kadar tâkip edip geri dönerler. Amel ise sana
arkada lık eder, seninle berâber kabre kadar iner ve senden ayrılmaz.
Ey gâfiller! Sizi terkedecek eyleri azaltın ve size arkada lık edecek, sizi hiç
terketmeyecek olan sâlih amelleri çoğaltın. Oruç tutun ve orucunuzda ihlaslı olun. Namaz
kılın ve namazlarınızda ihlaslı olun. Haccedin ve haccınızda ihlaslı olun. Zekat verin ve
zekatlarınızda ihlaslı olun. Rabbinizi (CC) zikredin ve zikrinizde ihlaslı olun. Sâlihlere hizmet
edin, onlara yakınla ın ve onlara hizmetinizde ihlaslı olun. Kendi ayıplarınızla me gul olun,
ba kalarının ayıplarından yüzçevirin. Mârûfu (doğruyu) emredin, münkerden (yanlı tan)
nehyedin. Đnsanların ayıplarını ortaya yaymayın. Onların örtülerini yırtmayın. Onların ortaya
çıkan kusurlarını görmezden gelin. Kaldı ki, onların gizli kusurlarından size ne? Kendinizle
me gul olun, ba kasından size ne? Mâlâyânîyi çoğaltmayın. Zîrâ Hz. Peygamber (SAV) öyle
buyurmu tur: “Mâlâyânîyi terketmesi ki'inin Đslâm’ının güzelliğindendir.”
139
Seni kendi
139
Tirmizî, es Sünen, “Zühd” hadîs no: 2433.
ayıbın ilgilendirir, ba kasının ayıbı seni ilgilendirmez. Đtâat et, isyan etme. Tevhîd et, irk
ko ma; halka ve sebeplere güvenmen irktir.
Yazık sana! Sen mecnunsun. Ho nutsuzluk ve îtiraz sana bir ey getiriyor mu? Aksine
yanındaki her eyi gideriyor. Gazabın sana gelecek bir eyi çabukla tırıyor mu? Aksine
geciktiriyor. Belâ vermek de, belâyı gidermek de Allah(ü Teâlâ’nın (CC) elindedir. Derdi de
devâyı da indiren O’dur (CC). Derdi de devâyı da yaratan O’dur (CC). O (CC) ancak
kendisini öğretmek için seni belâya mübtelâ kılıyor. Böylece, belâyı indirmede ve gidermede
delillerini ve kudretini sana göstermek için sana belâ veriyor. Bununla sana belâ
verebileceğini de, senden belâyı kaldırabileceğini de gösteriyor. Belâlar Cenâb(ı Hakk’ın
(CC) kapısını çalmayı öğretirler. Kalp ile Cenâb(ı Hakk’ı (CC) bir araya getirirler. Yüksek
menzillere, derecelere yükseltirler. Belâlara öfkelenmeyin. “Niçin?” ve “nasıl?” diyerek
ho lanmadığınız o belâlar sizin hayırınızadır. Eğer belâlara sabrederseniz gizli ve açık bütün
günahlardan temizlenirsiniz. Hz. Peygamber'den (SAV) öyle rivâyet olunmu tur:
“Günahından eser olmaksızın yeryüzünde yürüyünceye kadar, mü’minden belâ eksik
olmaz.”
140
Onun günahları amel defterinden kaldırılır, o günahları yazmı olan melekler onları
unutur. Sâlihlerden biri öyle dermi : “Đlâhî (CC)! Đnsanlar seni nîmetlerin için sevdi, ben ise
belâların için sevdim.” Onlardan birisi de kendisine belâ gelmediği zaman öyle dermi : “Đlâhî
(CC)! Bugün ne günah i ledim de bana belâ vermedin?”
Yazık sana! Eğer O’nun (CC) takdîrine râzı olmuyorsan O’nun (CC) verdiği rızkı
yeme ve kendine O’ndan (CC) ba ka bir Rab bul! Allah(ü Teâlâ (CC) bir vahyinde öyle
buyurmu tur: “Ey Âdemoğlu! Kaderime râzı olmaz, belâlarıma sabretmezsen, kendine benden
ba'ka bir rab ara!”
141
Rabbinize (CC) kar ı sabırlı olun; O’ndan (CC) ba ka rabbiniz yok!
O’ndan (CC) ba ka ikinci bir rab yok! O’ndan (CC) ba ka kapı yok! Ba ka bir yaratıcı yok!
Vâhid olan Allah(ü Teâlâ’nın (CC) irâdesine kar ı sabredin…
Allah’ım (CC)! Bizleri mutmain, râzı, muvâfakat gösteren müslüman ve teslim olmak
isteyenlerden eyle. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından
bizi koru.”
140
Dârimî, es Sünen, II/320, Dima k(1349.
141
Heysemî, Mecmau’z zevâid, VI/207.
37.Sohbet ĐHLAS ĐNFAK
Kul, Hakk’ı (CC) tanıyınca kalbi her eyi ile O’na (CC) yakınla ır. Cenâb(ı Hakk
(CC) da kula bütün bağı larını yapar. Ona tam bir ünsiyet verir. Bütün izzet ve erefi ona
bağı lar. Bu halde sükûnete eri ince, Cenâb(ı Hakk (CC) bütün verdiklerini kulundan alır.
Elinde bir ey bırakmaz. Onunla kendi arasına perde koyar. Kulun kaçacak mı, yoksa sebat mı
göstereceğini dener. Kul sebat gösterirse Hakk (CC) aradaki perdeyi kaldırır ve ona önceki
makâmını iâde eder. Hani, bilmez misiniz; baba denemek için çocuğunu kapı dı arı eder,
kapıyı onun suratına kapatır. Sonra da çocuğun ne yapacağını beklemeye koyulur. Baba,
çocuğunun kapının e iğinden ayrılmadığını, kom ulara gitme, babasını ba kalarına ikâyet
etme gibi edebe aykırı dü en yollara tevessül etmediğini görünce hemen kapıyı açar,
çocuğunu bağrına basar ve ona olan ihsânını artırır.
Amelinde ihlaslı olmayan kimsenin eline Allah(ü Teâlâ’ya (CC) yakınlıktan ve ikrâm(
ı ilâhîden zerrece bir ey geçmez. Cenâb(ı Hakk (CC) bir vahyinde öyle buyurmu tur: “Ben
kendime ba'kalarının 'irk ko'ulmasından müstağnîyim. Kim ki, bir amel i'ler ve o amelinde
benden ba'kasını ortak eder, 'irk ko'arsa onun o ameli bana ortak ko'tuğu kimse içindir,
benim için değildir; ben sâdece benim rızâm için yapılanı kabul ederim.”
142
Yine Hz.
Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet olunmu tur: “Kıyâmet günü münâfık çağırılır: ‘Ey hâin,
ey fâcir! Kimin için amel i'ledi isen kar'ılığını da ondan iste’.”
Ey Rablerinden (CC) ba6kası için kulluk edenler! O’nun (CC): “Ben cinleri ve
insanları ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım”
143
buyurduğunu i itmediniz mi? Yine
O (CC) buyurmu tur ki: “Onlar ancak, dinde “muhlis” (ihlaslı) olarak Allah’a (CC)
ibâdet etmekle emrolundular.”
144
Her kulun, ba ka bir maksat ya da bağı için değil, ancak
ve ancak Rabbinin (CC) rızâsını talep ederek kulluk etmesi îcap eder.
Celvette (toplumla birlikte) iken amelinde ihlaslı olamayanlarınız, ibâdetlerini
halvette, herhangi bir mahlûkun göremeyeceği, kırâatini ve tesbîhini kimsenin i itemeyeceği
yerlerde yapsınlar. Riyâ hâdisesi çok büyük bir hâdisedir. Bir sâlih öyle demi : “Birisi
karanlık bir evde namaz kılsa ve âciz ve fakir, elinden bir ey gelmeyen bir zencinin dahi
ibâdetini gördüğünü farketse, o âbid ibâdetini bırakır.” Amel edip de amelinde ihlaslı
olmayana ondan bir fayda yoktur.
142
Đbn Mâce, es Sünen, “Zühd” hadîs no: 3202.
143
Zâriyât S. A.56.
144
Beyyine S. A.5.
Ey infâk etmekten, nafaka vermekten geri duran! Cenâb(ı Hakk’ın (CC):
“Kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler”
145
sözünü i itmedin mi? Yâni mallarını
ailelerine, çoluk çocuklarına, fakirlere ve dü künlere infak ederler. Cimri ki i mahrum, matrut
ve merduddur. Halktan da Hâlık’tan (CC) da uzaktır. Rabbinizin (CC) keremini dileyin.
Cevap verse de vermese de O’ndan (CC) isteyin; çünkü O’ndan (CC) istemek ibâdettir. Duâ
(çağırma) uzaklıkta, münâcât (yalvarma) yakınlıkta, îmâ ise muhabbette olur. Uzakta olan
kimse hükümdarın kapısına gelir ve seslenir: “Ey melik! Bana atâ ve ihsanda bulun, beni
yakınlığına al.” Ona yakınla mı , kapıdan içeri ula mı olan ise ona hafif bir sesle yalvarır.
Çünkü ona yakınla mı tır. Onun yanına oturan kimseye gelince; onu heybet kaplar, sükût eder
ve i âretle konu ur. Uzakta olan müslüman da nidâ ile duâ eder. Ârif mü’min ise yakındadır
ve hüsn(i edeple münâcât eder. Kalbiyle vuslata ermi mahbûb ise “kurbiyet hazînesi”
içindedir. Dolayısıyla îmâ ile konu ur.
Söylediğimi anlayıp onunla amel edene, ben ve sözlerim hakkındaki töhmeti
kalbinden atana ve anlamayıp da amel edemediği sözlerimi Rabbine (CC) havâle edene Allah(
ü Teâlâ merhamet etsin.
Sûfîler îman edip tasdîk ederler ve mallarından sâlihlere infak ederler, mallarını
nefislerine kar ı kullandıkları çe itli delillerle ellerinden çıkarırlar. Bâzan farz olan zekât
eklinde, bâzan farz olmayan sadaka eklinde, bâzan “îsâr” olarak ve bâzan da adak olarak
mallarını harcarlar. Sûfîler ellerindekini çıkarmak için kesin yemin ederler. Bütün bunları
kalplerinin ve îkanlarının kuvvetlenmesi ve nefislerinin kahrı, yenilgisi için yaparlar. Bâzı
sûfîler Allah(ü Teâlâ’ya (CC) benzemek için malından belli bir kısmın bağı olarak
verilmesini adamlarına emreder. Bâzı sûfîler de bağı ı bizzat kendi eliyle yapar ama bundan
haberi bile olmaz. “Evliyâ” fakirlere ve dü künlere yardım edilmesini sürekli emrederler.
“Abdâl”
146
ise insanların mallarını alırlar ama bundan haberleri olmaz.
<öyle bir hikâye anlatılır: Sâlih bir zât çölde namaz kılıyormu . Yanına “kurnaz ve
oynak kimseler” gelmi . Birisi o sâlih zâtın omuzundaki hırkasını almı (sonra tekrar
koymu ). Namazı bitirince hırkasını alan ki i ona demi ki: “Hırkanı aldığım ve sana sıkıntı
verdiğim için hakkını helâl et.” <öyle cevap vermi : “Benden hırkayı aldığın zamânı da, onu
bana tekrar verdiğin zamânı da hatırlamıyorum. Eğer onu almak istiyorsan al senin olsun.”
Sûfîler içinde oldukları hâlin dı ında bir eyi uur edemezler. Rablerinin (CC)
huzûrunda durdukları zaman, O’nun (CC) dı ındaki her ey onlar için kaybolur. Mânâ
145
Bakara S. A.3.
146
“Abdâl”: Peygamberlerin (AS) bedelleri olan velîler.
kaybolur, sûret kalır. Kalp kaybolur, kalıp kalır. Tâbiînden olan Müslim b. Yesâr (RA) evine
girdiği zaman çocuklarını sıkı tırır ve terbiye edermi . Tâ ki, onlardan hiçbiri gülemezmi .
Onlara bu sıkı tırmasını iyice hissettirirmi . Namaza durmak istediği zaman onlara: “Haydi,
artık önceki hâlinize devam edin, rahatlayın, çünkü ben ne yaptığınızı duymam.” dermi . O
namaza durunca çocuklar oyuna dalar, rahatlarlar, gülüp oynarlarmı . Onun ise çocukların
yaptığından hiç haberi olmazmı . Bir keresinde de câmide namaz kılıyormu . Omuzunun
üzerine bir direk dü mü ; o ise ne yere dü mü ne de o direğin üzerine dü tüğünden haberi
olmu .
Sûfîler her eyleriyle Cenâb(ı Hakk (CC) içindir. Onların her eyi halkın lehinedir.
Hâlık (CC) ise onlar içindir. Ellerinde olan mallarını da, kalplerinde olan ilimlerini de infak
ederler. Onlar en büyük hazînenin ortasına dü mü lerdir. Dolayısıyla dünyâ malı onların
gözünde önemsizdir. Mükevvenden (mahlûktan) yüzçevirdikleri için, onların kalplerine
tekvîn (yaratma kuvveti) verilmi tir. Bu zâhir, elinde olduğu ve kalbin de onu gönülden
kucakladığı müddetçe tekvînin zerresini göremezsin. Sâlihlerden birisine: “Yemeği nereden
yiyorsun?” diye sormu lar. “En büyük ambardan” demi . “En büyük ambar da nedir?”
demi ler. “Kün fe(yekûn” (bir eye “ol!” demek ve onun da oluvermesi) diye cevap vermi .
Dünyâ i lerine sizden a ağıda olanların gözüyle bakın, âhiret i lerine ise sizden
yüksekte olanların gözüyle bakın. Sâlihlerden birisi bir bayram günü bakla satın almı ,
yemeye ba lamı ve öyle demi : “Acabâ, böyle bir günde benim gibi yağsız ve tuzsuz bakla
yiyen ba ka biri var mı?” Gözü yan tarafına ili mi ve attığı baklaların kabuklarını yiyen
birisini görmü ; ağlayıvermi , söylediklerinden dolayı Allah(ü Teâlâ’dan (CC) özür dilemi .
Ey Âdemoğlu! Kendine kar ı cimri olma. Cenâb(ı Hakk (CC) senden borç almakta
değil midir? Sen niye vermiyorsun? O’nun (CC): “Allah ü Teâlâ’ya (CC) kim güzel bir
borç verirse…”
147
buyruğunu i itmedin mi? Eğer O’na (CC) borç verir ve fakir eliyle bunu
O’na (CC) havâle etmeyi kabul edersen, O (CC) sana kat kat verir ve yarın senin verdiğinden
çok fazlasını sana bah eder. O’nunla (CC) alı (veri yapın da, kârın ne olduğunu görün!
O’nunla (C) hiçbir tecrübeye gerek duymaksızın alı (veri te bulunun. Câfer(i Sâdık (RA) (v.
148/765) elinde on dinarı olup on be dinara da ihtiyâcı olduğunda o on dinarı tasadduk
edermi . Birkaç gün içinde on be dinar gelirmi . Eğer gelmeyecek olursa, ne Rabbini (CC)
itham edermi , ne O’na îtirazda (CC) bulunurmu , ne de O’nu (CC) cimrilikle suçlarmı .
Sûfîler Rableri (CC) ile O’nun (CC) kitâbı, Resûlünün (SAV) sünneti ve kalplerinin
yakîni üzere alı (veri te bulunurlar. Bir sâlihin yanında üç yumurta varmı . Bir dilenci gelmi .
147
Bakara S. A.245.
Câriyeye yumurtaları dilenciye vermesini söylemi . Câriye, yumurtalardan ikisini dilenciye
vermi ve birisini saklamı . Bir saat sonra bir arkada ı ona yirmi yumurta hediye etmi .
Câriyeye sormu : “Dilenciye kaç yumurta verdin?” Câriye: “Đki yumurta verdim, birini iftar
etmen için sakladım” demi . Ona demi ki: “Ey yakîni kıt kadın! Bizi on yumurtadan ettin!”
Hz. Peygamber’den (CC) öyle rivâyet olunmu tur: “Kendi gibi bir varlıktan izzet ve
'eref bekleyen mel’undur!”
Ey miskin! Borç isteyen bir fakir sana geldiğinde hemen ona borç ver ve sakın: “Bunu
bana kim verecek?” deme. Nefsine muhâlefet et. Ona borç ver. Bir müddet sonra da onu hibe
et. Fakir olup da birisinden bir ey istemek kendisine ağır gelen kimseler, borç istesin ve o
borcu ödemeye Allah(ü Teâlâ’ya (CC) güvenerek niyetlensin.
Ey zengin! Birisi sana gelip da borç isteyince hemen ver. Sadakanı onun yüzüne
bakarak verme, onun burukluğu, ezikliği daha da artar. Zaman uzayıp ödeyemeyince ondan
vazgeç ve ondan, verdiğin eyi senden bir borç olarak kabul etmesini iste; sonra da o borcu sil
gitsin. Onun ilk andaki ve sonraki ferahlığının sevâbı sana yeter. Hz. Peygamber (SAV) öyle
buyurmu tur: “Kulun kapısına gelen dilenci Allah ü Teâlâ’nın (CC) ona hediyesidir.”
148
Vah sana! Fakir, Allah(ü Teâlâ’nın (CC) hediyesi nasıl olmasın ki, o senin dünyandan
alıyor, âhiretine götürüyor. Senden bir ey alıp saklıyor ve sen onu lâzım olduğu zaman elde
ediyorsun. Bu verdiğin miktar kayboluyor, yok oluyor ve sen Allah(ü Teâlâ (CC) katında
yüksek derecelere ula ıyorsun.
Yazık sizlere ey âbidler! Size cennetler versin, hûriler versin, vildanlar versin diye
Rabbinize (CC) ibâdet ediyorsunuz. Cennet gerçek vatan, pekiyi, kom u nerede? Cenâb(ı
Hakk’ın (CC) rızâsını kim istiyor? Cenneti kim istiyor? Dünyâyı kim istiyor? Halkı,
mahlûkâtı kim istiyor? Allah(ü Teâlâ’yı (CC) görmeyi ve O’nun (CC) kurbiyetini isteyen ne
kadar da az! Âriflerin ve muhiblerin gözlerinin aydınlığı O’nu (CC) görmektir. Cenneti
görmek, orada hûrilerle birlikte oturmak, yemek ve içmek ise zâhidlerin gözlerinin
aydınlığıdır. Bunların aralarında ne kadar da büyük fark var! Bu iki grup birbirinden ne kadar
da uzak!
Ey dünyâyı isteyen! Zamânın bo eyler uğruna gitti. Ve ey cenneti, hûrileri ve
vildanları isteyen! Sen de Rabbinden (CC) ba kasını istedin ve O’ndan (CC) ba kasını tercih
ettin. Eğer sende hayır olsa idi, bir an bile O’ndan (CC) ayrı kalmak sana câzip gelmezdi,
fakat sen O’nu (CC) tanımıyorsun! Yazık sana! Cenâb(ı Hakk’a (CC) bir kere bakı ın lezzeti,
148
Hindî, Kenzü’l ummâl, hadîs no: 16078.
cennetteki vildanlara, lezzetlere, her türlü istek ve nîmete bedeldir; ya O’na (CC) saatlerce
bakmanın lezzeti nasıl olur?
Dünyâ belâ (imtihan) yeridir. En büyük belâ ise mîde ve ehvet belâsıdır. Bekâr
birinin gündüzleri oruçsuz gezmesi, sokaklarda dola ması, istekleri ve zevkleri için yeyip
içmesi ve kötü arkada lar olan insan eytanları ile oturup kalkması uygun değildir. Bütün
bunlar nefis odununda ehvet ate ini tutu turan eylerdir.
Allah’ım (CC)! Nefislerimize kar ı verdiğimiz mücâhedelerimizde bize kuvvet ver.
Bizi hidâyet ile rızıklandır. Đnsanlara hidâyet yolunu göstermeyi bizlere nasip et. Kalplerimizi
nurlandır. Bize insanların yollarını aydınlatacağımız bir nur ver. Bize ünsiyet arabından içir;
ondan biz de kana kana içelim, bütün susuzlar da kana kana içsinler. Bizi ihsanlarınla ve rızân
ile rızıklandır. Atâ ve ihsânına kar ı bize ükretmeyi, vermediğin zaman, kapı kapalı olduğu
zaman da rızâ göstermeyi ilham et. Sadâkatimizde tahkîke ula tır; yalanlarımızı ve
bâtıllarımızı sil. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi
koru.”
38.Sohbet CENNET NĐMETLERĐ
Müttakîler, halvetlerinde de, celvetlerinde de Cenâb(ı Hakk’a (CC) kar ı takvâ sâhibi
olan kimselerdir. Bütün hallerinde O’nu (CC) gözetirler. Göğüsleri gece gündüz O’na (CC)
kar ı bir korku ve titreyi içerisindedir. Kendilerini küfre dü ürerek Hakk’tan (CC) alıkoyan,
sabır gösteremeyecekleri âfetlerin gelmesinden korkarlar. Ayrıca, kötü bir amel üzerinde iken
ölümün gelmesinden korkarlar. Ellerinde olanı verirler, ama kalpleri ürperti içerisindedir.
Namaz kılarlar, oruç tutarlar, hac farîzasını îfâ ederler, gerekli yerlere maddî yardımı
yapmaktan geri durmazlar, her türlü hayır i ine ko arlar; fakat kalpleri reddedilme korkusu ve
ürpertisi içerisindedir. Allah’ın (CC) kendileri hakkında takdîr ettiği ilminden (hükmünden)
korkarlar.
Fudayl b. Đyâz (RA) (v. 187/803) Süfyân(ı Sevrî (RA) (v. 161/777) ile kar ıla tığında
öyle dermi : “Hadi, gel; Allah’ın (CC) bizim hakkımızdaki ilmine ağlayalım!” Bu ne güzel
sözdür! Bu, Allah(ü Teâlâ’yı (CC) ve tasarrufâtını bilen ve tanıyan (âlim ve ârif) ki inin
sözüdür. O Allah(ü Teâlâ’nın (CC) u sözündeki i âreti bilen kimsedir: “Bunlar cennete
gidecekler; onlarla ilgilenmiyorum. Bunlar da cehenneme gidecekler; onlarla da
ilgilenmiyorum. Sonra hepsini bir yerde toplayıp karı'tırır; onların hangisinin hangi gruptan
olduğu anla'ılmaz.”
149
Onlar kendilerinden zuhur eden amellere aldanmazlar. Çünkü ameller
netîcelerine göre değerlendirilir.
Müttakîler açık ya da gizli, bütün günahları, bütün hatâları, riyâyı, nifâkı ve halk için
ve bir kar ılık için amel i lemeyi terkeden kimselerdir. Onlar bugünden tâat cenneti
içerisindedirler, yarın ise gerçek cennetlerde, pınarlar arasında olacaklar; hiçbir zaman
ye illiği gitmeyen, meyvesi hiç tükenmeyen ağaçlar arasında, suyu hiç kesilmeyen nehirler
arasında oturacaklar. O nehirlerin suyu nasıl çekilsin ki, onlar ar ın altından çıkarlar.
Cennetliklerden her biri için bir su nehri, bir süt nehri, bir bal nehri, bir arab nehri vardır. Bu
nehirler onlar nereye giderse, onlarla birlikte akıp giderler. Dünyâda olan her eyin bir benzeri
âhirette mutlakâ vardır, ayrıca ba ka eyler de vardır. Âhirette olan her eyin de dünyâda bir
örneği bulunur.
Đ te cennetlikler Rablerinin (CC) kendilerine verdiği nîmetlerle nîmetlenirler ki, onları
ne bir göz görmü tür, ne bir kulak i itmi tir ve ne de bir be erin aklına gelmi tir onlar. O
cennet meyvelerini toplamak çok kolaydır. Birisi o ağaçlara dayandığında meyvesi hemen
onun ağzına dü er ve o da o meyveyi uyuyor olsa bile yiyiverir. O ağaçların kökleri yukarı
doğru gider, meyveleri ise a ağı doğru sarkar. Onların gövdeleri gümü ten, dalları altındandır.
149
Müslim, es Sahîh, “Kader” hadîs no: 2651.
Cennetlik birisinin aklına o meyvelerden yemek fikri dü tüğü vakit, ağaç meyvesini hemen
onun ağzına sunuverir, o da istediği kadar ondan yer, sonra ağaç geri çekilip gider. Cennette
her ey cennetlikler için ne e ve eğlence saçar. Nehirlere, ağaçlara varıncaya kadar oradaki
her eyin sesi, seslerin en güzel tonundadır.
Ey dünyâyı talep edenler! Dünyâ geçicidir, yorucudur. Bâkî olan cennete tâlip olun;
zîrâ o rahatlık yeridir, nîmetler yurdudur, ükür evidir. Orada ne namaz, oruç, hac, zekât,
belâlara, hastalıklara, yaralara sabretme ve fakirlik vardır, ne de oradan çıkma korkusu vardır.
Ey cemâat yakında ölüm gelecek ve sizi alacak. Sanki hiç yaratılmamı ve göze
görünmemi gibi olacaksınız. Ailelerinizden, çoluk çocuğunuzdan ve mal ve mülklerinizden
kalplerinizle yüzçevirin. Rabbinizin (CC) yarattığı her eye kar ı zâhid olun. Az ey için
olsun, çok ey için olsun onlara güvenip yaslanmayın.
Allah’ım (CC)! Her hâlimizde sana tevekkül etmekle ve senden ba kasını acziyet
gözüyle görmekle bizi rızıklandır. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem
azâbından bizi koru.”
39.Sohbet BELAYA SABRETMEK TEVHĐD VERA
Ey oğul! Belâdan ve belâya sabretmektan kaçma. Belâ da, ona sabır da
gereklidir. Yoksa, dünyevî cibilliyet ve orada yaratılan her ey senin lehine nasıl
deği ecek? Be erin en hayırlısı olan Peygamberler (AS) dahî türlü türlü belâlara dûçar
olmaktan kurtulamadılar. Onlara uyanların önde gidenleri, onların yolundan gidenler,
izlerini tâkip edenler de böyledir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) Efendimiz Cenâb1
ı Hakk’ın (CC) mahbûbu idi, her ey O’nun (SAV) hürmetine yaratıldı; ama O (SAV) dahi
ölünceye kadar fakirlik, açlık, sava , muhârebe, halkın eziyeti gibi bir çok belâya uğradı.
Allah1ü Teâlâ’nın (CC) babasız olarak yarattığı, körlerin gözünü açan, hastaları
iyile tiren, ölüleri dirilten, duâsı makbul, rûhullah ve kelîmullah olan Hz. Îsâ (AS) da
kavminin tasallutuna mâruz kaldı. O’na (AS) sövdüler. O’nu (AS) ve annesini ta a
tuttular, dövdüler. Sonunda o ve havârîler kaçtılar. Ama onları yakaladılar, dövdüler,
çe itli eziyetler ettiler ve Hz. Đsa’yı (AS) asmaya kalktılar. Allah1ü Teâlâ (CC) O’nu (AS)
kurtardı ve onlar bu i te ön1ayak olan ki iyi astılar. Hz. Mûsâ (AS) da aynen öyle. O da
(AS) o korkunç belâlara mübtelâ oldu. Her bir Peygamberin (AS) kendine mahsus sıkıntısı
ve derdi oldu.
Allah1ü Teâlâ’nın (CC) kendi Nebîlerine (AS), Resullerine (AS), sevdiklerine
yaptıklarıdır bunlar; sen kim oluyorsun ki, O’nun (CC) kendin ve dünyâ hakkındaki ilmini,
hükmünü deği tirmeye kalkı ıyorsun? Kendi istek ve tercihlerine kar ı zâhid ol, onlara
önem verme. Nefsinden, hevâ ve hevesinden, dünyandan behsetmeye önem verme. Halk
ile konu maya, onlarla ünsiyet etmeye değer verme. Bunu tamamlarsan kalbinin
Rabbinle (CC) konu ması, O’nunla (CC) ünsiyet etmesi gerçekle ir. O’nun (CC) zikrini
kalbine kurarsın. Sen O’nu (CC) zikredersin, O (CC) da seni zikreder. Kalbin, “fuâd”ından
(gönlünden) ve bütün bedeninden O’na (CC) gitmek uğrunda istifâde eder. Kalbin O’nun
(CC) huzûrunda olur. O’nun (CC) istediğini ister. O’nun (CC) hâricindeki her ey senin
gözünde yok olur.
Rûhânî vâsıllardan kimileri beldelerde ve insanlar arasında zâhidlik ederek gezerler
ve halk üzerinden belâlar onlar vâsıtasıyla defedilir. Onlar Rablerinin (CC) kendilerine
verdiğini alırlar ki, bu atâ ve ihsanlar gerçek atâ ve ihsanlardır, diğerleri mecâzîdir.
Ey oğul! Dünyâ ve âhiretle ilgili sâhip olduğun ahvalinden halktan herhangi
birilerine bahsetme. Açığını kapat. O ahvâli kapalı kapıların arkasına bırak. Hâlinin yüzünü
kapat. Gözlerinden ba ka bir ey görünmesin. Yüzünün örtüsü peçe olursa senin için daha
hayırlı olur. Bugünler âhir zamânın fetret günleridir. Nifâk sokağı, rağbet ve “rehbet”
(kaçı ) sokağıdır. Đnsanlar dünyâlık geldiğinde rağbet ediyorlar, ondan ba kasından ise
kaçıyorlar. Halka yakın olmaya rağbet ediyorlar, onlardan uzak durmaya iltifat etmiyorlar.
Hükümdarlar halkın çoğu tarafından ilah edinilmi durumda. Dünyâ, zenginlik, ho
ya am, güç ve kuvvet ilah edinildi.
Yazık size! Teferruatı asıl yaptınız; merzûku râzık, yâni rızık verilen kimseyi rızık
veren, memlûkü mâlik yâni köleyi efendi, fakiri zengin, âcizi kuvvetli, ölüyü diri yaptınız.
Sizde hayır yok. Size de uymuyoruz, sizin görü ünüzü de doğru kabul etmiyoruz. Bilakis
sizden uzak kalacağız. Biz selâmet tepesi üzerinde duruyoruz. Sünnet üzereyiz; bid’ati
terkettik. Tevhîd ve ihlâs tepesinde duruyoruz; riyâ ve nifâkı terk ettik. Halkı acziyet, zaaf
ve yokluk gözüyle görüyoruz. Kazâya, kadere râzıyız; ho nutsuzluğu bıraktık. Sabra
sarıldık; ikâyeti terkettik. “Kalp ayakları”mızla Melîk’imizin kapısına doğru yürüyoruz.
Tıpkı yaratmanın da, rızıklandırmanın da O’ndan (CC) olduğu gibi, bir eyi veyâ bir
kimseyi emrimize âmâde kılma da, üzerimize musallat etme de O’ndandır (CC). Dünyânın
gaddarlarını, firavunlarını, idârecilerini, zenginlerini tâzim edip, Allah1ü Teâlâ’yı (CC)
unutur, O’nu (CC) tâzim etmezsen, senin hakkındaki hüküm puta tapanlar hakkındaki
hükümdür. Tâzim ettiğin kimse senin putundur.
Vah sana! Putların Hâlık’ına (CC) kulluk et ki, putlar senin gözünden dü sün.
Allah1ü Teâlâ’ya (CC) yakınla ki, halk da sana yakınla sın. Senin Allah1ü Teâlâ’ya (CC)
tâzimin ölçüsünde O’nun (CC) yarattıkları da sana tâzim eder. O’na (CC) olan muhabbetin
ölçüsünde O’nun (CC) yarattıkları da sana muhabbet duyar. O’ndan (CC) korkun kadar
O’nun (CC) yarattıkları da senden korkar. O’nun (CC) emirlerine ve nehiylerine
gösterdiğin hürmet kadar O’nun (CC) yarattıkları da sana hürmet gösterir. O’na (CC)
yakınlığın kadar O’nun (CC) yarattıkları da sana yakınla ır. O’na (CC) yaptığın hizmet
kadar O’nun (CC) yarattıkları da sana hizmet eder.
Veraya sarıl. “Kalp eli”n veradan bo kalmasın. Onu terkettiğin zaman bil ki,
hezîmet de senin tarafındadır. Verayı terkeden kimsenin kalbi üpheli ve karma ık
eylerle siyahla ır.
Yazık sana! Müttakî olduğunu iddiâ ediyorsun ama verayı terkediyorsun. Vera
sâhibi olan kimse haram ve üpheli eye dü me korkusuyla pek çok eyi terkeder. Böyle
bir kimseyi Allah1ü Teâlâ (CC) en hafif ekilde sorguya çeker.
Bir gün bir köye uğramı tım. Yakınlarında mısır tarlası vardı. Mısırlardan birisini
kopardım ve yedim. Köylülerden iki adam geldi. Ellerinde sopa vardı. Beni yere
dü ünceye kadar dövdüler. O zaman bana verdiği bütün ruhsatları kullanmayacağıma
dâir Allah1ü Teâlâ’ya (CC) ahdettim. Çünkü erîat zor durumda kalanlar için, ekilmi
eylerden ve meyvelerden ihtiyaç miktârınca yemeyi mübah kılmı tır. Bunun kar ılığında
da ondan bir ey alınmaz. Bu genel bir ruhsattır. Fakat bana bu ruhsat için izin verilmedi
ve benden ip1ince veraya ve azîmete sarılmam istendi.
Ölümü çokça hatırlayanın verası da çok olur; ruhsatı azalır, azîmeti artar. Ölümü
hatırlamak nefis hastalıklarının devâsıdır. Tasavvufî hayâtımın ba langıcında gece1gündüz
ölümü dü ünerek geçirdiğim zamanlarım çok oldu. Ben ölümü dü ünerek felah buldum.
Nefsimi ölümü dü ünerek ezdim. O günlerde ölümü dü ünerek ak amdan seher vaktine
kadar ağladığım zamanlar oldu. Yine böyle bir gece ağlamı ve öyle duâ etmi tim: “Đlâhî
(CC)! Senden, rûhumu ölüm meleğinin değil, senin kabzetmeni diliyorum.” Gözlerim
kapandı. Rüyamda çok güzel yüzlü ihtiyar bir adam gördüm. Kapıdan içeri girip yanıma
geldi. Ona: “Sen de kimsin?” dedim. “Ben ölüm meleğiyim” dedi. Dedim ki: “Ben Allah1ü
Teâlâ’dan (CC) rûhumu kendisinin kebzetmesini, senin kabzetmemeni dilemi tim!” Bana
dedi ki: “Niçin böyle duâ ettin? Benim ne günâhım var? Ben sâdece görevli bir memurum.
Bâzı kimselere yumu ak davranmakla, bâzı kimselere de sert davranmakla
emrolunurum.” Bana sarıldı ve ağlamaya ba ladı. Ben de onunla birlikte ağladım. Sonra
ağlayarak uyandım.
Hevâ ve hevesi kendinizden uzakla tırın. Bu i süslenip püslenerek, bo kuruntular
kurarak veyâ laklak ile olacak ey değildir. Bu sofraya, bu kaynağa oturmu isen ye, iç,
yedir ve içir. Yok, sâdece lafını duymu san, sus! Görmediğin eyden haber verme.
Đnsanları ba kasının dâvetine çağırma. Đnsanları bo eve dâvet etme, sonra sana gülerler.
Bize sen kendi ok torbandan ok ver. Bize kendi kesenden, kendi kazancından ve kendi
alın terinden infak et. Kom ularından hırsızlıkla çaldığını bize ikram etme. Kendi yırtık
pırtık elbisenle bizi giydirme. Biz ancak senin kendi malını hediye olarak kabul ederiz,
ödünç veyâ gasb malını değil.
Tevhîd her eyi yakan bir ate tir. “Ey ate ! Serin ve selâmetli ol!”
150
Allah’ım (CC)! Bugünün hayırını bize nasip et, onun errinden bizi koru. Bütün
günleri ve geceleri de böyle yap. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve
cehennem azâbından bizi koru.”
150
Enbiyâ S. A.69.
40.Sohbet ZĐKĐR MUHASEBE (NEFSĐ HESABA ÇEKME)
Ey dünyâsına sırtını dayayıp, uzun emeller hülyâsına dalanlar! Yakında ecel
gelecek ve sizinle emelleriniz arasına girecek! Ecel gelmeden önce onu geçin. Ölümün
yüzüne âniden bakın. Hastalık ölümün artlarından değildir. Đblis sizin dü manınızdır; o sizin
gaflet, günah ve küfür durumunda iken ölmenizi ister. Dü manınızdan gâfil olmayın. Onunla
me vereti kabul etmeyin. Ondan emin olmayın; o emin birisi değildir. Ona kar ı uyanık olun.
Onun kılıcı sıddık ya da zındık dinlemez. Çok az ki i onun elinden kurtulur. Babanız Âdem
(AS) ve anneniz Havvâ’yı cennetten çıkartan odur. O sizin cennete girmemeniz için çabalar.
O isyânkârlığı, zelilliği, küfrü ve muhâlefeti emreder. Allah’ın (CC) kazâ ve kaderi hâriç,
bütün isyanlar, günahlar ondandır. Allah’a (CC) kullukta muhlis ve muhakkık olanlar dı ında
bütün insanlar onun belâsına uğrar. Muhlis ve muhakkıklara kar ı eytanın bir gücü yoktur.
Bâzan eytan onlara da eziyet edebilir. Kader gelince göz görmez olur. <eytanın onlara kar ı
i i ancak beden üzerinde olur, kalpte olmaz. Dünyevî i lerde olur, uhrevî i lerde değil. Halk
ile ilgili i lerde olur, Cenâb(ı Hakk (CC) ile ilgili eylerde değil. O halkı en fazla dünyâ ve
nefis yoluyla aldatır. <üphesiz, dünyâ talebi yakıcı bir ate tir.
Ey gençler! Kendinizi ilgilendiren ve menfaatinize olan eylerle uğra ın. Ölümden
sonrası için amel i lemek sizi ilgilendirir. Nefislerinizle mücâhede etmek sizi ilgilendirir.
Ayıplarınızla i tigal sizi ilgilendirir. Đnsanların ayıplarıyla i tigal sizi ilgilendirmez. Ölümü
hatırlayın ve ölümden sonrası için amel hazırlayın. Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur:
“Akıllı ki'i nefsini alçaltır ve ölümden sonrası için amel i'ler; âciz kimse ise nefsini hevâsına
uydurur ve Allah ü Teâlâ’dan (CC) mağfiret umar!”
151
Nefislerinizi Allah(ü Teâlâ (CC) için ve mü’minler için tevâzu göstermeya alı tırın.
Nefislerinizden Allah(ü Teâlâ’nın (CC) haklarını yerine getirmesini isteyin. Onlarla, tıpkı
sâlihlerin yaptığı gibi münâka a edin, hesâba çekin. Hz. Ömer (RA) gece olunca nefsini
hesâba çekerek: “Rabbin (CC) için ne yaptın? O’nun (CC) için ne i ledin?” dermi . Sonra
eline bir kamçı alır dizlerine vururmu . O (RA) nefsinden Allah(ü Teâlâ’nın (CC) hukûkunu
istiyordu. Ayrıca O’na (CC) hizmette daha fazlasını da istiyordu. Çünkü o sıddıkların,
mukarreblerin, muhaddeslerin ve cennetliklerin büyüklerindendir. Sâlihler nefislerini, sâlih
olmalarına, tâat ehli olmalarına rağmen hesâba çekerler; oysa siz nefislerinizi hesâba
çekmiyorsunuz. Ho ondan istifâde de edemezsiniz ya!
151
Đbn Mâce, es Sünen, “Zühd” hadîs no: 4260.
Allah’ım (CC)! Nefislerimize, hevâ ve heveslerimize ve eytanlarımıza kar ı bize
kuvvet ver. Bizi senin grubunun içine al ve onlardan eyle. Ölmeden evvel kalplerimizi sana
yakınla tır. Herkesin kar ıla acağı günden önce bizi “özel kar ılama” ile rızıklandır. (Âmin)
Lokman (AS) oğluna öyle diyordu: “Ey oğul! Ate in üzerinden geçecek olan kimse
ate ten nasıl emin olabilir? Dünyâ ile me gul olan kimse ondan nasıl emin olabilir? Ölecek
olan kimse ölümden nasıl emin olabilir?” Hiç kimseden gâfil olmayandan (Allah(ü Teâlâ’dan
CC.) nasıl gâfil olunur?” Hepiniz ate i hakediyorsunuz. Ate ten sâdece Allah(ü Teâlâ’ya (CC)
kar ı takvâ sâhibi olanlar kurtulabilir. Ate in üzerinden geçmek bir seferdir ki, “takvâ azığı”
ister; oysa ben sizin takvâ azığını kazandığınızı zannetmiyorum.
Ey dünyânın tâlipleri! Ey dünyânın â6ıkları! O, cennete nisbetle sâdece bir
hizmetçi değil midir? Cennet ise gerçek ereftir ve asıldır. Ahmed b. Hanbel (RA) öyle
dermi : “Her ne kadar göğüslerinde (ezberlerinde) Kur’ân olsa da, insanlar için dünyâ sevgisi
çok kıymetli!” Hz. Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet olunmu tur: “Muhakkakki, 'u kalpler
paslanır; onların cilâsı ise Kur’ân ı Kerîm tilâveti ve zikir meclisleridir.”
152
Đlmiyle amel
eden âlimlerin meclislerine katılmak kalpleri cilâlandırır, parlatır, yüceltir ve kasvetini giderir.
Adamın biri Hasan(ı Basrî’ye (RA) kalbinin kasvetinden ikâyet etti. Hasan(ı Basrî
(RA) ona unları söyledi: “Kalbini zikre yakla tır. Allah(ü Teâlâ’yı (CC) zikredenler O’nu
(CC) hakkıyla bilenler ve O’nun (CC) velîleridir.” Onlar gerçek “Melik”i tanımı , meliklerdir.
O’na (CC) ko mu lar ve O (CC) da onları melik yapmı tır. Onlar âhireti görmü ve
kalplerinde dünyâ küçülmü olan kimselerdir. Onlar Hakk’ı (CC) görmü ve halk,
nazarlarında küçülmü olan kimselerdir. Gerçek izzet, eref Allah(ü Teâlâ’ya (CC) tâatte ve
günahları terk etmektedir.
Bu kalp sevdiği eylerin tamâmını terketmedikçe, her gittiği yerden kesilmedikçe,
bütün mahluklara kar ı zâhid olmadıkça sıhhat ve felah bulamaz, düzelemez. Terket ki,
terkettiğin eyden daha hayırlısı sana verilsin. Hz. Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet
olunmu tur: “Allah (CC) rızâsı için her kim bir 'eyi terkederse, Allah (CC) ona terkettiği
'eyden daha hayırlısını verir.”
Allah’ım (CC)! Kalplerimizi senin için uyandır ve senden gâfil kılma. “Bize dünyâda
da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
152
bak.: Đbn Adiy, el Kâmil, I/257, (Beyrut(1988).
41.Sohbet RÜKÜR
Sâdık olan ki i nîmete ükreder, cezâya sabreder. Emredilene sarılır, nehyedilenden
uzak durur. Kalpler bu usûlde terbiye edilir. Nîmete ükretmek nîmeti artırır. Cezâya
sabretmek cezâyı giderir ve i i kolayla tırır. Çocuklarınız veyâ diğer yakınlarınız öldüğünde,
mal mülk elden gittiğinde, maksatlar zâyi olduğunda ve halk eziyet ettiğinde sabırlı olun ki,
büyük hayır göresiniz. Kolaylığın geldiğinde ükreder, zorluğun geldiğinde de sabredersen
Mevlâ’ya (CC) gitme vâsıtaların olan “îman kanatları”n palazlanır ve kuvvetlenir. Kalbin ve
sırrın o kanatlarla Rabbinin (CC) kapısına uçar. Sabrın olmadığı halde îmanlı olduğunu nasıl
iddiâ edersin? Hz. Peygamber’in (SAV): “Beden için ba' ne ise, îman için de sabır odur”
153
dediğini i itmedin mi? Eğer sabrın yoksa, îmanının ba ı da yoktur. Bu durumda, cesede îtibar
edilmez. Eğer belâ vereni tanısaydın, belâya sabrederdin. Eğer dünyâyı tanısaydın, ona
dalmazdın.
Allah’ım (CC)! Dalâlette olanların hepsine hidâyet nasip et. Bütün âsîlerin tevbesini
kabul et. Bütün mübtelâlara sabır ihsan et. Bütün âfiyette olanlara ükür muvaffakiyeti
bağı la. (Âmin)
Birisi: “Hangisi daha iddetlidir: Havf ate i mi, evk ate i mi?” diye sordu. O
(Abdulkâdir Geylânî KSA.) öyle cevap verdi: “Mürîd için havf ate i, murâd için ise evk
ate i. Bu ba ka bir eydir, o ba ka bir ey. Pekiyi, ey soruyu soran! Bunlardan sende hangisi
var?”
Ey sebeplere güvenenler! Size fayda verecek olan tek ki idir. Size zarar verecek olan
tek ki idir. Melikiniz tektir. Sultânınız tektir. Đlâhınız tektir. Yaratıcınız tektir. Yaptığınız
eyleri sizin elinizle yapan O’dur (CC). Sizi O (CC) yarattı. Size O (CC) rızık verdi. Size
zararı da, faydayı da veren O’dur (CC). Sizi hidâyete erdiren O’dur (CC). Niçin kendiniz gibi
bir mahluka dayanıyorsunuz? Kendisine fayda da, zarar da veremeyecek olana niçin
tapıyorsunuz? Allah(ü Teâlâ’nın (CC): “Rabbi (CC) ile “likâ”yı (güzel bir sûrette
kar6ıla6mayı) umanlar sâlih amel i6lesinler ve ibâdetlerinde O’na (CC) hiçbir 6eyi ortak
ko6masınlar”
154
buyurduğunu i itmediniz mi?
Ey münâfık! Zamânın bo a gidiyor. Ey i lerini elinde tutan! Kaybediyorsun,
sermâyen gidiyor. Ho , bir kâr da göremezsin ya! Sermâyen dînindir. Sen ise onunla dünyânı
yiyorsun. Sen eğer dînini yersen, o da biter, tükenir; dînin halk için, saygı görmek için, dinar
ve dirhem için, makam ve mevki için i lediğin amellerle kaybolur gider. Sen Allah(ü
153
Deylemî, el Firdevs, hadîs no: 3840, (Beyrut(1986).
154
Kehf S. A.110.
Teâlâ’nın (CC) dü manı ve nefret ettiği bir kimsesin. Sen sıddık kulların nefret ettiği bir
kimsesin. Sen meleklerin nefret ettiği bir kimsesin. Melekler sana lânet ediyor. Ayaklarının
altındaki yeryüzü sana lânet ediyor. Üzerindeki gökkubbe sana lânet ediyor. Giydiğin elbise
sana lânet ediyor. Sen halkın da, Hâlık’ın da (CC) lânetlediği bir kimsesin. Münâfığın ate in
en a ağı yerine gireceğini bilmiyor musun? Teslim ol, müslüman ol, sonra tevbe et. Ölüm
âniden gelmeden ve seni birdenbire kapmadan önce i ini tedârik et; sonra pi man olursun da
pi manlığın sana bir fayda vermez. Ben seni tanıyorum, ama seni if â etmem mümkün değil.
Çünkü biz erîatte sana da, ba kalarına kar ı da setr etmekle emrolunduk. Fakat sözümü belli
birini kasdetmeksizin söylüyorum. Sana i âret ediyorum, ama bu i âret açık bir sûrette değil.
Seni kasdediyorum, kom usu sen anla. “Köleye sopayla vurulur, hür kimseye ise bir i âret
yeter.”
Hakk Teâlâ (CC) celvetlerinde de, halvetlerinde de insanlara ve onların kalplerine
nazar edicidir. O (CC) ancak kendisi için i lediğiniz amelleri, O’nun (CC) rızâsını isteyerek
yaptığınız amelleri kabul eder. Amellerinizde yapmacık davranmayın, süsleyip püslemeyin,
hîleye hurdaya kaçmayın. O (CC) gizliyi de, açığı da bilir. “O (CC), gözlerin hâin
bakı6larını ve göğüslerin sakladığını bilir.”
155
Đ te bu Melik’e (CC) hizmet edin; bu Hâlık’a (CC), bu Râzık’a (CC), Mün’im’e (CC)
(nîmetler bah edene) ki, sizin için güne i bir aydınlık kaynağı, ayı bir ı ık ve geceyi de
sükûnet vakti yapan O’dur (CC). Verdiği nîmetler ile sizi uyandıran O’dur (CC). O’na (CC)
ükredesiniz diye, O (CC) nîmetleri türlü türlü yaptı. O (CC) nîmetlerin sayısı hakkında da
öyle buyurdu: “Eğer Allah’ın (CC) nîmetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız.”
156
Allah(ü Teâlâ’nın (CC) nîmetini gerçek yönüyle gören kimse, onun ükrünü edâ etmekten
âciz kalır, a ırıp kalır. Bundan dolayıdır ki, Mûsâ (AS): “Đlâhî (CC)! <ükürdeki acziyetimle
sana ükrediyorum” demi tir.
Rükrünüz ne kadar az! Îtirâzınız ne kadar çok! Eğer O’nu (CC) tanısa idiniz,
O’nun (CC) huzûrunda dilleriniz ahras kesilir, konu amazdı; kalpleriniz ve bütün uzuvlarınız
her hâllerinde edepli olurdu. Bundan dolayı Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur:
“Allah’ı (CC) tanıyanın dili tutulur.”
157
Ârif dilsizdir. Esrâr hakkında O’ndan (CC) izin
almadan konu maz.
Ey oğul! Kendini, bedenini, aileni ve malını Cenâb(ı Hakk’a (CC) havâle et. Çünkü O
(CC) emâneti kaybetmez. Kalbinle O’na (CC) yürü. Sen bütün hayrı O’nun (CC) indinde
155
Gâfir S. A.19.
156
Đbrâhîm S. A.34.
157
bak.: Süyûtî, Jerhu Süneni Đbn Mâce, I/288, (Kerat i(tsz.).
bulacaksın. Hükmün ( erîatin) hakkını öde. Bu Nebîden (SAV) râzı ol ve O’na (SAV) tâbi ol.
Sonra Rabbinin (CC) huzûruna O’nun (CC) hakkındaki ilminin ve mârifetinin ayaklarıyla gir.
Kapıya varıncaya kadar dînin hükümleri ile arkada ol. Oraya ula tığında hükümleri durdur ve
O’na (CC) selâmetle ve baht saâdeti ile duâ et. Sonra sır ve mânâ evine gir. Sâlihlerden
birinin öyle dediği rivâyet olunur: “Benim için, dünyâyı davul zurna ile yemem, din ile
yememden daha sevimlidir.”
Çok yakında her biriniz tevhîdden ve irkten, nifaktan ve ihlastan ne yaptığını
görecek. O gün görenler için cehennem ortaya çıkacak! Kıyâmette olanların hepsi onu
görecek. Çok az kimse hâriç, herkes ondan korkup kaçacak. Mü’mini gördüğünde ise o
alçalacak, mü’min onu geçinceye kadar ate i sönecek. Hz. Peygamber’den (SAV) öyle
rivâyet olunmu tur: “Kıyâmet günü cehennem mü’mine 'öyle diyecek: Ey mü’min çabuk geç!
Çünkü nûrun ate'imi söndürüyor!”
158
Ona üzerinden geçmeden önce: “Çabuk ol! Geç! Đ imi
bo a çıkarma, benim seninle bir i im yok!” diye seslenecek. Onun üzerinden müslüman da,
kâfir de, itaatkâr da, âsî de geçecek. Mü’minin adımı o sırat köprüsüne bastığında cehennem
geri çekilecek, alevi sönecek ve mü’mine öyle seslenecek: “Geç! Nûrun alevimi söndürdü!”
Onun üzerinden geçenlerden bâzıları da onu görmeyecek. Cennete girdiklerinde
diyecekler ki: “Allah(ü Teâlâ (CC) ‘Sizden herkes ona (cehenneme) uğrayacak!’
159
eklinde buyurmamı mı idi? Biz onu görmedik.” Onlara denecek ki: “Siz onun üzerinden o
sönük iken geçtiniz.”
Đsyankâr, Mevlâ’sından (CC) kaçaktır. Đtaatkâr mü’min ise Mevlâ’sının hizmetinde
durur; O’nunla (CC) kar ıla acağını ve kendisinden dünyâda yaptıklarını soracağını bilir. O
hevâ ve hevesine uymayı terketmi tir; çünkü hevâ ve hevesin kendisini sapıtacağını,
kendisinin Rabbiyle (CC) çeki meyi isteyeceğini bilir. Mü’min, nefsine dü manlık ve
muhâlefet eder; çünkü onun Rabbine (CC) kar ı dü manlık beslediğini bilir. Allah(ü Teâlâ
(CC) Hz. Dâvûd’a (AS) öyle vahyetmi : “Ey Dâvûd (AS)! Hevânı terket. Hevâdan ba ka
benimle çeki en hiçbir ey yoktur.” Hakk (CC) ile sükûnet, mutluluk ve güzel edep üzere
berâber olun. Đrâdenizi O’nun (CC) irâdesine, ihtiyârınızı (tercihinizi) O’nun (CC) ihtiyârına,
hükmünüzü O’nun (CC) hükmüne, dileğinizi O’nun (CC) dileğine bırakın. “O (CC)
istediğini yapandır.”
160
“O (CC) yaptığından sorumlu tutulmaz, bilakis insanlar
158
Heysemî, Mecmau’z zevâid, VII/360.
159
Meryem S. A.71.
160
Bürûc S. A.16.
yaptıklarından sorumludurlar.”
161
O’nunla (CC) berâber olmak yırtıcı hayvanlarla ve
yılanlarla berâber olmak gibidir. Bundan dolayı sûfîler O’nunla (CC) “havf ve hazer kademi”
üzere berâber olurlar. Onların ne geceleri gecedir, ne de gündüzleri gündüzdür. Yemeleri
hastanın yemesi gibidir. Konu maları mecbûriyettendir. Hasta en az eyle doyar ve yemeğini
korkarak yer. Onun bünyesine uygun olup olmadığını bilemez. Suda boğulan kimsenin
boğulmanın tesiriyle gözleri kapanır, fakat dalgalar onu uyandırır. O kudret denizindedir.
Onlar “O (CC) istediğini yapandır” denizindedirler, “kendi istediklerini yaparlar” denizinde
değil. Dalgaların kendilerini boğmasından, ya da bâzı hayvanların musallat olup kendilerini
yemesinden korkarlar. Sâhil(i selâmete atılmayı umarlar. Rablerinin (CC) kurbiyet sarayına,
O’na (CC) münâcât ve mü âhede sarayına girmeyi dilerler.
Ey mürîd! Çalı , çünkü sen irâde sâhibi değilsin. Sâlihlerden birisine: “Neyi arzu
edersin?” diye soruldu. “Arzu etmemeyi arzu ediyorum” cevâbını verdi. Bütün mesele kadere
rızâda, irâdeyi terkte ve kalbi “mukallib”inin yâni onu çekip çevireninin önüne bırakmaktadır.
Allah’ım (CC)! Bizi senin kudretinin önüne bırakılan müslümanlardan eyle. “Bize
dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
161
Enbiyâ S. A.23.
42.Sohbet KALP KATILIĞI HAVF (ALLAH’TAN KORKMAK)
Ey oğul! Sûfîler her eyi terkettiler ve dediler ki: “Mâsivâ posa ve kabuktan ba ka
bir ey değildir.” Onlar özü istediler. Gerekli olanı gereksiz olandan ayırdılar ve özle
yetindiler. Gerekli olan Cenâb(ı Hakk’tır (CC). O’ndan (CC) gayrısı gereksizdir. Hakk (CC),
kulun talep ettiği eyde sadâkatini bilirse ona sıhhat, âfiyet ve kendisine yakınlık verir. Bu
durumda, “Allah (CC) için velâyet” gerçekle ir. Đçinde korku olmayan bir kalp, polissiz bir
memlekete, çobansız bir sürüye benzer. Böyle bir belde harap olmaya, böyle bir sürü kurtlar
tarafından yenmeye mahkûmdur. Korkusu olan mal biriktiremez. Bir yerde karar kılamaz,
sürekli dola ır. Sûfilerin yolculuklarının nihâyeti Hakk’a (CC) kurbiyet ülkesidir. Yolculuk,
kalbin yolculuğudur. Vuslat, “esrâr”ın vuslatıdır. “Esrâr” (kalp) vâsıl olursa, melik olur; diğer
uzuvlar da onun etbâı ve avanesi olur. Kalp Hakk’ın (CC) kapısına ula ınca içeri girmek için
izin ister ve öyle girer.
Đlminiz ne kadar çok ve ameliniz ne kadar az! Đlimden sâdece onu ezberleme ve
hikâyeler anlatmak için nasiplendiniz. Bunun size faydası olmaz. Bâzılarınız bu kadar, bu
kadar hadîs ezberliyor, ama onların bir harfi ile dahi amel etmiyor. Bu sizin aleyhinize bir
delildir, lehinize değil. Diyorsunuz ki: “<eyhim filan. Falanın sohbetlerine katıldım.
Filancadan okudum. Falanca âlime dedim ki…” Bütün bunlar amel olmadan hiçbir ey etmez.
Amelinde sâdık olan kimse eyhlere vedâ eder, onları geçer. Onlara i âret ederek der
ki: “Siz yerinizde oturun; ben bana rehberlik ettiğiniz hususlara eri eyim.” <eyhler kapıdır; bir
kapıya yapı ıp da evin içine geçmemen doğru olur mu? Allah(ü Teâlâ (CC) insanlara darb(ı
meseller gösterir.
Kulun akîliğinin (cehennemlik olu unun) alâmeti kalp katılığı, göz kuruluğu, uzun
emeller pe inde ko ması, elinde olanda cimrilik etmesi, emir ve nehyi küçümsemesi ve belâ
geldiğinde ho nutsuzluk göstermesidir. Bu vasıflarda birini görürseniz biliniz ki, o akîdir.
Katı kalpli olan, kimseye merhamet etmez. Sevincinde de, üzüntüsünde de gözlerinden ya
gelmez. Çünkü gözlerinin kuru olması kalbinin katılığına i ârettir. Onun kalbi nasıl katı
olmasın ki; o günah, hata, uzun emel, nasîbi olmayan eye hırs gösterme, haset etme gibi
eylerle doludur. Farz olan zekâtta cimrilik eder. Keffâretleri ödemez. Adakları yerine
getirmez. Akrabâlarını ara tırmaz. Gücü olduğu halde borcunu ödemez, aksine onu ödemeyi
uzatır veyâ inkâr eder. Hakkı hukûku yerine getirmekten ve iyilik etmekten ho lanmaz. Đ te
bütün bunlar ve benzerleri akâvet alâmetleridir.
Allah(ü Teâlâ (CC) öyle buyurmu tur: “Îman etmi6 olanların kalplerinin, Allah’ın
(CC) zikrine ve hak olarak inen 6eye kar6ı ha6yet (korku) duyma zamânı gelmedi
mi?”
162
O’nun (CC) kaderini O’nun (CC) aleyhine delil yapmayın. Çalı ın, çabalayın.
Yapı ın, isteyin. Tazarrû edin, ağlayın. O’ndan (CC) efâat isteyin, kendinizi küçük görün.
Kapıda sâbit durun, kaçmayın. Bütün i ler Allah(ü Teâlâ’nın (CC) elindedir. Îkaz eden de,
sakındıran da O’dur (CC). Uyandıran O’dur (CC), uyutan O’dur (CC). Peygamberimiz (SAV)
Cenâb(ı Hakk’ın (CC) “Ey örtüsüne bürünen!”
163
nidâsını i itince yatağından kalktı ve
i tiyaklı bir ekilde dı arı çıktı. Đ te Hakk’ın (CC) hitâbını duyan kalp de aynen böyledir; O’na
(CC) hemen icâbet eder ve O’nun (CC) talebini yerine getirmeye koyulur, O’na (CC) i tiyak
duyar. O (CC), kalpleri uyandırır ve kalplere yol gösterir. Senin bir i yapmanı istediğinde o
i i sana kolayla tırır. Bu bâtınî bir durumdur. Bu kaderdir, ilimdir. Kader üzerinde durmamız
ve onu delil göstermemiz uygun değildir. Aksine biz çalı ırız, çabalarız. Îtiraz da etmeyiz,
tembellik de.
Allah’ım (CC)! Bizi kaderinden râzı et. Belâlarına kar ı sabır ver. Nîmetlerine güzelce
ükretmeyi nasip et. Senden, bizi nîmetin tamâmına erdirmeni, âfiyetin devamlı olmasını ve
muhabbette sâbit(kadem olmayı dileriz.
Đbrâhîm b. Edhem (RA) (v. 161/777) öyle demi : “Bir geceyi ak amdan sabaha kadar
Allah(ü Teâlâ’ya (CC) türlü türlü duâlar ederek ve ağlayarak geçirdim. Sabaha doğru
gözlerim kapandı. Rüyamda Allah(ü Teâlâ’yı (CC) gördüm. Bana öyle buyurdu: ‘Ey Đbrâhîm
(RA)! Bana hiç de güzel duâ etmedin. <öyle de: Allah’ım (CC)! Kaderinden beni râzı et.
Belâna kar ı bana sabır ver. Nîmetlerine güzelce ükretmemi nasip et. Senden nîmetin
tamâmını, âfiyetin devâmını ve muhabbette sebatlı olmayı diliyorum.’ Uyandım ki, bu sözleri
tekrar ediyorum.”
Cenâb(ı Hakk’a (CC) kulluğu sapasağlam yapan kimse, halktan kurtulur ve Rabbi
(CC) ile yetinir. O’nunla (CC) berâber olmak ona yeter; ba kalarıyla olmaya ihtiyaç duymaz.
Hz. Peygamber (SAV) ona yeter; ba ka bir eye ihtiyaç duymaz. Aksine diğerleri ona muhtaç
olur.
Sûfîler, Allah(ü Teâlâ’dan (CC) kendisinden ba ka bir ey istemezler. Onlar nîmet
bah edeni isterler, nîmeti değil. Hâlık’ı (CC) isterler, halkı değil. Yemekten, içmekten
giyinmekten, nikahtan ve dünyâya meyletmekten kaçmı lardır. O’na (CC) kaçmı lardır. Onlar
sırf O’nun (CC) rızâsı için ibâdet ederler, nefsin azığı ve ziyâfet evi değil. Derler ki: “Zahmeti
ne yapalım? Biz rahmet istiyoruz. Biz mahbub ile zahmetsiz halvet istiyoruz.” Sen hiç yemek,
içmek veyâ ba ka bir ihtiyâcını gidermek için dola an misâfir gördün mü? Muhabbet
162
Hadîd S. A.16.
163
Müddessir S. A.1.
iddiâsındasın ve uyuyorsun! Đnsan ya muhibdir, ya da mahbubdur. Eğer sen muhib isen,
muhib nasıl uyur? Eğer sen mahbub isen, ey iddiâcı, muhib senin misâfirindir! Haberiniz yok!
Yakında O’nun (CC) haberini alırsınız. Hemen veyâ daha sonra, iddiânızın kar ılığını
göreceksiniz.
Ey âlimler! Ey ilim öğrenenler! Đlim maksat değildir, maksat ilmin meyvesidir.
Meyvesi olmayan ağacın ne faydası olur? Đlmin meyvesi ancak amel ve ihlastır. Kitap ve
Sünnet araçtır; onlarla amel edilir, i yapılır. Kendisiyle i yapılmazsa âlet nasıl faydalı olur?
Sanatkâr, bir i yaptıktan ve yorulduktan sonra onun ecrini kazanır.
Dünyâ sofrasını, varlığı ve halktan geçinceye kadar sana konu ma hakkı yok! Ondan
geçtiğin zaman her ey sana ayan beyan olunur, ke folunur, erholunur. Allah(ü Teâlâ (CC)
öyle buyurmu tur: “Allah’a (CC) kar6ı takvâ sâhibi olun ki, O (CC) size ilim
öğretsin.”
164
Yine öyle buyurmu tur. “Allah’a kar6ı takvâ sâhibi olan ki6iye O (CC) bir
çıkı6 yolu yapar ve onu ummadığı yerden rızıklandırır.”
165
Takvâ her hayrın ba ıdır; dünyânın, hikmetin, ilmin, kalp ve sır safâsının geli
sebebidir. Tavkâ sâhibi olun ve sabredin. Îmânın ba ı sabır ve vücûdu ameldir. Bundan dolayı
Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Beden için ba' ne ise, îman için de sabır odur.”
166
Bütün ameller, Allah(ü Teâlâ’nın (CC) takdîrinin altında ancak sabır ile tamamlanır. Sabırlı
olun, sebâtlı olun, vera sâhibi olun. Halvette de, celvette de vera sâhibi olun. Ba kalarının
kısmetine kar ı zâhid olun, kendi kısmetlerinizden de yüzçevirin.
Sen dîne mukâbil makam(mevki elde ediyorsun. Sen kendine gelirler, dinarlar,
elbiseler, evler, kom ular, âhinler, hizmetçiler biriktiriyorsun. Bunların hepsi bo bir
hevestir. Yakında onlardan ayrılacaksın. Rabbine (CC) dön. Gittiğin yanlı yoldan dön. Bâtılı,
karı ıklığı, deliliği bırak. Ba kasına terkedeceğin eyi nasıl toplarsın! Oysa onun hesâbını
yalnız vereceksin! Topladığın eylerin sana zerre kadar faydası yok. Ondan senin eline, onun
isbâtından, hesâbından, korkusundan, kaybolmasından ve pi manlıktan ba ka bir ey
geçmeyecek. Aklın yok! Benden akıl satın al. Benim kar ıma geç ve öğüdümü dinle. Ben
senin bilmediğini biliyorum. Ve âhiretle ilgili senin görmediğini görüyorum.
Yazık sizlere! Sâlih amel, sizi kabirde azaptan kurtaracak ameldir. Hz.
Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet olunmu tur: “Mü’min kabre konulduğu zaman, sadakası
ba'ında oturur, namazı sağında oturur, orucu solunda oturur, sabrı ayaklarında oturur. Azap
ba'ı tarafından gelir; sadakası der ki: ‘Benden sana geçit yok.’ Sağ tarafından gelir; namazı
164
Bakara S. A.282.
165
Talâk S. A.2(3.
166 Deylemî, el(Firdevs, hadîs no: 3840.
der ki: ‘Benden sana geçit yok.’ Sol tarafından gelir; orucu der ki: ‘Benden sana geçit yok.’
Sabrı der ki: ‘Ben de burada hazırım, ihtiyaç durumunda ben de yardıma hazırım’.”
167
Ey cemâat! Îmânınızı zayıf hissettiğiniz anda fakirlerle kendinizi e it tutun ve onlara
îsârda bulunun yâni ihtiyaç ânında onları kendinize tercih edin. Îmanın kuvvetli olduğu
anlarda da onlara yardım edin ve tebessümle yine îsârda bulunun. Fakirleri atâ ve ihsanla
kar ılayın veyâ elinizde bir ey yoksa onları güzel bir sûrette geri çevirin. Hz. Peygamber’den
(SAV) öyle rivâyet olunmu tur: “Dilenci, Allah ü Teâlâ’nın (CC) kuluna hediyesidir.”
168
Yazık sizlere! Allah’ın (CC) hediyesini kerih görüyorsunuz, reddediyorsunuz ve
kabul etmiyorsunuz. Yakında cezânızı görürsünüz. Fakirlik size gelecek, zenginliğinizi alacak
ve onun yerine geçecek. Hastalık gelecek, âfiyetinizi bozacak ve onun yerine oturacak.
Rabbinizin (CC) dilenciye vermeniz için size bah ettiği önemli nîmetleri hiç
hatırlamıyorsunuz. Mü’min bilir ki, Rabbi (CC) dilenciyi kendisine, elindeki nîmetlerden bir
eyler versin diye göndermi tir. Ve o, dilenciye bir eyler verdiği zaman, ona en güzel bir
sûrette ikram eder ve onun kendisine gönderilmesini kabul eder. Ona dünyevî ve uhrevî
nîmetlerden bol bol, çokça ve en güzel bir ekilde verir.
Ey dünyâ i6leri pe6inde ko6anlar! Makam ve mevki için sultanlara, emirlere ve
zenginlere gidin; bu hususta “Meliklerin meliki”ne gitmeyin. O (CC) zenginlerin en
zenginidir ve hiçbir zaman ölmez. Hiçbir zaman fakir olmaz. O’na (CC) bir borç verdiğin
zaman, onun kar ılığını kat kat verir. Dünyâda bir dirhemine kar ılık on dirhem verir. Âhirette
de eksiksiz sevâbını verir. Dünyâda bereket, âhirette de sevâp verir. O’nun (CC): “Allah (CC)
size onun (infâkınızın, sadakanızın) devâmını nasip eder”
169
buyurduğunu i itmedin mi?
Allah’ım (CC)! Seninle alı (veri yapmakla bizi rızıklandır. Sana hizmetimizi güzel
yapmayı nasip et. Bütün hizmetlerle birlikte senin kapında durmayı bize nasip et. “Bize
dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
167
Đbn Hıbbân, es Sahîh, hadîs no: 3113.
168
Hindî, Kenzü’l ummâl, hadîs no: 16078.
169
Sebe S. A.39.
43.Sohbet KIYAMET GÜNÜNE HAZIRLANMAK
Hz. Peygamber’in (SAV) öyle söylediği rivâyet edilmi tir: “Cebrâil (AS) bana dedi
ki: ‘Allah (CC), kullarından ancak merhamet ile davrananlara merhamet eder’.”
170
“Yeryüzündekilere merhamet et ki, gökyüzündekiler de sana merhamet etsin!”
171
Ey Rabbinden (CC) rahmet isteyen ki6i! Onun değerini bir ölç. Zîrâ o u an senin
elinde. Onun değeri nedir? Rabbinin (CC) rahmetinin değeri, senin O’nun (CC) yarattıklarına
kar ı merhamet göstermen, efkatli davranman ve onlara kar ı niyetini düzeltmendir. Sen
istediğin eye kar ılık ortaya bir ey koymuyorsun. Ücreti ver, malı al! Yazıklar olsun sana ki,
Allah’ı (CC) bildiğini söylüyorsun da, O’nun (CC) yarattıklarına merhamet etmiyorsun!. Sen
iddianda yalancısın… Ârif(billah olan kimse O’nun (CC) yarattıklarına ilim yönünden
merhamet eder; topluluklara da hüküm ( erîat) cihetinden merhamet eder. Hüküm ayırır. Đlim
ise bir araya getirir.
Allah(ü Teâlâ (CC) öyle buyurmu tur: “Evlere kapılarından girin.”
172
Sâdık ve
ilmiyle amel eden eyhler Cenâb(ı Hakk’ın (CC) kapıları ve O’nun (CC) kurbiyetinin
“yolları”dır. Onlar Nebîlerin (AS) ve Peygamberlerin (AS) vârisleri ve nâipleridir,
vekilleridir. Onlar Cenâb(ı Hakk’ın (CC) “müferrid”leri
173
ve dâvetçileridir. Onlar O’nunla
(CC) halkı arasındaki elçilerdir. Onlar “din doktorları”, “hak öğretmenleri”dir. Onları kabul
edin ve onlara hizmet edin. Câhil nefislerinizi onların emir ve nehiylerine teslim edin.
Rızıklar Allah(ü Teâlâ’nın (CC) elindedir. Bedenin rızkı, kalbin rızkı, esrârın rızkı…
bütün bunları O’ndan (CC) isteyin, ba kasından değil. Bedenin rızkı yemek ve içmektir.
Kalbin rızkı tevhîddir. Esrârın rızkı ise “hafî” (sessiz, gizli) zikirdir. Mücâhede ile, ona bir
eyler emredip, bir eylerden nehyederek ve riyâzat ederek nefislerinize merhamet edin.
Mârûfu (doğruyu) emrederek, münkerden (yanlı tan) nehyederek, onlara nasîhat ederken
samîmi davranmak sûretiyle, ellerinden tutup Hakk’ın (CC) kapısına getirmek sûretiyle halka
merhamet edin.
Rahmet, merhamet mü’minin sıfatlarındandır. Katılık ise kâfirlerin sıfatlarındandır.
Size gelmeyene siz ula ın. Sizi mahrum edene siz verin. Size zulmedeni siz affedin. Eğer
böyle yaparsanız ipleriniz Allah’ın (CC) ipine ula ır. O’nun (CC) sâhip olduklarına siz sâhip
değilsiniz. Zîrâ bu ahlak Cenâb(ı Hakk’ın (CC) ahlâkıdır.
170
Aclûnî, Ke'fü’l hafâ, I/194 (no: 654).
171
Aclûnî, Ke'fü’l hafâ, I/97(98 (no: 314).
172
Bakara S. A.189.
173
Müferrid: Hakk’a (CC) ibâdet ve itâat etmede öncü ki iler.
Münâcât ve mânevî ziyâfet evi olan mescitlere çağıran müezzinlere icâbet edin.
Onlara icâbet edin ki, kurtulu ile, onların indindeki gerçek alı (veri ile kar ıla asınız. Eğer
O’nun (CC) dâvetine icâbet ederseniz, O (CC) sizi evine alır, size kar ılık verir, yakınla tırır,
mârifeti ve ilmi öğretir. Yanında olanı size gösterir. Bedeninizi süsler. Kalplerinizi temizler.
Sırlarınızı tertemiz eder. Doğru yolu size ilham eder. Sizi kar ısına oturtur ve kalplerinizi
kurbiyet evine ula tırır. O (CC) eve girmeniz için sizi çağırır. O (CC) kerîmdir. Eğer O’nun
(CC) dâvetini kabul eder ve O’na (CC) duâyı hafife almazsanız size kar ılık verir. Size lutuf
ve ihsanda bulunur. Size “hil’at” (makam elbisesi) giydirir. Allah(ü Teâlâ (CC) öyle
buyurmu tur: “Đyiliğin kar6ılığı iyilik değil midir?”
174
Ameli güzel yaparsanız sevâbı da
güzel olur. Hz. Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet olunmu tur: “Nasıl muâmele edersen öyle
muâmele görürsün.”
175
Ve yine: “Bulunduğunuz hâle göre idâre edilirsiniz”
176
buyurmu tur.
Amelleriniz kendi amellerinizdir.
Dünyâda, ibret alan ve iffet sâhibi olan zâhidlerin kalpleri ile ya ayın. Onda vatan
tutmayın. O ne vatan yeridir, ne de makam yeridir. Asıl vatan ve son makam vardır. Bu dünyâ
âhirete göre zindandır. Bundan dolayı Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Dünyâ
mü’minin zindanıdır.”
177
Mü’min, dünyâda nîmetler içerisinde binsene ya asa bile yine de
dünyâ mü’minin zindanıdır. Onun kurtulu u, sevinci, ho luğu, sevâbı, devleti, emir ve nehyi
ve rahatlığı ise ancak âhirettir.
Âlim ve sıddık ârife gelince, o sevâbını âhiretten önce dünyâda alır. O Rabbine (CC)
yakınla mı tır. O yaratılmamı olmayı temennî eder. Kıyâmeti de, cenneti de zahmet olarak
görür. Kıyâmet günü sakladığı sırların ortaya çıktığını görür. Zîrâ o gün sırlar ekil kazanır.
O, kabrinden kalktığını ve üzerinde zînetli elbiseler olduğunu görür. Onu gılmanlar ve
merâsimciler kar ılıyordur. Fakat onun kalbi bunlara kar ı ebediyyen zâhiddir. Rabbini (CC)
görmenin yanında, zahmet olarak gördüğü için bunlardan ho lanmaz. O nîmet vereni sever,
nîmeti değil. O Rabbinin (CC) huzûruna sır kapısından girmeyi sever, merâsim ile girmeyi
değil. Cennette olmaktan ho lanmaz. Zîrâ oradaki nîmetlere aldanarak deği ebilir. Ayrıca,
Allah’ı (CC) seven ki i O’ndan (CC) ba ka her eyi terk eder. Hattâ o, oraya bağlanmasın,
oraya aldanmasın, adımları Rabinden geri durmasın, ba ka eyle me gul olmasın diye cenneti
görmemeyi temennî eder.
174
Rahmân S. A.60.
175
Deylemî, el Firdevs, hadîs no: 2203.
176
Deylemî, el Firdevs, hadîs no: 4918.
177
Müslim, es Sahîh, “ez(Zühd ve ve’r(Rakâik” hadîs no: 2965.
Allah(ü Teâlâ’yı (CC) âhiretten önce dünyâda tanıyamayanlar! Sizlerden dolayı vâh
yangınlarım ve vâh ate lerim! Ve O’nun (CC) kurbiyetinin nesîmini, rüzgârını koklayanlar!
Ve O’nun (CC) fazîlet, üstünlük yemeğini yeyip, ünsiyet arabını içenler! Size daha ne kadar
nidâ edeceğim, ey münâfıklar? Sizler duymuyorsunuz ki… Yarın derinden duyacaksınız ama
icâbet edemeyeceksiniz. Ne kadar uzaktasınız! Ve size ne kadar da uzaktan sesleniliyor!
Sesiniz yerin dibinden geliyor; kurbiyet kalesinden değil, iyilik sâhilinden değil. Bütün
i leriniz mîdeniz, ehvetiniz, bedenleriniz ve bütün dünyânız. Bütün bunların hepsi pisliktir,
kirdir.
Açlık, Allah(ü Teâlâ’nın (CC) yeryüzündeki yemeğidir: Sıddıkların karnı onunla
doyar. Ey fakirlikten korkanlar! Asıl fakirlik fakirlikten korkmaktır. Zenginlik ise Allah(ü
Teâlâ (CC) ile O’nun (CC) dı ındaki her eyden zengin olmaktır: Dirhem ve dinar zenginliği
zenginlik değildir.
Ey oğul! Nefsinin kıyâmetini kopart. Tefekkür ayaklarınla cehenneme ve cennete gir.
Onlara îman ve yakîn gözlerinle bak. Mü’min, fikri ve nazarı düzelinceye kadar amel
i lemekten geri durmaz. Fikri ve nazarı düzeldiği zaman kıyâmeti kopmu demektir. Rabbinin
(CC) huzûrunda dirilir, ayağa kalkar; amel defterinin sayfalarını okumaya ba lar, iyiliklerini
ve kötülüklerini görür. Kötülüklerinin iyiliklerinden fazla olduğunu görür. Cehenneme
girmeyi haketmi tir. Sırattan geçmesi gerekir. Onun üzerinden havf u recâ ile, helâk olma,
cehenneme dü me duyguları ile geçer. Đ te o bu halde iken, Allah(ü Teâlâ (CC) ona rahmetini
yeti tirir ve onun kendisine bırakılmasını emreder. Ayaklarının altındaki sırat geni letilir,
cehennemin alevi rahmet suyu ile söndürülür. Hattâ cehennem ona öyle der: “Geç, ey
mü’min! Nûrun alevimi söndürdü.”
178
Đ te mü’min bütün bunları tefekkür eder, dü ünür, enine
boyuna değerlendirir. Kesin bir kanaate sâhip oluncaya kadar bunları tefekkür etmekten geri
durmaz.
Size açıkladığım bu, nasiplerinizin pe inden ko ma meselesini dü ünmekten geri
durmayın. Nasiplerin pe inden ko mayın, bırakın onlar sizin pe inizden ko sun. Bu benim
tecrübe ettiğim, gözlerimle gördüğüm bir eydir. Bunu, bu “yol”a girmi olan ve bu yolu
deneyen benden ba ka kimseler de görmü tür. Acele etmeyin; nasiplerinizi kaybetmezsiniz.
Hz. Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet olunmu tur: “Hiç kimse rızkını tamamlamadan
dünyâdan göçmez. O halde Allah ü Teâlâ’ya (CC) kar'ı takvâ sâhibi olun ve isteklerinizi
178
Heysemî, Mecmau’z zevâid, 7/360.
güzelle'tirin.”
179
Yava olun, hırslanmayın, bo a yorulmayın, sebatlı olun. Đsteklerinize kar ı
i te böyle olun.
Eğer hükümdarların kapısından yüzçevirirsen Allah(ü Teâlâ (CC) sana hiç
kapanmayan bir kapıyı açar: Sır kapısı, bâtın kapısı… Bu kapıyı sana hiçbir kuvvetin, gücün
ve tahmînin olmadan açıverir.
Mü’min, Rabbinin (CC) kapısını hedef edinmek sûretiyle, nefsinin hevâ ve heves evini
terkeder. O bu durumda iken, nefsinin, malının, ailesinin âfetleri onun yoluna durur. O a ırıp
kalır. Günahlarına, Rabbinin (CC) erîatinin hudutlarını yırttığı kötü ahlâkına geri döner.
Sonra bütün bunlardan tevbe eder, “niçin”i ve “nasıl”ı terkeder. Münâzaadan, iddiâcılıktan
bâtınen ve zâhiren hiç konu maz olur. Teslim olur, kendini bırakır, müdâfaa etmez.
Onun önündeki o set, onun hareketiyle, çalı ıp çabalamasıyla değil, ancak Rabbinin
(CC) ona yardımı ile açılabilir. Bütün i i O’nu (CC) zikretmek, O’na (CC) dönmek,
günahlarını dü ünmek, onlara istiğfar etmek ve nefsini kötülemek olur. Bu durumdan çıkınca,
Rabbinin (CC) kaderine geri döner. Der ki: “Allah(ü Teâlâ’nın (CC) benim hakkımdaki kaderi
ve kazâsı deği mez yazıdır.” Dil ile değil, kalben teslim olur, tefvîz eder, her eyi Allah(ü
Teâlâ’ya (CC) bırakır. Bu halde iken, kapalı olan gözlerini açar, bakar ki, o set gitmi , kapı
açılmı . Artık, âfet yerine nîmet gelmi tir; darlık yerine geni lik; hastalık yerine âfiyet;
yokluk yerine mülk… Bütün bunları Allah(ü Teâlâ’nın (CC) u buyruğu desteklemektedir:
“Allah’a (CC) kar6ı takvâ sâhibi olan ki6iye O (CC) bir çıkı6 yolu yapar ve onu
ummadığı yerden rızıklandırır.”
180
Böyle bir kul yine de nîmete ükretmekten geri durmaz. Kalbinin adımlarıyla Rabbine
(CC) ula ıncaya kadar, belâlara muvâfakat göstermekten, hatâları ve günahları îtiraf etmekten,
nefsini kınamaktan geri durmaz. Rabbinin (CC) kapısına ula ıncaya kadar iyiliklerle,
günahlardan tevbe ile adım atmaktan geri durmaz. Oraya vardığında ise, gözlerin görmediği,
kulakların i itmediği ve hiçbir be erin kalbine gelmeyen eyi görür.
Kulun kalbi Rabbine (CC) vâsıl olduğunda tevbesi kesilir, iyilikler ve kötülükler,
ükür ve sabır, yorgunluk ve rahatlık biter: Nasıl ki, misâfir, gideceği yere varınca adımları
biter ve sohbete, mü âhedeye, konu maya katılır ve sırlara vâkıf olur, i te öyle… Muhib
mahbûbuna ula tığında yorgunluk kalır mı? Yorgunluk rahata döner; uzaklık yakına, gaybet
huzûra, duyma gözle görmeye… Mahbûbunun sırlarına muttalî olur. Mahbûbu ona evini
gezdirir. Hazînelerinin kapısını ona açar. Yataklarında onu istirahat ettirir. Siz de böyle
179
Hâkim en(Nîsâbûrî, el Müstedrek, II/4, (Halep(tsz).
180
Talâk S. A.2(3.
yapmıyor musunuz? Allah(ü Teâlâ (CC) insanlara misaller verir. Ehl(i i âret olan i âretten
anlar.
Ey “huzurda duran kalp” ile ibâdet etmeyen âbid! Senin durumun gözleri bağlı
olup da değirmen ta ı çeviren devenin durumuna benziyor. O fersahlarca yol aldığını
zanneder de, aslında yerinden ayrılmamı tır. Yazık sana! Namazında ayakta duruyorsun,
oturuyorsun, namazında acıkıyorsun, susuyorsun: Zerrece ihlas ve tevhid olmayan namazın
sana ne faydası olur? Eline yorgunluktan ba ka bir ey geçmez. Namaz kılıyorsun, oruç
tutuyorsun, ama kalp gözün insanların evlerinde, ceplerinde ve sofralarında!… Onların sana
hediyeler getirmesini bekliyorsun. Đbâdetini gösteriyorsun, orucunu ve mücâhedeni
bildiriyorsun. Ey halkı 6irk ko6an! Sen hiçbir eye sâhip değilsin. <irkinden dön. Ey
münâfık! Ey mürâî! Ey ruhânî ve rabbânî sıddıkların saflarından geride duran! Sen
benim sizin ka ağınız, körüğünüz ve zâbıta memurunuz olduğumu bilmiyor musun?
Đddiâlarınızın isbâtını isterim! Hz. Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet olunmu tur: “Eğer
iddiâları insanlara bırakılsa idi, herkes diğerinin kanının helâl olduğunu iddiâ ederdi; fakat
dâvâcıya isbat, dâvâlıya ise yemin dü'er.”
181
Ne kadar çok konu uyorsun; buna kar ılık fiilin de ne kadar az! Gittiğin yoldan dön.
“Allah’ı (CC) tanıyan kimsenin dili tutulur.”
182
Kalbi konu ur. Sırrı safâ bulur. Yüksek
derecelere ula ır. Rabbine (CC) ünsiyet kazanır, O’nunla (CC) rahata erer. Bütün ihtiyaçlarını
O’nunla (CC) giderir.
Ey kalp ate6i! Serin ve selâmetli ol. Ey kalp! Öyle bir güne hazırlan ki, o gün yeryüzü
ve dağlar yürür, yeryüzü içindekileri ortaya çıkarır. Đ te, asıl “erkek adam” o gün îmân, yakîn,
Mevlâ’sına (CC) olan tevekkül, muhabbet ve i tiyâk ayaklarıyla, âhiretten önce dünyâda elde
etmi olduğu mârifet ayaklarıyla sapasağlam durur. O gün sebep ve halk dağları gider,
müsebbib ve Hâlık (CC) kalır. Sûret ve zâhir melikleri gider, kaybolur; bâtın melikleri ortaya
çıkarlar. Onlar kıyâmet günü, o deği ip dönü me gününde sapasağlam ayakta kalırlar. <u
dağları görüyorsunuz da onların gücüne, kuvvetine, sağlamlığına, dimdik ayakta duru una
hayran kalıyorsunuz ya, i te onlar o gün çırpılmı pamuk gibi olacak. Yerlerinden kökleriyle
birlikte sökülecekler. Azametleri kaybolacak, bulutlardan daha hızlı kayıp gidecekler.
Gökyüzü eriyecek, erimi bakır gibi olacak. Göğün ve yerin vasıfları deği ecek. Dünyâ
nöbeti, ahkâm nöbeti, ameller nöbeti, ekim nöbeti ve teklif nöbeti sona erecek. Âhiret nöbeti,
181
Müslim, es Sahîh, “Akdıye” hadîs no: 1711.
182
Süyûtî, Jerhu Sünen i Đbn Mâce, I/288.
kudret nöbeti, amellerin mükâfâtlandırılması nöbeti, hasat nöbeti, külfetten kurtulma nöbeti,
her iyilik sâhibine iyiliğinin kar ılığının verilmesi nöbeti ba layacak.
Allah’ım (CC)! O gün kalplerimize ve uzuvlarımıza sebat ihsan et. “Bize dünyâda
da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
44.Sohbet GÜZEL AHLAK
Hz. Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet edilmi tir: “Đnsanlar arasına güzel huylarla
karı'ın ki, öldüğünüzde size rahmet okusunlar.”
183
Böyle yaparsanız, onlarla birlikte
ya adığınız zaman da onlar size kar ı muhabbet beslerler. Bu vasiyeti duyun! Onu can
kulağınıza küpe edin, sakın unutmayın! Bu söz size sevâbı çok ve en kolay i i bildiriyor.
Güzel huy ne güzeldir! Sâhibine de ba kalarına da rahatlıktır. Kötü huy ne çirkindir! Sâhibine
yük, ba kalarına da eziyettir. Mü’mine yakı an, nasıl ki, diğer bütün tâatler için nefsiyle
mücâhede ediyorsa, öylece, huylarını güzelle tirme ve güzel huylarla bezenmek uğrunda da
onunla mücâhede etmektir.
Nefsin özelliği kibir, gazap ve insanları tahkir etmektir. Mutmain oluncaya kadar
onunla mücâhede edin. Nefis mutmain olunca tevâzu sâhibi olur, zillet sâhibi olur, huyları
güzelle ir, ölçüsünü bilir, ba kalarına tahammül gösterir. Mücâhededen önce o bir
“Firavun”dur. Ne mutlu, nefsini bilen, ona dü manlık ve muhâlefet eden kimseye! Onu
zevklerinden mahrum edin, haklarını bildirin ki, zillet göstersin ve huyları güzelle sin. Onu
tefekkür kabzasına alın ve cennete ve cehenneme sokun. Tâ ki, oraları görsün de zillet sâhibi
olsun ve huyları güzelle sin.
Kıyâmeti dü ünün. Kıyâmetiniz kopmadan önce kendi kıyâmetinizi koparın. Kıyâmet
günü bir kısım insanlar için düğün iken, bir kısmı için gam olacaktır. Bir kısım insanlar için
düğün, bir kısım insanlar için mâtem olacaktır. O gün sâlihlerin bayramı olacaktır. O gün
onların üzerinde süsleri ve zînetleri olacaktır. Gılmanlar ve tanıdıkları onlara görünecektir.
Amelleri sûret kazanacak, amellerinin nurları onların yüzlerini aydınlatacak.
Ey oğul! Eğer sen Rabbinden (CC) bir eyler bekliyor ve O’nu (CC) istiyor isen, bana
yapı ve benim vereceğim bir hırkaya ve bir lokmaya râzı ol. Senden istediğim hizmetleri
yerine getir. Sözlerime muhâlefet etme. Eğer böyle yaparsan na âlâ, aksi halde benden uzak
dur. Bu tarîkat nefisle, hevâ ve hevesle, halkı görerek girilecek yol değildir. Durum sana
açıklandı; istiyorsan kabul et, aksi halde sen bilirsin. Eğer kabul edersen, Allah(ü Teâlâ’dan
(CC) sana bol bol hayır vermesini dilerim. Bana uy; açlık ve fakirlik husûsunda korkun
olmasın. Emin ol ki, istediğinden ba ka bir ey olmayacak ve hayırdan ba ka bir ey
olmayacak.
Ben küçükken bo arazilerde yalnız kalırdım ve kimseyi görmediğim halde öyle bir
ses i itirdim: “Ey mübârek! Sen hayırlı birisin ve hayır göreceksin.” Kalkar çevremde
183
Tirmizî, “Birr” hadîs no: 54.
dola ırdım, ama bu sesin kimden geldiğini bilemezdim. Allah’a (CC) hamd olsun ki, bütün
ahvâlimde hayır ve bereket gördüm.
Allah(ü Teâlâ’nın (CC) nice kulları vardır ki, bir eye “ol” derler, o da hemen oluverir,
ama onlar farkedilmezler. Onları gördüğünüzde tanımazsınız. Onların yüzüne kar ı kapıları
kapatırsınız. Keselerinizi ve elbiselerinizi onlardan çekersiniz. Yazık size! Eğer kapılarınızı
fakirlere kapatırsanız, Allah(ü Teâlâ (CC) da size kapatır. Eğer kapılarınızı onlara açarsanız,
Allah(ü Teâlâ (CC) da size açar. Eğer halkın ho nutluğu için infak ederseniz i leriniz zorla ır.
Đnfak edin, cimrilik etmeyin. Allah(ü Teâlâ (CC) öyle buyurmu tur: “Reytan sizi fakirlikle
korkutur ve fuh6iyâtı (âdîlikleri) emreder.”
184
Oysa Allah(ü Teâlâ (CC) infak mukâbilinde
size bu i in devâmını vaadetmi tir: “Allah (CC) size onun (infâkınızın, sadakanızın)
devâmını nasip eder.”
185
Yazık sana! Müslüman olduğunu iddiâ ediyorsun, ama Hz. Peygamber’e (SAV)
muhâlefet ediyorsun; onun dîni hakkında hevâ ve hevesinden geldiği gibi konu uyorsun.
Müslümanlığında yalancısın. Sen tâbi değil, mübtedîsin, bid’atçinin birisin. Muvâfık değil,
muhâlif birisin. Hz. Peygamber’in (SAV): “Tâbi olun, bid’atçilik yapmayın: Bu size
yeter…”
186
buyurduğunu i itmedin mi? Yine buyurmu tur ki: “Sizi tertemiz, apaçık bir yol
üzere bıraktım.”
187
Onu reddediyorsun, O’nun (SAV) sözüne muhâlefet ediyorsun ve O’na
(SAV) tâbi olduğunu iddiâ ediyorsun. Sende bir kerâmet (iyilik) yok. Ben sana gerçeği
söylüyorum. Đstersen gelirsin, istemezsen gelmezsin. Đstersen översin, istersen zemmedersin.
Allah(ü Teâlâ (CC) öyle buyurmu tur: “De ki: Rabbin (CC) katından hak geldi. Đsteyen
inansın, istemeyen inanmasın.”
188
Benim sözlerimden ancak deccal, hîlebaz ve iddiâcı
münâfık kaçar; hevâsına binmi , nefsinin her isteğine uyan, Allah’ın (CC) kitâbına ve
Resûlünün (SAV) sünnetine muhâlif, gerçeğe buğzeden, bâtılı seven, Mevlâ’sına (CC)
yakınla mak için kalbinin adımları olmayan kimse kaçar.
Ey oğul! Töhmet etmeden, kalbinle duy ve bak… bak ki, ne acâip eyler göreceksin!
Sûfîler hakkında töhmette bulunma. Onları tasdik et. Onlara “niçinsiz” ve “nasılsız”
muvâfakat et. Seni sohbetlerine alırlar. Hizmetinden memnun kalırlar. Kendilerine inen
nîmetlerden ve güzelliklerden, semâdan sıddıkların kalplerine inen eylerden ve gece ve
gündüz onların sırlarına inen “mevârid”den
189
sana da pay ayırırlar. Eğer onların senin
184
Bakara S. A.268.
185
Sebe S. A.39.
186
Heysemî, Mecmau’z zevâid, I/181.
187
Zebîdî, Đthâfü’sâde, I/182.
188
Kehf S. A.29.
189
“Mevârid” “vârid” “vâridât”: Cenâb(ı Hakk’tan (CC) sûfînin kalbine gelen ilhamlar ve tecellîler.
hizmetinden memnun olmalarını istiyorsan zâhirini de, bâtınını da temizle ve onların
huzûrunda dur. Kalbini bid’atten temizle. Zîrâ sûfîlerin îtikâdı Nebîlerin (AS), Resûllerin
(AS) ve sıddıkların îtikâdıdır. Onlar selef inancındadırlar. Mezhepleri âcizlerin, ezilmi lerin
mezhebidir. Onlar öyle bir îtikat sâhibidirler ki, o îtikatlarına töhmetten münezzeh olan iki
âdil âhit âhitlik eder: Allah(ü Teâlâ’nın (CC) Kitabı ve Nebîsinin (SAV) sünneti.
Ey sûfîler! Ne kendinize, ne de ba kalarına zulmedin. Zulüm memleketleri harap
eder. Asılları söker atar. Kalpleri ve yüzleri karartır. Rızkı daraltır. Zulmetmeyin; kıyâmet
bizim içindir, o mutlakâ kopacak. Gelecek olan her ey yakındır. Bizim bir yaratıcımız var:
Bizi kar ısına alacak ve hesâba çekecek, münâka aya çekecek, azdan ve çoktan sorguya
çekecek, zerrelerimizi dahi sorgulayacak. Ben size sâdece bir nasîhatçiyim. Nasîhatime kar ı
sizden bir ücret de istemiyorum.
Ribâya (fâize) yakla mayın: Rabbinize (CC) kar ı harp îlan etmi olursunuz ve
mallarınızdan bereket kalkar. Dinarı dinara kar ılık borç verin. Fakire borç verip daha sonra
onu Allah (CC) rızâsı için helâl edebilecek olan kimse öyle yapsın. Öyle yapanlar iki kere
sevinç duyarlar: 1 Borç verdikleri zaman, 2 Onu helâl ettikleri zaman. Rabbinize (CC)
güvenerek ve dayanarak böyle yapın. Yaratan, sâbit(kadem kılan ve mübârek eden O’dur
(CC).
Dilenciyi bir ey vermeden göndermemeye çalı ın, aksine, elde olan eylerden verin.
Az da olsa bi eyler vermek onu mahrum etmekten hayırlıdır. Eğer bir ey bulamazsanız, onu
azarlamayın, yumu ak sözle onu gönderin, onu kırmayın.
Dünyâ her yönüyle gelip geçicidir. Gece ve gündüzün deği mesiyle gelip gider. Ölen
herkesin kıyâmeti kopmu ve o lehindeki ve aleyhindeki eyleri bilmi demektir. Her eyin bir
sonu vardır: Âfiyetin de, belânın da. Hayrın da, errin de. Zenginliğin de, fakirliğin de.
Hayâtın da, ölümün de. Đzzetin de, zilletin de. Bütün bunlar birbirine zıt eylerdir. Biri gelir,
öbürü gider. Ölüm ise her eyin sonuncusudur.
Ârif bir mü’min ba gözlerini kapatınca kalp gözleri açılır: Halkı oldukları gibi görür.
Kalp gözünü kapatınca sır gözleri açılır: Cenâb(ı Hakk’ı (CC) ve O’nun (CC) halk üzerindeki
tasarrufunu görür. Hâlık (CC) gelince halk gider. Âhiret gelince dünyâ gider. Sıdk gelince
yalan gider. Đhlas gelince irk gider. Îman gelince nifak gider. Her eyin bir zıddı vardır.
Akıllı ki i sonuca bakar. Dünyânın zâhirine ve süsüne bakmayın. Zîrâ o yakın bir zamanda
gidecek, kaybolacak. Önce siz yok olacaksınız, sonra da sizden sonrakiler.
O’ndan (CC) size gelen âfetler sebebiyle Rabbinizin (CC) sohbetinden kaçmayın.
Sizin menfaatinizi O (CC) sizden daha iyi bilir. Đyilik, kerih görülen eylerde dürülmü tür.
Akıllı ve edepli olun. Sıddıkların kalplerine âfetler gelir de, onların kalpleri o âfetlere teslim
olur, onları ikiye katlar. Allah(ü Teâlâ’ya (CC) dayanmı olan kimseler o âfetleri kucaklarlar,
alınlarının ortasından öperler; onları sabır, muvâfakat ve rızâ ile evlendirirler. O âfetler bir
müddet orada kalır, sonra oradan alınır. “Yeri ve ziyâfeti nasıl buldun?” diye sorulur. <öyle
cevap verir: “Ne güzel mekân, ne güzel ziyâfet, ne güzel hediye, ne güzel hediyeci!” Belâlara
dü mü bu sâdâttan (kutlu ki ilerden) birine (RA) sorulmu : “Bu belâ içinde nasılsın?” Demi
ki: “Belâyı benden sorun!” Rabbinize (CC) kar ı sabırlı olun, i te o zaman O (CC) belânızı
giderir, sabrınızın kar ılığı esnâsında derecelerinizi yükseltir. Nefsinize kar ı sabırla berâber
olun. Sabretmek için sıddıklarla berâber olun, onunla berâber olan, onunla i yapan ve onunla
amel edenlerle berâber olun.
Allah’ım (CC)! E yâyı bize musahhar kıl (itâat ettir), bize i lerimizde kolaylık ver,
bize hayrı aç, i lerimizi hafiflet. (Âmin)
Hastalığın, fakirliğin, açlığın ve günlük ihtiyaçların silip götürdüğü îman, gerçek îman
değildir. Îmânın cevheri ve sıhhati belâ ânında ortaya çıkar ve nûru o zaman görünür. Onun
cesâreti belâ askerleri geldiğinde belli olur.
Rabbiniz (CC) yaptıklarınızdan haberdardır. Ey melikler, sultanlar ve ey onların
tâbileri! Ey avâm ve ey havâs! Ey zenginler ve ey fakirler! Ey halvet ehli ve ey celvet ehli!
Hiç kimse O’na (CC) perdeli değildir. “Nerede olursanız olun, O (CC) sizinle
berâberdir.”
190
Allah’ım (CC)! Günahlarımızı ört, affet, bağı la. Bize lutuf ve ilim ver. Hatâlarımızı
önemseme. Yardım et. Kanaat ver. Âfiyet ver. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver
ve cehennem azâbından bizi koru.” (Âmin)
190
Hadîd S. A.4.
45.Sohbet BELALARIN HĐKMETĐ
Hayırdan ve erden, doğruluktan ve yalancılıktan, ihlastan ve irkten, tâatten ve
mâsıyetten her neyiniz varsa, O (CC) onların hepsini bilir. O (CC) rakîbdir (gözetleyendir),
hâzırdır (her yerde bulunandır) ve mü âhiddir (her eyi görendir). O’nun (CC) bakı larından
utanın! Îman gözü ile bakın: O’nun (CC) bakı larını altı cihetten görürsünüz. Eğer can
kulağıyla dinleyip, öğüt alacak olursanız bu söz size yeter. Rabbinizden (CC) halvette ve
celvette korkmanız için de bu söz size yeter. O’nu (CC) gözetleyin. O’nun (CC) ve kirâmen
kâtibîn meleklerinin size bakı larına bakın. O’ndan (CC) korkun ve O’nu (CC) üzerinize
yüklediği erîatin hudutları ile gözetleyin. O (CC) sizin sultânınız ve emîrinizdir. Eğer O’ndan
(CC) korkarsanız sizin üzerinize görevlendirilmi olanları yormamı olursunuz.
Ey fakir! Ey aç! Ey çıplak! Ey muhtaç! Ba kasından yardım istiyorsun. Susman
senin için daha iyi ve daha faydalı. O’nun (CC) senin hâlini bilmesi sana yeter, istemene
gerek yok. Belâya dü men O’na (CC) dönmen için. Kalbinle O’na (CC) dön ve sebat et ki,
hayrı göresin. O’nun (CC) kapısına mı, yoksa ba kasının kapısına mı yapı acağını görmek
için, O (CC) seni aç bıraktı, çıplak bıraktı, muhtaç etti, mahrum etti. O’ndan (CC) memnun
mu olacaksın, yoksa ho nutsuz mu? <ikâyetini O’na mı (CC) yapacaksın, yoksa O’ndan mı
(CC) ikâyet edeceksin? O’na (CC) bağıracak mısın, yoksa O’na (CC) tazarrû ve niyaz mı
edeceksin? O (CC) size belâları ne yapacağınıza bakmak için verir!
Ey câhiller! Siz zenginlik kapısını terkettiniz, fakirlik kapısına yapı tınız. Cömertin
kapısını terkettiniz, sizi a ağılayanın kapısına yapı tınız. Merhamet sâhibinin kapısını
terkettiniz, merhametsizin kapısına yapı tınız. Kâdirin kapısını terkettiniz, âcizin kapısına
yapı tınız.
Ey O’nu (CC) tanımayan câhiller! Yakında O (CC) hepinizi önüne toplayacak, o
toplanma gününde hepinizi biraraya getirecek. Birbirinizden ne kadar farklı olursanız olun
hepinizi toplayacak.
Ey Hakk (CC) yolunun yolcusu! Allah(ü Teâlâ (CC) öyle buyurmu tur: “Bugün
fasl (ayırma, hüküm) günüdür, sizi ve evvelkileri biraraya getirdik; eğer bana kar6ı bir
hîleniz varsa, buyurun yapın!”
191
Kıyâmet günü Allah(ü Teâlâ (CC) bütün yarattıklarını
toplayacak, ama bunu bu dünyâda yapmayacak; mâsum kanının akmadığı, hatânın
i lenmediği bir dünyâda gerçekle ecek bu; bunda hiç üphe yok!
191
Mürselât S. A.38(39.
Allah(ü Teâlâ (CC) öyle buyurmu tur: “Kıyâmet günü gelecektir, bunda 6üphe
yok. Muhakkakki, Allah (CC) kabirde olanları diriltecektir.”
192
Kıyâmet günü aldanma
günüdür, pi manlık günüdür, hatırlama günüdür, muvâfakat günüdür, ehâdet günüdür, kısas
günüdür, ferah günüdür, hüzün günüdür, korku günüdür, emniyet günüdür, nîmet günüdür,
azap günüdür, rahat günüdür, yorulma günüdür, acıkma günüdür, görme günüdür, giyinme
günüdür, çıplak kalma günüdür, kazanç günüdür, kaybetme günüdür; o gün mü’minler Allah(
ü Teâlâ’nın (CC) yardımıyla sevinç duyarlar.
Allah’ım (CC)! O günün errinden sana sığınırız ve o senden günün hayrını dileriz.
“Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
192
Hac S. A.7.
46.Sohbet NEFSE VE DÜNYAYA ALDANMAMA
Đbâdet, âdeti terketmektir. Çünkü âdet ibâdetin hükmünü ortadan kaldırır. <erîat ise
âdeti kaldırır, yok eder. Rabbinizin (CC) erîatine sarılın ve âdetlerinizi terkedin. Âlim
ibâdetle, câhil ise âdetle ayakta kalır. Kendinizi, çoluk çocuğunuzu ve e lerinizi hayır
i lemeye ve onda devamlı olmaya alı tırın. Ellerinizi dünyâ malını dağıtmaya alı tırın;
kalplerinizi de ona kar ı zâhid olmaya alı tırın. Ondan fakirlere verme husûsunda cimrilik
etmeyin. Dilencileri bo çevirmeyin: Cenâb(ı Hakk (CC) da sizin dileklerinizi bo çevirir. O
(CC) sizin dileklerinizi nasıl bo çevirmesin ki, siz O’nun (CC) hediyesini kabul etmediniz!
Hz. Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet olunmu tur: “Kapıya gelen dilenci, Allah ü
Teâlâ’nın (CC) kuluna hediyesidir.”
193
Yazık sana! Kom unun fakir ve aç olduğunu belirtip, sonra da bâtıl zannınla onu
mahrum bırakmandan utanmıyor musun? Diyorsun ki: “Aslında onun gizli altınları var, ama
kendini fakir gösteriyor!” Îman iddiâsındasın ama kom un aç dururken sen uyuyorsun ve
yanında fazladan bir eylerin olduğu halde ona vermiyorsun. Yakında malın elinden alınır,
sofran önünden kaldırılır; zillet ve fakra dü ersin; o çok sevdiğin dünyandan ayrılırsın.
Dünyâyı, ıztırârî (zorunlu) olarak değil, ihtiyârî (gönüllü) olarak terkedin.
Kısmetlerinize râzı olun, ba kasının kısmetine nazar etmeyin. Kıtkanaat geçinmeye ve
üzerinizin örtülmesine râzı olun. Eğer ba ka bir nasibiniz varsa, o size gelir. Bu zekî ve
tecrübeli kimselerin davranı ıdır.
Müsterih olun! Allah(ü Teâlâ (CC) tamahkârlığı ve zelilliği ağır bir davranı olarak
belirledi. Zâhidler dünyâyı tanıdılar, ama onu bir mârifet ve bilgi ile tanıdırlar. Bildiler ki,
dünyâ terbiye edilir sonra öldürülür; alınır sonra verilir; ele geçilir sonra terkedilir; sevilir
sonra buğzedilir; beslenir sonra yenir; kabul edilir sonra idâre edilir; ba lar üzerinde kaldırılır
sonra ba a ağı edilir… Ondan kalplerinizle ve mânâlarınızla kaçın. Onun memesinden
içmeyin, onun odasında uyumayın, süsünden dolayı ona rağbet etmeyin. Onun teni ve elbisesi
yumu aktır, sözü güzel, yemeği tatlıdır: Aslında onun yemeği zehirlidir. O bir kâtil, bir
sihirbaz, bir hîlekâr, bir hâindir. O ne ebedî kalınacak, ne de ikâmet edilecek bir yerdir. Daha
önce geçmi olanlara ve onun onlara ne yaptığına bakın. Onu daha fazla isteyerek kendinizi
öldürmeyin. O sizin mallarınıza sâhip olduğu eyden fazlasını katacak değildir. Fazla veyâ
noksan talebini terket, sus, edepli ol, râzı ol. De ki: Allah(ü Teâlâ (CC) da, Resûlü (SAV) de
u vaatte ve sözde sâdıktırlar: “Rabbiniz (CC) yaratma, rızık ve ecel i'lerini bitirmi'tir;
193
Hindî, Kenzü’l ummâl, hadîs no: 16078.
kıyâmete kadar olacak 'eyler husûsunda kalem kurumu'tur.”
194
Ve yine: “Allah (CC) kalemi
yarattığında ona 'öyle buyurdu: “Yürü, yaz” O dedi ki: “Neyi yazayım?” Buyurdu ki:
“Yarattıklarım hakkındaki kıyâmete kadar olacak hükümlerimi yaz!”
195
Ey oğul! Eğer ölümü tezekkür eder, sürekli hatırlarsan, nefsinin sana söyleyecek sözü
olmaz ve Mevlâ’na (CC) tâatte sana muhâlefet etmez. Fakat sen onu emîrin ve sürücün
yaptın. O (nefsin) senin ölümü tefekkür ederek kendisine elem vermeni, kızdırmanı ve üzmeni
istemez. O (nefsin) seni ate e oturtuyor da senin haberin yok!
Ey nefsin, hevâ ve hevesin kulu! Sen babanın (Hz. Peygamber’in SAV.) nesebinden
çıktın, ama onunla bağlantıyı kopardın. Eğer nefsini, sâlihlerin nefislerini gördüğü gibi
görseydin, ondan kaçardın. Yazık sana! Uyan… O seni hamal yaptı, yüklerini sana yükledi ve
senin üzerine bindi, sen de onu bir diyardan bir diyara ta ıyıp duruyorsun!
Evliyâ ise bunun tam tersini yaptı; onlar nefislerini hamal yaptılar, onun üzerine
mücâhede yüklerini, ibâdet sorumluluklarını yüklediler ve onun üzerindeki “selâmet tepesi”ne
oturttular. Ho , ondan sonra da dünyâ ve âhiret onlara hizmetkâr olarak geldi ve onların
huzûrunda emirlerine âmâde bir ekilde durdu. Onlar bu dünyâdaki nasiplerini hemen
alıyorlar, daha sonra da âhiretteki nasiplerini alacaklar.
Ey bu sözümü i6itenler! Eğer nefsi kullanmazsanız, kıyâmet günü sizin aleyhinize
âhit olur; kullanırsanız lehinize olur. Size denir ki: “Đ ittiniz, ama amel etmediniz. Hevâ,
günah ve îtiraz meclislerinde çokça bulundunuz; o halde burada huzurda bulunmanız bo una.
Size sevap yerine cezâ var, hayır yerine er var.” Bu sıfatla burada bulunmaktan tevbe edin.
Faydalanma niyetiyle burada bulunun ki, fayda temin edin. Ben Allah(ü Teâlâ’dan (CC)
benden sizi faydalandırmasını ve kalplerinizi, niyetlerinizi ve maksatlarınızı düzeltmesini
dilerim. <u âyete imtisâlen sizden ümit kesmiyorum: “Umulur ki, Allah (CC) bundan sonra
yeni bir i6 (durum) yaratır.”
196
Đleride uyanacak ve O’nun haberini alacaksınız.
Allah’ım (CC)! Bizi uyanıkların uyanıklığı ile rızıklandır. Onlara nasıl muâmele
ettiysen bize da öyle muâmele et. Bizi affet, bize dinde, dünyâda ve âhirette dâimî bir âfiyet
ver ve bizi onların halleriyle hallendir. Afv ve âfiyetle bizi senin yakınlığından rızıklandır.
Bugünün ve ve her günün hayrından bizi rızıklandır. Burada hazır olanların sevâbıyla da,
olmayanların sevâbıyla da rızıklandır. Burada olanın veyâ olmayanın errinden de bizi koru.
Arzında yerle tirdiğin sultanların sevâbıyla da bizi rızıklandır. Ve onların errinden, bütün
erlilerin errinden, fâcirlerin tuzaklarından, ibâdının ve bilâdın (kulların ve beldelerin)
194
Hindî, Kenzü’l ummâl, hadîs no:496.
195
Beyhakî, el Esmâ ve’s sıfât, hadîs no: 378, (Beyrut(tsz).
196
Talâk S. A.1.
errinden, alnındaki perçeminden tuttuğun yürüyenlerin errinden bizleri koru. Sen dosdoğru
bir yol üzerindesin. Âsîleri itaatkârlara, câhilleri âlimlere, seni görmeyenleri huzûrunda
olanlara, seni talep edenleri ilmiyle âmil olanlara, sapıtmı ları mühtedîlere bağı la. “Bize
dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
47.Sohbet SUFĐLER TEVHĐD
Kalplerinizden zıtları, putları ve ortakları atın! Zîrâ Allah(ü Teâlâ (CC) ortak
istemiyor; özellikle de “evi” olan kalpte. Hz. Hasan (RA) ve Hz. Hüseyin (RA) Hz.
Peygamber’in (SAV) huzûrunda oynuyorlardı. Daha küçüktüler. Hz. Peygamber (SAV) onlar
ile çok mutlu oluyor, onları çok seviyordu. Cebrâil (AS) geldi: “Ju zehirlenecek, 'u da
öldürülecek”
197
dedi. Bir anda mutlulukları kedere dönü üverdi.
Hz. Peygamber’in (SAV) Hz. Âi e’ye (RA) muhabbeti vardı. Sonra me hur olay
198
cereyan etti de, suçsuzluğunun Hz. Peygamber (RA) tarafından bilinmesine rağmen Hz. Âi e
onun gönlünden uzakla tı. Allah(ü Teâlâ (CC) da onun tamâmiyle suçsuz olduğu husûsunda
Hz. Peygamber’i (SAV) kesin bir bilgi sâhibi yaptı. Ve Hz. Peygamber (SAV) de Cenâb(ı
Hakk’ın (CC) bu husustaki maksadını anladı.
Ya’kûb (AS) da Yûsuf (AS)’a muhabbet dü ürünce olanlar oldu… Birbirlerinden
ayrılıverdiler. Bu türden olaylar Peygamberlerin (AS), Velîlerin (RA) ve Hakk (CC)
mahbublarının kıssalarında çoktur; çünkü o “Gayûr”dur yâni “kıskanç”tır. Onların kalplerini
kendisinin dı ındaki her eyden temizlemi tir.
Đhlaslı olun! Yarattığı eyler için değil, O’nun (CC) için namaz kılın. Kulları için
değil, Allah (CC) için oruç tutun. Dünyâda nefisleriniz için değil, O’nun (CC) için ya ayın.
Bütün tâatleriniz Allah (CC) için olsun, yarattıkları için değil.
Sâlih amellere ve ihlasa ancak kasr(ı emel ile güç yetirebilirsiniz. Kasr(ı emele ise
ancak ölümü tezekkür ederek güç yetirebilirsiniz. Ona ise kabirlere bakıp ibret alarak, kabir
ehlini ve orada olanları tefekkür ederek ula abilirsiniz. O ibretlik kabirlerin yanında oturun ve
kendi kendinize öyle deyin: “Đ te bunlar da yiyorlardı, içiyorlardı, evleniyorlardı,
giyiniyorlardı; halleri nice oldu? <imdi bunların onlara ne faydası var? Ellerinde sâlih
amellerden ba ka ne kaldı?”
Ey bu beldenin insanları! Đçinizden, Dehriyye mezhebine uyarak, ba’se ve ne re,
yeniden dirilmeye inanmayanlar var. Onlar öldürülmekten korktukları için kendilerini
gizliyorlar. Ben onlardan birçoğunu tanıyorum, ama size Allah(ü Teâlâ’nın (CC) hilmi ile
davranıyorum. Ey böyle inananlar! Allah’ın (CC) ilmi yönünden sizleri açıklamıyorum.
Sizleri birer birer kurtarıyorum. Gözlerimi size kapıyorum. Allah’ım (CC)! Günahlarımızı ört,
affet. Bizi hidâyete, kifâyete ve gâyeye erdir. (Âmin)
197
Ahmed b. Hanbel, el Müsned, III/242.
198
“Me hur kıssa” tâbiri ile Nûr Sûresi 24/11(17. âyetlerinde konu edinilen “ifk hâdisesi” kasdedilmektedir.
Vah sana! Ahmak olma! Allah(ü Teâlâ (CC) ile ahmaklığın ve câhilliğinle çeki ip
münâzara etme: Sonra zâhir ba ını da, dîninin ba ını da tehlikeye atarsın. Gözlerini yum,
kapıyı çal, edepli ol. Sen kimsin?, bil. Gücünü bil, nefsini alçalt. Sen kulsun, kulun ise
Mevlâ’sına (CC) kar ı mülkü olmaz. Kendisi için tasarrufu olmaz. Đrâdesini efendisinin
irâdesine, sözünü onun sözüne terketmesi gerekir. Sen nefsin için Rabbine (CC) kar ı
utanmazca davranıyorsun.
Sûfîler halk için, Rablerine (CC) kar ı âdetâ “arsızla ırlar”. O’na (CC) öyle
yalvarırlar: “Rabbim (CC)! Hayâtım onlara fedâ olsun.” Onlar bu tür kabalıkları halk için
yaparlar. Oysa onlar halka vedâ etmi , kalplerini halktan temizlemi , kalplerinde halktan
zerrece bir ey kalmamı olan kimselerdir. Onlar sâdece O’nunla (CC) berâber ve O’nun (CC)
için ayaktadırlar. Onlar “kabz”ı
199
olmayan küllî bir “bast”
200
, zilleti olmayan küllî bir izzet,
mahrûmiyeti olmayan küllî bir bah i , engelleyeni olmayan küllî bir icâbet, reddi olmayan
küllî bir kabul, üzüntüsü olmayan bir sevinç, acziyeti olmayan bir kudret, zaafı olmayan bir
kuvvet ve nikmetsiz (kesintisiz) bir nîmet içindedirler. Onlar “kerâmet hil’ati”ni giymi lerdir.
Böylece Tevkî’ (onaylama), tefvîz (Hakk’a CC. havâle etme), temkîn (yerle me, muhkem
olma ve etme) ve tekvîn (yaratma) onların “kalp elleri”ne teslim edilmi tir. Tekvîn onların
ellerinde bitmeyen bir hazîne ve çekilmeyen bir menbâ olmu tur. Ne kadar çok korkarlarsa o
kadar emniyetleri artar. Ne kadar geri giderlerse o kadar ilerlerler. Onların sözleri duyulur.
<efâatleri makbuldür. Dünyâ ve âhiret i leri onlara havâle edilmi tir. Bu halkın anlayabilceği
bir ey değildir. Onlara melekût âleminde “uzemâ” (büyükler) diye çağırılır. Hz.
Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet olunmu tur: “Đlim öğrenen ve öğrendikleriyle de amel
edenler melekût âleminde “azîm” diye çağırılır.”
201
Neyin içindesiniz ve ne üzerindesiniz? onu dü ünün. Eğer Allah(ü Teâlâ’nın (CC)
rızâsına uygun bir ey görürseniz ona yapı ın, O’nun (CC) rızâsına muhâlif bir ey görürseniz
terkedin. Yediklerinizde, içtiklerinizde, evlenmenizde ve davranı larınızda vera sâhibi olun.
Ey oğul! Sâhip olduğun mânevî halleri gizle. Eğer ondan ba kalarına haber verirsen, o
senden alınır. Kendinde olan eylerden haber verirsen cezâlandırılırsın. Bu husustaki edep,
haber veren ki inin sen olmamandır.
Sâlihlerden biri dergâhında halvet hâlinde oturuyor, murâkabe ediyor ve Rabbini (CC)
zikrederek O’nunla (CC) ünsiyet hâlinde bulunuyordu. Đnsan, cin ve melek sâlihlerinden bir
aziz ona geldi ve öyle seslendi: “Allah(ü Teâlâ (CC) senin ünsiyetini ve zikrini mübârek
199
“Kabz”: Sûfînin kalbine Hakk’tan (CC) kar ılıksız olarak gelen darlık ve sıkıntı.
200
“Bast”: Sûfînin kalbine Hakk’tan (CC) kar ılıksız olarak gelen ferahlık ve sükûn.
201
Azîm(Âbâdî, Avnü’l Ma’bûd, IV/229.
etsin, ey tertemiz edilmi , seçilmi , mukarreb, müttakî, ihlaslı ve nîmetler bah edilmi ki i!”
O ba ını hiç kaldırmadı ve duyduklarına da kalbiyle hiç aldanmadı. Daha sonra o sözleri
birkaç defâ daha duydu, ama o bu sözleri sanki hiç duymamı gibiydi.
Eğer onlardan biri halka dönerse, bu dünyâ hastânesinde onlara tabip olur. Onun
ilaçları faydalı ve tesirli olur. Onun sürmesi kalbin gözya ı selini kopartır, kalp hastalıklarını
giderir. O, âfiyet içerisindedir. Ona kendisiyle aydınlandığı bir nur verilir. Onun, yediğinde
doyduğu bir yemeği vardır. Đçtiğinde kandığı bir içeceği vardır. Makbul bir efâati vardır.
Geçerli bir söze sâhiptir. O emir verdiğinde emri hemen yerine getirilir, nehyi de kabul edilir.
Sûfîler kalplerinde olanı gizlerler. Mârifetlerini ve ilimlerini gizlerler. Onların
kalplerinin kapıları, Rablerinin (CC) kurbiyet yurduna gece ve gündüz açıktır. Onlar “kalp
ziyâfeti evi”ne sâhiptir. Onların kalpleri ve sırları, gece(gündüz, Rablerinden (CC) gelen
“vârid”leri (ilâhî tecellîleri) dinlemekten geri durmaz. Âdemoğlu düzelir ve mânevî sıhhat
bulursa her eyin üzerine çıkar. Cevherle ir, safla ır, yükselir, her eyden üstün olur. Bütün
güzelliklere sâhip olur. Âdetâ, Hz. Mûsâ’nın (AS) bütün hayırları topladığı asâsı gibi olur.
Denir ki: Cebrâîl (AS) o asâyı cennetin köklerinden aldı ve Hz. Mûsâ’ya (AS)
Firavun’dan kaçtığı zaman verdi. Ve yine denir ki: Hz. Ya’kûb (AS) onu kendisinden sonraki
birilerine teslim etti. Allah(ü Teâlâ (CC) o asâyı halk için bir mûcize ve Hz. Mûsâ’nın (AS)
nübüvveti için bir takviye ve bir tashih vâsıtası yaptı. Onu Hz. Mûsâ (AS) için daha ba ka
nice atâ ve ihsanlara da vesîle kıldı. O asâ, Hz. Mûsâ’yı (AS) yorulduğunda, canlı bir hayvan
gibi, ta ırdı. Önüne bir nehir geldiğinde üzerinden geçtiği köprü olurdu. Bir dü manla
kar ıla tığında onunla sava ırdı. Bir gün sahrâ çöllerinde Rabbinden (CC) ba ka hiçbir
mûnisinin olmadığı ve tek ba ına bulunduğu bir sırada koyunlarını otlatırken, uyku bastı ve
uyudu. Birden uyanıverdi; asânın tepesinde bir kan izi gördü. Hemen etrâfını kolaçan etti, bir
de ne görsün: Kocaman bir yılan ölüsü! Asâsının kendisini korumasından dolayı Allah(ü
Teâlâ’ya (CC) ükretti. Acıktığında hemen meyveli bir ağaç oluverir, o da ondan yeterince
yerdi. Susadığında hemen bir nehir olur, o da ondan yeterince içerdi. Güne in sıcaklığı onu
rahatsız ettiğinde onu sırtına koyar, o da ona gölgelik olurdu.
Đ te bir kul da böylece, kalbi düzelir ve Rabbi (CC) için ıslah olursa, Allah(ü Teâlâ
(CC) o kalpte halk için genel ve onun için özel nice manfaatler yaratır. Genel ve özel herkes
ondan faydalanır. Bunların bir kısmı halka zâhir olur, bir kısmı onlara gizli kalır. Halka kar ı
açık, kalp sâhibinin kendisi için gizli olur.
Bu i in evveli “Lâ ilâhe illAllah Muhammedün resûlullâh” ve âhiri ise, övgünün ve
yerginin, iyiliğin ve kötülüğün, faydanın ve zararın, kabûlün ve reddin, teveccühün ve sırt
çevirmenin ki inin gözünde e it olmasıdır. Bir eyin evvelini düzgün yaparsan, sonu da
düzgün olur. Đlk derecede ayağını sâbit basamazsan ikinci dereceye nasıl yükselirsin?
Amellerin netîcelerine bakılır. “Lâ ilâhe illAllah Muhammedün Resûlullâh” bir iddiâdır;
delîlin nerede? Onun delîli tevhîd, ihlas, ahkâmı yerine getirmek ve onun hakkını vermektir.
“Muvahhid”in (Hakk’ı CC. gerçek anlamda tevhîd eden kimse) sultandan da,
eytandan da haberi olmaz. O Rahmân’la (CC) berâber olan kalbiyle onlardan uzaktır. O
O’nun (CC) halk ve kendi üzerindeki tasarrufâtını görür. Onun eli kazâ ve kader kapısının iki
halkasındadır. Onların nasıl açılıp kapandığına bakar. Halkı âciz, zayıf, hasta, fakir, zavallı ve
ölü olarak görür. Rabbi (CC) onu birisine kar ı bedduâ etmesi için konu turduğunda onun
aleyhine bedduâ eder ve ba ka birisine kar ı duâ etmesi için konu turduğunda da onun için
duâ eder. O emrin ve nehyin hükmü altındadır. Onun kalbi meleklere karı mı tır. Ki, böylesi
kimseler hakkında Allah(ü Teâlâ (CC) öyle buyurmu tur: “Onlar Allah’ın (CC)
kendilerine emrettiği hususlarda isyan etmezler, ne emredilirse onu yaparlar.”
202
O,
kıyâmet günü uzuvların konu acağı gibi konu ur. Kendilerinden olan birisi onları kınadığında
derler ki: “Her eyi konu turan Allah (CC) bizi konu turuyor.” Bu makâma bu kul kendinden
fânî ve Rabbi (CC) ile mevcut olmak suretiyle ula mı tır.
Allah’ım (CC)! Senin uğrunda yaptığımız iddiâlarımızı düzelt. “Bize dünyâda da,
âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
202
Tahrîm S. A.6.
48.Sohbet FENAFĐLLAH MUHABBET
Hz. Peygamber’in (SAV) öyle söylediği rivâyet edilmi tir: “Âilesine mal bırakıp da,
Allah’a (CC) 'er ile gelene yazıklar olsun!”
203
Ben insanların çoğunun bu ekilde olduğunu
görüyorum. “Vera”sız bir ekilde dinar ve dirhem biriktiriyorlar; onu da âilelerine ve
çocuklarına bırakıyorlar, onları o mala emânet ediyorlar. Halbuki o malın hesâbı onlar üzerine
olduğu halde zevki ba kalarınadır. Harbini onlar yapar, ama kutlamasını ba kaları yapar.
Ey ailesine dünyâyı bırakanlar! Peygamberinizin (SAV) sözünü dinleyin.
Kendinizden sonrakilere haram bırakmayın. Aksi halde Allah’ın (CC) sohbetine kar ı kötüyü,
azâbı ve felâketi tercih etmi olursunuz.
Münâfık, çocuklarını geriye bıraktığı malına teslim eder. Oysa mü’min, çocuklarını
Rabbine (CC) teslim eder; geriye dünyâyı bırakmı olsa bile çocuklarını o mala teslim etmez.
Çoğu kez tecrübe edilmi ve bilinmi tir ki, insanların çoğu çocuklarını geriye bıraktığı mala
emânet etmi ve onlar babalarından sonra zelil olmu lar, fakirle mi ler, insanlardan
dilenmi ler, geriye bırakılan mal ve mülk üzerinden bereket kalkmı tır. O mal ve mülkün
üzerinden bereket kalkmı tır, çünkü sâhipleri onu vera eliyle biriktirmemi , ona güvenmi ,
çocuklarını ona teslim etmi ve Rablerini (CC) unutmu idiler.
Münâfık halkın kuludur; dinarın ve dirhemin kuludur; gücün, kuvvetin ve kazancın
kuludur; zenginlerin, meliklerin ve sultanların kuludur. Onlar kendisini Rabbine (CC) çağıran,
O’na (CC) götüren ki ilere dü manlık beslerler, onları kötülerler. Mü’minler ise, zorlukta,
darlıkta, rahatlıkta, bollukta, âfiyet içindeyken, hastalık hâlindeyken, fakirlikte, zenginlikte,
halk kendilerine teveccüh ettiğinde, sırtını dönüp gittiğinde… bütün hallerinde Rableriyle
(CC) berâber dimdik ayaktadırlar. O’ndan (CC) kalpleriyle bir an olsun ayrılmazlar.
Müslümandırlar, teslim olmu lardır. Kendilerini onun önüne atmı lardır. Râzı olmu lar ve
muvâfakat göstermi lerdir. Münâzaayı terketmi lerdir. Onlar kendilerini ancak emrin ve
nehyin uyandırdığı gâib (halkın gözünden kaybolmu ) kimselerdir.
Ey oğul! Bütün tasarruflarında, davranı larında Kitap ve Sünnetten fetvâ al. Eğer
dîninle ilgili bir konuda sıkıntıya dü ersen öyle de: “Ne dersin ey Kitap? Ne dersin ey
sünnet? Yâ ResulAllah (SAV)! Bu mü kilim hakkında ne dersiniz? Ey Resûlullah (SAV)
adına bana rehberlik eden eyh! Sen ne dersin? Ey kendisini elçi olarak gönderen adına bana
rehberlik eden Resûl (SAV)! Ne dersiniz?” Eğer böyle yaparsan mü kilin hallolur, zulmetin
kaybolur. Bir mü kille kar ıla tığında onu hüküm ehlinden, din âlimlerinden zâhiren sor;
203
Aclûnî, Ke'fü’l hafâ, II/314, (no: 2976)
kalbinden ise bâtınen sor. Bundan dolayı Hz. Peygember (SAV) öyle buyurmu tur: “Đnsanlar
sana fetvâ verseler de, sen kalbinden fetvâ al.”
204
Đnsanlar sana fetvâ verseler de, müftülerden çokça istifâde etsen de, sen yine de
bâtınının, içinin sana ne dediğine bak. Müftüler fetvâ verseler de, kalbin ne diyor? Onda nasıl
bir hareket var? Sen ona bak. Hâcibe (saray görevlisi), bevvâba (kapı görevlisi) ve vezire
danı , sonra sultanın yanına gir ve sana ne dediğine bak. Eğer uygun görürse, uygunluğa
merhaba! Eğer uygun görmezse onun sözüne yapı , ba kalarının lafını bırak.
Ey oğul! Melik (Sultân) ile devamlı sohbet istersen, mülkten ayrıl. Mülk, melike kar ı
perdedir. Nîmet, nîmet bah edene kar ı perdedir. Belâya takılıp kalmak, belâyı verene kar ı
perdedir. Mahlûkâta, mükevvenâta, musavverâta takılıp kalmak, kalpler, sırlar ve ma’nâlar
için bağdır. Allah(ü Teâlâ (CC) kim için hayır dilerse onu bağlar, onu kalbinin iki ayağı
üzerinde huzûrunda oturtur. O (CC) senin kalbine iki kanat vermi tir. Kalbin o kanatlarla
O’nun (CC) ilim semâsında uçar, sonra O’nun (CC) kurbiyet burcuna konar. Bununla birlikte
kalbine, bir korku ve sâhip olduğu eylerle aldanmayı terketme duygusu da verilmi tir. Kalp,
mârifete ula tıktan sonra gayret ve kıskançlık sebebiyle kanadının kesilmesinden ve
perdelenmekten korkar. Kul, dünyâda olduğu müddetçe, her ne dereceye ula mı olursa olsun,
korkması ve gururlanmayı, aldanmayı terketmesi gerekir. Zîrâ dünyâ deği me ve dönü me
yeridir. Âhiret ise ikâmet yeridir, orada deği me de, dönü me de yoktur.
Yazık sana! Kalbinin vuslata erdiğini söylüyorsun ama kapıların pe inde kayıtlı ve
hapsedilmi sin. Süsünü benden ba kasına göster! Benim yanımdaki sana uygun değil. Benim
yanıma ba ka ey için değil ancak gösteri için geliyorsun. Yoruluyorsun, ama süsünü alan
kimse yok! Benim yanıma, altınını senin yanında bırakayım, ondan üpheyi, gümü ü, kabuğu
ayıklayayım, çıkarayım diye geliyorsun. Buyur gel! Sen bilmez misin ki, sûfîler “din
dinarları”nın kusurlarını ara tırırlar, iyisi ile kötüsünü, Allah (CC) için olanı ile halk için
olanını ayırırlar, ayıklarlar. Sûfîler elçidirler, rehberdirler, doktordurlar, uzmandırlar,
vekildirler, görevlidirler. Onlar Rablerinin (CC) dînine çağıran kimselerdir.
Ey cemâat! Rabbinizi (CC) sevin ve O’nu (CC) halkına sevdirin. O’nu (CC) sevin ve
O’nun (CC) için halka rehberlik edin ki, halk da sizinle birlikte O’nu (CC) sevsin. Gâfillere
O’nu (CC) hatırlatın, O’nun (CC) nîmetlerini hatırlatın ki, onlar da O’nu (CC) sevsinler.
Allah(ü Teâlâ (CC), Hz. Dâvûd’a (AS) öyle vahyetmi : “Ey Dâvûd (AS)! Beni halkıma,
yarattıklarıma sevdir.” O’nu (CC) dileyen kimseye O’nun (CC) muhabbetinin hak olduğu
yazılmı tır. O’nu (CC) sevene O’nun (CC) ilminin verilmesi bir hak olarak yazılmı tır. Allah(
204
Aclûnî, Ke'fü’l hafâ, I/110 (no: 345).
ü Teâlâ (CC), Hz. Dâvûd’a (AS) halkına kendisini sevdirmesini emretmi tir ki, bu kadîm
önceden yazılmı ilim (hüküm) ortaya çıksın.
Karanlık bir evdesin, yanında da çakmak, kibrit gibi yanıcı maddeler var: Onları
yaktığında ortaya ate çıkmaz mı? Ate , yanıcı maddelerde kadîmdir, ezeldendir. Fakat onu
ancak çakma fiili ortaya çıkarır. Allah(ü Teâlâ’nın (CC) teklîfi (emir ve nehiyleri) de bu
ekilde ortaya çıkar: Bu halk hakkındaki ezelî ilimdir. Nehiy ve emir, itaatkâr kul ile isyankâr
kulu belli eder. Emir ve nehiyden olu an teklîf uzmanı, iyi borçluyu da, kötü borçluyu da
tanır.
Eski zamanlarda ihlaslı kimseler azdı, bu zamanda ise azdan da az. Mü’min, kendisini
belâya mübtelâ etse bile, yiyeceğini, içeceğini, giyeceğini, makâmını, sağlığını az verse de,
halkı üzerine salsa da, Allah(ü Teâlâ’yı (CC) sever. O’nun (CC) kapısından kaçmaz, kapısının
e iğine ba ını koyar. O’ndan (CC) soğumaz. Verse de, vermese de O’na (CC) îtirazda
bulunmaz. Eğer verirse O’na (CC) ükreder, vermezse sabreder. Onun maksadı atâ ve ihsan
değildir. Aksine, onun maksadı O’nu (CC) görmek, O’nun (CC) yakınlığına ermek ve O’nun
(CC) katına girmektir.
Ey yalancılar! Sâdık kimsenin yalanı olmaz. Sâdık kimse geriye dönmez. Sâdık
kimsenin önü vardır, arkası yoktur. Yalanı yoktur, sadâkati vardır. Ameli vardır, lafı yoktur.
Delîli vardır, iddiâsı yoktur. Üzerine gelen oklar sebebiyle mahbûbundan geri dönmez, bilakis
o okları göğsüyle kar ılar. Bir eye olan muhabbetin seni ona kar ı sağır ve kör yapar.
Đstediğini bilen kimseye yaptığı harcamalar hafif gelir. Muhabbetinde dâimâ sâdık olan
muhib, mahbûbu uğruna tehlikelere atılır. Eğer önünde ate olsa, ate e dalar. Onun uğruna,
kimsenin cesâret edemediği hücumlara kalkı ır. Sadâkati onu bu durumlara götürür.
Muhabbeti ve mahbûbuna kar ı sabırsızlığı onu bu durumlara sürükler.
Belâlar sâdık ile yalancıyı birbirinden ayırır. Ne güzel demi ler: “Rızâ hâlinde değil,
ho nutsuzluk hâlinde sevenle sevmeyen belli olur.” Belâlar ve âfetler îmanı ve yakîni ortaya
çıkarır. Mârifet ve ilim öz ile kabuğu birbirinden ayırır. Belâlara muvâfakat eden kimse özdür,
onunla çeki en kimse ise kabuktur. Rabbine (CC) muvâfakat eden kimse, kalbinden halk
kabuğunu temizler ve orada kabuksuz bir öz kalır. Tevhîdi, tevekkülü ve yakîn gözü ile görme
gücü kuvvetli olan kimse Hakk (CC) yolundan dönmez, O’nun (CC) kapısından kaçmaz. Sıdk
ve istikâmet ayağı üzere olmaktan geri durmaz. Rablerine (CC) muhib olan kimseler dünyâyı,
âhireti, insanları, cinleri ve melekleri görmemeyi dilerler. Ne gözleriyle ba kalarını görmeyi,
ne de ba kalarının gözlerinin kendilerini görmesini isterler; tıpkı, bir â ığın mâ ûkuna
kavu tuğunda halvet duvarını veyâ evin kapısını görmek istemediği gibi. O â ık ne
mâ ûkunun dadısını, ne de lalasını görmek ister. Bunun gibi Hakk (CC) â ıkları da O’nu (CC)
ba ka eyler olmaksızın isterler. O’nun (CC) rızâsını dünyâ veyâ âhiret dı ında, bağı , övgü
ve senâ olmaksızın isterler.
Bu gibi kimseler nâdirden de nâdirdir. Sizler nefislerinizi, ehvetlerinizi, zevklerinizi
ve ho landığınız kimselerin rızâsını seviyorsunuz; o halde felah bulamazsınız. Rabbinizin
(CC) kurbiyetini göremezsiniz. En fazla yemeye, içmeye, giyinmeye ve evlenmeye önem
veriyosunuz. Konu malarınızın çoğu bunlar hakkında. Hattâ câmilerde, Cenâb(ı Hakk’ı (CC)
zikretme evleri olan yerlerde bile bunlardan konu uyorsunuz. Oysa câmiler Allah(ü Teâlâ’yı
(CC) zikredenlerle ne elenir, ba ka eyleri ananlardan nefret ederler.
Açlık ve fakirlikten ne kadar da çok korkuyorsunuz! Eğer yakîniniz olsaydı bu
gibi eyleri dü ünmezdiniz. Rabbinizin (CC) irâdesine muvâfakat gösterin. Aç bırakırsa,
kalplerinizden gelen bir güzellikle sabredin. Eğer doyurursa ükredin. O (CC) sizin lehinize
olanı daha iyi bilir; O’nun (CC) yanında cimrilik ve pintilik yoktur. Yetmi Peygamberi (AS)
açlığın ve bitlenmenin öldürdüğü anlatılır. O memlekette onları doyuracak kimse yok mu idi?
Fakat O (CC) onlar hakkında bunu dilemi ti, buna râzı olmu tu. Bunu ba ka ey için değil,
onların derecesini yükseltmek için yapmı tı, onları küçük dü ürmek için değil. Aksine
dünyânın onlara önemsiz gelmesi içindi.
Böyle bir kul için sâdece O’nu (CC) isteme vardır, bir mahlûku değil. Đrâdesini
O’ndan (CC) ba ka her eye kar ı hapsetm tir. Nefsinin eriyip i tahının sönmesi, rûhuna
dünyâda kalmanın ağır gelmesi ve Rabbinin (CC) olduğu âhirete i tiyak duyması için, e yâ
ile, varlık ile kendi arasına perde koyar. Bundan dolayı o, Rabbine (CC) kavu acağı için
ölümü ister ve onu güzel görür. Bu genel bir durumdur. Đstisnâlar ise az mı azdır.
Allah(ü Teâlâ (CC) onları ba ka bir mânâ için yaratmı tır; onların durumu adedin ve
âdetin dı ındadır; onları ne için yarattığını ancak kendisi bilir. Allah(ü Teâlâ (CC) onları,
halka kendisi adına sâhip olmaları, onlara kendisi adına nâiplik, elçilik ve rehberlik etmeleri
yaratmı tır. Onları doğuda, batıda ve denizlerde seyrettirir, yürütür. Onlar halka kendi dilleri
ile hitap ederler. Cenâb(ı Hak (CC) onları kendisine ula tıran kapılar yapmı tır. Onlar ise ne
hayâtı ne de ölümü temennî ederler. Onlar kendi irâdelerinden sıyrılarak O’nda (CC) fânî
olmu lardır. Onların irâdesi ölmü , nefisleri itmînâna (huzura) ermi tir. Onların hevâ ve
hevesleri kırılmı , nefis ate leri sönmü tür. <eytanları hezîmete uğramı , dünyâ onların
gözünde küçülmü tür. Dünyânın onlara kar ı bir gücü kalmamı tır. Onlar nâdirden de
nâdirdirler. A îretlerinden soyutlanmı lardır. Onlar Hakk’ın (CC) â ıklarıdır, halktan çok
O’nu (CC) sevenlerdir.
Ey cemâat! Eğer muhib olamıyorsanız, muhiblere hizmet edenlerden olun. Muhiblere
yakınla ın, muhiblere muhabbet duyun, muhibler hakkındaki zannınızı güzelle tirin.
Dinleyenlerden birisi öyle dedi: “Sanırız muhabbet ba langıçta ıztırârî (zorunlu)
sonda ise ihtiyârî (isteyerek, gönüllü) oluyor, ne dersiniz?” <öyle cevap verdi: Muhabbet
ıztırârî de olur, ihtiyârî de. Çok az kimse için ıztırârî olur. Cenâb(ı Hakk (CC) onlara nazar
eder, onlar da O’na (CC) muhabbet duyar. Onları bir anda bir halden ba ka bir hâle
aktarıverir. Onların seneler sonra kendisine muhabbet duymasını değil, o sâat ve o an içinde,
hemen muhabbet duymalarını ister; onlar da, herhangi bir tehir, takdim, tedric olmaksızın ve
zaman kaybı olmaksızın, zorunlu bir ekilde O’na (CC) kar ı muhabbet duyarlar.
Genelin durumu ise udur: Muhibler halka kar ı Allah(ü Teâlâ’nın (CC) muhabbetini
seçerler. Nîmeti halktan değil, O’nun (CC) katından bilirler. O’nun (CC) lutuflarını,
kendilerini terbiye ettiğini, atâ ve ihsanlarını gürürler ve O’na (CC) kar ı muhabbet duyarlar.
Sonra da O’nu (CC) hem dünyâya, hem de âhirete kar ı tercih ederler. Haramı, üpheliyi ve
mübahı terkederler. Helâli de azaltırlar. Olanı tercih ederler. Yorganı, yatağı, uykuyu dürerler
ve rahattan kaçarlar. Yanları yataklardan uzak kalır. Onların ne geceleri gecedir, ne de
gündüzleri gündüz! <öyle derler: “Ey Đlâhımız (CC)! Her eyi terkettik ve kalplerimizin
gerisine attık. Senin rızâna hemen kavu mak istedik.” Bâzan kalp adımlarıyla, bâzan sır
adımlarıyla, bâzan irâde adımlarıyla, bâzan himmet adımlarıyla, bâzan sadâkat adımlarıyla,
bâzan muhabbet adımlarıyla, bâzan evk adımlarıyla, bâzan zillet adımlarıyla, bâzan tevâzu
adımlarıyla, bâzan kurbiyet adımlarıyla, bâzan havf adımlarıyla ve bâzan da recâ adımlarıyla
O’na (CC) doğru yürürler. Bütün bunlar O’na (CC) muhabbettir, O’nunla (CC) mülâkî
olmaya, kar ıla maya i tiyaktır.
Ey soruyu soran kimse! Sen Allah(ü Teâlâ’yı (CC) ıztırârî olarak mı, yoksa ihtiyârî
olarak mı sevenlerdensin? Eğer bunlardan da, onlardan da değilsen, sus! Müslümanlığını
düzeltmeye çalı . Ke ke, islâmını ve îmânını düzeltseydin. Ke ke, bugün de, yarın da kâfirler
ve münâfıklar zümresinden çıkmı olsaydın. Ke ke, halkı ve sebepleri irk ko anların ve
Cenâb(ı Hakk (CC) ile münâzaa edenlerin meclisinden kalkıp gitmi olsaydın. Tevbe et.
Meliklerin hazînelerine ve sırlarına taarruz etme.
<eyh Hammâd (RA)
205
öyle derdi: Kadrini (aczini) bilmeyen ki iye diğer kudretler,
kadrini bildirir.” Kadrini (zaafını) îtiraf etmek, inkâr etmekten daha güzeldir. Zîrâ câhil kendi
gücünü de, ba kalarının gücünü de bilmeyen kimsedir.
205
<eyh Hammâd b. Müslim ed(Debbâs (v. 525/1130), Abdulkâdir(i Geylânî’nin (KSA) tasavvufa intisap
etmesini sağlayan Bağdatlı bir sûfîdir ve aynı zamanda da onun ilk eyhidir.
Allah’ım (CC)! Bizleri iddiâcılardan, yalancılardan, seni ve senin halk içindeki
“havâss”ını (özel kullarını) bilmeyen câhillerden eyleme. “Bize dünyâda da, âhirette de
güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
49.Sohbet SABIR HÜZÜN MARĐFETULLAH ADAB I MUARERET
Tevhîdiniz ne kadar da az! Allah’tan (CC) râzılığınız ne kadar da az! Allah’ın
(CC) istediği dı ında, aranızda hiçbir ev (kalp) yok ki, içerisinde Cenâb(ı Hakk (CC) ile
tartı ma ve O’ndan (CC) ho nutsuzluk olmasın. Halkı ve sebepleri ne kadar da çok irk
ko uyorsunuz! Allah’ı (CC) değil de, falan ve falan ki ileri rab ediniyorsunuz. Faydayı,
zararı, bağı lara nâil olmayı veyâ olmamayı onlara izâfe ediyorsunuz. Böyle yapmayın.
Rabbinize (CC) dönün. Kalplerinizi O’nun (CC) için bo altın. O’na (CC) tazarrû edin.
Đhtiyaçlarınızı O’ndan (CC) isteyin. Sizin için ba ka bir yer yok. Ba ka kapı yok. Bütün
kapılar kapalı; sâdece O’nun (CC) kapısı açık. Tenhâ yerlerde O’nunla (CC) ba ba a kalın.
O’nunla (CC) konu un. Îman dillerinizle O’na (CC) hitap edin. Âile fertleri uyuyup, halkın
sesi kesilince her biriniz temizlensin. Yüzünüzü secdeye koysun. Tevbe etsin. Özürler dilesin.
Günahlarını îtiraf etsin. Emellerini arzetsin. Đhtiyaçlarını dilesin. Göğsünü sıkı tıran her eyi
O’na (CC) ikâyet etsin.
Sizin Rabbiniz O’dur (CC), ba kası değil. Đlâhınız O’dur (CC), ba kası değil.
Melikiniz O’dur (CC), ba kası değil. Âfet okları yüzünden O’ndan (CC) kaçmayın. Zararda
ve faydada, zorlukta ve rahatlıkta, size gelen her eyin gerçek fâili O’dur (CC). Bunlar O’nu
(CC) tanımanız, ikâyetlerininizi O’na (CC) yapmanız, O’nun (CC) için sabretmeniz ve O’na
(CC) “tevbe etmeniz” (dönmeniz) içindir.
Cezâlar avam içindir. Kefâretler müttakî mü’minler içindir. Yüksek dereceler ise,
mü’min, müeyyed (desteklenmi ) ve sıddık olan sâlihler içindir. Hz. Peygamber (SAV) öyle
buyurmu tur: “Biz peygamberler insanlar içinde en 'iddetli belâya uğrayan kesimiz. Sonra
diğerleri, sonra da diğerleri gelir.”
206
Mü’min, bir belâya uğradığında sabreder ve belâsını halktan saklar, onlara ikâyet
etmez. Bundan dolayı Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Mü’minin sevinci yüzünde
olur. Onun kalbinde ise hüzün vardır. Kalbine diğer insanlar muttalî olmasın diye o, hüznü
sevinçle kar'ılar.”
207
Bâtınlarındaki hâzîneleri gizlerler. Bâtınlarındaki yükleri, azıkları
gizlerler. Hüzün kalp azığı, kalp yüküdür; havf nefsin azığıdır. Hüzün, kalplere sır
hikmetlerini yağdıran bir buluttur. Allah(ü Teâlâ (CC): “Ben kalpleri benim için kırılmı'
olanların yanındayım”
208
buyurmu ken, onlar hüzün ve inkisar üzere nasıl sabretmesinler?
Onların kalpleri her ne zaman uzaklık sebebiyle kırılsa, kurbiyet onlara zorla gelir. Her ne
zaman halktan uzakla salar, Allah(ü Teâlâ (CC) ile ünsiyet onlara öyle bir gelir ki! Her ne
206
Buhârî, es Sahîh, “Mardâ” 3; Tirmizî, es Sünen, “Zühd” 57.
207
Hâkim, el Müstedrek, IV/315.
208
Zebîdî, Đthâfü’s sâde, VI/290.
zaman halktan uzakla ıp soğusalar, Allah(ü Teâlâ’nın (CC) ünsiyeti ile ünsiyet, yakınlığı ile
yakınlık bulurlar. Dünyâda hüzünleri ne kadar çok olursa, âhiretteki ferahları da o derece çok
olur.
Peygamberimiz (SAV) çok hüzün ve tefekkür(i dâim sâhibi idi. Sanki birisi O’na
(SAV) konu uyor veyâ sesleniyor da O (SAV) ona kulak veriyormu gibi idi. O’nun (SAV)
halîfeleri, nâibleri ve vârisleri de çok hüzün ve tefekkür(i dâim sâhibidirler. Onlar fiillerinde
nasıl o Peygamberlerine (SAV) uymasınlar ki, O’nun (SAV) makâmına geçmi lerdir; O’nun
(SAV) yemeğinden yerler, O’nun (SAV) içeceğinden içerler; O’nun (SAV) binekleri üzerinde
ta ınırlar; O’nun (SAV) kılıçları ve mızrakları ile sava ırlar. Sûfîler, isimleri ve lakapları
yönünden değil, halleri ve makamları cihetiyle, onlara mahsus özellikler ve fazîletler
yönünden Peygamberlere (AS) vâris olmu lardır.
“Evliyâ”nın ve “abdâl”ın sayısı bellidir;
209
onlar artmaz da, eksilmez de. Onlardan
kiminin durumu hayatlarının ilk döneminde, kiminin durumu da son döneminde belli olur.
Haller onunla deği ir. O, Allah’ın (CC) ilmi içerisindedir ve Allah’ın (CC) velîsidir.
Mâsumluk (günahsızlık) bedel olmanın ve velî olmanın artlarından değildir;
Peygamberlerden (AS) sonra mâsum gelmeyecektir. “Đsmet” (gühahsızlık) Peygamberlerin
(SAV) sıfatlarındandır. Hz. Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet olunmu tur: “Allah ü
Teâlâ’nın (CC) velîlerinden birisi günah i'lediği zaman melekler güler ve birbirlerine 'öyle
derler: Bakın, bakın, bir Allah (CC) velîsi nasıl da günah i'liyor!” Onun günâhından,
küfründen, uzaklığından, nifâkından nasıl da taaccüp ediyorlar, hayrete dü üyorlar? Halbuki
onlar onun birkaç gün sonra mukarreb, mutahhar (tertemiz), efâatçi, rehber ve vâris bir velî
olacağını bilirler.
Ey münâfık! Senin bu sözü dinlemekle eline ne geçiyor? Çık git; sen Allah’ın (CC)
dü manısın, sen O’nun (CC) Resûlünün (SAV), Peygamberlerinin (AS) ve Velîlerinin (RA)
dü manısın. Eğer hilim sâhibi olmasaydım ve Allah’tan (CC) utanmasaydım, buradan iner,
seni boğazından tutar ve dı arı atardım! Neyin varsa hepsi bo bir heves…
Ey cemâat! Amel edin, ihlaslı olun ve ucüplenmeyin, böbürlenmeyin. Yaptığınız
amellerdeki ba arınızla Rabbinizi(CC) minnet altına almaya kalkmayın. Ucüp sâhibi câhildir.
Minnet altında bırakan câhildir. Halka kar ı büyüklenen câhildir. Tevâzu Rahmân’dan (CC),
tekebbür ise eytandandır. Kibirlenenlerin ilki Đblîs’tir; o bu yüzden lânete ve nefrete
uğramı tır, tardedilmi tir, mahrum edilmi tir. Eğer zül ve tevâzu için yüksek bir derece
olmasaydı, Allah(ü Teâlâ’yı (CC) sevenler ve O’nun da (CC) kendilerini sevdiği kimseler u
209
Kanaatimizce Hazret burada, sayısı belli olan ricâl(i gaybı kesdetmektedir.
ekilde vasıflanmazlardı: “Ey îmân edenler! Sizden her kim dîninden dönerse bilsin ki:
Allah (CC) öyle bir topluluk getirir; O (CC) onları sever, onlar da O’nu (CC) severler.
Onlar mü’minlere kar6ı zül (tevâzu), kâfirlere kar6ı ise 6eref ve izzet sâhibidirler.”
210
Mü’minler mü’minlere kar ı zül ve tevâzu gösterirler, kâfirlere kar ı ise üstünlük ve iddet
gösterirler. Onların mü’minlere kar ı gösterdikleri zül de, kâfirlere kar ı gösterdikleri
tekebbür de bir ibâdettir.
Mü’min halka kar ı tekebbür göstermez, bilakis onlara kar ı zül gösterir. Halkın i ini
ve hâlini zül ve tevâzusu ile gizler. O melikin evinde O’na (CC) yakındır. Oradan dı arı
çıkacak olursa, Rabbiyle (CC) berâber ve bir hizmetçi kıyâfetinde çıkar. Böylece, kimse onun
Rabbine (CC) yakınlığını bilmez. Meselâ bir vezir, sultanla birlikte tebdîl(i kıyâfet ederek
dı arı çıkar. Dostlarından biri veziri tanır ve onunla konu ur. O anda vezir o adama kar ı
kibirlenerek ve onu bir kenara çekerek: “Bak, sultan benim yanımda” diyemez. Bilakis ona
gülümser. Đ ine bakar, hattâ yanındakinin kendi hizmetçilerinden birisi olduğunu îmâ eder,
onu gizler.
Ey oğul! Ne onların hallerini biliyorsun, ne de sözlerine inanıyorsun. Halkla berâber
olu un onlardan seni perdeliyor. Dünyâ makam ve mevkîsi sevdan, ba olma isteğin seni
onlardan perdeliyor. Eğer onları istemede sâmîmî olsaydın, onları görür ve onların
sözlerinden istifâde ederdin.
Yazık sana! Onların ilmine sâhip olmayan bu âlimlerin meclisine gitme. Benim
yanımda içtiğini onların yanında dökme, yoksa arab sana tesir etmez. Onların hepsi de
ilmiyle âmil olanlara nisbetle avamdır, halktır. Đlmiyle amel etmeyen kimse, isterse bütün
ilimleri yutmu olsa dahi avamdır. Allah(ü Teâlâ’yı (CC) tanımayan herkes avamdır. Allah(ü
Teâlâ’ya (CC) kar ı havfi olmadığı halde recâsı olan herkes avamdır. Halvetinde de,
celvetinde de takvâ sâhibi olmayan kimse avamdır.
Bo una bana yol göstermeyin; benim indimde sizin halleriniz u güne gibi apaçık.
Sizler âdetâ oyun oynayan çocuklarsınız. <ehvetlerinizi yerine getirmek istiyorsunuz. Sizler
halkın kulusunuz. Onların atâ ve ihsanlarının kulcuklarısınız. Medihlerinin ve zemlerinin
kullarısınız. Bo una bana delil getirmeyin; benim üphem kalmadı. Kapının dı ında olan da,
evin içinde olan da benim nazarımda birdir. Kalplerinizde olan her eyin yüzünüzde izleri ve
i âretleri var.
Beni sizin aranızda oturtan ve beni size konu turan Allah’ı (CC) tenzîh ederim. Ben
kendim hakkında da, sizin hakkınızda da, kısmetim hakkında da zâhidim. Müjdeler olsun
210
Mâide S. A.45.
bana ki, ben yemiyorum, içmiyorum, giymiyorum, evlenmiyorum, görmüyorum ve
gösterilmiyorum… Müjdeler olsun bana ki, ben sizden uzakta duruyorum ve size sözle değil,
i âretle vaaz ediyorum. Ben münâfıkları, isyankârları ve mü rikleri görmekten
ho lanmıyorum, ama onlarsız da olmuyorum. Onlar hasta, ben ise onların ate iyim.
Ey oğul! Îmanda mübtedî olan kimse onlardan bir tânesini bile görmeye katlanamaz
ve bir an dahi çekemez; bir münâfık veyâ bir isyankâr veyâ bir mü rik gördüğünde öfkelenir,
hattâ elinden gelse onu öldürür. Öyle ki, onlardan bâzıları bir kâfir gördüğünde öfkesinin
iddetinden bayılıp yere dü er. Daha da ilerisi, onların bu hâli Allah(ü Teâlâ (CC) için
gösterdikleri gayret ve kıskançlıktan ve o ki iye olan öfkelerinden kaynaklanır. “Bir kul nasıl
olur da kâfir olur?” <üphe yok ki, böyle dü ünenler mübtedîdirler. Zîrâ îman ba langıçta zayıf
olur, nihâyet ise kuvvetli olur.
Derler ki: “Münâfığın yüzüne ancak ârif güler.” Çünkü ameli çok, mahâreti çok ince
ve tıbbı yerle mi olduğu için o, münâfığın yüzüne gülümser. Yâni: “Senin devan bendedir,
yakla !” demektedir. Onu kendine çekebilsin, onunla me gul olabilsin diye, ona kar ı güzel
konu ur. Kendisiyle ünsiyet kurabilsin onunla ünsiyet kurar. O kâfir, ârife yakınla tığında
onun hastalığını iyile tirir. Ona islâmı ve îmânı sunar. Bunların vasıflarını, özelliklerini ona
anlatır. Ona Rabbinin (CC) kelâmını sunar. Onunla Allah(ü Teâlâ (CC) arasında sulh (barı )
olacağına garanti verir. Gün geçtikçe onun küfrü, nifâkı ve mâsiyeti erir, kalbinin hastalığı
azalır. Nefsinin cerâhati iyile ir. Zâhiri de, bâtını da herhangi bir husûmet ve münâzaa
olmaksızın, herhangi bir azarlama veyâ vurma olmaksızın düzelir.
Hz. Đsâ b. Meryem (AS) ve Hz. Yahyâ b. Zekeriyâ (AS) çölde Cenâb(ı Hakk’ı (CC)
tesbîh ediyorlardı. Gece olunca Hz. Yahyâ (AS) mü’minlerin köyüne gitti. Hz. Đsa (AS) da
fâsıkların köyüne gitti. Hz. Yahyâ (AS) hâlinin zayıflığından dolayı mü’minlere, Hz. Îsâ (AS)
da hâlinin kuvvetinden dolayı fâsıklara vaaz etmek, onları uyarmak ve onların ellerinden
tutup, Rablerinin (CC) kapısına götürmek için gitmi lerdi. Bu, mü’minler arasında namaz
kılmaz ve oruç tutmak isterken, öbürü insanları Allah(ü Teâlâ’ya (CC) ve O’na (CC) kulluğa
çağırmak istiyordu.
Ârifin yevmiyesi ve ibâdeti halkı Allah(ü Teâlâ’ya (CC) dâvet etmektir. O bu
makamda Allah(ü Teâlâ (CC) ile berâber olmaktan geri durmaz. Mü’min ameledir, mü’min
gündelikçidir; ârif(billâh binâ yapandır (mîmardır); âlim(billâh ise mühendis ve yol yapan
kimsedir.
Yazık sana! Đslâmını düzeltmeden nasıl bu makâma çıkar ve halka ilim öğretirsin?
A ağı in! Aksi halde ba a ağı indirilirsin. Allah(ü Teâlâ’nın (CC) dînini koruyacağı, münâfık
kimseleri velâyetinden azledeceği, kürsülerinden ala ağı edeceği, halka konu malarını
engelleyeceği muhakkaktır. Ey münâfıklar! Benim halka kar ı genel bir muhebbet ve dinde
herkes için velâyet sâhibi olduğumu bilmiyor musunuz?
Ey bütün halk! Ben Allah(ü Teâlâ (CC) ile size kar ı zenginim. Dünyâdan zerrece bir
eye sâhip olmasam dahi, zenginlik benim ellerimindedir. Halktan birisi bana bir ey verirse
veyâ bana bir iyilik ederse, ben onu Allah(ü Teâlâ’nın (CC) elinden alırım ve o iyiliği onun
hezeyânı, Rabbine (CC) kar ı cehâleti ve O’ndan (CC) uzaklığı olarak görürüm. Birisine bir
ey verdiğimde de bunu Allah(ü Teâlâ’nın (CC) muvaffakiyeti sayarım. O’nun (CC) atâ ve
ihsânı nasıl benim elimden çıkmasın ki, ben gerçekte verenin Allah(ü Teâlâ (CC) olduğunu,
kendim olmadığını bilirim. Önemsemen kadar atâya kavu ursun, önemsemen kadar
menedilirsin. Bundan dolayı Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Muhakkakki, Allah
(CC) yüce i'leri sever, önemsizleri değil.”
211
Ey cemâat! Çoluk çocuğunuza ve e lerinize edep öğretin, Allah(ü Teâlâ’ya (CC)
ibâdeti, O’na (CC) kar ı güzel edepli olmayı, O’ndan (CC) râzı olmayı öğretin. Rızıklarınız
husûsunda kalp yönünden endi elenmeyin, ama kazanç ve çaba yönünden onları
önemseyebilirsiniz. Ben sizlerin çoğunu evlat terbiyesini terketmi , fakat rızık konusuna
büyük önem veren kimseler olarak görüyorum. Aksine gidin, gittiğiniz yoldan dönün… Hz.
Peygamber’den (SAV) öyle rivâyet olunmu tur: “Hepiniz çobansınız (gözeticisiniz) ve
hepiniz güttüğünüzden (gözetiminizden) sorumlusunuz.”
212
Baba, evlâdından ve e inden
sorumludur, evlat ve e ler de babadan sorumludur. Her lider kendisine tâbi olanlardan
sorumludur, her tâbi de liderinden sorumludur. Öğretmen öğrencilerinden sorumludur.
Muhtar köy halkından sorumludur. Sultan memleketindeki insanlardan sorumludur.
Mü’minlerin lideri de –ki, o halkın tamâmını gözeten kimsedir( halkından sorumludur.
Đçinizde sorumlu olmayan kimse yoktur. Herkesin bir derecesi vardır.
Zulmetmemeye çalı ın. Hakları hak edenlere vermek uğrunda çabalayın. Aranızda
hediyele in. Birbirinize merhamet edin. Birbirinize lânet okumayın. Birbirinize kahretmeyin.
Birbirinize güzellikle, ho lukla muâmele edin. Gizli yönlerinizi ara tırmayın. Birbirinizin
hatâlarını affedin. Đnsanları Allah(ü Teâlâ’nın (CC) örtüsü altına çağırın. Hiçbir tefti ,
tecessüs (ara tırma) ve meraklanma olmaksızın, mârufu emredin, münkerden menedin. Ortaya
çıkan hatâları görmezden gelin; siz gizliden sorumlu değilsiniz. Siz insanların hatâlarını örtün
ki, Allah(ü Teâlâ (CC) da sizin hatâlarınızı örtsün. Hz. Peygamber (SAV) insanların hatâlarını
211
Taberânî, el Mu’cemü’l kebîr, hadîs no: 2894.
212
Buhârî, es Sahîh, “Cum’a” hadîs no: 853 (bu hadîsin anlamı hakkında açıklama için 34 no.lu dipnota
bakınız).
örtmeyi sever, iz ve i âret pe inde gitmekten ho lanmazdı. Bundan dolayı öyle demi tir:
“Sınırı 'üphelilerle bitirin.”
213
Ve güne i i âret ederek, Hz. Ali’ye (KV) öyle buyurmu tur:
“Ey Ali (KV)! Đ'te bunun gibi apaçık olanlar için 'âhitlik et.”
Ey oğul! Đhsân, hakkı vermek ve bâzı hakları almaktır. Gücün varsa hakkının hepsini
hibe et, bağı la, hattâ fazlasını da ver. Bu senin için îmâna ve Rabbine yakınlığa dönecektir.
Tarttığında fazla fazla tart ki, Allah(ü Teâlâ (CC) da kıyâmet gününde senin mîzânını fazla
fazla tartsın. Ey tartıcı! Fazla fazla tart ki, senin için de fazla fazla tartılsın. Katı olma. Hz.
Peygamber (SAV) birisinden bir eyler ödünç almı tı. Geri öderken tartıcıya öyle dedi:
“Fazla fazla tart.”
214
Biriniz birisinden bir borç aldığında (ba langıçta art ko ulmaksızın(
aldığından daha iyisini veyâ fazlasını ödesin.
Ey cemâat! Allah’tan (CC) Allah’ın (CC) kurbiyetini satın alın. Allah’tan (CC)
Allah’ı (CC) satın alın. Kısmetlere gelince, onlar yazılmı tır, kaydedilmi tir. Talep etseniz de,
talep etmeseniz de, Rabbinize (CC) ibâdet etseniz de, isyan etseniz de, iyi olsanız da, kötü
olsanız da onlar ne artar, ne eksilir. Onların sonradan geleni öne geçmez, önce geleni
ertelenmez. Size dü en, kalp cihetinden halktan çıkmak ve sır ayaklarınız üzerine Rabbinizin
(CC) huzûrunda ayakta durmaktır. Muhakkak ki, Allah(ü Teâlâ (CC) gerçek râzıktır, gerçek
rızık verendir. Diğerleri ise ancak “rızık verilen”dir. O (CC) zengindir, diğerleri fakirdir. O
(CC) kâdirdir, güçlüdür, diğerleri âcizdir. Hareket ettiren, sükûnet veren, musallat eden,
musahhar kılan hep O’dur (CC). Halk O’nun (CC) elindeki bir sebepten ibârettir. O (CC) her
eyi sebep kılmı tır. Kalpleriniz yönünden, halvetleriniz, mânâlarınız ve sırlarınız yönünden
halkı unutun. Mâsivâyı kalplerinizden çıkarın. O’ndan (CC) ba ka bir eyin isteği ve arzusu
olduğu halde kalplerinize nazar edilmesinden sakının. Đslam olun, teslim olmaya çalı ın.
Tevhîd edin, birleyin ki, vahdeti bulasınız. Kadere râzı olun, mukadderde fânî olun. Rabbinizi
(CC) dinleyin, halkı dinlemekte sağır olun. Halkı dinlemeye kar ı bir saatçik de olsa sağır ve
onları görmede kör olun. “Cesâret bir saatlik sabretmektir.” Bütün kalbinizle bu saatte tevbe
edin.
Ölümü ve ondan sonrasını dü ünün. Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur:
“Zevkleri yerle bir edeni çokça anın; o çok hatırlanan 'eyleri azaltır, az hatırlanan 'eyleri
çoğaltır.”
215
Ölümü dü ünmek nefis hastalıklarının devâsı ve kalpler için bir azık ve faydadır.
Ölümü unutmak kalbi katıla tırır ve ibâdetlere kar ı tembelle tirir. Ölümü unutmak insana,
halkı dikkate alma, zararı ve faydayı ondan görme, onlara izâfe etme duygusu verir ve onu
213
Aclûnî, Ke'fü’l hafâ, I/63 (no: 166).
214
Ebû Dâvûd, es Sünen, “Büyû’” hadîs no: 3336.
215
Tirmizî, “Zühd” hadîs no: 3308.
küfre iter, karartır, Rabbinden (CC) perdeler. Sebeplere güvenmek îmânı eksiltir; îkan nûrunu
söndürür; kalbi Rabbinden (CC) perdeler; O’ndan (CC) nefret etmeye sevkeder; O’nun (CC)
gözünden dü meye sebep olur; O’nun (CC) kurbiyetinin kapısını kapatır.
Vah sizlerden çektiklerim! Bu hâlinizle nasıl ölürsünüz! Kalpleriniz îmandan,
îkandan, tevhîdden, ihlastan ve mârifetullahtan bombo … Rabbinize (CC) kar ı îtirazınız ne
de çok! Yazık sizlere! Siz kimsiniz? Ne kadar da küstahsınız! Bütün i iniz gücünüz gece
gündüz Rabbinize (CC) îtiraz etmek. Îtiraczı, kurbiyet kokusunu duyamaz. Eline zerrece bir
ey geçmez. Rabbinize (CC) kar ı îtirazı terkedin, ey kalplerini kaybetmi6ler, ey îmânı
gerilerine atmı6lar!
Allah’ım (CC)! Bizi sevdiğin eylerle biraraya getir. Sevmediğin eylerden bizi ayır.
“Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.” (Âmin)
50.Sohbet KĐRĐNĐN ACZĐNĐ BĐLMESĐ
Sâlihlerden birinin öyle dediği rivâyet edilmi tir: “Münâfık kırk sene bir tek hâl üzere
kalır. Sıddîkın hâli ise bir günde kırk kere deği ir.” Münâfık nefis, hevâ, heves, eytan ve
dünyâ ile berâberdir. Onlara hizmetten geri durmaz. Onların görü ünden çıkmaz. Onlara sözlü
muhâlefet etmez. Bütün derdi ve tasası yemek, içmek, giyinmek, evlenmektir. Bunları
nereden ve nasıl elde ettiği de onu ilgilendirmez. Bedenini ve dünyâsını mâmur eder. Kalbini
ve dînini tahrip eder. Halktan râzı, Hâlık’tan (CC) ho nutsuzdur. Münâfıklığı arttıkça kalbi
katıla ır ve kararır. Hiçbir nasîhat onu harekete geçirmez, rahatsız etmez. Hiç kimsenin
vaazını dinlemez. Hiçbir hatırlatmaya kulak asmaz. Ho , bu ekilde de aynı hal üzere kırk yıl
kalır.
Sıddık ise bir günde kırk kere deği ir. Çünkü o “Mukallibü’l(kulûb” (kalpleri
deği tiren) ile berâberdir. O’nun (CC) kudret denizine dalmı tır. Bir dalga gelir onu kaldırır,
ba ka bir dalga gelir a ağı çeker. O, “bo arâzideki bir tüy” (rüzgârın önündeki yaprak) gibi,
gassalın önündeki ölü gibi, ana kucağındaki bebek gibi, çevgan oyununcusunun deyneğinin
önündeki top gibi, Rabbinin (CC) tasarrufu ve takallübü (deği tirmesi) altındadır. Zâhirini de,
bâtınını da O’na (CC) teslim etmi , O’nun (CC) yönetiminden, idâresinden râzı olmu tur.
Bundan dolayı öyle denmi tir: “Sûfîlerin yemeleri, hastanın yemesi gibi, uyumaları da suda
boğulanın uyuması gibidir, konu maları ise zarûretten dolayıdır.”
Nasıl böyle olmasınlar ki, onlar diğerlerinin görmediği eyleri kalpleriyle mü âhede
etmi lerdir. Rablerinden (CC) ba ka her eyi unutmu lardır. Dünyâ, âhiret ve bütün mâsivâ
onların gözlerinden kaybolmu tur. O’nun (CC) kapısının önüne çadır kurmu lar, O’nun (CC)
kapısının e iğine muvâfakat yoluyla ba koymu lardır. Kazâ ve kader onlara hizmet eder,
onları alınlarının ortasından öper, onları ba larının üzerinde ta ırlar. Onlar eğer sûfilerden
değillerse bile, sûfîlere hizmet ederler, onlarla arkada lık kurarlar, onlarla oturup kalkarlar,
onlara yakınla ırlar. Mallarını onların uğruna dağıtırlar. Onların konu malarındaki hikâyelere
değil, fiillerinde onlara tâbi olurlar. Onlara kar ı güzel dü ünürler, hayran kalırlar.
Elbiseni değil, kalbini temizle. Halkın giydiğini giy, ama onların yaptığını yapma.
Yemekte, giyinmekte ve nikahta ruhbanlık yoktur. Allah(ü Teâlâ (CC) öyle buyurmu tur:
“…Ruhbanlığı onlar kendileri çıkardı, biz onlara farz kılmamı6tık…”
216
Hz. Peygamber
(SAV) de: “Đslâm’da ruhbanlık yoktur”
217
buyurmu tur.
216
Hadîd S. A.27.
217
Beyhakî, Juabu’l îmân, hadîs no: 9761.
“Muhlis” (ihlaslı) “muvahhid”lerin (tevhîd ehlinin) tekkeleri kalpleridir. Onlar
nefislerine, hevâ ve heveslerine kar ı ha indirler. Onların meyveleri halvetlerindedir.
Mü âhedeleri Rableriyle (CC) ünsiyet etmek ve O’na (CC) münâcât etmektir. Đ te size
sâlihlerin halleri konusunda, o hallere siz de kavu asınız ve sâlihlere uyasınız diye, benim
lisânımdan O (CC) haber veriyor. Bu hususta nasîbiniz sâdece dinlemekten ibâret olmasın.
Size, haberiniz olsun diye, benim lisânım vâsıtasıyla O (CC) haber veriyor. Öğüt alasınız
diye. O halde sizler de öğüt alın. Sizi benim dilim vâsıtasıyla çağırıyor: O halde O’nun (CC)
dâvetine icâbet edin. Sizi safâya çağırıyor. Sizi yarattıklarına kar ı zâhid olmaya ve kendisine
rağbet etmeye çağırıyor. O’nu (CC) zikredenlerden olmanıza çağırıyor; tâ ki, O’nun (CC)
katında zikredilenlerden olasınız. Mevlâ’sını (CC) talep etmede sâdık olan bir kul, O’nu (CC)
bâtınen ve zâhiren, halvette ve celvette, gece ve gündüz, darlıkta ve bollukta, nîmette ve
sıkıntıda zikretmekten geri durmaz. Öyle ki, zikredilenlerden olur, onun zikrini etrâfındaki
herkes i itir. Sizler sûfîlerin nâil olduğu nîmetlerden gâfilsiniz. Sizler bayılmı kimseler
gibisiniz.
Ey nîmetlerden gâfil olanlar! Sizler gâfilsiniz. Sizler kayıpsınız. Sizler bayılmı sınız.
Sizler dünyâ i lerinde akıllı, ama âhiret i lerinde akılları ba ından gitmi kimselersiniz. Sizle
öyle bir bataklıktasınız ki, kımıldadıkça batıyorsunuz. Ellerinizi ilticâ ile, tevbe ile, özür ile
Allah(ü Teâlâ’ya (CC) uzatın ki, bulunduğunuz bataktan sizleri kurtarsın.
Dikkat edin! Ben sizi nefsinize, hevâ ve hevesinize, ehvetlerinize kar ı muhâlefet
etmeye, bunlardan çokça yüzçevirmeye ve sabretmeye çağırıyorum. Bu dâvetime icâbet edin.
Bunun meyvesini hemen veyâ daha sonra göreceksiniz. Ben sizi “kızıl bir ölüm”e
çağırıyorum. Haydi Bismillah! Kim istiyor? Kim geliyor? Kimin buna cesâreti var. Kim bu
tehlikeyi göze alıyor? O ölümdür, ama arkasından ebedî bir hayat gelir. Kaçmayın.
Sabretmeye çalı ın, sabredin. Cesâret bir saatlik sabırdır. Rabbinize (CC) muvâfakat etme
husûsunda sabredin. Sizden her kim kazâya rızâ gözterirse, Allah(ü Teâlâ (CC) da onun
yükünü alır ve onu “cesurlar defteri”ne kaydeder. Nefsiyle sava an kimse nefîs eylere mâlik
olur. Đstediği eyi bilen kimseye onun uğrunda harcadığı eyler hafif gelir.
Ey Allah’ın (CC) kulları! Yerinizde sâbit durun. Acele etmeyin. Sadâkat
ayaklarınızla yakla ın ki, Cenâb(ı Hakk’ın (CC) kapısını çalalım. Kapı bize açılıncaya kadar,
yolumuz açılıncaya kadar ayrılmayalım. Đhtiyaçlarınızı O’ndan (CC) isteme husûsunda
arsızla ın, ısrarcı olun. Bu sizin için, meliklere, sultanlara ve zenginlere kar ı arsızla maktan
daha iyidir. Rablerini (CC) talep etmede sizden öne geçenlere ve fânî olanlara uyun.
Allah’ım (CC)! Sen bizim de onların da Rabbisin (CC). Bizim de onların da
yaratıcısısın. Bizim de onların da rızık vereni Sensin. Bize, onlara muâmele ettiğin gibi
muâmele et. Bizi bizden çıkar, kendine ilet. Meliklerin mülklerini ve onlara musallat olan
sultanları, ister zengin ister fakir, ister havâs ister avam, ister pahalı ister ucuz, ister çok ister
az… hepsini bize unuttur. Bize senin zikrini hatırlat. Fiillerinde bize lutfunla muâmele et. Bizi
yakınlığına yakınla tır. Kalplerimizi ünsiyetinle ünsiyet et. Đbâdının ve bilâdının (kullarının ve
beldelerinin) errini, her canlının errini bizden gider. Sen onları alınlarının perçeminden
tutarsın. Bizi erlilerin errinden, fâcirlerin tuzaklarından koru. Bizi, Seni i âret eden, Senin
için rehberlik eden, Sana dâvet eden, Senin rızan için tevâzu gösteren, Sana kar ı ve Senin
mü’min kullarına kar ı tekebbür edenlere tekebbür eden kullarından eyle. (Âmin)
Ey oğul! Halk sokağından öyle bir geçi ile geç ki, bir kapısından gir, öbür kapısından
çık. Kalbinle ve niyetinle onlardan çık. “Yalnız ku ” gibi ol. Ne kimseye ünsiyet et, ne de
kimse sana ünsiyet etsin. Ne kimseyi gör, ne de kimse seni görsün. Ecel vakti gelinceye kadar,
kalbin Rabbinin (CC) kapısına yakla ıncaya kadar böyle ol. Đ te o zaman sûfîlerin kalplerini
orada görürsün. Onlar seni kar ılarlar. Selâmetini kutlarlar. Alnının ortasından öperler. Sonra
kapının içerisinden lutuf eli çıkar ve seni kar ılar. Sana öyle güzel yükler yükler, öyle zevkler
tattırır ki… Seni kabul eder. Sana yemekler yedirir, sular içirir. Güzel kokular sürer. Sonra
seni çıkarır, mutlu bir ekilde kapının önüne oturtur. Müridlerden ve tâliblerden gelenlere
bakarsın. Sonra elinden tutar ve geldiğin zaman kendisinden teslim aldığı ele seni teslim eder.
Bu ekilde düzelirsen halka çık ve onların arasında, hastaların ortasındaki doktor gibi,
delilerin arasındaki akıllı gibi, evlatları arasındaki efkatli bir baba gibi otur. Böyle olmadan
önce sana kerâmet, iyilik yok. Aksi halde onlar için bir münâfık olursun. Onlara kul olursun.
Duygularına tâbi olursun. Sen zannedersin ki, onları tedâvi ediyorsun; oysa onları irk
ko arsın. Senin tedâvin sana cezâ olur. Çünkü o i cehâletle yapılmı tır ve onda hiçbir sanat,
mahâret yoktur. Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Cehâlet üzere ibâdet eden
kimsenin fesadı sulhünden (zararı faydasından) daha çok olur.”
218
Ey oğul! Seni ilgilendren eyi konu , mâlâyânîyi terket. Eğer Allah(ü Teâlâ’yı (CC)
tanısaydın, O’ndan havfin daha çok olur, O’nun (CC) huzûrunda az konu urdun. Bundan
dolayı Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Allah’ı (CC) tanıyanın dili tutulur.”
219
Yâni: Nefsinin, hevâ ve hevesinin, âdetlerinin, yalancılığının, iftirâcılığının ve sahtekârlığının
dili tutulur, kalbinin, sırrının, mânâsının, sıdkının ve safâsının dili konu ur. Bâtıl dili tutulur,
218
Aclûnî, Ke'fü’l hafâ, II/233 (no: 2528).
219
Süyûtî, Jerhu Süneni Đbn Mâce, I/288.
hak dili konu ur. Mâlâyânî dili tutulur, kalp dili konu ur. Nefsini talep dili tutulur, Hakk’ı
(CC) talep dili konu ur.
Mârifetin ba langıcında insanın konu ması kesilir ve bütün varlığı erir. Kendi
varlığından da, ba kalarının varlığından da fânî olur. Sonra eğer Hakk (CC) dilerse onu tekrar
canlandırır. Eğer onun konu masını dilerse ona yeni bir dil yaratır ve onunla onu konu turur.
Đstediği hikmet ve sırları ona söyletir. Onun konu ması devâ içinde devâ, nur içinde nur, hak
içinde hak, doğru içinde doğru, safâ içinde safâ olur. Çünkü o ancak kalbine Allah(ü
Teâlâ’dan (CC) gelen bir emir üzerine konu ur. Emredilmeksizin konu acak olursa helak olur.
O ya emir üzerine veyâ galebe netîcesinde konu ur. Eğer böyle konu acak olursa, Allah(ü
Teâlâ (CC) onu muâheze etmek yerine ona ikramda bulunur. Galebe hâlinde yapılan fiilde
nefis, hevâ, heves, eytan ve irâde yoktur. Tıpkı ölünün, konu masından
220
dolayı ve uyuyanın
ihtilamdan dolayı muâheze edilmediği gibi. Çünkü insan uykusu esnâsında ne görür, ne de
bilir. Sesin ölmü kimselerden i itilmesi de onlar öldükten sonra olmu tur. Bu sıfatlara sâhip
olmaksızın halka konu ma yapan kimsenin susması, konu masından daha hayırlıdır.
Cesâretlilerden ba ka kimse birinci safta görünmez.
Yazık sana! Hakk’a (CC) muhabbet iddiâsında bulunuyorsun ama ba kasına
muhabbet duyuyorsun! Bu iddian senin helak sebebin olur. Alâmetleri senin üzerinde
görünmezken nasıl olur da Hakk’a (CC) muhabbet iddiâsında bulunursun? Muhabbet evde bir
kö edir ki, ne kapısı vardır, ne de anahtarı. Onun alevi üstünden çıkar. Muhib muhabbet
kapısını kapatır ve gizler. Muhabbet onun üzerinde görünür. Onun özel bir lisânı ve
konu ması vardır. Mahbûbundan ba ka birisini istemez ki, bu da onun ve sadâkatinin en
büyük alâmetlerinden biridir.
Ey yalancı! Ey sahtekâr! Sus; sen onlardan biri değilsin. Sen ne muhibsin, ne de
mahbubsun. Muhib kapıda durur, mahbub da kapıdan içeride olur. Muhib heyecanlı, kıpır
kıpır, endi eli olur; mahbub ise, sâkindir, lutuf göğsüne sığınmı tır, orada uyur. Muhib için
yorgunluk, mahbub için rahatlık sözkonusudur. Muhib öğrenci, mahbub âlimdir. Muhib
mahpustur, mahbub serbesttir. Muhabbet (a k) aklı ba tan giderir. Çocuk yılan gördüğünde
bağırır; ehli ise yılan gördüğünde susar. Vah î hayvan gören kimse bağırır ve kaçar; vah î
hayvan eğiticileri ise onlarla oynar ve onların yanında uyur. Oysa onların arasına giren herkes
deh et duyar. Allah(ü Teâlâ (CC) öyle buyurmu tur: “Allah’a (CC) kar6ı tavkâ sâhibi olun
ki, O da (CC) size ilim öğretsin.”
221
220
Ölmü bir kimsenin rüyâda görülmesi esnâsındaki konu ması kasdedilmektedir.
221
Bakara S. A.282.
Muhib müttakîdir, kapısının üzerini tehzib eder, temizler. Bedenini ve kalbini yâni
“kapıyı” temizler. Orası temizlendiğinde, kurbiyet kâtipleri gelir ve o kapıdan içeri girer.
Hüküm, kapının üzerinde güzellik olur, ilim ise kapının iç tarafını güzelle tirir. Hüküm ile
güzelle en kimse ilimle ünsiyet eder, ilim onu üstlenir, ona emirler verir, onu zenginle tirir.
Hüküm ortak kapıdır, ilim ise özel kapıdır ve mahbublar içindir. Oraya yapı man, oraya
sürekli vurman, hayâ etmen, kulluğu gerçekle tirmen ve nefsine kusur ve noksan gözüyle
bakman sâyesinde, kapıdaki makâmın uzun olmadıkça sana konu ma hakkı yok, yasak.
Noksanını gören, kemâle ula ır. Kemâlini görende de noksan olur. Gittiğiniz yoldan
dönün. Danı ın, isti âre edin ki, yolun doğrusunu bulasınız. Sabredin ki, zafere ula asınız,
mülke ula asınız, varlık bulasınız, yük edinesiniz. Sabredin ki, size de sabredilsin. Râzı olun
ki, sizden de râzı olunsun. Tahammül edin ki, size de tahammül edilsin. Güvenin ki, size de
güvenilsin. Muvâfakat edin ki, size de muvâfakat edilsin. Hizmet edin ki, size de hizmet
edilsin. Kapıya yapı ın ki, size açılsın. Acele etmezseniz muhakkakki, size bağı gelir. Đkram
edin ki, size de ikram edilsin. Yakınla mak için çabalayın ki, size de yakınla ılsın.
Kalp, eğer mücâhede ve mükâbede (zorluklara dayanma) ayaklarıyla yürür, mesâfeler
kateder ve Rabbine (CC) vâsıl olursa, orada sebat bulur. Artık oradan dönü ü olmaz.
Hikmetten kudrete, âlet ve sebeplerden “Sâni”a ve “Müsebbib”e intikal eder; kendi
irâdesinden Rabbinin (CC) irâdesine intikal eder. Sükûnu ve hareketi Rabbi (CC) ile olur.
Ey dünyânın tâlipleri! Onu istediğiniz müddetçe yorulacaksınız. O, kendisinden
kaçanlara tâlip olur. O kendisinden kaçanları pe inden ko turarak dener. O kimse eğer ona
iltifat ederse onun yalancılığına hükmeder. Onu sıkıca tutar, bağlar, kullanır, sonra da öldürür.
<âyet iltifat etmezse, onun sadâkatine hükmeder ve ona hizmet eder. Dünyâdan, ona kar ı
zâhid olmadıkça ve ondan kaçmadıkça istifâde edilemez. Ondan kaçın! Onda öldürücü,
tuzaklar kurucu, büyüleyici eyler vardır. O sizden ayrılmadan önce siz ondan kalplerinizle
ayrılın. O size kar ı zâhid olmadan önce siz ona kar ı zâhid olun. Onunla evlenmeyin. Eğer
onunla evlenirseniz, mehrini dîniniz yapmayın. O önce evlenir, sonra hemen bo anır. Onun
evlenmesi de, bo anması da çok hızlıdır. Eğer onu dînin kar ılığında istersen, mehri dînin
olur. Zîrâ münâfığın dîni dünyânın mehridir. <ehit mü’minin kanı da âhiretin mehridir.
Muhibbin kanı ise Mevlâ’sına (CC) kurbiyet mehridir.
Dünyâ sana sürekli zarar veriyor ve fayda vermiyor olduğu halde, sen daha ne zamâna
kadar ona hizmet edeceksin? Onu kalbinden tardedip uzakla tırırsan, onun hayrını, hizmetini
ve önünde zillete dü tüğünü görürsün. O üzerinde her türlü süs olduğu halde, senin mü’min
kalbine en güzel hâliyle görününce kalbin ona: “Sen kimsin?” der. O da: “Ben dünyâyım” der.
Kalbin ondan yüzçevirir; i te o zaman onun ayıplı, kusurlu hâli ortaya çıkıverir. O güzel sûret,
çirkin bir sûrete dönüverir.
Yazık sana! Dünyâya kar ı zâhid olduğunu iddiâ ediyorsun ama dinarı ve dirhemi
seviyorsun, onların pe inden ko uyorsun. Onlar uğruna zenginlerin ve sultanların huzûrunda
eğiliyorsun. Sen zühdünde yalancısın. Sâlihlerden birisi öyle demi : “Rüyamda güzel bir
kadın gördüm. Ona dedim ki: “Sen kimsin?” Bana öyle cevap verdi: “Ben dünyâyım.” Ona:
“Senden ve senin errinden Allah(ü Teâlâ’ya (CC) sığınırım” dedim. Bana öyle dedi:
“Dirhemden ve dinardan nefret edersen benim errimden kurtulursun!”
Allah’ım (CC)! Bizi dünyânın ve her türlü erlinin errinden koru. Sen her eye
kâdirsin. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
51.Sohbet DÜNYA VE AHĐRETE KARRI ZAHĐD OLMAK
Ey yalancılar! Rabbini (CC) istemede sâdık olmanın en ba ta gelen artı, ister gizli,
isterse açık olsun mâsivâya buğzetmektir. Mâsivânın zâhiri, dünyâ ve dünyevî arzular,
dünyânın kulları ve ellerindekiler ve halkın övgüsü ve yergisidir. Mâsivânın gizlisi ise cennet
ve içindeki nîmetlerdir. Đ te bu dü ünceyi gerçekle tiren, bu dü ünceye ula an ki inin irâdesi
düzelmi tir. Kalbi Rabbine (CC) yakınla mı tır. O’nun (CC) yanında oturmu , O’na (CC)
konuk olmu tur. O zaman dünyâ da, âhiret de ki inin sofrasına gelir. Dünyâ süsü ile, âhiret
ihti âmı ile gelir. Đki hizmetçi olurlar. Ama onların sofrası nefis içindir, kalp için değil. Dünyâ
ve âhiret yemekleri nefis içindir. Kurbiyet yemeği ise kalp içindir. Benim kendisine dâvet
ettiğim ey Allah(ü Teâlâ’nın (CC) irâdesidir, sizin dâvet ettiğiniz eyler değil.
Ey münâfıklar! Akıllı ki i i lerin ba langıcına değil, sonucuna bakar. Akıllı ki i,
sûfîlerin câriyeleri olan dünyâ ve âhiretten yüzçeviren, onları deneyen, onların sözlerini i iten
kimsedir. Akıllı ki i, dünyâyı ve sıfatlarını nefsi için dinler ve ondan uygun olanını satın alır;
fânî olduğu için ona kar ı zâhid olur. Âhiretten de, mahluk ve muhdes (sonradan olma)
olduğu için, Rabbinden (CC) kendisini perdelediği için, bağlayıcı ve Rabbin dı ında rağbet
edilen bir ey olduğu için yüzçevirir.
Dünyâ akıllı ki iye öyle der: “Bana tâlip olma, benimle evlenme çünkü ben bir evden
diğer bir eve, bir mülkten diğer bir mülke sürekli el deği tiririm. Ben evlendiğim kimseyi
öldürürüm. Malını mülkünü elinden alırım. Benden sakın; ben öldürücü bir zevk veririm.
Ahitli olduğum kimsenin ahdine vefâ göstermem.” Âhiret ise ona öyle der: “Alı (veri
sevinci üzerine Allah(ü Teâlâ (CC) öyle buyurmu tur: “Allah, (CC) mü’minlerden
canlarını cennet kar6ılığında satın aldı.”
222
Ben senin yüzünde kurbiyet sevinci görüyorum,
ama sen yine de beni satın alıyorsun ve Cenâb(ı Hakk (CC) seni bana bırakıyor!” Akıllı ki i,
bu durumla kar ıla ıp, dünyâyı ve âhireti terkedip, Rabbine (CC) tâlip olarak onlardan
yüzçevirince, dünyâ ona geri verilir, kısmeti zararsız ve eksiksiz bir ekilde ona iâde edilir.
Âhiret de iâde edilir. Onun için, i lerini gören, çekip çeviren birisi olur.
Ey dünyâyı da, âhireti de isteyenler! Ey bundan da, ondan da râzı olanlar! Đyi
dinleyin. Bu size açıkladığım hususlar sizin dertlerinizin ilacıdır, iyi anlayın! Kim ki, bir eye
kar ı zâhid olursa, o ona tâlip olur. Yaratılmı eylere kar ı zâhid olun ki, Yaratıcınız (CC)
sizi sevsin. Allah(ü Teâlâ (CC) katında mahbûbun misâli, efkatli bir doktorun göğsüne
sığınmı , ona kendisini bırakmı hastanın durumuna benzer.
222
Tevbe S. A.111.
Ey cemâat! Beni kabul edin. Dünyâya kar ı zâhid olun. Dünyâya rağbetiniz ve
muhabbetiniz sizi âhiretten ve Rabbinize (CC) yakınlıktan perdeler. Kalp gözlerinizi kör eder.
Dünyâ ile berâberlik sizi âhirete kar ı perdeler. Nefis ile berâber oturmak da sizin için Cenâb(ı
Hakk’a (CC) kar ı bir perde olu turur.
Ey câhiller! Âhiret âmeli kar ılığında dünyâyı yemeyin, sonra ikisini de
kaybedersiniz. Âhiret efendidir, dünyâ ise onun kölesidir. Köle efendiye tâbi olur. O
a ağıdadır, bu ise yukarıdadır. A ağıdaki yukarıdakine tâbi olur. Panzehirini yemeden önce
dünyâ yemeğinden yemeyin. Onun yemeği zehirlidir. Pekiyi, onun panzehiri nedir? Onun
panzehiri, ona kar ı zâhid olmak, kalp yönüyle ondan çıkmaktır. Hüküm denizinden kudret
denizine geçmektir. Tıptan, yemeğin zehirlisini ve etlisini ayırt eden tabîbe ula maktır. Hiç
görüp i itmediniz mi ki, doktor yılanı alır, öldürür, parçalar, zehirini çıkarır, sonra da etini
yer. Cenâb(ı Hakk (CC) bu dünyânın zehirini kendisine kar ı gelen kâfirler için yaratmı tır.
Onun temizlenmi etini de kendisine inananlar, tevâzu gösterenler ve kendisinden ba ka her
eyi unutanlar için yaratmı tır. Dünyâ onlar için nasıl temizlenmesin ki, onlar O’nun (CC)
konuklarıdır, O (CC) onlara sevenin sevgilisine davrandığı gibi davranır. Onlar için tatlıyı
acıdan, duruyu bulanıktan ayırır, temizler. Murad olan kimseler için yiyecekler, içecekler,
giyecekler ve ihtiyaç duyulan her ey tertemiz edilir.
“Mütezehhid” (zâhid olmaya çalı an veyâ sahte zâhid) çalı ır, çabalar. Bâzan durulur,
bâzan durulmaz. Bâzan ayakta dimdik durur, bâzan oturur. “Zâhid”
223
için en büyük i inki âf
etmi , gerçekle mi tir. Onun sevapları hatâlarından daha çoktur. Ârife gelince, onun için i in
i in tamânı inki âf etmi , bitmi tir. O duruyu bulanıktan ayırt eder. Duru da, bulanık da ona
ses verir.
Sûfîlerin bütün yönleri birtek yön olmu tur. Onlar için birtek yön kalmı tır. Halk
yönü, halka tarafı onların nazarında sıkıntıdan ba ka bir ey değildir. Onlar için Cenâb(ı
Hakk’ın (CC) yönü (vechi), geni lik ve ferahlık yönüdür. Onlar sadâkat elleriyle halk tarafını
kapatmı lar ve kalp elleriyle Hâlık (CC) tarafını açmı lardır. Ho , onların kalpleri geni lemi ,
büyümü , yücelmi tir. “Gayret” (kıskançlık) onların kalp kapılarında bekler; oradan o kapının
mâlikinden ve sâhibinden ba ka kimsenin girmesine imkân yoktur. Sûfîlerin her biri bu
dünyâda güne ve ay gibidir. Onlar dünyânın aydınlanma sebebidirler. Onların yüzleri Hakk’a
(CC) yönelmi , sırtları ise halka dönmü tür. Eğer onların yüzü, teveccühü dünyâya dönecek
olsa oradaki her ey yanıp kül olur.
223
“Zâhid”: Dünyâdan tam mânâsıyla yüzçevirmi kimse.
Sizler yeryüzünde yürüyen ölülersiniz. Akıllı ol! Senin aklın yok! “Ricâl”den (Hakk
CC. erlerinden) de değilsin, onları tanımıyorsun. Sen halkın büyüklerini ve önderlerini
tanımıyorsun. Sözlerin kalbinde olana i âret ediyor. Dil kalbin tercümanıdır. Senin gönlüne
bir ki inin muhabbeti ve ba ka bir ki inin de buğzu dü erse, nefsin sebebiyle ne sevdiğine
buğzedebilirsin, ne de buğzettiğini sevebilirsin. Halbuki her ikisi hakkındaki hükmü de Kitap
ve Sünnete göre vermelisin. Eğer sevdiğin ki inin tavır ve hareketleri Kitap ve Sünnete
uygunsa onu sevmeye devam et, yok muhâlifse, onu sevmekten vazgeç. Buğzettiğin ki inin
tavır ve hareketleri Kitap ve sünnete uygun ise ona buğzetmekten vazgeç, tersi ise buğzuna
devam et.
Yazık sana! Bana buğzediyorsun, çünkü ben hakkı söylüyorum ve seninle bu hususta
çeki iyorum. Bana ancak câhiller, Allah’ı (CC) bilmeyenler, ameli az, sözü çok olanlar
buğzeder ve beni tanımaz. Bana muhabbet besleyenler ise âlim(billâh olanlar ve ameli çok,
sözü az olanlardır. Cenâb(ı Hakk’a (CC) kurbiyet beni her eye kar ı müstağnî kılmı tır.
Etrâfımda çok su var ve ben bir kurbağa gibiyim; yanımda olan eyleri söylemeye gücüm yok.
Suyun çekilmesini bekliyorum ki, konu ayım. Đ te o zaman kendi haberini de, ba kalarının
haberini de duyarsın.
Ey geride kalanlar, ey âsîler! Ne zaman tevbe edeceksiniz? Tevbe vâsıtasıyla
Rabbinizle kendi aranızı düzeltin. Eğer Allah(ü Teâlâ’dan (CC) utanmasaydım ve O’nun (CC)
hilmi olmasaydı, buradan iner, hepinizin elini teker teker tutar ve öyle derdim: “Sen unları,
unları i ledin; Allah(ü Teâlâ’ya (CC) tevbe et.” Îmânın, îkânın ve mârifetullâhın
kuvvetleninceye kadar sana konu ma yok. Đ te o zaman, kalbinin Rabbine (CC) vuslat vâsıtası
olan sapasağlam ipe tutunursun. Hz. Peygamber (SAV) ve bütün ümmet seninle övünür.
Ey diliyle îman etmi6 olan! Ne zaman kalbinle îman edeceksin? Ey celvetlerinde
îman etmi olanlar! Ne zaman halvetlerinizde de îman edeceksiniz? Bunun size bir faydası
yok! Münâfığın îmânı, kılıçtan korkanın îmânıdır. Ey isyankârlar! Tevbe edin. Rabbinizin
(CC) rahmetinden ümit kesmeyin. Allah’ın (CC) merhametinden ümtsizliğe dü meyin. Ey ölü
kalpliler! Rabbinizi (CC) zikretmeye, O’nun (CC) Kitâbını ve Nebîsinin (SAV) sünnetini
okumaya, zikir meclislerine devam edin; o zaman kalpleriniz, ölü toprağın su gelince
canladığı gibi canlanır. Kalp, Cenâb(ı Hakk’ı (CC) zikretmeye devam ederse, ona mârifet,
ilim, tevhid, tevekkül ve mâsivânın tamâmından yüzçevirme melekesi ula ır. Zikre devam,
dünyâda da, âhirette de hayrın devâmına sebeptir.
Halk ve dünyâ ile berâber olduğun müddetçe övgüden ve yergiden etkilenirsin. Çünkü
sen nefsinle, hevânla ve hevesinle mevcutsun. Kalbin Rabbine (CC) ula ıp, i in O’na (CC) âit
olunca, onların övgüsü ve yergisinin tesiri gider, büyük bir yükten kurtulursun. Kendi gücüne
ve kuvvetine güvenerek dünyâ ile me gul olduğun müddetçe geri kalırsın, parçalanırsın,
yorulursun, memnun kalmazsın. Cenâb(ı Hakk (CC) ile me gul olursan, geçim kapısı O’nun
(CC) gücüyle ve O’na (CC) tevekkül etmek sûretiyle açılır. O’nun (CC) muvaffakatiyle tâat
kapısı açılır. Talep etme mertebesine ula tığında O’ndan (CC) O’nu (CC) talep etme güç ve
sadâkatini iste. O zaman kalbin, dünyâ ve âhiret me galelerinden sıyrıldığında, O’nun (CC)
huzûrunda kalp ayaklarınla sâbit ve sağlam durursun.
“Rabbimiz! Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından
bizi koru.”
52.Sohbet SABIR KURBĐYET
Ey oğul! Yazıklar olsun sana! Senin nefsin hasta. Dolayısıyla onu, Rabbinin (CC)
yakınlığı âfiyetine eri inceye kadar yiyeceklerden uzak tut. Yazıklar olsun sana! Üzerinde
haram varken, yemende, içmende, oturmanda, evliliğinde ve bütün i lerinde haram içerisinde
yüzerken Allah(ü Teâlâ’ya (CC) yakınlığı nasıl beklersin? Nefsin ve hevân seni istilâ
etmi ken, seni onlar idâre ediyorken, onlar seni ehvetlere, zevklere, hevâ ate ine sürüklüyor,
dînini ve takvânı yakıp yıkıyorlarken, Allah(ü Teâlâ’ya (CC) yakınlığı nasıl beklersin? Akıllı
ol! Bu, ölüme inanan, ona yakîn duyan ki inin ameli değil. Bu Allah(ü Teâlâ (CC) ile
kar ıla mayı bekleyen, O’nun (CC) muhâsebesinden ve münâka asından (sorgusundan)
korkan ki inin ameli değil. Sende tefekkür yok; irâde yok; tedbir yok; gece(gündüz sükûnet
yok. Sen dünyâya, onu dü ünmeye, dünyâ ehli ile sohbete ve onlar önünde eğilmeye
dalmı sın.
Sûfîler dünyâdan, hayattan ve halka bula maktan istifâ etmi lerdir. Onların her biri,
kervanını Horasan’a göndermi , kendisi ise tek ba ına bir bineğe binip yerinde kalakalmı ,
dolayısıyla, kâfilenin gelmesini bekleyen kimseye benzer. Bedeni oradadır, ama gönlü
evindedir onun. Đ te mü’min de malını âhirete göndermi , orada bir saray yaptırmı ve muhtaç
olduğu her eyi orada bulmu kimsedir. Bütün kalbiyle Rabbine (CC) yakınla mı tır. Bundan
dolayı Hz. Peygamber (SAV) öyle buyurmu tur: “Dünyâ mü’minin zindanıdır.”
224
Mü’min îmânında tahkîke ula maya devam eder, tâ ki, ârif(billâh ve âlim(billâh olur;
O’nun (CC) karîbi, yakını olur, O’na (CC) vâsıl olur. Đ te o zaman O’nu (CC) her eye tercih
eder. Malını kapıda bekleyenlere dağıtır. Bütün tasası kurbiyet evine girmek olur. Cennetteki
kö künün anahtarını muhâfızına geri verir. Sırrı cennet kapılarına varır, onları da halk ve
varlık kapılarını da kapatır. Kendini melikin (sultânın) kapısının önüne atar. Orada hastalanır,
bir et parçası gibi yere dü üverir. Lutuf ayaklarının gelmesini ve üzerine basıp geçmesini
bekler. Rahmet gözünün nazarını, cömertlik ve iyilik elinin kendisine yeti mesini bekler. O bu
halde iken kurbiyet hazînesine, lutuf odasına, tabîbin ve “Habîr”in (her eyden haberdâr
olanın) önüne dü üverir. Cenâb(ı Hakk (CC) onu güzelce tedâvi eder ve kuvvetini ona geri
verir. Onunla ünsiyet eder, ona güzel, süslü elbiseler giydirir. Fazîlet yemeğinden yedirir.
Ünsiyet içeceğinden içirir. Đ te o zaman O’na kurbiyet evinde rahatlığa erer. Kurbiyet
erefelerinden ferahlıklar gelir. Bütün yaratıklar onun altında olur. Onlara rahmet ve efkat
gözüyle bakar. Cenâb(ı Hakk’ın (CC) ahlâkı ile ahlâklanır. Çünkü Cenâb(ı Hakk’a (CC) vâsıl
olanların kalpleri halka kar ı rahmet ile dolar. Müslümanlara da, kâfirlere de, avâma da,
224
Müslim, es Sahîh, “ez(Zühd ve ve’r(Rakâik” hadîs no: 2965.
havâssa da rahmet nazarıyla bakarlar. <erîatin hudutlarını onlardan istemekle birlikte, herkese
merhamet ederler. Zâhiren talep, bâtınen rahmet!
Ey Allah’ın (CC) kulları! Sûfîlerden birini gördüğünüz zaman ona hizmet edin, onu
kabul edin. Çünkü o size nasîhat verir. Ey evlerinde ve savmaalarında (tekkelerinde) nefis,
hevâ ve hevesleri ile, azıcık ilimleri ile oturanlar! Đlmiyle âmil eyhlerin sohbetlerine
katılın. Onlara tâbi olun ve adımlarınızla onların arkasından yürüyün. Onlara tevâzu gösterin.
Onların sizi kırmasına sabredin ki, hevânız kaybolsun, nefisleriniz kırılsın, ate iniz sönsün.
Đ te o zaman dünyâyı tanır ve ondan uzakla ırsınız. O zaman dünyâ sizin hizmetçiniz olur.
Verilmesi gerekenleri, kısmetlerinizi size verir. Siz Rabbinizin (CC) kurbiyet kapısında
olduğunuz halde kısmetlerinizi size getirir. Dünyâ ve âhiret, Hakk’a (CC) hizmet edenin
hizmetçisidirler.
Đçerisinde tevhid ve kurbiyetin yeti tiği bir kalp, her gün daha da büyür. Her seferinde
daha da büyür, yücelir ve yükselir. Ne yeryüzünde, ne de gökyüzünde Allah’tan (CC) ba ka
bir ey görmez. Bütün mahlûkat onun kaydı altında olur. Onunla Rabbi (CC) arasında bir
“sır” gerçekle ir. O’na (CC) iyice yakınla ır ve ula ır. Zamânının sultânı olur. Kazâ ve kaderi,
ilmi ve hükmü anlar. “Melik”in sıfatları ona hizmet eder, zâtı ona yakınla ır.
Ey cemâat! Allah(ü Teâlâ’yı (CC), Resûlünü (SAV) ve sâlih kullarını tasdik edin. O
(CC) sözüne sâdıktır, çünkü öyle buyurmu tur: “Sözünde O’ndan (CC) daha sâdık kim
vardır?”
225
Resûl (SAV) de sözünde sâdıktır, sâlihler de sözünde sâdıktırlar. O (CC)
kendisine sadâkat gösterilmesini sever, ister.
Ey oğul! Rabbinin (CC) kapısı önünde kalbinin beklemesi uzadıkça oburluğun ve
yanlı isteklerin kaybolur, edebinin güzelliği artar. Sabır, ehvetleri giderir. Sabır
alı kanlıkları sona erdirir, sebepleri bitirir, putları söküp atar. Sen bir hayâlperestsin. Sen
Allah(ü Teâlâ’nın da (CC), Resûlünün de (SAV), Evliyâsının ve hâs kullarının da (RA)
câhilisin. Sende Rabbine (CC) rağbet yok. Sen dünyâya rağbet ettiğin halde, hâlâ zâhid
olduğunu iddiâ ediyorsun! Senin zühdün lafın geli i. Bütün rağbetin dünyâya ve mahlûkâta.
Sende Rabbine (CC) kar ı ve O’nun (CC) huzûrunda durmaya kar ı rağbet yok. Zannını ve
edebini güzelle tirirsen, Rabbine (CC) doğru gitmende sana rehberlik eder, O’na (CC) giden
yolu sana öğretirim. Kibir elbisesini üzerinden çıkarıp, tevâzu elbisesini giyersen, yücelirsin.
Sen bo bir heves içinde bo bir hevessin. Eğer nefsinin, eytanın ve dünyânın “hâtır”ından
(vesvesesinden) yüzçevirirsen sana âhiret gelir, meleğin ve sonra da Cenâb(ı Hakk’ın (CC)
“hâtır”ı (ilhâmı) sana gelir ki, i te o gâyedir. Kalbin düzgün olursa hâtırın künhüne vâkıf olur
225
Nisâ S. A.221.
ve ona öyle dersin: “Sen bir hâtır mısın? Nasıl bir hâtırsın?” O da der ki: “Ben öyle öyle…
bir hâtırım.”
Yazık size! Sizin çoğunuz bo birer hevessiniz ve dergahlarınızda bo hevesler içinde
Cenâb(ı Hakk’a (CC) ibâdet ediyorsunuz. Bu i öyle cehâletle halvetlere çekilme yoluyla
olacak bir ey değildir. Yazık sana! Đlim uğrunda ve ilmiyle âmil âlimleri talep uğrunda, yol
tükeninceye kadar yürü. Gücün kuvvetin tükenene kadar yürü. Âciz kaldığın zaman önce
zâhiren, sonra da kalben ve mânen otur. Zâhiren ve bâtınen kaybolup oturduğun zaman sana
Allah(ü Teâlâ’dan (CC) kurbiyet ve vuslat gelir. Kalp ayakların kesilip yürümeye dermanın
tükenirse, i te bu durum O’na (CC) yakınla mana bir i ârettir. Huzur duy ve rahatla; ister
kırda sana bir tekke açalım, ister seni harâbâtta oturtalım, ister mâmur yerlere yerle tirelim,
ister dünyâyı, âhireti, cinleri, insanları, melekleri ve ruhları senin hizmetine verelim… Cenâb(
ı Hakk’ın (CC) kapısında durursan, “acâiplikler” görürsün.
Yemeni, içmeni, giyinmeni… bütün varlığını ve toplumun övmesini ve yermesini
unut. Đ te bütün bunlar kalp amelleridir. Böyle bir kalpte bostanlar olur, ağaçlar olur, meyve
olur. Orada çöller olur, kırlar olur, denizler olur, dağlar olur. Cin, insan, melek ve ruh
toplulukları olur. Bunlar aklın ötesindedir.
Allah’ım (CC)! Eğer ben hak üzere isem, o durumu sâlikler için de gerçekle tir; yok,
eğer bâtıl üzere isem, onu yok et. Eğer hak üzere isem ânımı yücelt ve yükselt. Halkı benim
vâsıtamla hemen hidâyete erdir. Kalplerimizi sana doğru yükselt.
Bu yorgunluk daha ne zamâna kadar? Kalp adımların ne zaman sona erecek? Ne
zaman kalp kö künde ziyâfet yiyecek ve onun erefelerinden halkı rahatlatacaksın? Allah
(CC) misaller verir. Kalp sağlamla tığı zaman Cenâb(ı Hakk’ın (CC) dı ındaki her eyi
unutur. O kadîmdir (ezelîdir) ve dâimdir (ebedîdir); O’nun (CC) dı ındaki her ey
sonradandır, muhdestir, yaratılmı tır. Kalp sağlamla tığı zaman, kendisinden sâdece doğrular,
reddedilemeyen hakîkatler çıkan bir söz olur. O zaman kalp kalple, sır sırla, halvet halvetle,
mânâ mânâ ile, lüb (öz, gönül) lüb ile, doğru doğru ile muhâtap olur. O zaman kalbe gelen
söz, toprağa atılan tohum gibi yumu acık, ho olur. Çorak olmaz; filizler ve kökler verir. O
zaman istersen dünyâyı öğrenir ve dünyâ için çalı ırsın, istersen âhireti öğrenir ve âhiret için
çalı ırsın.
Dallar kökten çıkar. “Sen nasıl davranırsan sana da öyle davranırlar.”
226
Her kap
içindekini sızdırır. Senin kabına katran konmu , ama sen onun su sızdırmasını istiyorsun!
Sende hiçbir kerâmet (hayır) yok. Dünyâyı in â etmek için çalı ıp çabalıyorsun ve yarın da
226
Deylemî, el Firdevs, hadîs no: 3918.
âhirete sâhip olmak istiyorsun: Bunda kerâmet olmaz! Halk için çalı tın ve yarın da Hâlık’a
(CC), O’nun (CC) kurbiyetine, O’nun (CC) nazarına nâil olmak istiyorsun: Sende kerâmet
yok! Bu durum zâhir ve umûmîdir; ama O (CC) isterse sana bütün bunları amelin olmaksızın
da bağı layabilir.
Beni dinleyin ve söylediklerimi anlayın. Ben daha önce gitmi olanların çocuğuyum,
kölesiyim. Onların huzûrundayım. Onların mallarını dağıtırım. Onların mallarını korurum;
onlara ihânet etmem. Ben ebedî bir mülk iddiasında da değilim. Onları övüyorum. Allah(ü
Teâlâ (CC), Resûlüne (SAV) tâbi olmamın bereketi ile ve anne babama (RA) kar ı
gösterdiğim güzel davranı larım vesîlesiyle beni ho kar ılasın. Babam gücünün yettiği
kadarıyla dünyâya kar ı zâhid birisi idi. Annem de bu konuda babama muvâfakat göstermi
ve ondan râzı idi. Her ikisi de salâh ve diyânet sâhibi idiler. Halka kar ı efkatli idiler. Onlar
için de, halk için de benim elimde bir ey yok. Ben Resûle (SAV) onlar sâyesinde geldim ve
hayır adına neyim varsa, hepsini onlarla berâber veyâ onların yanında elde ettim. Ben
halktan, Hz. Muhammed (SAV)’den ba ka hiç kimseyi istemem; ben Rabbimden (CC) ba ka
da herhangi bir rab istememem.
Ey oğul! Sözlerin dilinden çıkıyor, kalbinden değil; sûretinden çıkıyor, mânândan
değil. Sağlam bir kalp, kalpten değil, dilden çıkan sözlerden kaçar. Onun böylesi konu maları
dinlemesi, ku ların kafeste kalması ve münâfıkların câmide bunalması gibidir. Sıddık birisi,
bir toplulukta münâfık bir âlim ile kar ıla tığında onun için en güvenli hareket orayı
terketmektir.
Sufîler, münâfık, deccal, bid’atçi, Allah (CC) dü manı, Resûl (SAV) dü manı olanları
yüzlerindeki i âretlerden tanırlar. Onların i âretleri yüzlerinde de olur, sözlerinde de. Onlar
sıddıklardan, aslandan kaçtıkları gibi kaçarlar. Sıddıkların kalp ate leriyle kendilerini
yakmalarından korkarlar. Melekler onlara kar ı sıddıkları ve sâlihleri müdâfaa eder. Onlar
halk katında büyük olabilirler, ama sıddıkların gözünde hakîrdirler, alçaktırlar. Onlar halk
nazarında âdemîdir, insandır, fakat sıddıkların gözünde onlar kedi gibidirler, hiçbir değerleri
yoktur.
Ey cemâat! Hüküm tabîbini bulun. O sizin hastalıklarınızı tedâvi eder. Ona tâbi olun,
onu kabul edin ki, sıhhate eri esiniz. Görevli ki iye tâbi olun ki, o sizi hikmet sâhibi olan bir
üstâda götürsün. Đlim kölesine, ilim çocuğuna tâbi olun; onun nereden girdiğine bakmayın,
onun arkasından siz de girin. Rabbinizin (CC) kapısını talep edin. Hükümle (dîn ile) aranızı
güzelle tirin; çünkü o “kapı görevlisi”dir. Hüküme tâbi olmazsanız ilme ula amazsınız.
Rabbinizin (CC): “Resûl (SAV) size neyi verirse onu alın ve sizi neyden nehyederse ondan
uzakla6ın”
227
buyruğunu i itmediniz mi?
Rabbinizin (CC) kapısındaki hükümle muâ eretiniz güzel olursa ve onun edebiyle
edeplenirseniz, O (CC) sizden ho lanır ve size kurbiyet kapısını açar. Sizi fazîlet ve ikram
sofrasına oturtur. O’nun (CC) konuğu olursunuz. Kalplerinize konu ur. Sırlarınız ünsiyet
bulur. Havâs (seçkin) kullarına öğrettiği ilmi size de öğretir. Böylece halk ile aranıza O’nun
(CC) hükmü, kendisi ile aranıza ise O’nun (CC) ilmi girer. Çünkü hüküm mü terek, ilim
özeldir. Hüküm îman etmek, inanmaktır; ilim ise apaçık görmektir.
227
Ha r S. A.59.
DUA
“Ey kul! Kulak ver. Çünkü sen görensin, benim mürîdimsin. Kalp kulağınla dinle,
çünkü ben senden uzak değilim. Ey kul! Sen daha nefsin için olmadan önce ben senin
“müdebbirin” (her eyi idâre edenin) idim. O halde, nefsin için olmaksızın onun için ol. Sen
daha zuhur etmeden önce ben onun yönetmini üstlenmi tim, u an da onun gözetimi bana âit.
Ey kul! Ben yaratmada ve sûret vermede tekim. Hükmetmede ve yönetmede tekim.
Yaratmamda ve sûret vermemde benim ortağım yok. Hükmetmemde ve idâre etmemde
erîkim yok. Ben mülkümün mâlikiyim, sâhibiyim, bunda nazîrim yok. Hükmetmekte tekim,
vezîre ihtiyâcım yok.
Ey kul! Sen yaratılmadan önce senin idârecin kimdi? O halde, istenen eyde O’nunla
(CC) çeki me. Seni güzel bakmaya kim alı tırdı? O halde O’na (CC) inatla kar ılık verme.
Seni bana güzel bakı a ben alı tırdım. O halde sen de tedbîri terkederek bana alı .
Ey kul! Tecrübeden sonra hâlâ üphe olur mu? Her ey apaçık belli olduktan sonra
hâlâ hayret ve zihin karı ıklığı olur mu? Đlmin seni bana yükseltir, çünkü senin benden ba ka
murâdın yok. Yaptığın bütün hayırlar seni benimle münâzaadan uzakla tırır.
Ey kul! Varlığına, benim yarattığım nazarıyla bak, kendinin fânî olduğunu görürsün.
Fânî olan ey hakkında ne dersin? Otur, sen benim memleketimin idâresini bana teslim ettin.
Sen de benim memleketimden bir parçasın. O halde benim rabliğim husûsunda tartı ma, ilâhî
vücûdumdaki irâdemde bana zıt davranma.
Ey kul! Ben sana yeterim; bu sana yetmez mi? Benimle sükûnet bulman, sende bana
sevkeden alı kanlıklara vesîle olmuyor mu?
Ey kul! Ne zaman sana ihtiyaç duysam, sen bana sığınıyorsun. Memleketimden her
hangi bir eye bir vekil tâyin etsem, hep seni tâyin ederim.
Ey kul! Seni kendi varlığım için yaratmadan önce, senin için cömertliğimi hazırladım.
Bana kar ı nasıl inkâr sâhibi olabilirsin?
Ey kul! Benim istediğim ki i ne zaman ba arısız olur? Benim yardımcı olduğum
kimse ne zaman yenilgiye uğrar?
Ey kul! Seni, benden bir eyler talep etmek değil, bana hizmet etmek me gul etsin.
Benim hakkımdaki hüsn(i zannın, rubûbiyetim ile ilgili üpheli dü üncelere engel olsun.
Ey kul! Đhsan sâhibini itham etmen, güç ve kuvvet sâhibi ile çeki men, kahhâra, ezip
geçene mukâvemet göstermen, hikmet sâhibinin hükmüne îtiraz etmen, lutuf sâhibini sıkıntıya
sokman aslâ uygun değildir.
Ey kul! Đrâdesini benim için terkeden ki i kurtulmu tur. Bana kurnazlık(!) yapan i ini
yoluna koymu tur. Bana kar ı fakirliğinde samîmî olan kimse zenginlik hazînesine
kavu mu tur. Bir kulun hareketi sırf benim için olursa ona yardımım vâcip olur. Benim
vesîleme sarılan kimse en kuvvetli vesîleye sarılmı tır. Ben, tedbir ehlini (sırf kendi aklına
güvenen kimseleri) cezâlandıracağıma, onların binâlarını yerle bir edeceğime ve düğümlerini
çözeceğime dâir kendime söz verdim. Onları kendi kendilerine vekil yapacağıma, hîlelerini
kendi aleyhlerine çevireceğime, onları rızâ rahatlığından, i lerini bana havâle etme
nîmetinden mahrum edeceğime söz verdim. Eğer onlar bana îtimat etselerdi, kendi
tedbirlerinden ziyâde benim onlar hakkındaki tedbîrime (idâreme), kendi riâyetlerinden
(gözetimlerinden) ziyâde benim kendileri hakkındaki riâyetime râzı olurlardı. O zaman onları
rızâ yoluma sokardım, hidâyet ehlinin usûlünü onlara verirdim, beyzâ (tertemiz olma) yoluna
onları koyardım. Đnâyetimi onların, her türlü korkularına kar ı onlar için yeterli ve istedikleri
her eyden daha çok celbedici kılardım. Bu benim için kolaydır.
Ey kul! Biz senin yalnızca bizi istemeni, yalnızca bizi tercih etmeni, yalnızca bizden
râzı olup, bizden ba ka hiçbir eyden râzı olmamanı istiyoruz.
Ey kul! Sana bir üstünlük de yazsam, bir belâ da takdir etsem, bunların hepsinde de
sana lutfumun sırlarının ula masını istemekteyim.
Ey kul! Senin için her ne nîmet ızhar edersem, onun kar ılığını benimle çeki me
yapma. Sana verdiğim akıl ihsânını da bana zıtla mada kullanma.
Ey kul! Nasıl ki, göğümün ve yeryüzümün idâresindeki tekliğimi, onlara
hükmetmedeki ve onları yönetmedeki tekliğimi bana teslim etmi sen, varlığını da öylece bana
teslim et. Sen benim içinsin; bana kar ı tedbir olmaz. Sen benimle berâbersin; o halde beni
vekil tâyin et. Kefil olarak bana sarıl. Sana öyle bağı larda bulunur, öyle övünçler ihsan
ederim ki!
Ey kul! “Kulumun kalbinde bana teslimiyet nûru ile benimle çeki me zulmeti birarada
bulunmaz” hükmünü ben ezelde koydum. Bunlardan birisi olursa diğeri olmaz. Kendin için
bu ikisinden birini seç!
Yazık sana! Kendi i inle uğra asın diye senin kadrini yücelttik; ey kıymetini
yükselttiğimiz ki i! Kıymetini alçaltma. Ey izzet ve 6eref verdiğimiz ki6i! Benden ba kasına
güvenerek küstahla ma. Yazık sana! Sen bizim katımızda bizden ba kasıyla uğra mayacak
kadar yücesin. Seni kendi huzûrum için yarattım ve onun için sana “hitap”ta bulundum.
Yardımımın çeki iyle seni kendime cezbedip çektim. Eğer kendi nefsin ile me gul olursan
seni perdelerim. Nefsinin hevâsına uyarsan seni tardederim, kovarım. <âyet ondan çıkacak
olursan, i te o zaman seni desteklerim. Eğer benden ba ka her eyden yüzçevirmek sûretiyle
beni sevmeye çalı ırsan, ben de sana muhabbet ederim.
Ey kul! Sana kifâyet etsem, bu sana kâfî gelmez mi? Seni hidâyete erdirsem, bu
hidâyet olmaz mı? Ben ki, yaratıp ekil veren benim! Değer verip atâ ve ihsanda bulunan
benim! Bunlar seni, takdir ettiğim hususlarda münâzaadan ve yaptığım eylerde îtirazdan
engellemiyor mu?
Ey kul! Benimle çeki en kimse bana inanmamı tır. Bana kar ı tedbir alan kimse beni
tevhîd etmemi tir. Ba kasına verdiğim eyler hakkında ikâyet eden kimse benden râzı
olmamı tır. Bana kar ı tercihi olan kimse beni tercih etmemi tir. Kahrıma katlanmayan kimse
benim emirlerime bağlanmamı tır. Đ ini bana bırakmayan kimse beni ârif değildir, beni
tanımamı tır. Bana tevekkül etmeyen kimse benim câhilimdir, beni bilmeyendir.
Ey kul! Benim elimdekiyle değil de, kendi elindekinle yetinmen cehâlet olarak sana
yeter. Ben senin beni tercih etmeni tercih ediyorum; o halde beni tercih et. Vah sana! Kulluk,
tercih ve zulüm biraraya gelmez; bana ve ba ka eylere teveccühün biraraya gelmez. Senin
için ya ben varım, ya da nefsin var. Bilerek seç. Hevâyı hayrât ile deği tiremezsin.
Ey kul! Eğer sen kendin için benim tedbir almamı talep edersen, câhillik etmi
olursun; kendi kendine tedbir alman nasıl olur? artık sen dü ün! Benimle birlikte ba ka bir
eyi de tercih edersen insafsızlık etmi olursun; bana kar ı bir eyi tercih edersen nasıl olur?
Ey kul! Eğer ben senin tedbir almana izin verseydim, tedbir almaktan senin utanç
duyman gerekirdi; oysa sana tedbir almama emri verdim, bu nasıl olur? bir dü ün! Ey nefsine
değer veren! Eğer onu bize bıraksaydın rahat ederdin. Yazık sana! Tedbîr yükünü ancak
rubûbiyet ta ıyabilir, onu be eriyet zaafı ta ıyamaz. Yazık sana! Sen ta ınan yüksün, yük
ta ıyan olma. Senin rahat olmanı murâd ettik, nefsin için bo a kendini yorma. Seni anne
karnındaki karanlıklar içinde idâre eden ve sana vücut verdikten sonra istediği eyleri veren
kim? O’nun (CC) dileğinde O’nunla (CC) çeki me.
Ey kul! Sana benim için hizmet etmeni emrettim ve kısmetimi sana garanti ettim.
Oysa sen benim emrimi ihmal ettin ve garanti verdiğim ey hakkında üpheye dü tün. Garanti
etmekle de yetinmedin, yemin ettim. Yeminle de yetinmedim, misaller verdim; anlayan
kullarıma öyle hitap ettim: “Rızkınız ve size vâdedilen 6eyler göktedir. Göğün ve yerin
Rabbine (CC) andolsun ki, bu, sizin (kendi aranızdaki) konu6manız gibi gerçektir.”
228
Ârifler benim sıfatımla yetindiler. Yakîn sâhipleri de keremimi ve cömertliğimi bana
kar ı hîle yaptılar. Eğer vaadim olmasaydı, benim onlara olan ihsanlarımı hiç kesmeyeceğimi
228
Zâriyât S. A.22(23.
bilirlerdi. Eğer garantim olmasaydı, onlar ihsan ve bağı vücûduma sarılırlardı. Ben benden
gâfil olanı ve bana isyan edeni bile rızıklandırırken, bana itâat edeni ve bana duâ edeni nasıl
rızıklandırmam? Yazık sana! Fidanı diken onu sular. Mahlûkunu yaratan onun imdâdına da
yeti ir. O ona her eyiyle yeter. Yaratma olduğu müddetçe imdâdım da devam edecektir.
Yaratma olduğu müddetçe rızık da benim üzerimedir.
Yazık sana! Evine, yemek yedirmek istemediğin kimseyi çağırır mısın? Đkram etmek
istemediğin ve sevmediğin kimseye yakınlık duyar mısın?
Ey kul! Himmetini fânî rızkına yoğunla tıracağına bana yoğunla tır. Onu senden
kaldırmam, bo una onun için yorulma. Sana ne yüklenirse onu kabul et. Seni evin içine
alacağım ve ikramımdan mahrum edeceğim! Senden hakkımı yerine getirmeni isteyeceğim ve
ikramımdan seni mahrum edeceğim! Ben senden bana hizmet etmeni istiyorum, kısmetini
istemeni değil. Senin kısmetin benim katımdadır; o orada bâkî kalacak değildir. Sana
iyiliklerimi hazırladım, rahmetimi senin için ızhar ettim, ortaya çıkardım. Senin için sâdece
dünyâ ile kanaat etmedim, cennetimi de senin için donattım. Senin için bununla da
yetinmedim, sana rü’yetimi verdim. Bunlar benim fiillerim iken, sen nasıl olur da benim
fazîletlerimden, ikramlarımdan üphelenirsin?
Ey kul! Nîmetimi elde eden, fazîletlerime ula an birileri mutlakâ olur. Benim
bunlardan her hangi bir ekilde menfaatlenmekten müstağnîyim. Bu, kat’î deliller ile
ispatlanmı bir husustur. <âyet sen benden seni rızıklandırmamamı talep etsen dahi, sin bu
isteğini kabul etmem. Benden kendini benim fazlımdan mahrum etmeni dilesen dahi, ben seni
mahrum etmem. Öyleyse, sen bana dâimâ duâ edersen, benden her zaman talepte bulunursan
nasıl olur? Eğer ba kalarından utanmıyor isen, bâri benden utan. Beni iyi anla. Beni
anlayanlar bütün atâ ve ihsanlara nâil olmu tur.
Ey kul! Beni tercih et, bana kar ı tercihte bulunma. Kalbin sadâkatle bana yönelsin.
Eğer böyle yaparsan, sana acâip lutuflar ve müthi ikramlar gösteririm. Sırrını beni mü âhede
etme nîmetiyle nîmetlendiririm. “Tahkîk” (hakîkat) ehli için yolu ızhar ettim, ortaya koydum.
“Tevfîk” (ba arı) sâhipleri içinse hidâyet kaynaklarını açıkladım. Yakînen inananlar bana
hakkıyla teslim oldular. Mü’minler de bana apaçık tevekkül ettiler. Benim onlar için kendi
nefislerinden daha hayırlı olduğumu ve tedbîrimin onların kendi tedbirlerinden daha güzel
olduğunu bildiler. Rubûbiyetime teslim oldular ve kendilerini huzûruma attılar. Buna kar ılık
olarak ben de onların içlerine bir rahatlık, akıllarına bir nur ve kalplerine de bir mârifet
verdim. Onların makamlarını, mevkîlerini ve anlı bayraklarını yükseltmek benim üzerimde
bir hak oldu. Ayrıca, benim evime girdiklerinde onlar için, hiçbir gözün görmediği, hiçbir
kulağın i tmediği ve hiçbir be er kalbine gelmeyen eyler vardır.
Ey kul! Đçinde bulunduğun her vakitte ben senden, kısmetini talep etmeni değil, bana
hizmet etmeni isterim. Çünkü zâten ben kısmetini sana garanti etttim. Seni bir hizmette
kullanırsam, seni doyururum. Bil ki, sen beni unutsan bile ben seni unutmam. Sen beni
zikretmeden önce ben seni zikrederim. Bana isyan etsen bile benim sana verdiğim rızık
süreklidir. Sen böyle benden yüzçevirmi olduğun halde bile ben böyle iken, bana
yöneldiğinde nasıl olurum? Buna ne dersin? Beni hakkıyla takdir edemedin. Kahrımı
görünceye kadar teslim olmadın ve bana rağbet etmedin. Emirlerimi tutmasan da benden
yüzçevirme. Benden ba ka dayanacak bir ey bulamazsın. Benden ba kasından zenginlik
bekleme. Seni benden ba ka bir kimse zengin edemez. Ben seni kudretimle yaratanım.
Đyiliklerimi önüne serenim. Benden ba ka “Hâlık” olmadığı gibi, benden ba ka “Râzık” da
yoktur. Yaratırım ve sonra da ba kasına (mı) gönderirim? Đzzet ve ikram veren benim;
kullarımı hayır vücûdumdan men (mi) ederim? O halde, ey kul! Güven, çünkü ben kulların
Rabbiyim (CC). Seni kendi murâdından çıkarır, onun kaynağına ula tırırım. Geçmi
lutuflarımı hatırla. Sevginin hakkını unutma.”
Biz bu kitabı onun mevzûsuna uygun u duâ ile bitirmek istedik:
229
“Allah’ım (CC)! Biz Senin Efendimiz Muhammed’e (SAV) ve O’nun (SAV) âilesine
(RA), tıpkı Đbrâhîm’e (AS) ve O’nun (AS) âilesine (RA) yaptığın gibi, her iki âlemde de salât
etmeni, onların ânını yüceltmeni dileriz. Hamde, övgüye lâyık olan ancak Sensin, ânı yüce
olan ancak Sensin.
Allah’ım (CC)! Bizi Sana teslim olmaya çalı anlardan, dâimâ Senin huzûrunda
duranlardan eyle. Sana kar ı tedbir almaktan bizi uzakla tır. Bizi, i lerini Sana bırakanlardan
eyle. Biz kendimiz için olmadan önce Sen bizim içindin. Nasıl ki, bizden önce bizim için
idiysen, bizden sonra da yine bizim için ol. Bize lutfunun elbiselerini giydir. Bize Senden
hayâ etme duygusu ver. Tedbir karanlıklarını kalplerimizden çıkar. Sırlarımızda tefvîz
nurlarını aydınlat. Bize Senin güzel tercîhini göster, tâ ki, onun gerekleri içimize yerle sin ve
Senin bizim için tercîhin bizim kendi tercihlerimizden bize daha ho gelsin.
Allah’ım (CC)! Nefislerimize acı. Bize emrettiğin eyler dururken, bize garanti ettiğin
eylerle bizi me gul etme. Bizden tâlibi olduğun eyler dururken, bizden talep ettiğin eylerle
bizi me gul etme.
229
Kanaatimizce bu sözler müstensihlere âittir.
Allah’ım (CC)! Sen bizi Sana bağlanmaya ve sürekli Senin huzûrunda olmaya
çağırıyorsun; Sen bizi muvaffak etmedikçe biz bundan âciziz, bize kuvvet vermediğin
müddetçe buna gücümüz yok. Sen yapmadığın sürece, bizim bir ey olmamız mümkün mü?
Sen bizi ula tırmadıkça, biz bir eye nasıl ula ırız? Senin yardımın olmadıkça, bizim bir eye
güç yetirmemiz mümkün mü hiç? Emrettiğin eylerde bizi muvaffak kıl; menettiğin eyleri
terketme husûsunda da bize yardım et.
Allah’ım (CC)! Bizleri tefvîz bahçelerine, teslîmiyet cennetlerine koy. Bizi onlarla ve
onların içinde nîmetlendir; sırlarımızı ise, onların nîmetleri ve lezzetleri ile değil, kendinle
berâber et.
Allah’ım (CC)! Sana teslim olma ve Sana yönelme nûruyla bizi aydınlat ki, sırlarımız
onunla sevinç duysun ve nurlarımız onunla kemal bulsun. Bir eyi yaratmadan önce onun
tedbîrini alan Sensin. Biz biliriz ki, ancak Senin dilediğin ey gerçekle ir. Sen murad
etmedikçe bu ilmin bize bir faydası olmaz. Biz Senin iyiliklerini istiyoruz. Fazlına teslim
olduk. Đnâyetinle bize ula . Riâyetinle bizi ku at. Bizi himâye vücûduna dâhil et. Muhakkak
ki, Sen her eye kâdirsin.
Allah’ım (CC)! Biz biliriz ki, Senin hükmüne kar ı konulmaz. Kaderinle zıtla ılmaz.
Senin koyduğun hükmü bozmaya bizim gücümüz yetmez. Hükmünde Senden lutuf ve destek
bekliyoruz. Ey âlemlerin Rabbi (CC)! Bizi, hükmünde riâyet ettiğin, koruyup gözettiğin
kimselerden eyle.
Allah’ım (CC)! Bize kısmetlerimizi ayıran Sensin, onları bize ula tıran Sensin; onları
bize tatlılıkla, kolaylıkla cehennemden korunmu ve vuslat nûruyla etrâfı çevrilmi olarak
ula tır. Onları senden bilelim. Onlar için ükredenlerden olalım. Onları sana izâfe edelim; hiç
mahlûka izâfe etmeyelim.
Allah’ım (CC)! Dünyâ rızkı olsun, âhiret rızkı olsun, rızkın tamâmı Senin elindedir.
Bize, hakkımızda hayırlı bildiğin rızkı ver ve ondan hayırlısıyla faydalanmayı nasip et.
Allah’ım (CC)! Bizi, Senin için seçilmi lerden eyle, Sana kar ı seçilmi lerden eyleme.
Đ lerini Sana teslim edenlerden eyle, Sana îtiraz edenlerden eyleme.
Allah’ım (CC)! Bizler Sana muhtâcız; bize atâ ve ihsanda bulun. Sana tâattten âciziz;
bize güç ver. Bize, Sana itâat etme kuvveti bağı la. Sana isyan etmede bize acziyet ver.
Rubûbiyetine (CC) teslîmiyet ver. Ulûhiyetinin hükümlerine kar ı bize sabır ver. Sana
mensup olma erefi ver. Kalplerimizde Sana tevekkül etme rahatlığı ver. Bizi rızâ
meydanlarına girenlerden eyle. Teslîmiyet kokusunu koklayanlardan eyle. Mârifet
meyvelerini toplayanlardan eyle. Bize tahsîs (özel olma) elbiselerini giydir. Kurbiyet ve
muhabbet mertebesi ile bizi hediyelendir. Dâimâ senin hizmetinde olanlardan, mârifetine
erenlerden eyle. Bizi, Resûlüne (SAV) tâbi ve vâris olanlardan, O’ndan (SAV) aldıklarını
hakkıyla yerine getirenlerden ve O’nun (SAV) makâmına niyâbeten geçenlerden eyle.
Ey âlemlerin Rabbi (CC)! Bize katından hayırlı bir son nasip eyle.
Allah(ü Teâlâ (CC), Efendimiz Muhammed’e salât etsin (O’nun SAV. ânını
yüceltsin). O’ndan da (SAV), bütün Ashâbından da (RA) râzı olsun.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder